Türkiye, Göreve Hazır Mı?

Kaynağı Avrupa olan Batı uygarlığının devrini tamamladığının, kendileri de farkında: bu konuda, kitapları da var, gerçi, batışı, sâdece madde planında görüyor ve öyle değerlendiriyorlar, ayrı konu. Amerika’yı saymıyoruz; Avrupa’nın kültürel ve politik uzantısı; klavuzu, hâlâ İngiltere.

*Batı’da insan KAYIP ve madde, insana hâkim durumda: insanın değeri, ürettiği kadar – üretime katkısı bulunan sığır gibi -.

*İnsan, gerçekten KAYIP: kalabalık şehirlerde, onulmaz bir yapayalnızlık içinde. 

*Uygarlığın ölçüsü insan: insanın da yaşlılığı mühim. Avrupa’da, âile çökmüş olduğu için, yaşlılar, bakımevleri vb. kurumlara rağmen, intihar etmesinler diye, gönüllü gençlik kuruluşları, ‘gecenin hangi saatinde olursa olsun, telefon edin, arkadaşımız sizinle konuşacak’ diye ilânlar veriyor.

*İnsan fıtratına aykırı aynı cinsten evlilik, gittikçe kabûl görüyor; Sodom, Pompei unutulmuş.

*Alman bayan; doğum, çocuk büyütme zahmetine gittikçe daha az katlandığı için, günahları kadar sevmedikleri bizim ve diğer milletlerin çocuklarını, türlü bahânelerle âilelerinden koparıp yurtlarda 18 yaşına kadar tutarak almanlaştırıyorlar, o yaştan sonra çocuk âilesini aramıyor, alıştırıldığı eşek özgürlüğü içinde yaşamağa devâm ediyor: âile, çocuğunu, diri diri KAYBEDİYOR: yamyamlıktan öte bir vahşet! (hoş; yamyamlığı Afrikalılar mı yapıyordu, Avrupalılar mı, bilmiyoruz: çünkü her şeyi çarpıtarak naklediyorlar. Sözgelimi; atlara hünerle binen kovboy (sığırtmaç) filmlerini seyrediyoruz, sonra öğreniyoruz ki o sığırtmaçlar, ülkelerinden koparılıp getirilmiş, köle yapılmış zenciler; bu zavallılar at sırtında sığır sürülerinin peşinde koşturup durmuşlar. Beyaz, Avrupa’lı haydutlara da işin fiyakası düşüyor.)

*Gelir dağılımındaki adaletsizlik filân, artık teferruât: Batı dillerinde HAK kelimesi YOK ki, HAK kavramı zihinlerinde yer bulsun, o, okumuş, etiketli, ne kadar iki ayaklı mahlûk varsa, kalbinde, kafasında, HAK diye bir kavram, anlayış YOKTUR. (‘İnsan’ için, bundan daha büyük yoksulluk, zavallılık, yavanlık olabilir mi?)

*Bir şeylerin EKSİKLİĞİnin farkında olanlar, mânevî arayış içinde, ya ineklere tapanların dînine, Hinduizm’e, yahut Budizm’e yöneliyorlar veya, İslâm’da karar kılıyorlar. Avrupa’da ve kuzey Amerika’da İslâm -biz bilmiyoruz ama- hızla yayılıyor. İslamofobi dedikleri sapkınlığın, çarpıklığın başlıca sebebi de bu; yurttaşlarını, millet ferdlerini kaybetmemek için böyle akımları destekliyorlar.

***

Avrupa’lılar, 1000 yıllık İslâm medeniyetini YOK SAYDILAR, görmezden geldiler (Dr. SİGRİD HUNKE bunu belirtir, ama bizim diplomalılarımızın çoğunun bundan haberi yoktur) ve tarihi, yeniden, kendi işlerine geldiği gibi şekillendirdiler, öyle öğrettiler. 

            Devran döndü, Batı medeniyetinin çürümüşlüğü, kofluğu iyice ortaya çıkınca, İslâm’ın tekrar gündeme gelmesi söz konusu oldu. Batı, oryantalistlerini kullanarak, bir yandan, İslâm’ın kendi ülkelerinde yayılmasını önlemeğe çalışıyor, bir yandan da, Müslümanlar arasındaki gafil akademisyenler vâsıtasıyla Müslümanların, İslâmla bağını zayıflatmağa çalışıyor. (Son zamanlarda, İslâm’ın ikinci kaynağı olan Sünnet konusunda tereddüt, şüphe uyandırmakta hayli mesâfe aldılar.) 

        Uzunca bir fetret devresinden sonra, ölü yıkayacak, cenâze kaldıracak adam kıtlığı başlayınca, {bu; Tanzîmat’la resmen başlayan ‘kıble değişikliği’nin tabîî sonucudur} 1940 lı yıllarda, İslâm’la ilgili öğretime  y a v a ş      y a v a ş  izin verildi, önce kısa süreli Kur’ân kursları açıldı, sonra 1949 yılında “Millî Şef” İsmet İnönü, giderayak Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi kurdu. (Bu satırların yazarı oradan mezun olduğu için, oradaki öğretimi ‘iyi’ bilmektedir.)

Türkiye’deki, İslâm’la ilgili akademik gelişimin başlangıcı, kaynağı orasıdır. 

{Yüksek İslâm Enstitülerine, Erzurum’da açılan İslâmî ilimler Fakültesine, diğer İlâhiyat Fakültelerine öğretici kaynağı Ankara olmuştur, oradaki havanın bilinmesi hayâtîdir, çok mühimdir. Diyânet İşleri Başkanlığında hâkim olan havanın da kaynağı orasıdır. Bu, uzunca olayı ve sonucunu özetlersek; gelinen noktada, Müslümanlardan bâzılarının, İslâm’ın İkinci Kaynağı olan Sünnet konusunda tereddüde düşmüş oldukları acı, korkunç gerçek vardır. Sünneti kesin olarak kabûl etmeden, nasıl namaz kılınacağını, ne kadar zekât verileceğini, kısacası, İslâm’la ilgili davranışlarınızı -ki hayâtın bütününü kaplar- neye dayanarak yapacağınızı bilemezsiniz.} (Hadîsler hakkında tereddüdün nasıl meydana getirildiğini, birkaç sayfalık bir yazıda anlatmış, birçok arkadaşa göndermiştim. İsteyenlere, e-posta adresi gönderirlerse, sevâbına yollarım.) ([email protected]

***

*Makedonya’nın başkenti Üsküp’te, dükkân sâhibi, dükkânın yüksek bir yerine asmış olduğu Türk Bayrağı’nı göstererek diyor ki: “Sanmayın ki bu bayrak yalnız Türklerin, Türkiye’nin bayrağıdır; bu bayrak, bütün Müslümanların bayrağıdır. Ben Türk DEĞİLİM, fakat, TÜRKİYE İÇİN ÖLMEĞE HAZIRIM. TÜRKİYE İÇİN ÖLMEĞE HAZIR ÇOK ADAM VARDIR.”

*Kur’ân-ı Kerîmi yakmak edepsizliğini, Suûdî Arabistan’ın, Mısır’ın, İran’ın, 200 milyonluk Endonezya’nın DEĞİL de Türk temsîlciliğinin önünde sergileyen uygar(!) Avrupa’lıların da, İslâm’ın temsîlcisi olarak hangi ülkeyi, hangi milleti gördükleri anlaşılyor.

*İsrâil’in sabır taşını çatlatacak zulmüne karşı gösteri yapan Filistinli’lerin, Filistin bayrağı yanında, başka bir Arap ülkesinin değil de Türk bayrağı da dalgalandırmaları da, durumu anlatıyor.

Yalnız diğer ülkelerdeki Türklerin DEĞİL, bütün Müslümanların ümidi, dayanağı TÜRKİYEdir, Türk Milleti’dir.

***

Peki, Türkiye’de durum nasıldır?

*Ana muhâlefet Partisinin başındaki zât, İslâm’ın öğretildiği İmam-Hatip Liselerinin çokluğundan şikâyetçidir.

*Türkiye’nin en büyük şehrine Belediye Başkanı olarak kondurulmuş kişi, islâm’ı öğretmek için kurulmuş yurt binasını yıktırmakla meşgûldür.

*Okumuşların, diplomalıların çoğunun ağzında, Besmele yerine Laiklik kelimesi yer almaktadır. Laiklikle İslâm’ın, gece-gündüz gibi bir durum olduğu, AKILLARA GELMEMEKTEDİR.

*Dolaylı sömürge öğretimi sonucu, diplomalılarımızın çoğunun kafasında, “İslâm’a soğukluk, ilgisizlik, hattâ karşı olmak”, İLERİCİ OLMAnın, ÇAĞDAŞlığın temelidir.

*Şapşal rolü oynayarak seyircileri güldüren, ölüp gitmiş kişinin oynadığı filimler hâlâ gösterilmekte ve seyredilmektedir. Bu filmlerde, güldürerek, sinsice İslâm düşmanlığı yapılmaktadır: yağmur duâsı, sahtekâr hacı … pespâye hayâsızlık manzaları da işin cabası … Oğlu da onun yolunda şevkle devâm etmektedir.

*Fitnevizyon, başlı başına dert; Japon sosyolog Kolyo Yasuo diyor ki:

3 yıldır Türk kültürünü inceliyorum. Bir şey çok korkunç, diğeri ise garip… Korkunç olan, Ülkedeki birkaç televizyon dizisi hâriç, tamamı Türklerin Kültürüne ve Dinine ters…  

Yani Batı bu ülkeyi savaşmadan yok ediyor….

Garip olan ise, herkes bunu biliyor ama yine de seyrediyorlar. Hem de anne – baba – çocuklar birlikte seyrediyorlar.

Burada, Japon sosyoloğu haklı olarak üzen ve şaşırtan durumun sebebini ANLARSAK, çâreyi de buluruz: 

Bu münâsebetsiz görüntülerin; normal, tabiî bir olgu imiş gibi algılanması, Tanzîmat’la RESMEN başlayan batılılaşma/çağdaşlaşma akımına UYGUN, o yörüngedeolmasındandır. O duruma itiraz edecek olursanız, GERİCİ, DAR KAFALI, ÇAĞDIŞI kalmış olmak gibi etiketlerin size DERHÂL yapıştırılmasına hazır olmalısınız; AKINTIYA KARŞI KÜREK ÇEKMEK, HİÇ DE KOLAY DEĞİLDİR.

         Hemen belirtelim: son haftalarda, tarihimizle ilgili filimler de görülmeğe başlandı; tabiî, iyi bir başlangıçtır. Ancak, burada da, kültür istilâsı tesirinden kurtulamamış tarihçilerimizin gafleti ortaya çıkıyor: Oruç Reis’e, onun 1518 yılında şehîd olmasından sonra kardeşi Hızır Reis’e (sonradan Hayreddîn Paşa), saç ve sakalları kırmızıya çaldığı için, düşmanları olan İspanyolların, -Avrupa’daki korkunç Mâvi Sakal’a benzetmek üzere- AŞAĞILAMAK İÇİN taktıkları BARBA  ROSSA (Kırmızı Sakal) sözü KULLANILMAKTADIR!  Bu filmlerin herhâlde tarih danışmanı vardır; o zât veya zâtlar, Osmanlı tarihlerinde bu iki kardeş için bu KÖTÜ, düşmanlarının taktığı lâkabın HİÇ bulunmadığına NÎÇİN dikkat etmezler?

“Tunusta Osmanlı Hâkimiyeti” konusundaki doktora tezimi hazırlarken, bu kahramanların cihâd faaliyetlerini de okuduğum Osmanlıca kaynakların hiç birinde “Barbaros” kelimesine rastladığımı hatırlamıyoruım.

(Oryantalistlerin YANLIŞ okumuş olmaları ve bizim, “tarihçiliği malûmât deposu olmak zanneden” profesörlerimizin, doçentlerimizin, doktorlarımızın, farkına varıp da düzeltmedikleri için, Bereket adlı Altın Ordu Hanı’nın adını, Berke diye taşıyan insanlarımız, ana-babasının uyduğu yanlışla Barbaros adını taşıyan insanlarımız var. Ne diyelim: tarihçilerimiz (!) ne zaman uyanacaklar?)

*Muhâlefet, işin ehline verilmediğini, kayırma olduğunu, her fırsatta haykırıp duruyor. İyi de İstanbul Belediyesi’ne tâyinlerde, destekleyen partilere ayrılan kontenjanları, işlerinden atılan işçileri ne yapacağız? Muhâlefetin keskin, iş bilir Belediye başkanlarından, Bolu ilindeki, açıkça, “dayın yoksa, belediyelerde iş bulamazsın” demiyor mu? 

Burada ŞU GERÇEK VAR: Süt, ne ise, yoğurt da ona uygun oluyor.  

***

ÇARE:

Yalnız Türk topluluklarının değil, bütün Müslümanların dayanağı, ümidi Türkiye’deki İNSANLARIN doğru-dürüst, adam gibi adam olmaları gerekmektedir.

        Peki, insanları, iyi insan, örnek insan yapmanın, onları, İslâm’ın istediği, Yaradan’ın buyurduğu gibi yetiştirmek dışında bir yol, metod var mıdır?

Yere – göğe sığdıramadığımız, aydın denilenlerimizin, her ağızlarını açışta, Besmele yerine telâffuz ettikleri, çağdaşlığın olmazsa olmazı olan laik eğitim denilen muâmeleden geçmiş, öyle imâl edilmiş ‘aydın’ kabûl edilen diplomalılarımızın temsîl ettiği STATÜKOnun durumu böyle olduğuna göre, insanlarımızı, -kendini ‘Müslüman’ diye târif edenlerin çoğu dâhil- yeniden, İslâm’a göre EĞİTMEK gerekir mi? gerekmez mi? 

HATIRLAYALIM:

Hayat, ölümle  sona ermez; Dünyâ Hayâtı, ergenlikten ölüme kadar, imtihân salonudur.

        Hepimizi ilk defa yaratmış olan, diriltecektir ve Dünya’da yaptıklarımızın karşılığını göreceğiz: O, Ölümü ve Hayatı, hanginiz daha güzel davranışlarda bulunur, imtihân etmek için YARADANDIR. (Mülk (67) Sûresi, 2 inci âyet.)

* Nisâ (4) Sûresi, 58 inci âyet:

Allah, emânetleri, mutlaka ehline vermenizi ve hüküm verdiğinizde, adâletli olmanızı EMREDİYOR.

Mâide (5) Sûresi, 8 inci âyet:   … bir kavme duyduğunuz kin, sizi adâletten saptırmasın …

Nisâ (4) Sûresi 135 inci âyet: Ey îmân edenler! Kendinizin, ana-babanızın veya akrabalarınızın ALEYHİNE OLSA BİLE, adâleti titizlikle ayakta tutun ve sırf Allah rizâsı için şâhitlik eden kimseler olun.

 *Fâiz, haramdır: Fâiz yiyenler, (kabirlerinden), kendisini şeytan çarpmış (sar‘alı bir) kimsenin kalktığı gibi  kalkarlar …  (Bakara (2) Sûresi, 275 inci âyet-i kerîme).

Bol banka reklâmı bombardımanı altında yetişen gençlerin durumu, ne kadar zor!

*Zinaya YAKLAŞMAYIN, çünkü o bir hayasızlıktır ve çok kötü bir yoldur. (İsrâ (17) Sûresi, 32 inci âyet-i kerîme.)

*Zina eden kadın ve zina eden erkeğin her birine yüzer değnek vurun, eğer Allah’a ve Âhiret Günü’ne inanıyorsanız, onlara karşı acıma hissi, Allah’ın dînin(i tatbik)de sizi etkisi altına almasın. (Nûr (24) Sûresi, 2 nci âyet-i kerîme.)

Televizyonda her gün böyle işlerin reklâmının yapıldığı bir toplumda, yeni yetişenleri, Yaradan’ın buyruklarına göre yetiştirmenin güçlüğü gözler önündedir.

*Rüşveti veren de alan da Cehennem’dedir. (Hazret-i Muhammed Aleyhis Selâm.)

*Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır. ( Hazret-i Muhammed Aleyhis Selâm.)

*İki günü birbirine eşit olan aldanmıştır, ziyandadır. (Hz Muhammed A.S.)

*Aldatan, bizden değildir. (Hazret-i Muhammed A.S.)

*Kendisi için neyi istiyorsa, Müslüman kardeşi, için de onu istemeyen, gerçek mü’min değildir. (Hz. Muhammed A.S.)

İşçinin hakkını, teri kurumadan veriniz. (Hz. Muhammed A.S.)

*Dedikodu yapan, ölü kardeşinin etini yiyor gibidir: Ey ‘imân edenler! Biriniz, diğerini çekiştirmesin! Herhangi biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemeyi sever mi? (Hucurât (49) Sûresi, 12 nci âyet-i kerîme.)

Dedikodu  yapan, ölü kardeşinin etini yiyor demektir. 

-Ya dediğimiz doğruysa?

-İşittiği zaman hoşlanmayacağı şey, zâten doğruya, sizin onu söylemeniz gıybettir (dedikodudur), doğru değilse, zâten, iftiradır.

Kur’ânla, Hadîs-i Şerîflerle olan MESÂFEMİZİ azaltmamız, mümkünse YOK ETMEMİZ gerekecek. 

Ne dersiniz?

***

*Anlatıldığına göre, Edirne’de, bir dükkânda alışveriş yapan 21 yaşındaki genç Sultân, ikinci bir şey satın almak istediğinde, dükkân sâhibi:

“Ben siftahımı yaptım, komşum henüz yapmadı, lütfen ondan alınız.” demesi üzerine: “Böyle bir milletin askeriyle, İstanbul’u alabilirim”, kanâatine varmıştı. Toplumun dokusu, yapısı sağlamdı. Onun çağında yol kesicilik unutulmuştu “bir kadın, külliyetli mikdâr altınla bir iki günlük yola gitse, başına bir şey gelmeden geri döneceğinden kimsenin şüphesi yoktu”, zina suçu derhâl ve şiddetle cezâlandırılırdı.

*Merzifon’lu Kara Mustafa Paşa, 1683 yılında, İmparatorun kaçıp gitti,ği Viyana’yı ALABİLİRDİAnlı şanlı tarihçilerimizin HİÇ BİRİNİN DİKKAT ETMEDİĞİ GERÇEK: toplumun üst tabakasındaki ÇÜRÜMÜŞLÜK idi: Öyle ki: bozgun haberi üzerine, saraydaki ÜST DÜZEY İKİ BÜROKRAT (Mîrahur ile Kızlar Ağası -ikbâl yolu kendilerine açılıyor diye- mendil çıkarıp OYNAMIŞLARDI! Mustafa Paşa, o kalabalık ordu ile hucûm etse, Viyana’yı ALABİLİRDİ, ama, askerin, Cenâb-ı Hakkın Muhammed Ümmetine HELÂL kıldığı ganimet için 3 gün yağma hakkı vardı, Devlet Hazînesine bir şey kalmayacaktı. Viyana TESLÎM olursa, FEY’ (savaşsız alınan) olarak her şey Hazîneye (dolayısıyla Sadrâzam Mustafa Paşa’nın kullanımına) kalacak, çürümüş bürokrasiye vereceği hediyelerle Mustafa Paşa’nın durumu sağlamlaşacaktı. (daha önce Köprülü Mehemmed Paşa, Sadrazamlığı kabûl etmek için o meşhur 4 şartı boşuna koşmamıştı; bürokrasinin çürümüşlüğünü, kendisini orada tutmak istemeyeceklerini biliyordu.) (Anlı şanlı Osmanlı tarihçilerimizin çoğu FEY’ konusunu bilmezler.) 

(Sırası gelmişken: Tarihçinin; malûmat deposu olmanın ötesinde, “duruş” sâhibi olması gerekir. Görebildiklerim içinde: Prof. Zekeriya Kurşun ve Prof. Ebubekir Sofuoğlu’na “Osmanlı tarihçisi” diyebiliyorum; bir de Prof. Ahmet Şimşirgil var; alışkanlık saikiyle, arada bir “Osmanlı İmparatorluğu” demekten vaz geçmesi gerekir; “duruş” sâhibidir. Gençlerden de ümitliyim, güzel davranışlar sergiliyorlar.) 

***

1683 yılından günümüze kadar fazla bir değişikliğin olmadığı görülüyor:

         İktidarı kapabilmek için terörist işbirlikçileri ile önceleri gizlice, günümüzde artık açıkça İŞBİRLİĞİ, İTTİFAK yapan politikacıları görüyoruz. 

Kara Mustafa Paşanın yenilmesine sevinen, sonra Serdar olan Mîrahûr Sarı Süleyman Jan Sobieski’ye yenildi. 

Hiç zannetmiyorum ya: “Sakarya” isminin, vilâyet adı olarak Adapazarı’na verildiğinden gafil olarak; top seslerinin Polatlı’dan işitildiği söylenen Sakarya savaşının Adapazarı’nda olduğunu zanneden, millî konulara böylesine yabancı, medyanın parlatıp durduğu kişinin hülyâsı gerçekleşecek olsa, ancak Sarı Süleyman kadar becerikli olacağı, gün gibi âşikârdır. 

        Bayan Meral’in; “Putin kıyak yapıp Rus gazı göndermiş olmasın?” fitnesine inanan zavallıların da olduğu ve oy kullanacağı bir Türkiye’de yaşıyoruz.

***

Particilik yaptığım sanılmasın: Yolsuzluklardan, bürokratların marifetlerinden söz ediliyor. Oluyorsa, maalesef her devirde oluyor. Ecevit için: “yemez; yedirir” derlerdi. Ağzı lâf yapan ünlü bir muhâlif politikacının, eskiden pazarda maydanoz satıp, bir ara partide çaycılık yaparken biriktirdiği paralarla  şimdi bilmem kaç daireye sâhip olduğundan söz ediliyor. Yine ünlü bir bayan politikacının eşinin, iki büyükşehir belediyesinden aldığı ihâleler anlatılıyor. 

***

Yetişmekte olan çocuklarımıza, gençlerimize, yukarıda biraz bahs ettiğim âyetleri, hadîsleri, İLK OKUL, ORTA OKUL ve LİSELERDE ÖĞRETİYOR MUYUZ?

Müslüman çocuklarına, yetişme çağında BUNLARIN ÖĞRETİLMESİ, GEREKİR Mİ? 

GEREKMEZ Mİ?

NE dersiniz?

EVET …     Dünyâ Müslümanları, gözlerini ümitle Türkiye’ye dikmişken, Türkiye’nin içinde bulunduğu durum da budur. 

Yabancının açıkça muhâlefete destek vermesi de ÇOK İLGİ ÇEKİCİ bir durumdur.

Allah, encâmımızı HAYR EYLEYE.

***  ***  ***

27 Nisan 2023

Yazar
Mehmet MAKSUDOĞLU

Mehmet Maksudoğlu, Eskişehir’de Kırım kökenli bir âile içinde doğdu. İnkılâp İlkokulunu, Eskişehir  Lisesini ve Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesini bitirdi. İzmir İmam-Hatîp Lisesi’nde Meslek Dersleri Öğretmeni olara... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen