A. Yağmur TUNALI
İnsan olmak zordur. İnsan kalmak büsbütün zordur. İnsan gibi yaşamak zorun zorudur. İnsan dediğimiz, öncelikle âdil, dolayısıyla dürüst olacaktır. Dürüst olmanın bedeli her yerde ağırdır. Bu memlekette ağırdan ağır hale geldiyse düşünmek lazımdır. Seçim hilesi en önemli konumuz idiyse düşünmek lazımdır. Hile yapmasından çekinilenin dindar geçinen iktidar cenahı olmasını özellikle düşünmek lazımdır. Neticede, seçim döneminde vitrine çıkanların yaşattığı insan manzaraları hiçbir değer gözetmeyen bir toplum yapısına dönüştüğümüzü gösterdi. Çöküş mü, yıkım mı diyeceğiniz mide bulandırıcı manzaralar..
Bozkurt İlham Gencer‘i bu manzaralar ortasında kaybettik. İçimde fırtınalar koptu. Tezadın böylesi az görülür. Bir tarafta hırslar pazarında oradan oraya savrulanlar.. Bir tarafta yüzyıllık hayatı dosdoğru bir çizgide yaşayan âbide şahsiyet.
Dediği ve ettiği her zaman birbirini yalanlayan siyaset madrabazlarını bir kenara bırakalım. Onlar her zaman önde ve her zaman vitrinde. Yalnız, sözüm ona bazı milliyetçiler, onların güdümünde daha fena bir görüntü verdiler. İyi ki Bozkurt İlham Gencer hastanede son günlerini yaşıyordu ve bu milliyetçi geçinenlerin yaşattığı rezaletleri görmedi. Yüz yaşının yorgun kalbinin dayanamayacağı manzaralardı.
İlk görüş
Sözü dolaştıracak olursam İlham Gencer‘in hiç sevmediği bir duruma düşeceğimi biliyorum. O, özü sözü dosdoğru denen emsali azdan az yüksek karakterlilerdendi.
İlk defa, 1977 yılının Ankara’sında, sonra TRT stüdyosu olacak Arı Sineması’nda görmüştüm. MHP Kongresi, o güzel salonda yapılacaktı. Bazı sanatçıların partiye katılacakları duyurulmuştu. Aralarında film yapımcısı Berker İnanoğlu vardı. Oyuncu Serdar Gökhan vardı. Caz müziğinin büyük ismi İlham Gencer vardı. Benim için çok önemli bir gündü. Çünkü biz sanata meftun bir avuç genç insandık. Parmakla sayılacak kadar az oluşumuza bakmaksızın bizim gibi genç milliyetçilere sanatın gerekliliğini anlatma derdinde çırpınıyorduk. Milliyetçi olmak, “Türk’ün tarihine, kültürüne, bütünüyle varlığına sahip çıkma iman ve iddiasıdır” diyorduk. Kurduğumuz tiyatro ikinci yılındaydı. Zorlanıyorduk. Dergi çıkarıyorduk, zorlanıyorduk.
Acı bir hikâyedir ve acılığı şimdi de içimi yakan bir durumdur. İlham Gencer ve diğer büyüklerin aramıza katılmaları bunun için önemliydi. Onların varlığı bizim etkisi cılız gayretlerimizden kat kat ileri olacaktı. Sayılarının ve sayımızın artmasını ümit ediyorduk. Teşkilatın üst kademesini hareket geçirecek faaliyetlerde görünmelerini hayal ediyorduk. Bizi kültür mücadelemizde varlıklarıyla destekleyeceklerdi. Olmadı, olamadı.
O farklıydı
İlham Gencer farklıydı. Kavga yıllarının yılmaz bir neferi oldu. Her zaman, her yerde milliyetçiliğini haykırdı. Heyecanına akıl sır ermeyecek bir atılganlıkla yolunda dimdik yürüdü. Her zaman, hepimizden gençti. Anadolu’dan gelmiş, İstanbul ve Batı kültüründen uzak gençlerimize sevgiyle sarıldı. Yol yordam bilmezliklerini hoş karşıladı. Fedâkârlıkları gözlerini yaşarttı. Her fırsatta onlarla yol yürüdü. Gurur-kibir göstermeden kucakladı. İsteyenin nişanına, düğününe katıldı. Gecelerde, kutlamalarda coştu, coşturdu.
Milliyetçilerin o zamanlar caza, popa meyli yoktu. İlham Gencer‘in piyanosuyla sahnelerde yaptığı işe rağbet edenler de azdı. Bu büyük şöhreti tanıyanlar Türklük sevgisine, saf kalbinin atışına meftun oluyorlardı. Müzik piyasasında en önde gidenlerdendi. Çok tartıştığımız, beğendiğimiz-beğenmediğimiz, benim gibilerin çok eleştirdiği Türkiye’de Türkçe sözlü müziği başlatan bir isimdi. Yaptığı işlere bakınca yalınkat müzisyenlere benzemediğini görürdük. Asla bir kültür taşıyıcı eleman değildi. Yüzü bu memlekete dönüktü.
Müzik hayatı da derviş edasındaydı. Birçok kişinin elinden tutmuştu. Ajda Pekkan ve Emel Sayın gibi şöhretleri müziğe kazandıran oydu. Müzikten ve sahneden hiç kopmadı. Her zaman kabiliyetleri keşfederek gerekenleri yaptığını müzik âlemi çok iyi biliyordu. Müzikte yaptığı işler, galiba başka bir müzisyene, hocaya nasip olmayacak kadar çok ve çeşitlidir. Fakat onun asıl büyüklüğü Türklük aşkında görülürdü. Devamlı öğrencisi olduğu Türklüktü. Tarihe ve ilgilendiği alanlarda derinleşmeye meraklıydı. Müzikte titiz, Türklükte tavizsizdi.
Hayatını çeşitli açılardan yazmak lazım. Sami Sefer Coşkun‘un yayınladığı eser önemlidir. Yazılacak daha çok şey kaldığı muhakkaktır. “Heykeli dikilecek adam” sözü semboldür, büyüklüğü ve değeri ifade eder. Maçka’da bir küçük heykeli iyi ki yaşarken dikilmiştir. Yaşadıkları, destan gibi anlatılacak dava adamı, iyi insan halleri ve davranışlarıdır. Örnek vermeden geçemem.
İki örnek
Bu anlatacağımı kendi sesinden dinleyebilirsiniz. İki çocuğunun annesi Ayten Alpman‘la şöhret olan marş gibi söylenen Memleketim şarkısı hâlâ dillerdedir. O şarkının kimsenin dikkat etmediği kusurları vardı. Bir gün eski eşine piyanosuyla eşlik edip etmeyeceğini sormuşlar. Memnuniyetle kabul etmiş. Ayten Hanım‘la konser repertuarını konuşmuşlar. Okunacak eserler arasında Memleketim de var. Demiş ki: “Aytenciğim, malum bu bir yabancı esere Fikret Şeneş’in giydirdiği sözlerle Türkçeleşen bir eserdir.” Kıbrıs harbi sırasında çok söylenmişti. Onu hatırlatarak, “Ben gönlümü eylerim/ Gerisi Allah kerim! Bir başkadır benim memleketim” kısmı özellikle problemlidir. Benim şehitlerim varken nasıl gönül eğlerim? Burayı değiştireceksin. Bir de ‘milletim’ demeyeceksin, adını koyacaksın, “Türk Milletim’ diyeceksin. Bu şarkı öyle Türkleşecek. Böyle söylemezsen seni sahnede bırakır ve çıkarım, ona göre..” der.
Onu en iyi anlatacak benzer örneklerden biri de Çanakkale Şehitler Âbidesi’nin tamamlanması için yaptıklarıdır. Bunu da kendi sesinden bulup dinleyebilirsiniz. Dört yıl önce başlayan abide inşaatı 1956’ya gelindiğinde durmuştu. Para yoktu. Milliyet Gazetesi, bir yardım kampanyası açmıştı. İlham Gencer, o sırada Belediye Gazinosu’nda piyanist şantörlük ediyordu. İçinin yangınıyla düşündü. Ne yapılabilir? Aklına bir fikir geldi: Gazinoya gelenler varlıklı kimselerdir. Onları harekete geçirmeye karar verdi. Bir gece, insanları eğlendirirken, sahnede dans edenler coşmuşken müziği durdurdu ve dedi ki: “Bu gece müzik ve eğlence bu kadar. Çanakkale Âbidemiz yarım kaldı. Şehitlerimizin aziz hatırasını yaşatmak üzere borcumuzu ödeyeceğiz. Lütfen, şu sepete yardımlarınızı atınız!” Büyük bir meblağ toplandı. İki gün de başka bir gazinoda programa çıkıyordu. Orada da aynısını yaptı. Yine büyük bir para toplandı. Gel gör ki bu hareketi gazino sahibinin hoşuna gitmedi ve ertesi gün işine son verildi.
Bu Çanakkale Âbidesi’ni tamamlatma hikâyesi dostum Yusuf Şen‘in firmasının gayretleriyle filme alındı. Bozkurt İlham Gencer(artık Bozkurt adını da almıştır)’le duygulu bir iş çıkardılar. Geçen sene kendisiyle MillÎ Düşünce Merkezi’nde konuşması için irtibat kurduğumda film yeni bitmişti. Nasıl bir coşkun gönülle anlattığını duyurmak için görüşmeyi kaydetmediğime üzüldüm.
Vefatını duyunca
Duyduğumda geceydi. Sabahı bekledim ve sosyal medya hesaplarımdan şu notu paylaştım:
“Onun için, cazın-popun büyüğüydü demek yetmez. Zor yetişir büyük bir sanatkârdı demek yetmez. Çalışını-okuyuşunu, bestelerinin gücünü söylemek yetmez. Millî marşların unutulmaz bestekârı demek yetmez. Yetmez!
Bütün bunlardan daha değerli bir büyüklüğü var ki hatırladıkça ayağa kalkmak isterim. Gözlerim ışır. Gözlerim ıslanır. Memleketim nâmına göğsüm kabarır. O, şu karakter düşüklüğünün yerlere serdiği insan kalitemizi bir başına yukarda tutan nadir yiğitlerdendi.
Eğilmedi, bükülmedi. Hayatı bir karakter adamının destan değerinde örnekleriyle doludur.
Tehdide, şantaja maruz kaldı, geri adım atmadı. Dövülmeye, sövülmeye, ölüm tehditlerine aldırmadı. Menfaat tekliflerini elinin tersiyle itti. Memlekete zarar vereceğini düşündüğü her hareketin karşısına aslanlar gibi dikildi. Ona inanmadığı bir şey söyletemezdiniz.
Sevmediği, beğenmediği bir işi yaptıramazdınız.
Aşkı Türklüktü. Derdi tasası buydu. Türklük imanına toz kondurmadan yüz yıl yaşadı.
Sanatını düşürmedi. El etek öpmedi. Türkçüydü ve Türkçü öyle olurdu.
İsminin başına Bozkurt adını eklemesini düşünmek lazımdır. Ancak o değere layık hissettiği zaman mahkemeye gitti ve Bozkurt İlham Gencer’i onaylattı. Evet, milliyetçilik boş söz, boş efelenme değildir. O değere sahip olmak çileli yollardan geçmek işidir. Bozkurt İlham Gencer, hiç inmediği sahnelerde, sokakta, okulda, memleketin her yerinde bu ruhu gösterdi. Karakter heykelini böyle dikti.
Öyle böyle bir yüksek karakter değildi. Kaybın büyüklüğü buradadır. Beni ağlatan budur.”
Yine o
Milliyetçi böyle olur dedirten bir büyük değerimizi kaybettik. Türklüğün çok yönlü bir değeriydi. Ne çare, ülkenin kamplaşma katılığında hayatı herkese aynı görünmedi. Sağ ve milliyetçiler, onu anlayacak ve değerlendirecek seviyeye bir türlü gelemediler. Sol zaten onu görmedi. Dehşet bir Türkiye manzarası. Her değer, etiketi ne olursa olsun bizimdir diyemedik. Çıkacağımız bir dehliz, iktidarın bizi düşürdüğü durum ise biri de onların pekiştirdiği bu eski hastalığımızdır.
Yaşananlara bakarak konuşacak olursak… Bozkurt İlham Gencer, şayet sol cenahta görünse, bu zamana kadar adına neler yapılacağını tahmin edebiliyorum. Bütün ödülleri toplamakla kalmaz, adına ödüller tahsis edilir, müzeler, okullar, kültür merkezleri açılırdı. Ankara’daki, İstanbul’daki kültür merkezlerine adı verilenlerden yaşayanlar bile var ve değerleri asla Bozkurt İlham Gencer‘le ölçüşemez.
Müsülmancı taifeye yakın dursa, yüz defa devlet ödülü alır, devlet sanatçısı ilan edilirdi. Yeri gelmişken söyleyeyim, hiçbir talebi olmayan Bozkurt İlham Gencer, devlet sanatçısı ödülünü istediğini son yıllarda çok tekrarlamıştı. Türklüğe feda edilmiş ömrüne böyle bir takdir tacı giydirmek istediğini de Türklük için çalışacak gelecek nesiller için bir teşvik gibi düşündüğünü anlıyorum. Yoksa ödül bekleyecek insan değildi. Onun ödülü millet uğrunda neyi varsa harcamak zevkindeydi. Yaptığı odur.
Türk’ün büyük evlâdı aziz ağabeyimin aziz rûhu şâd olsun!
—————————————
Kaynak:
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/bozkurt-ilham-gencer-670902h.htm