Hümanın yürek sesini Erzurumlu Türk Halk Müziği sanatçısı rahmetli Mükerrem Kemertaş’tan çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda yüreğim parçalanarak dinlemiştim. “Hüma kuşu yükseklerden seslenir” türküsünü her dinlediğimde derinlere dalarım. Bedenim nerede olursa olsun, yüreğimin yağları eriyerek bilinmez diyarlara giderim. “Hazzın zirvesine ulaşırım” dersem yanlış söylememiş olurum. Hümanın kanat seslerini de Ertuğrul Gazi’yi Anma ve Söğüt Şenlikleri Vakfı’nın hazırladığı “Ertuğrulgazi ve Söğüt” antolojisinde 2000 yılında adını duyduğum ve daha sonraki yıllarda tanış-biliş olduğum ve tanımaktan şeref duyduğum kendisini yetiştirmiş, ağırbaşlı, oturaklı, güvenilir, kişilikli, gönül insanı; dostum, gönüldaşım, kardeşim Ahmet Urfalı’nın efsunlu mısralarında aynı hazzı duyarak okudum ve aynı diyarlara kanatlandım. Sadece görerek, duyarak değil; okuyarak da güzellikler yaşanır. Ben okuyarak güzellikleri yaşayanlardanım. En son okuyarak yaşadığım güzellikleri sizlerle paylaşmak istiyorum.
Sizlerle paylaşmak istediğim “Hümanın Kanat Sesleri” eseri; araştırmacı yazar, şair, kültür ve gönül insanı Ahmet Urfalı Bey’e ait. Ahmet Urfalı’yı 1955’de Emirdağ’ın bozkırında yaşayan mutlu bir aile bize yadigâr etmiş. İyi ki etmiş. O velut insan bozkırın yüreğini yeşerterek kültürüne bereket kazandırmıştır. Ortaya koyduğu eserleri bu toprakların geçmişinden geleceğine ünnemiş ve bir hoş seda olarak gök kubbedeki yerini almıştır. Gök kubbede yer alacak seslerden biri de “Hümanın Kanat Sesleri ” dir. Eser; Porsuk Kültür Yayıncılık’ın 9, Çağdaş Türk Edebiyatı serisinin 6. Eseri olarak Haziran-2021 Eskişehir baskısıyla bize bergüzar edilmiştir. Önsözünü Ahmet Urfalı’nın kendisinin, takdimini Mehmet Savaş’ın yazdığı “Hümanın Kanat Sesleri” nin önsözünün evveline vefalı insan Ahmet Urfalı: “Evimin dayanağı, sevgili eşim Ayşe Ümran Hanım’a ithafımdır.” notunu rapt eylemiştir. Yaşadığı topraklara hakkını verme gayretinde ve hassasiyetinde olan bir insanın vefalı olmasından daha tabii ne olabilir.
“Hümanın Kanat Sesleri” nin ön kapağını kanat açmış Hüma Kuşu, arka kapağını Hüma Kuşu’nun teleği ve:
“Bir Hümanın eşliğinde gelmeliyim sana tufandan önce
Zira şifa bulmaz dertlerdeyim bu hicranım sürdükçe” beyti bezemektedir.
Ben; aşağı yukarı bundan yirmi bir veya yirmi iki yıl önce saygıdeğer Saadettin Yıldız hocamızın “Irmak Dağlar Ötesinde” kitabındaki mensureleri okurken aldığım doyumsuz hazzı bugün Ahmet Urfalı’nın nadide eseri “Hümanın Kanat Sesleri” ni okurken almaktayım. Bu hazzın tesiri ile diyorum ki; rahmetli Neşet Ertaş “Bozkırın tezenesi” ise Ahmet Urfalı da bozkırın yürek sesi, bal sızdıran dilidir. Evet; bozkır insanını ve bozkır kültürünü bütün unsurları ile ve sanattan taviz vermeden o kadar mükemmel dillendirmiş ki, bozkırın dili nitelemesini fazlasıyla hak etmiştir. Donanımlı olan Ahmet Urfalı kardeşim; ne söylediği ile birlikte nasıl söylemesi gerektiğini de bilen birisidir. Zira şiirde ve diğer edebi eserlerde esas olan ne dediğimizden ziyade nasıl dediğimizdir. Neyi nasıl diyeceğini çok iyi bilen bu güzel insan “Hümanın Kanat Sesleri” ne yazdığı önsözde; evvela şiirin temel unsurlarından ve insani temel niteliklerden biri olarak duygu hakkındaki estetik ifadelerin hemen ardından ayetlerden örnek vererek sözün kutsallığını vurgulamaktadır.
Şiirin evrensel olduğunu; sığ ve dar kalıpların, kısır düşüncelerin dışında olduğu bilgisini verirken: “Sözün güzelini, esrarını ve müjdesini şairler söyler. Şairlerin söylediği sözler kalbin derinliklerinin sesidir.” demektedir. Şairin şiirini oluştururken sözün gücünü artırmadaki hassasiyetini ve şiirin zaman, mekân ve toplum üzerindeki etkisini izah ederken nasıl daviyi seviye çevirdiğini ve nasıl bozkırın kurak beldelerini bin bahara dönüştürdüğünü bizimle paylaşır. Şiirin insan ve toplum üzerindeki etkisinden bahsederken ilk Türk şairlerinin aynı zamanda din görevlisi olması hasebiyle şiirin aynı zamanda bir dua, bir niyaz olduğunu; şiirin birleştirici, kaynaştırıcı etkisi dolayısıyla sevginin, saygının, barışın, kardeşliğin tesisi ve insanlığın ortak dili olduğunu vurgular. Şairin; irfan, keşif, hikmet, ilham ve diğer kendisinde var olan meziyetlerle bilgeliğini sergilemesi gerektiğinden söz ederek sözü Hüma Kuşuna getirir. Halkın zihnindeki ilgili bilgiler, efsaneler ve rivayetlerle şiirde yerini almasından söz eder. Halkın zihnindeki hayatla ilgili bilgiler, efsaneler, rivayetler ve benzerleri ile şiirin donatılması tarafındadır. Hüma Kuşunun efsaneler ve Türk kültüründeki yerinden bahsettikten sonra: “Efsanelere göre dostluk, sadakat, barış, cömertlik, kudret, güç, baht açıklığı, huzur, iyilik, güzellik, ikbal onun aracılığı ile insanlara ulaşır.” der. Divan şiirindeki Hüma’nın yerinden bahseder. Sonra da: “Şiiri efsanevi Hüma kuşu olarak gördüm. Hüma’nın mitolojik anlamındaki yücelik, şahsımızı böyle bir şiir algısına alıp götürdü. Bu yüzden, şiirin hüması arzusu üzere bir yol almaya çalıştım.” diyerek “Hümanın Kanat Sesleri” ni ortaya koyduğunu beyan eder.
“Hümanın Kanat Sesleri” ne takdim yazısını yazan Metin Savaş da; kuşun, kuğunun; ku kökü ile başlıyor olmasından kutsallık arz ettiğini belirtiyor ve “Bir devlet adamının zihninde talih kuşunun uyandıracağı çağrışımla, bir şairin zihninde uyandıracağı çağrışım (ilham) başka türlü olacaktır. Hiçbirini küçültüp, yüceltmeğe mahal yoktur. Bir Alpaslan Gazi’nin, bir Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın başlarına konan talih kuşu ile Fuzûlî’nin veya Yahya Kemal’in omuzlarına binen talih kuşu hep o bizim bildiğimiz Hüma kuşumuzdur.” “Hüma kuşu; bir kuş olmanın ötesinde bir yüceliktir.” der. Hüma kuşu ile Umay ananın bir bakıma aynı varlık olduğu, bir hayat ağacı, bir Bengisu (Ölümsüzlük iksiri) olduğunu izah eder. Yakut Türklerindeki Kübey hatunun (Doğu Tanrıçası), Börteçine’nin “Toprak anadır. Umay anadır. Kübey hatundur. Hüma kuşudur.” diyerek aynı varlıklar olduğunu belirtir. “Son peygamberi Tanrı katına ulaştıran Burak da belki de Hüma kuşudur” diyen Metin Savaş; tarihten, efsanelerden, destanlardan harmanlayarak Hüma Kuşu=Umay Ana=Kübey Hatun’un aynı varlıklar olduğunu ve Türk kültüründeki yerlerini mitolojik bir anlatımla izah ederek nefis bir takdim yazısı sunmuş olduğunu sizlerle paylaşmadan geçmek istemedim..
Şairimiz Ahmet Urfalı; eseri “Hümanın Kanat Sesleri” ni üç başlık altında üç bölümden oluşturmuştur. “Ve Gözyaşı ” başlıklı birinci bölüm; kitabın (17-68) sayfaları arasında 31 adet şiirle istifademize sunulmuştur. Bu bölüm: “Ağlayabilirseniz anlayabilirsiniz.” müthiş mısraı ile dikkatimizi celp etmektedir. Samimiyetle geçmişini sahiplenen Ahmet Urfalı klasik şiirimizden de haberdardır. Başkaları gibi inkâr yoluna gitmez. Sahiplenir ve nasiplenme yolunu seçer ki, bana göre yolun doğrusudur. O nedenle divanlarda olduğu gibi “Hümanın Kanat Sesleri” ne Münacatla (“Yakarış” şiiri) başlayıp Naatla (“Elçi’nin müjdeleri” şiiri) devam eder. Münacat ve Naatı ile Allah’ın kâinatı var edişi, sığınılacak yegâne varlık oluşu, mahlûkatın kendi dilleri ve hâlleriyle zikirleri, Resulullah’ın tebliği efsunlu mısralarla şekillendikten sonra “Gözyaşı Kasidesi” ile yürekleri burkuyor, gönülleri gamlandırıyor, gözleri nemlendiriyor. Esrar Dede’nin:
“Nadide bir divaneyim baştanbaşa efsaneyim
Hicranım ahvâline matem güler ben ağlarım” beytini kasidesinin başına yerleştirmeyi de ihmal etmiyor.
Kullandığı şekil, hikmet yüklü mısralar, doyumsuz tasvirler ve nasihatlerle “Ey oğul” şiiri bana Akif’imizin Asım’ın Neslindeki hazzı tattırdı. “Öğütler ve Arayış” şiirlerinde olduğu gibi masalımsı söylem ve atasözleriyle bezeyerek sunuşu onun mısralarını güçlendirmektedir.
Yürekleri dağlayarak dağlara seslenir. Bozkırda hayatın nasıl göverdiğini, alın terinin nasıl bereket olup karınları yarı aç doyurduğunu tasvir edip, körfezde akşamladıktan sonra dolunayın gülümsemesine aldırmadan çoban ateşlerinin ışığında Afyon’un mor beyaz çiçeklerine doğru yol alır. Hamasi mısralarla geçmişle geleceği birleştirir; Afyon ovasından Türkiye sevdasını haykırır. Bütün kültür ve görkemiyle Eskişehir’i diline dolarken; Sultan Alaaddin’in, Kara Osman’ın, Şeyh Edebali’nin ruhunu şad etmeden geçmez. Bozlağın sedasında bozkırın acısını, hasretini ve tenhalığını ağıtlaştıran şairimiz: “Her şehit düşende ağıdistan olur Anadolu’muz.” der. Bu şiirde fitnenin, bölücülüğün, terörün arkasında bıraktığı acılarla kavrulan yüreklere, zihinlere kıvılcım çakmaya çalışır. Bölücülükle birliğimize pusu kuran fitne ateşi yakanların suratına Kerkük’te, Bosna’da, Azerbaycan’da, Türkistan’da yaşananları çarparak sorumluluğunu yerine getirmiş olur. Şairin yapacağı da bundan başkası değildir. O haksızlığa karşı dilsiz şeytan olma tehlikesinden kaleminin kudretiyle kurtulur.
“Hazan vuslata vurur” ken “Aradığım yine sen” diyen şairimiz Ahmet Urfalı; noktalama işaretlerini kullanmadan sunduğu serbest şiirlerindeki başarıyı hece ölçüsünün koşma türündeki “Bergüzar” da da gösterdiğine tanık oldum. “Hüznünle Çoğalıyor Sevgin” şiiriyle kaldığım yerden Urfalı’nın tasvirlerle, edebi sanatlarla bezediği şiirlerini okumaya revan oldum. “Gül-Neva” ve “Gül-i Rânâ” gazellerinde mola verdim. Divan şairlerimizi aratmayan bu iki gazel hakikaten okumaya değer. “Yürüksemaî” ile Yörüklerin masalımsı hayatını anlatan şairimiz “Dua” ile birinci bölümü tamamlarken bize yine divan şairlerinin divanını hatırlatır.
İkinci bölüm “Bozkır Rüzgârı” (69-108) sayfalar arasında 26 şiirden ibarettir. “Bozkır Rüzgârı” bölümü “Bozkır” şiiriyle başlıyor, Anadolu insanının acılarını, sabrını, metanetini, yaşama azmini; Yesevi bakışıyla, Yunus sevgisiyle, Mevlana aşkıyla nasıl körüklediğini, nasıl toprağa tutunduğunu, nasıl dal budak saldığını; hoyrat rüzgârlara, azgın sellere nasıl direndiğini ve can pahasına bu toprakları nasıl vatan yaptığını, çoban ateşlerini nasıl tüttürdüğünü Ahmet Urfalı kardeşim o şahane üslubuyla o kadar güzel dillendirmiş ki; okuyup ta hayran olmamak, gıpta etmemek mümkün değil.
“Bozkır Geceleri” şiirinde gecelerle şiirin dostluğundan dem vurur. “Bozkır Hasretliklerine Kaside” aşkın koynunda vuslat hasretiyle çırpınır durur ve masalları vasıta yaparak özlemi kanatlandırır. Sonra “Bir Bozkır Sevdası” na günaydın der. “Bir Bozkır Sevdası” pastoral beş şiirle bozkırın tavanından ruhun derinliklerine damlıyor. Beklenen sevgili umudu karartmadan hasret çektirmeye devam ediyor. Şairimiz Ahmet Urfalı bu sefer esrik hâliyle “Bozkır Güzeline” sesleniyor. Destanlar, ninniler, türküler, masallarla şiirlerine çeşniler katan şairimiz bozkırla ilgili hayıflarını, heveslerini, hayallerini şiirlerinde sergileyerek şiir serüvenine devam ediyor. “Bozkırın AbdallarI” ında diyor ki: “…. Abdalım gel yeniden bağışla bir tebessümünle kaybettiklerimi/ Bir avuç ay ışığı sür sonra yaralarıma ağ bulutları sar…” Yaralı yüreği ile bozkırda güzelliğe ve doğruluğa uzanan yollara düşer; “Sinsi bir niyetin iştahını kabartan ürkek güvercinlerin” kaygısına düşüyor ve “Bozkır Ozanı” nın ağzından müthiş şiirini söylüyor. Bozkırda bir gamzeye sığınıyor, bozkır sesinin gizini ruhlara soluyor, bozkırın yazıtlarını belleklere perçinliyor. Bozkırın son okuntusuyla bozkır toyuna davet ediyor okuma sevdasına tutulanları. Bu toyla “Bozkır Rüzgârı”nı vuslata erdiriyor.
“Tütsü” üç bölümlü “Hümanın Kanat Sesleri” nin 3. Bölümü olup
Kitabın (109-154) sayfalarını teşkil eder. Bu bölümde toplam 41 şiir yer almaktadır. “Hümanın Kanat Sesleri” ve “Annem” şiirlerinin de bu bölümde yer aldığı şiirlerin hemen tamamı aşk üzerinedir. Niye olmasın ki? Zira Hz. Mevlâna:
“Önce söz sevgi vardı, sınırsız aşk vardı dost;
İlâhî bir müjde saklardı dağların ardı dost.
Aşkın dalgasındandır dönüşü gezegenlerin,
Aşk olmasaydı eğer şu dünya donardı, dost.” der. Kıymetli şairimiz, sevgili kardeşim Ahmet Urfalı; dünyayı dondurma yerine “Yağmurdan Sonra”. “Bu Gece Ay Işıyınca”, “Buse Gazeli”, “Bakışın Dermandır Cana”, “Ömürlük Gülüşün” ve diğer şiirleriyle yüreğimizi ısıttı, gönlümüzü hoş etti. İstikametinin estetiğe, edebe ve milletimizin ali değerlerine olduğuna inandığım şairimize “Uğurlar ola” diyerek sözlerimi sonlandırmak istiyorum. Kendisini yürekten tebrik ediyorum. Bize daha nice eserler kazandıracağı inancıyla kendisini ve okuyucuları muhabbet ve hürmetlerimle selamlıyorum.
Lütfü KILIÇ
Eğitimci-Şair-Yazar