3 Temmuz 1993’te Sivas Madımak Oteli’nde, ikisi otel personelinden 35 vatandaşımızın hayatını kaybettiği facianın yıldönümü vesilesiyle bazı gazete ve TV ekranlarında olayla ilgili yorumlar yapılıyor, mağdurların alevi/solcu olmalarından dolayı ciddi bir soruşturma yürütülmediği öne sürülerek suçlamalar yöneltiliyor. Aslında bu iddialar yeni değil; facianın hemen ardından ısrarla dillendirilmeye başlanmış, Yalçın Doğan, Oktay Ekşi gibi bazı sosyal demokrat yazarların bu feci olayın gerçek sebebini anlatan, Aziz Nesin’in kışkırtıcı tavrını ağır şekilde eleştiren yazıları dikkate bile alınmamıştı.
Çünkü esas istedikleri vicdan ve aklı selim sahibi her vatandaşımızın yüreğini yakan bu facianın aydınlatılması, suçluların yargılanıp cezalandırılması değil; toplumumuzda asırlardır sürüp gelen, toplumsal bütünlüğümüze, kardeşliğimize büyük zarar veren mezhebi ayrışmanın daha da derinleşerek devam etmesini istiyorlar. Samimi olmadıklarının çok somut bir göstergesi bulunuyor; bu faciadan sadece üç gün sonra Erzincan/Kemaliye’nin Başbağlar Köyü teröristler tarafından basıldı, 33 vatandaşımız yakılarak ve kurşunlanarak feci şekilde katledildi. Teröristler öldürdüklerinin üzerine “Sivas’ın intikamı alındı” notu iliştirerek bu alçaklığı neden yaptıklarını da ilan etmişlerdi. Ama her türlü insani ve hukuki değeri sahiplenen, Madımak’ta hayatlarını kaybedenler için yıllardır ağıtlar söyleyip özellikle genç nesillerin zihinlerine olayı bir kan davası gibi nakşetmeye çalışan Aleviliğin ve solculuğun sözcülüğünü üstlenmeye kalkışanlar otuz yıldır Başbağlar için “üç maymunu” oynuyorlar, yazmıyor, konuşmuyor sürekli susuyorlar.
Aslında Madımak faciasının sebepleri ilk günden ortadaydı. Her yıl Pir Sultan Abdal’ı anma törenleri köyü Banaz’da yapılırken Kültür Bakanı Fikri Sağlar’ın da isteği üzerine beş gün sürmek üzere Atatürk Kültür Merkezi’ne alınmıştı. Sivas Valisi Karabilgin, Başbakan Yrd. SHP Genel Bşk. Erdal İnönü idi.
İlk dört gün önemli bir olay yaşanmadan program uygulanıyor, konuşmalar yapılıyor, şiirler okunuyor. Son gün olan Cuma günü Aziz Nesin’in kente gelmesi, kışkırtıcı bir konuşma yapması tepkilere yol açıyor. Aziz Nesin 80 yaşına girerken hasta ruhlu şizofrenik bir İslam Düşmanı olan Salman Rüşdü’nün Türkiye temsilciliğine özenmişti. Aydınlık Gazetesi‘nde İslamiyet, Peygamber Efendimiz ve muhterem ailesi hakkında hakaretler, iftiralar yağdırıyor, adeta kin kusuyordu. Hastaydı, fazla ömrü kalmadığını biliyordu. Ama giderayak ortalığı gererek olaylar çıkararak yıllarca anılmak istiyordu.
Vali ve Emniyet Müdürü ilk günlerin sakinliğine bakarak olay çıkmayacağından emindiler. Oysa istihbarat müdürü çevik kuvvetin büyük bölümünün bazı olaylardan ötürü Divriği ve Hafik ilçelerine gönderildiğini, kentte yeterli polis gücünün bulunmadığını belirterek kendilerini ikaz etmişti. Öte yandan o dönemin en fanatik dini gruplarından Aczimendi tarikatı mensubu bir grup özel kıyafetleriyle kente gelmiş, sokaklarda dolaşıyorlardı. Cuma namazı saatine doğru bir grup gencin Kültür Merkezi’nin önünde toplanıp slogan attıkları duyulunca Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu hemen oraya geliyor, konuşarak dağılmalarını sağlıyor. Ancak cuma namazının ardından olaylar yavaş yavaş büyüyor. Akşam saatine doğru Madımak‘ın önüne binlerce insan geliyor. Belediye Başkanı artık önleyecek durumda değildir. Bu vakte kadar gerginliğin her saat arttığı ortadayken Vali kent yakınındaki askeri tugayın olay henüz başlamadan vaktinde getirilmesini akıl edemeyecek kadar gaflet uykusundadır.
Sonuçta olanlar oluyor. Sabahtan beri havada uçuşan bir sürü asılsız haber ve iddialarla zaten sınırlı niteliği bulunan, beyinleri büsbütün işlemez hale gelen, dini bilgileri kulaktan dolma duygularının güdümündeki cahil kitle otelin kapılarına yöneliyor. Perdeler yanmağa başlayınca oteli yoğun bir duman kaplıyor. İnsanlar dışarı çıkamadıklarından boğularak can veriyorlar. Otel’in bitişiğindeki binada BBP il Başkanlığı var. Parti yöneticileri Genel Başkan Muhsin Yazıcıoğlu’nun telefon talimatı üzerine çok sayıda insanı balkondan kendi dairelerine alarak hayatta kalmalarını sağlıyorlar.
Olayın elebaşıları belirlenerek gözaltına alındılar. Çok sayıda idam talebiyle açılan dava yıllarca sürdü. 2001 yılında idam cezası kaldırıldığından aldıkları cezalar ağırlaştırılmış müebbet hapse dönüştürüldü. Fakat facianın esas sorumlusu vali ve emniyet müdürü yargılanmadılar. Merkeze alınmakla yetinildi.
Başbağlar’da vahşice katledilen fukara Türkmen köylülerinin kanları yerde kaldı. Olay yeri incelemesi bile yapılmadı. Alelacele Erzincan DGM‘de dava açıldı. Gözaltına alınmış olan yirmi kadar şüpheli ilk duruşmada tutuksuz yargılanmak (!!) üzere bırakıldılar. Bittabi bir daha izlerine rastlanmadı. Dava ne hikmetse İzmir’e nakledildi. Hakim, müdahil olmak isteyen köylülere duruşma sırasında çok kaba davrandı, dinlemek bile istemedi. Yakınlarını, akrabalarını kaybeden köylüler kaderlerine terk edilmişlerdi. Dava dosyası bir süre sonra rafa kaldırıldı.
Olayın ardından dönemin Hükümet yetkililerinden hiç kimse zahmet edip Başbağlar’a gelmedi. Daha sonra rahmetli Ecevit katliamın yıldönümünde köye gelip törene katıldı. Başbağlar‘da şehitlerin isimlerinin yazılı olduğu bir anıt var. Her yıl anıtın önünde ilçeden gelen zevatın ve hatırşinas hemşehrilerin katılımıyla mütevazi bir tören yapılır, Kur’an tilaveti ve dualarla hatıraları yad edilir.