“Gölgesinde otur amma
Yaprak senden incinmesin.
Temizlen de gir mezara
Toprak senden incinmesin.”
2019 yılı Ocak Ayı’nda Ankara’da, baypass ameliyatı oldum. Daha önceleri narkoz verilen kişinin bir miktar hafıza kaybı yaşadığını duymuştum. Gece yoğun bakımda uyandığımda saat 01.00 civarında idi. Bütün vücudum da ağrılar var, ağzımda bir alet, kollarımda, ameliyat yerlerimde bir şeyler. Her tarafım dayak yemiş gibi ağrıyor. Baktım yaşıyorum, şükür dedim. Hafıza kaybı var mı yok mu bakmak lâzım. Ezbere bildiklerimi okumaya başladım. Birisi de Abdurrahim Karakoç Ağabey’in Yaradana Dilekçe şiiri idi, başladım;
“Yerleri, gökleri yaratan Tanrı’m,
Sana sen’den şikayetim var benim
Hâkim-i mutlaksın haktır kararın
Anlatayım hâllerimi gör benim.”
Baktım iyi, unutmamışım devam ettim;
Bir gönül verdin ki oldum esiri,
Bulur kusursuzda yüz bin kusuru,
Biri bire bölsen çıkar kesiri,
Bu gidişle iflâh olmam zor benim.
Üfledim, ötmedi aşkın düdüğü,
Aşamadım arpa boyu gediği,
Bana çirkin, elin güzel dediği,
Ya aklım yok ya gözlerim kör benim.
Dördüncü kıta zaten ezberimde yoktu, kayıp değildi. Son kıta da şöyleydi;
“Hava gurbet, toprak gurbet, su gurbet,
Alev alev sardı beni bu gurbet,
Esas derdim ne sıladır, ne gurbet,
Dost ufuklar düşünceme dar benim.”
Bir sıkıntı yoktu şükür.
Hastaneden taburcu olurken Yener ve Uğur gelmişlerdi, Yener, Abdurrahim Karakoç Ağabey’in Dosta Doğru kitabını getirmişti.
Bizim Eskişehir’de on iki yaşlarında bir çocuk kenar mahallede çobanlık yapıyor. Canı sıkılmış, bir gazete falan olsa da okusam diye düşünürken rüzgâr bir gazete parçası getirmiş, sayfada da İsyanlı Sükut şiiri var.
“Gitmişti makama arz-ı hâl için
‘Bey’ dedi, yutkundu, eğdi başını.
Bir azar yedi ki oldu o biçim..
‘Şey’ dedi, yutkundu, eğdi başını.
Kapıdan dört büklüm çıktı dışarı
Gözler çakmak çakmak, benzi sapsarı…
Bir baktı konağa alttan yukarı
‘Vay’ dedi, yutkundu, eğdi başını.
Çekti ayakları kahveye vardı
Açtı tabakasın, sigara sardı
Daldı.. neden sonra garsonu gördü
‘Çay’ dedi, yutkundu, eğdi başını.
İçmedi, masada unuttu çayı
Kalktı ki garsona vere parayı
Uzattı çakmağı ve sigarayı
‘Say’ dedi, yutkundu, eğdi başını.
Döndü, gözlerinde bulgur bulgur yaş
Sandım can evime döktüler ateş
Sordum: ‘memleketin neresi gardaş? ‘
‘Köy’ dedi, yutkundu, eğdi başını.
Yürüdü, kör-topal çıktı şehirden
Ağzına küfürler doldu zehirden
Salladı dilini.. vazgeçti birden,
‘Oyyy’ dedi, yutkundu, eğdi başını.”
Abdurrahim Karakoç Ağabey bir gün Bozüyük Türk Ocağı’nın davetlisi olarak geldi, yanında da Bayram Bilge Tokel Bey var.
Hani Nöbetçinin Vukuatı diye bir şiiri var Abdurrahim Ağabey’in, orada bahsediyor ya Bozüyük’ten;
“Yüzbaşım, garajda nöbet tutarken,
Hatırıma sıla düştü bu gece.
Güngören’in horozları öterken,
Gönül kalktı yola düştü bu gece.
…
Bozhöyük’e vardım Güllü kadına,
Fal açtırdım Ülker’imin adına,
Gelin olmuş bak şu işin tadına,
Bizim kısmet ele düştü bu gece.”
…
…
Ben de üniversite öğrencilerini aldım, Bozüyük’e dinlemeye gittik Abdurrahim Ağabey’i. Yollar karlı, bir kış ayı. Sohbet bitti, biz vedalaştık, onlar daha orada. Eskişehir’e geldik, bir kırmızı ışıkta bekledim. Nasıl olsa Ankara’ya giderken buradan geçecekler, bir de burada vedalaşırız diye düşündüm. Gece yarısını epey geçti bu arada. Kırmızı ışıkta kırmızı bir araba durunca koştum. Ben arabaya doğru koşunca, araba da kırmızı ışık falan dinlemedi gitti. Böylece her kırmızı arabanın beklediğin araba olmadığını anlamış oldum. Bizim kısmet de ele düşmüştü o gece.
Bayramlarda eve gelecek eş, dost, akraba çocuklarına birkaç ay önceden hazırlık yapıp yazarlarından imzalı kitaplar veriyordum. Bir bayramda da Abdurrahim Karakoç Ağabey’e Dosta Doğru kitabını imzalatmıştım çocukların adına. O da her çocuğa Çobandan Mektuplar kitabını da imzalayıp hediye etmişti.
Yıl 2002 ya da 2023 olabilir.
Ankara’ya gitmemiz gerekti. Bir gün önce de telefonla Abdurrahim Ağabey’e oraya geleceğimizi söyleyince “ben de geleyim o zaman” dedi. Abdurrahim Ağabey zaten Ankara’da idi, nereden gelecekti? diye aklımdan geçmedi de değil.
Yıllar önce kamyon ile Emirdağ’dan İstanbul’a nakliye yaptıracaklar, fiyat vermesini istiyorlar. Şoför “ben İstanbul’u bilmem, sadece Pendik’e kadar gittim, orası olsa üç aşağı beş yukarı bir şey söylerim” falan derken işi bilen hemen cevaplıyor; “Ha işte ora . Pendik’ten sonra İstanbul.”
Ben de o gün öğrenmiştim Sincan’la Ankara’nın arasının Pendik’le İstanbul arası kadar olduğunu.
Eskişehir’den yola çıktık. Arabada İbrahim Abi var, Sedat Hoca var, Toygar var, bir de ben. Ankara Tıp Fakültesi’ne gideceğiz. Oraya vardık. Çift yönlü yol var, iki yolun arasında da beton bloklar. Bir türlü karşıdaki Tıp Fakültesi’ne geçemiyoruz. Büyük şehirlerde araba kullanmayı zaten beceremem. İbrahim Abi yanımda “şurdan geç” diyor, göz ucuyla bakıyorum geçecek yer yok. Uzun bir tur atıp yeniden geliyorum “işte şurdan gitsene” diyor İbrahim Abi bakıyorum geçecek yer falan yok. Yine bir tur daha dolanıyoruz. En son dedim “İbrahim Abi hani arabanın geçeceği yer?” İbrahim Abi de cevap verdi “Allah Allah yav. Ben hep yayan şurdan geçiyorum.”
Bu fotoğraf o günden efendim.
Biz Dosta Doğru şiirini okuyalım Abdurrahim Karakoç Ağabey’in.
“İçimde uzayan her yol,
Çıkar gider dosta doğru.
Menekşe, nergis, ıtır, gül,
Kokar gider dosta doğru.
Zamanım yoğrulur gamla,
Birleşir sabah akşamla.
Ilık kanım damla damla,
Akar gider dosta doğru.
Gel bende gör, sen gel beni,
Durduramaz engel beni.
Görmediğim bir el beni,
Çeker gider dosta doğru.
Beynim fırın, bağrım tandır,
Yanarım hayli zamandır.
Sevgim bir yavru ceylandır,
Çeker gider dosta doğru.
Ne saklarım, ne gizlerim,
Yalnızca O’nu özlerim.
Tabutta bile gözlerim,
Bakar gider dosta doğru.”
Abdurrahim Karakoç
Abdurrahim Karakoç Ağabey 7 Haziran 2012 de vefat etmişti.