“Sınıf Arkadaşları” (Yolsuzluk Kaderimiz mi?)

Bir roman okuru için okuyacağı romanı seçmek çok zordur. Çünkü ülkemizde bir yılda yayımlanan kurgu edebiyat (roman, öykü, oyun, şiir) türü eserlerin sayısı 14 ile 16 bin arasında değişiyor. Muhtemelen bunların yarıdan fazlası da roman. Bu demektir ki,  bir roman okuyucusu bir yılda okuyacağı azami 50 romanı 7-8 bin eser arasından seçmek zorunda… Henüz okumadığı klasikler- neo klasikler arasından seçilen romanlarla, daha önce eserlerini beğenerek okuduğu romancıların yeni yayımlanan romanlarını almak bilinçli tercih sayılabilir. Diğer seçimler reklamlara,  arkadaş tavsiyelerine ve okuyucunun özel araştırmalarına dayanmak zorundadır…

Reklam abartıdır, reklam makyajdır, reklam büyük ölçüde yalandır…  O nedenle kitap seçimlerinde reklamın etkisinde kalmamaya gayret ederim. Ama insanım, ister istemez etkilenirim. Kitaplığımda okumaya başlayıp da okumayı tamamlayamadığım onlarca kitap var… Hemen hepsi reklamların etkisiyle aldığım kitaplar… Roman seçimlerimde, daha önce romanlarını beğenerek okuduğum yazarların yeni eserleri, roman eleştirileri ile roman tanıtım kitaplarındaki değerlendirmeler etkili olur.  Tabii bir de yazar dostların kaleme aldığı romanlar. Ama gösterdiğim tüm çaba ve özene rağmen, aldığım romanlardan beğenmediklerim olduğu gibi “bu güne kadar bu romanı nasıl olmuş da fark etmemişim” diye hayıflandıklarım da olmuştur.   Biraz önce okumayı bitirdiğim “Sınıf Arkadaşları”nı kitaplığımdaki okuduğum romanların arasına yerleştirirken  “Ben bu romanı neden bu kadar geç okudum?” diye kendi kendime kızıyordum.

Yaklaşık kırk yıldır iyi romanları seçebilmek amacıyla romanları tanıtan inceleme ve eleştiri kitaplarını arar, alır ve okurum… Abraham H. Lass’ın Yüz Büyük Roman, Fethi Naci’nin Yüzyılın Yüz Türk Romanı, Selim İleri’nin Sevdiğim Romanlar Kılavuzu, Berna Moran’ın Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış, Ziya Bakırcıoğlu’nun Yüz Türk Romanı, Sevim. Kantarcıoğlu’nun Yakınçağ Tarihimizde Roman, Tahir Alangu’nun Cumhuriyetten Sonra Hikâye ve Roman, Şemsettin Kutlu Başlangıçtan Günümüze Kadar Türk Romanları…[i] Bu konuda yazılmış kitapların en eskilerinden biri olmasına rağmen Cevdet Kudret’in Türk Edebiyatı’nda Hikâye ve Roman isimli eseri kütüphaneme çok geç girdi… Bu kitapta Cevdet Kudret’in hayat hikâyesini okuyunca 1934-1939 yılları arasında Kayseri Lisesi’nde Edebiyat öğretmenliği yaptığını öğrendim… Yaşadığım yerler, okuduğum okullar, çalıştığım kurumlar benim kutsallarım arasında yer alır. Dört yılımı geçirdiğim, annemin de ilk kadın mezunlarından olduğu Kayseri Lisesi benim için önemlidir. Okuduğum diğer eğitim kurumlarının şimdi olmamaları (kapanmaları/ İsimlerinin değişmesi)   Kayseri Lisesini benim için daha da önemli hale getirir. Tam anlamıyla kutsallaştırır.  Onun için Kayseri Lisesi ile ilgili her şey ilgi sahama girer. Bu nedenle de Cevdet Kudret’in ilk romanı olan Sınıf Arkadaşları yaklaşık beş sene önce okuma listeme girdi… Ama çeşitli nedenlerle başka kitaplar hep öne geçti. Bitirmek bugüne kısmetmiş…

Sınıf Arkadaşları; Süleyman Cevdet Kudret Solok’un öz yaşam öyküsünü anlattığı Süleyman’ın Dünyası adı altında topladığı üç ciltten oluşan nehir romanlarının birincisi. Onu Havada Bulut Yok, Karınca’yı Tanırsınız takip ediyor. Sınıf Arkadaşları’nı bitirir bitirmez diğer iki kitabı internet üzerinden satın aldım. Sanırım Havada Bulut Yok’ta Kayseri Lisesi’ndeki öğretmenlik günleri anlatılacak…

Cevdet Kudret Sınıf Arkadaşları’nda 1912-1922 yıllarını kapsayan on bir yıllık dönemdeki sınıf arkadaşlarını ve sınıf arkadaşlarının aile çevresinden hareketle o dönemdeki toplumsal yapıyı, ahlaki yozlaşmayı, savaşın etkilerini,  özetle doğruları yanlışları ile tanıdığı insanları bir öğrencinin bakış açısı ve içtenliği ile aktarmış.

Romanda 1914 sonrasındaki yokluk, kıtlık nedeniyle karneye bağlanmış gaz, ekmek dağıtımını istismar ederek zenginleşen muhtar ile cami kandilleri için tahsis edilen zeytinyağını çalan imam ve müezzini okurken ikinci dünya savaşı dönemindeki Türkiye’yi anlatan Reşat Enis’in Despot’unu, Halide Edip’in Sonsuz Panayır’ını, Oktay Akbal’ın Garipler Sokağı’nı, Adalet Ağaoğlu’nun Ölmeye Yatmak’ını, Tahir Kutsi Makal’ın Acı Yol’unu, Rıfat Ilgaz’ın Karartma Geceleri’ni okur gibi oldum[ii]. Savaş dönemlerinde ekmeğin hatta her türlü ürünün karneye bağlanmasını normal karşılamak gerekir… Zira askerlik süresi çok uzamış,  tarımdaki işçi çiftçi, özetle üretici sayısının azalması buğday üretimini azaltmış arz talebi karşılamaz hale gelmiştir.  Ayrıca asker için gereğinden fazla tahıl stoklamak gerekmektedir… Tüm bunlar da karneyi zorunlu hale getirmiştir. Kıt kaynağın dağıtımında yetki de birkaç kişide toplanınca yolsuzluk kaçınılmaz olmuştur.  Romanda da başında çok dürüst bir kişi olan muhtar, önce hastalık veya seyahat nedeniyle gelemeyen kişilerin hakkı olan ekmekleri mal edinerek istismara başlamış, sonra ekmek dağıtım yerini erken kapatarak geç kalanların ekmeğini sahiplenmiş, son olarak da ölen mahallelileri yaşıyor göstererek onların hakkını zimmetine geçirmeye başlamıştır. Aynı olayları 1940’lar Türkiyesinde de olduğunu anılardan, romanlardan, gazete haberlerinden anlıyoruz…

Romanı okurken roman kahramanları arasında kendi sınıf arkadaşlarımı da buldum. Özellikle aramızdan ayrılanları ve izini kaybettiklerimi… Süleyman ve arkadaşlarıyla aynı sıralarda oturdum. Aynı duyguları yaşadım… Cevdet Kudret’in uzun yıllar öğretmenlik yapmasının, öz yaşam öyküsünü akıcı bir dille anlatmasına ve hayatında iz bırakan sınıf arkadaşlarını çok gerçekçi bir ifade ile aktarmasına önemli katkısı olmuş.

Romanda kendi gözlemleri ve sınıf arkadaşlarının yakınlarının yaşadıkları ile yolsuzluklar, nedenleri, insanları yolsuzluğa yönelten hususlar çok gerçekçi bir biçimde aktarılmış… Tüm değerlendirme ve tespitler, kırk yıl süreyle yaptığım müfettişlik mesleğimdeki gözlemlerim ve bu konuda yapılmış bilimsel çalışmaların verileri ile bire bir örtüşüyor. Şurası bir gerçek ki; üretilen mal veya hizmetin toplumun ihtiyacını karşılamakta yetersiz kaldığı, adaletin bağımsız olmadığı ve yavaş işlediği, denetim organlarının yetkilerinin budandığı ve işlevsizleştiği, muhalefetin olmadığı veya etkisizleştiği, bürokrat-işadamı/eşraf-siyasetçi üçgeninin yolsuzluk yapmak amacıyla çeteleştiği ortamlarda yolsuzluklar artıyor… Savaş, iç karışıklıklar ve otoriter yönetim yolsuzlukların artmasına neden oluyor. Romanın geçtiği 1911-1922 yılları arası da öyle bir dönem. Birinci Dünya Savaşı. Önce İttihat Terakki Fırkası sonra Hürriyet İtilaf Fırkası despotizmi ve işgal… Tüm bunların sonucu kıtlık, yokluk, açlık ve salgın hastalılar… Bunlar da yetmezmiş gibi İstanbul’un büyük bölümünü yok eden bir yangın… Bu ortamı helal-haram demeden servetlerine servet katmak için bir fırsata çeviren uyanık siyasiler, kamu görevlileri, eşraf, cinsel çekiciliklerini kullanan kadınlar önemli yolsuzlukların kahramanları olarak karşımıza çıkıyor…

Bugün yolsuzluk sacayağının değişmez üçlüsü nasıl kamu görevlisi, iş adamı ve siyasetçi ise yüz yıl önce de öyle olduğunu Sınıf Arkadaşları’nı okurken çok net bir şekilde anlıyoruz. Şu cümlelerin altını çizmişim; “Toplantı saatlerinde kapılar kapanır içerde büyük hesaplar dönerdi. Buraya gelen ziyaretçilerin çoğu ‘İhracat Heyeti’, ‘Meni İhtikâr Heyeti’, ‘İaşe Heyeti’ gibi kurulumların kimi üyeleri ile başkanları, ‘Kantariye Şirketi’ ve ‘Harp Kömürü Şirketi’ ile ilgili kişiler ya da işleri gelen birkaç mebus ve tanınmış birçok tüccar ve komisyoncu gibi kimselerdi” Bugün de öyle değil mi? Ankara’da bazı siyasilerin, üst düzey bürokratların, tanınmış iş adamlarının takıldığı çok lüks tefriş edilmiş, kapılarında herhangi bir tabela olmayan ne işle iştigal edildiği kimse tarafından bilinmeyen ofislerin, apartman dairelerinin sayısı üç sıfırlı rakamlarla telaffuz edilmektedir.

Geçenlerde elektronik ticaret piyasasındaki tekelleşmeyi önlemek amacıyla Ticaret Bakanlığı’nın hazırladığı yasa bütün partilerin oy birliği ile kabul edilmişti. Ama bu yasa ülkemizdeki e-ticaretin önemli bir bölümünü kontrol eden Çin kökenli bir şirketi rahatsız etmişti. Bu şirketin, “muhalif” bilinen bir gazeteye yüklü miktarda para vererek yasa aleyhine yazı yazdırdığı ortaya çıktı. İşin ilginci bu gazete para almadan önce yasayı destekleyen yayın yapmıştı.  Bu skandal patlayınca iktidara çok yakın olan bazı ünlü gazetecilerin de bu yasa ve Ticaret Bakanlığı aleyhine yazı yazdıkları ortaya çıktı. Daha da tuhafı yasaya olumlu oy veren bir parti yasanın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştu.   Anlaşılan bu dev e-ticaret sitesi, kendi aleyhine olan bu yasayı iptal etmek için gazetecilerin ve siyasilerin vicdanını harekete geçirmek için elinden geleni yapmıştı… İşadamlarının, firmaların işlerini yaptırabilmek için yüz yıl önce de yazarlara para karşılığı yazı yazdırdığını şu cümleden anlıyoruz: “İsmail Paşa Suriye’de ‘Osmanlı Devleti uçak yaptıracak kanat yapmak için ipeğe gereksinim var’ diye ucuz fiyata ipek toplamıştı. Bunların memleket dışına çıkarılması için ‘Meclisi Vükela’dan izin almak gerekiyordu. Cemil Melik Bey harekete geçmiş Ticaret Nazırı aracılığı ile bunu elde etmişti. Şimdi yeteri kadar vagon bulmak gerekti. Bunun için birkaç ünlü yazara pay vererek  ‘Mısır Harekâtı Komutanı Cemal Paşa’ hakkında birkaç övgü yazdırmış ve istediğini kolayca elde etmişti.”

“Bir su damlası nasıl diğer su damlalarına benzer ise bir milletin geleceği de geçmişine benzer” diyen İbn-i Haldun ne kadar haklı…

Bu yolsuzluk sarmalından bu ülke nasıl kurtulacak? Neyse bu soruya başka bir yazıda cevap aramaya çalışayım ve şimdilik zincirin ikinci kitabı “Havada Bulut Yok”un elime ulaşmasını beklemekle yetineyim…

Fazlı KÖKSAL

————————-

[i] Meyve Tadında Romanlar isimli kitabımı hazırlarken, incelediğim eserleri; bu kitaplardaki klasik tanıtım yöntemin dışına çıkarak, okuyucunun öncelikle yazarın üslubunu öğrenmesini, eserler hakkında olumlu ve olumsuz değerlendirmeler hakkında bilgi edinmesini, sonuçta kitap hakkında etki altında kalmadan karar vermesini sağlayacak şekilde tanıtmaya çalıştım. 

[ii]   Ekmek Karnesini konu edinen, İnönü dönemini eleştiren romancılara baktığınız zaman çoğunun sol görüşlü olduğunu görürüz. Ki yukarıdakilere pek çok ilave yapmak mümkündür: Orhan Kemal, Kemal Tahir, A.İlhan, Mehmet Seyda, Faik Baysal, Samim Kocagöz… O günlerin İnönü muhalifi sol nasıl olmuştur da şimdi İnönücü olmuştur? Ve o sorunun getirdiği başka sorular; İnönü dönemini solcu olarak nitelemek mümkün mü? O zamana eleştirel yaklaşan romancılar solcuysa, bugün İnönü dönemine övgüler dizenlere solcu denebilir mi?  

————————————— 

Kaynak:

https://fazlikoksal.blogspot.com/2023/08/sinif-arkadaslarim-yolsuzluk-kaderimiz.html?m=1

 

Yazar
Fazlı KÖKSAL

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen