Destanlar; milletlerin ruh hâllerini, bilinç özelliklerini, ahlâk ve erdem anlayışlarını, mücadele azimlerini, gelecek tasavvurlarını, ülkü ve ümitlerini anlamak ve anlatmak bakımlarından büyük öneme haizdir. Türk kültürü bu bakımdan zengin bir destan varlığına sahiptir. Bütün Türk destanlarının ortak özelliği olan yiğitlik, kahramanlık ve cömertlik sonuçta vatan, millet uğruna yapılmaktadır.
Anadolu’nun fethini konu alan; Battalname, Danişmendname ve Saltukname adlı eserlerde de, kahramanlık ve yiğitlik üzerinden Türk’ün vatan tutma aşkı dile getirilmektedir. Anadolu’ya karış karış Türk mührü vurularak, hangi şartlar altında, nasıl mücadele verilerek vatanlaştırıldığını, bu üç önemli destanda ruh birliği ve şuur açıklığı içinde görmek mümkündür. Destanlarda; alp-erenliğin gazi-dervişliğe dönüşmesine ve böylece milli-İslami ülküler etrafında bütünleşilmesine, milletin bu kutsal emanetlerinin geçmişten geleceğe miras olarak bırakılmasına önemle vurgu yapılmaktadır.
Anadolu fethinin Hz. Peygamber’in bir arzusu olarak gösterilmesine Battalname’de de rastlanmaktadır: “Hz. Peygamber, mescitte otururken yanındakilerden bir macera veya güzel bir hikâye anlatmasını diler. Orada bulunan Abdülvahap, çok yer gezip gördüğünü ancak Rum ülkesinden daha güzel bir yer bulunmadığını ifade eder. Buranın havasının çok güzel, sularının bol ve şifalı olduğunu, çeşitli bitki ve meyve yetiştirildiğini, adeta yeryüzünün cenneti sayılabileceğini söyler. Ancak burada yaşayanların kâfir olduğunu sözlerine ekler. Bunun üzerine Hz. Peygamber, ‘inşallah bu topraklar ümmetime nasip olur.’ diye dua eder. Bu arada Cebrail de vahiy getirerek, ‘Rum ülkesi vakti gelinde Müslüman yurdu olacaktır.’ müjdesini verir.”(1) Hz. Peygamber, bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmaktadır: “Amuriye* İznik’ten önce, İznik Kontanniyye’den önce, Kostaniyye Roma’dan önce mutlaka fethedilecektir.”(2) Söz konusu hadisin başka söyleyişleri de El Fiten’de mevcuttur. Bunlardan biri de şöyledir: ‘İstanbul; onun böbreği ele geçirilinceye kadar feth olunmayacaktır. Ya böbreği neresidir? diye sorulduğunda, o Amuriye demiştir.” Böylece destan metninde geçen konu hadisle de desteklenmektedir.
Kâşif ve gezgin İbni Battuta, fetihten sonra Türk yurdu olan Anadolu’nun güzelliği ve zenginliğini şu cümlelerle beyan eder: “Rum diyarı diye bilinen bu ülke, dünyanın belki en güzel memleketi. Allah Teâlâ güzellikleri öbür ülkelere ayrı ayrı dağıtırken burada hepsini bir araya toplamış. Dünyanın en güzel insanları, en temiz kıyafetli halkı burada yaşar ve en leziz yemekler de burada pişer. Allah Teala’nın yarattığı kullar içinde en şefkatli olanlar buranın halkıdır. Bolluk ve bereket Şam diyarında, sevgi ve merhamet ise Rum’da.” (3)
Fetih hareketlerinde Türk töresiyle İslâm’ın değer hükümlerinin birbiriyle uyumlandığı görülmektedir. Malazgirt Zaferinin hemen sonrasında büyük bir Türk nüfusunun kitleler hâlinde, ilahi teveccühün de yönlendirmesiyle Anadolu’ya doğru hareket ettiği bilinmektedir. “Kâfiri kara yerde ağ toprak açmak” için “Karınca ve çekirge sürüleri “ hâlinde büyük göç başlamıştır. Arap ve Fars kaynaklarında Bilâdi’r-Rum, Bilâd-ı Rum, Diyar-ı Rum olarak geçen Anadolu, kısa zaman sonra Berrü’t-Türkiyye, Türk Yurdu, Türk Ülkesi adlarıyla anılmıştır.
Büyük Selçuklu döneminden başlayarak Anadolu Selçukluları, Beylikler ve Osmanlı çağlarında temel devlet ilkesi kabul edilen; “din ü devlet, mülk ü millet “ düsturu bütün kurumlar ve halk tarafından benimsenmiştir. Arada yaşanan Moğol istilasının zulüm, eza ve cefası Türkmenlerin toparlanmasına ve dirilişine de vesile olmuştur. Fuad Köprülü, Moğol istilasını büyük bir buhran ve intikal asrı olarak tanımlar. Tezatlarda dolu olan bu dönemde, Türkçe ve Türk edebiyatının geliştiğini, siyasi anlamda da bir ölüm alameti değil aksine bir başlangıç ve doğum sevincinin yaşandığını belirtir. (4)
Anadolu, ilk fetih hareketlerinin hemen sonrasında Türk-İslam kültür havzasına girmiştir. İlk medreselerin kurulması telif ve tercüme eserler ile ilmi ve kültürel faaliyetler başlamıştır. Bu çalışmalara saray ve beylik merkezleriher türlü destek ve katkıyı sağlamıştır. Şehzade şehirleri, tasavvufi mekânlar, medrese yerleşkeleri birer ilim ve kültür merkezi hâlini almıştır. Bilginler ve sanatkârlar Anadolu’ya davet edilmiştir.
Halk, âlim, asker ve diğer sosyal tabakalarda; Cihan Devleti, Cihanşümul Devlet, Devlet-i Hümayun, Devlet-i Ebed-müddet, Kızıl Elma, İla-yı Kelimetullah, Nizam-ı Âlemi gibi kavram ve ülküler hep canlı tutulmuştur. Gönül erenleri, tasavvuf ehli, irfan sahipleri, dervişler, abdallar… Türk’ün kalp, ruh ve şuuruna yeni derinlikler kazandırmış, yeni ufuklar açmışlardır.
Geçmişte Anadolu’da yaşayan birçok kavim, kültür ve medeniyet bulunmaktaydı. Türk milleti Anadolu’da kendi öz varlığı üzerinde yükseldi. Büyük bir özgüvene sahip olan Türk milleti, Türkistan ve Horasan’da üstün bir olgunluk ve yetkinliğe ulaşan kendi öz kültürünü ve inancını ortaya koyarak yeni vatan Anadolu’yu abat eyledi. Burada yeniden şekillenen yüksek kültür ve medeniyet fetihlerle beraber Asya, Avrupa ve Afrika’da yer edindi.
Belli aralıklarla etnik köken ve yerel kültür üzerinden Anadolu halkı, Anadolu kültür mozaiği, Anadolu medeniyeti gibi sözler sarf edilerek bilerek ve bilmeyerek ayrıştırıcı, ötekileştirici beyanlarda bulunulmaktadır. Türk milletinin asla böyle bir kimliksizliğe ve köksüzlüğe ihtiyacı olmamıştır. Bu tür söylemler kasıtlı ve planlı toplum mühendisliklerinin hezeyanlarıdır. Küresel güçlerin hedef aldıkları ülkeleri parçalayıp bölerek hâkimiyetlerini devam ettirmeleri, tarih boyunca başlıca siyasetleri olmuştur. Bu güçler; “Her etnik gruptan bir ulus, her yerel dilden resmi bir anadil” oluşturarak dini, kültürel, ekonomik ve siyasi tuzaklar kurmaları, kaos, anarşi ve terör ortamları hazırlamaları her zaman olagelmiştir.
Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında milli bir hedef olarak ortaya konulan ‘Türk Asrı, Türkiye Yüzyılı’, Türk töresi ve İslâm inancına bağlı kalmakla sağlanacaktır. Köklü tarih, yüksek kültür ve Türk aklı sayesinde yüce dileğe doğru emin adımlarla ulaşılacaktır. Bu kutlu yürüyüşte Türk milleti, kök değerlerine bağlı kalarak yoluna devam edecektir. Ulu çınarın filizleri yeni müjdelerle yeşermektedir.
Anadolu Türk aydınlığı, buhran ve bunalımların yaşandığı günümüzde bütün insanlığın güven ve huzur duyduğu bir güzellik meşalesi olacaktır. Ahmet Hikmet Müftüoğlu, örsle çekiç arasında yoğrulan Türk milletine seslenir: “Cihanın tarihi, vatanı uğrunda senin kadar uğraşan, kanını döken bir millet daha gösteremez. Senin kadar kimse kendi vatanına sahip olmaya hak kazanmamıştır. Bu vatan ya senindir, ya kimsenin…”(5)
*Amuriye (Amorium): Afyonkarahisar/Emirdağ’da Bizans Kenti
- Mustafa Özçelik, Günümüz Türkçesiyle Battalgazi Hikâyeleri, Malatya Büyükşehir Yayınları 32, 2017
- Nu’aym bin Hammâd, Kitabu’l-Fiten, s. 340, Had. Nr. 1275.
- Sait Aykut, İbni Battuta Seyahatnamesi, Yapı Kredi Yayınları, 2000
- Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi Ötüken Yayınları 1981 s.339-340
- Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Çağlayanlar, Bilge Kültür Sanat 2012, s.7
[1] Eğitimci, yönetici, yazar,