Dışarıda yılgın, yorgun bir sonbahar güneşi, içimde çocukluğumdan kalma çocukça “ ya dönüş yolunu bulamazsam” korkusu.
En güzel mevsim sonbahar…
Kırgın güneşi halden anlayan derviş gibi her hüzne sahip çıkar , sarıp sarmalar bazen birkaç kuru otu sarı yaprağı yanına alıp bir mezarla dertleşir. Merhametlilerin en merhametlisini hatırlatıp teselli eder. Bazen hapishane bahçesine çökmüş feryadını öfkesiyle boğan mahkumun omzuna koyar elini tütününü yakar. Kimi zaman kalbi sızlatan herkesten gizleten ince ama ağır sevdanın kurbanının güz rengi yüzünü okşar, Mecnun’un yiğitliğinin kavuşamamakla sınandığını anlatır ama en çok her gece bir ömür yolda bırakılışlarını yalnızlıklarını kırgınlıklarını herkesten sakladığı göz yaşlarını birbirine ekleye ekleye diktiği hayallerini de astar yaptığı yorganın altında uyuyup sabahında bir park bankında , sanki dünyanın tek varisi ve sonsuza kadar yaşayacak gibi koşuşturanları seyredenlerle konuşur.
Anlatılacak, hesap kitap yapılacak ister istemez pişmanlık duyulacak onca zaman… Sonbahar aslında bir yönüyle hayatın muhasebesi diğer yönüyle umuttur. Köprüden önceki son çıkış, değerli olana önem vermek yerine önemli olana değer vermek gerektiğini anlamanın olgunluğuyla yola devam etmek gerektiğini fısıldar “Evet bahar ve yaz bitti ama karakışa daha çok zaman var” der.
Her gidenin gönülde bıraktığı tortu dursun yerinde, o yâri de bırakalım kalsın elde ,halden anlamazlar müebbete çarptırılsın kendi sığlıklarında, bize ömür sermayesi samimi birkaç insan, biraz şiir ve sonbaharın yaz gibi yakmayan, kış gibi çekip gitmeyen görmüş geçirmiş vefalı güneş kalsın.
Hatice Sarıkaya