1908 yılında Yukarı Hisar’da, Kütahya’da doğdum.
Üç telli bağlama ile tanıştım gezeklerde. Çaldım, söyledim.
Halk destanlarını ezbere bilirdim.
Bir zamanlar Kütahya’nın pınarları akışıp dururdu.
Yağmur yağar, her dereleri sel alırdı.
Dağlarıma kar yağardı yorgan yorgan.
Havada turna seslerini duyardık, hayallerimiz uzar giderdi.
İki bülbül ün ederdi sevdaya, sonra bir gülün dibinde bulurdum kendimi.
Ben Hisar’lı Ahmet’im.
Vefası yoktu dünyanın. Vefasına erilmeyen bir yerdi. Gelip gidilen bir handı dünya.
Aya, yıldızlara bakar iç geçirirdik.
Altın tas içinde kınası ezilenler, zülüfleri çengel çengel olanlar, meşeden gelen sürmeliler vardı.
“Annenden izin alsam,
Sen bana gelir misin?” dedim, sustu.
Sora;
“Elif dedim be dedim,
Kız ben sana ne dedim?” diye sordum, kızardı hicabından.
Hacca gidip gelince hâl bilmezler ‘hacı oldun elini ayağını çek bu işlerden” diye konuştular. Oysa ben sazımla onlardan daha yakın oldum Rabbime.
“Elif elif hasretim,
Duman duman gurbetim,
Türkülerle yaşadım,
Hisar’lı Ahmet’im ben,
Ben Hisar’lı Ahmet’im.”