O hâlde şöyle söyleyebilir miyiz? Ulus hem unutuşlar hem hatırlamalarla inşa edilen ortak bir kimliktir. Ama unutmanın ve hatırlamanın sınırları bir otorite tarafından belirlenir. Peki bu unutuşlar ve hatırlayışlar bireyi nereye bağlar? Kanaatimce öncelikle geçmişi-hâli ve geleceği de kapsayan ‘ortak bir zaman’a, sonra adına ‘vatan’ denilen ortak bir coğrafyaya. Ama şunu belirteyim; uluslar doğası gereği dünyaya doğan, yayılan insanlarca tesis edilmiş ‘yapay’ topluluklardır. Çünkü insan denen varlık başlangıçta hazır bir ulus ve vatan içine doğmamıştır, ulus ve vatan oluşumu uzun bir sürecin ürünüdür. Dolayısıyla ulus da devlet ve vatan gibi yapılan, kurulan bir şeydir, tarihte iz bıraksalar da yok olabilir, sınırları değişebilir.
*****
Alaattin KARACA[i]
Ernest Renan, “Ulus Nedir?” (Çev. Gökçe Yavaş, Pinhan,2019) başlıklı konferansında unutmakla ulus olmak arasında ilginç bir bağ kurar. Ulus olmak unutmaktır der. Çünkü ulus olma süreci “vahşice gerçekleşir” (s.37). İlkin yadırgıyoruz bunu; ama doğru! Örneğin Kuzey ve Güney Fransa ancak yüz yıl süren bir imha ve terörün sonucu birleşebilmiştir. Çok uluslu, çok dinli ve dilli imparatorlukların ulus-devlete dönüşme süreci de büyük çatışmalara sahne olmuştur. Unutuş işte burada devreye girer. Kimi farklı kümeler, unutarak ulusa dahil olur. Ancak tarih bazen ulusal inşa sürecindeki şiddeti ya da kökenleri hatırlatarak ulus-devletler için büyük riskler oluşturabilir. Ama tarih de unutur; bugün bir topluluğa siz Keltsiniz derken, yarın, hayır aslında Cermensiniz veya Slavsınız da diyebilir!
Ama sadece unutuş mu? Bence değil! Ulus, bence hatırlamalar silsilesidir de. Örneğin bir tarih kurgulanır, fetihler, zaferler ya da hezimetler. Her ulusun tarihi, aynı zamanda bir fetihler ve mazlumiyetler hikâyesi değil midir? Şehirlere dikilen sembolik hatırlatma nesneleri; örneğin heykeller, anıtlar, ulusal bayramlar veya ulusal alegori metinleriyle ortak bir hafıza oluşturulur.
O hâlde şöyle söyleyebilir miyiz? Ulus hem unutuşlar hem hatırlamalarla inşa edilen ortak bir kimliktir. Ama unutmanın ve hatırlamanın sınırları bir otorite tarafından belirlenir. Peki bu unutuşlar ve hatırlayışlar bireyi nereye bağlar? Kanaatimce öncelikle geçmişi-hâli ve geleceği de kapsayan ‘ortak bir zaman’a, sonra adına ‘vatan’ denilen ortak bir coğrafyaya. Ama şunu belirteyim; uluslar doğası gereği dünyaya doğan, yayılan insanlarca tesis edilmiş ‘yapay’ topluluklardır. Çünkü insan denen varlık başlangıçta hazır bir ulus ve vatan içine doğmamıştır, ulus ve vatan oluşumu uzun bir sürecin ürünüdür. Dolayısıyla ulus da devlet ve vatan gibi yapılan, kurulan bir şeydir, tarihte iz bıraksalar da yok olabilir, sınırları değişebilir.
Renan konferansında önemli bir soru daha soruyor: Ulusun temelinde ırk mı vardır? Yoktur! Gerçekte -kendilerini bir ırka dayandırma çabası içinde olsalar da- bugünkü modern ulusların temelinde ırk birliği yoktur. Örneğin Fransa, Kelt, İber ve Cermenlerden, Almanya ise Cermen, Kelt ve Slavlardan oluşur; “İngiltere, Fransa, İtalya kanın en çok karıştığı ülkelerdir.” (s. 43) Dünyada saf ırk bulmak imkânsızdır. Ulusal ve uluslararası politikaları etnografiye göre yürütmek bu bakımdan mantıksız ve tehlikelidir. Çünkü ırk temelli bir hak; örneğin bu topraklar ilkin bizim ırkımıza aitti, gerçekte bizimdir diye bir iddiada bulunmak, karşı iddiaları doğurur. Dolayısıyla “etnoğrafik tasavvurların modern ulusların kuruluşunda hiçbir önemi yoktur” (s. 42)
Ya dil?.. Dil, bir ırka mı ait; yani dil insanı bir ırka mensup mu kılar?.. Önemli bir ölçüt, genelde akrabalık bağıyla birbirine bağlı olanlar aynı dili konuşuyorlar; ama Latin Amerika ve İspanya aynı dilleri konuşmalarına karşın tek ulus değiller!.. Modern dünyada pek çok ırk, dil ve dinin birbirine karıştığı devletler var. Renan’a göre diller, “onları konuşanların kanı (ırkı] hakkında pek bir şey ifade etmezler.” (s. 46)
O hâlde nedir ulus? Renan, ulusu bir ırk, dil, din ve coğrafyayla sınırlandırmaz; bütün bunların üstünde rızaya dayalı ruhanî bir birliktelik olarak görür. Peki niçin? Satır aralarına iyi bakın her şey Avrupa Birliği için, Avrupa’nın dil ve ırk temelinde ayrışmasını önlemek için!.. Batı bu ayrışmaya karşı sürekli Babil Kulesi’ni hatırlar. Ya biz?.. Bizse bir baba kompleksi içinde hâlâ kendimize bir baba arıyoruz!.. “Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde Dr. Ramiz şöyle diyordu:
“Şu Etilere, Frikyalılara, bilmem ne kavimlerine muhabbetimiz nedir? Baba kompleksinden başka bir şey mi?” (s. 114)
[i] Prof.Dr., Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi / Türk Dili Ve Edebiyatı Bölümü, Yeni Türk Edebiyatı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi