“Sen kendüye ne sanursan, ayruğa da anı san.”
Hacı Bektaş Velî
19 yıl önce… Geçirdiğim kalp rahatsızlığı nedeniyle üniversite hastanesinin kardiyoloji servisinde yatıyorum. Oda arkadaşım Ramazan Amca, 80- 85 yaşlarında bir Alzheimer hastası… Refakatçisi olan yakınlarından öğrendiğimiz kadarıyla geçmişte çiftçilik yapan bu amcamız boylu poslu; ileri derecede görme rahatsızlığı olduğu için kalın camları olan gözlük takan, konuşmayı seven birisi. Bizi tanımak istiyor; kendimizi tanıtıyoruz, on dakika sonra aynı şeyleri yine soruyor ve aynı şekilde kendimizi tanıtmaya başlıyoruz. Kızları ile yaptığı konuşmalardan, otoriter bir baba ve âile reisi olduğunu anladığımız Ramazan Amca, kendisini evinde, bizi de misâfir zannediyor ve iki kızına habire talimatlar yağdırıyor: “Misafirlere yemek verin, çay verin, ikramda bulunun!” diye… Adamın evli barklı kızları utanıp kızararak, onun adına bizden özür dilemeye çalışıyorlar, biz de kendilerine; “özür ne demek, olur mu hiç öyle şey; amcanın durumu zaten ortada!” diyerek onları rahatlatıyoruz. Bir müddet sonra ben kendi refakatçimle kısık bir ses tonuyla konuşurken Ramazan Amca bu seslerden rahatsız olsa gerek, daldığı hafif uykusundan uyanarak kızlarına sesleniyor:
“Bu misafirler, yemeklerini yediler, çaylarını içtiler; bunların evi barkı yok mu, evlerine gitsinler artık!” Refakatçim olarak yanımda duran hanımımla yüzlerimizde hafif bir tebessüm… Amcanın kızları, mahçup ve utangaç bir ifadeyle yüzümüze bakıyorlar; biz ise jest ve mimiklerle; “olsun, hiç önemli değil” mesajı verip onları bir kez daha teselli ediyoruz.
Hastanenin akşam yemeği servisi başlıyor; kızları Ramazan Amca’ya yemeğini yediriyor. Yemek faslı bitince Ramazan Amca ellerini açarak yüksek sesle duâ ediyor:
Yâ Rabbi çok şükür!
Yâ Rabbi çok şükür!
Yâ Rabbi çok şükür!
Hemen hepimizin yemek sonrası yaptığımız, alışılagelmiş bu duânın peşinden çok güzel bir duâ ile de devam ediyor:
“Olmayanlara da ver Allah’ım!
Olmayanlara da ver Allah’ım!
Olmayanlara da ver Allah’ım!”
Biraz şaşkın biraz da hayranlıkla tüylerim diken diken oluyor… “Kendisi için verileni başkası için de dilemek, istemek ve bunu da cân u gönülden, ellerini açarak Allah’tan niyâz etmek… Riyâsızca, içinden geldiği gibi… Tıpkı Hz. Resûl- i Zîşan Efendimizin buyurduğu şekilde hâlis bir Mü’mine yaraşır bir tavırla…
Bu samimî yakarış, katılaşmış hissiyâtımı yumuşatıyor, göz pınarlarımın nemlendiğini farkedip başımı öne eğiyorum.
Azgın kapitalizmin her kıtaya, her ülkeye nüfuz ettiği; para, mal ve mülk uğruna, oğulun anayı babayı, kardeşin kardeşi katlettiği, dünyâ menfaati için arkadaşlıkların, dostlukların hiçe sayılarak fedâ edildiği, başkasının malına mülküne hasetle bakıldığı; yozlaşmış ve tam bir cinnet hâliyle izâh edilebilecek bu çarpık düzenin kol gezen simsarları arasında, Alzheimer hastası diye kendisinden utanılan; -belki de- “çektiğinden, çektirdiğinden” şikâyetci olunan ve “kurtulması ” için dua edilen Ramazan Amca’nın hastanede birlikte yattığımız süre zarfında her yemek sonrası aynı duâyı unutmadan, dili sürçmeden, aksatmadan tekrar etmesi… İşte bu hâl, beni şöyle düşündürdü; belki kendi hâlinde bir çiftçi, belki ilk mektep tahsili bile yok, belki Alzheimer’in etkisiyle kafası karışık ama onun hafızasına kazıdığı, hiç unutmadığı bir şey var: İnsan olmak!..
Ramazan Amcayı sâdece bu duâsıyla bile bilgeliğin şâhikasına taşıyan bu meziyet; ahlâk, fazilet ve adâletle asırlar boyu dünyayı elinde tutan Müslüman Türk’ü, üç kıtada ayakta tutan yüce bir anlayışın timsâli değil midir? Yesevî ocağında yanan ateşin, bir gönül seferberliği hâlinde dalga dalga yayılarak Anadolu’yu, Rumeli’ni Türkleştirip İslâmlaştırarak pişirmesinin neticesinde, Ramazan Amcalara kadar ulaşan ve gönül pencerelerine nakış nakış işlenen bu güzellik, Hacı Bektâş-ı Veli’nin, Yûnus’un, Mevlânâ’nın, Hacı Bayram’ın, asırlar öncesinden gelen fısıltıları değil midir?
Ne zaman ki bizler bu fısıltıya kulaklarımızı tıkadık, ne zaman ki bu gönül seferberliğine sırtımızı döndük ne zaman ki maddî ve şehevî hırsların peşine düştük, ne zaman ki yeni inançlar uydurduk; işte o zaman yaşadığımız coğrafyayı, güzel vatanımızı bir bataklığa dönüştürdük ve o gün bugündür de çıkmak için debelenip duruyoruz.
Şimdi sizlere soruyorum; gerçekten Ramazan Amca mı Alzheimer hastası, yoksa bütün değerlerini unutup kaybetmekte olan bizler mi?…
Kemâl ÇOPUROĞLU