Prof.Dr. Feyzullah EROĞLU
Egemen ekonomik sistem, toplumsal yapı üzerindeki denetimini, çoğunlukla yarattıkları ‘kadın’ algısı aracılığıyla yürütmeye çalışıyor. Kadın cinsiyeti, bir insan kaynağı olmaktan çok, serbest piyasa olgusu üzerinden etkili bir tüketim nesnesi olarak görülüyor. Bu anlamda, özel ve kamu kesimi, kadınları ancak erkek egemen toplumsal cinsiyet kalıpları kapsamında istihdam ediyor.
Ekonomik iktidarın kadın algısı
Kapitalist zihniyet, bütün toplumsal yapıyı, kendi çıkar ve ‘kârlılık’ bakış açısına göre biçimlendiriyor. Kapitalist ekonomi sisteminin temel parametresi olarak ‘üretim’ sürecinden çok, ‘tüketim’ olgusu ön plana çıkarılıyor. Geçen yüzyılın ilk yarısında yaşanan büyük krizden sonra, ekonomik zenginliği güvence altına almada üretilen ürünlerin tüketimine ve satışına odaklanılıyor. Kadınların yetenek, bilgi ve becerilerinin ekonomik sürece dâhil edilmesinden çok, ürünlerin tüketiminde oynayacakları rol daha fazla önemseniyor.
Kapitalizm, bütün çelişkilerine ve yarattığı kitlesel sorunlara rağmen, varlığını sürekli yenileyerek sürdürme başarısını göstermektedir. Bu durumda, birçok etken yanında, özellikle satın alma güçleri yüksek olanların, ‘kadınlar’ aracılığıyla aşırı tüketime yönlendirilme işlemi de etkili oluyor. Kapitalizmin ürettiği ürünlerin tüketiminde hızlandırıcı bir etkisi olması bakımından birçok reklam teknikleri bulunuyor. Kadın ya da erkek olsun, satın alma gücü yüksek olan tüketiciler için en etkili reklam figürünün kadın cinsiyetinin fiziki çekiciliği olduğu görülüyor. Bir anlamda, kadınlar tüketimi hızlandırıcı bir araç olarak kullanılıyor. Kapitalizmin yönlendirdiği sanal dünya olarak ‘reklamlarda’ ve burjuva hayatı özentisinin vurgulandığı ‘dizilerde’, kadınlar bir tüketim nesnesi olarak kurgulanıyor.
Görselliğin ve görünürlüğün ön planda olduğu çoğu etkinliklerde çekici hanımlara yer verilmesi, büyük ölçüde kadın cinsiyetinin, kapitalist eğilimleri yönlendirmede birer ‘girdi’ olarak kullanıldığını gösteriyor. Ayrıca, kapitalizmin gölgesi altında yönetilen çeşitli iş örgütlerinde kadın çalışanlar, yetenek ve liyakatten bağımsız olarak, çoğunlukla dikkat çekmenin ve görünür olmanın önemli olduğu görevlerde konumlandırılıyor. Üst düzey yöneticilik ve karar alma merkezlerinde kadınlara pek rastlanmıyor. Yükselen kadınlar ise çoğunlukla erkek egemen yönetim sisteminin güdümünde kalıyor.
Kadınların görünür olma çabaları
İktidar elitlerinin, ekonomik ve toplumsal kaynakların dağılımında erkekleri öncelemesinden dolayı kadınlar, kendilerini çoğunlukla yönetimin ‘taşrasında’ hissediyor. Erkek merkezli bir düzen, kadınları adeta görünmezlik ve bilinmezlik algısına hapsediyor. Yetenek, bilgi ve şahsiyet nitelikleriyle toplumsal süreçlere katılmada sorun yaşayan veya yolları engellenen genç kadınların bir kısmında, ‘güzellik ve estetik’ üzerinden toplumsal süreçlere katılma arzusu giderek artıyor. Toplumun sırtından çok gösterişli bir hayat süren iktidar elitleri ve türedi zenginlerin arasına katılma tutkusu, genç kuşağın para ve ‘güzellik’ takıntısını sürekli besliyor.
Niçin kadın ‘güzel’ olmak zorunda olsun ki?
Kurgulanmış ya da ayarlanmış görünürlüğün, gerçekliğin yerine geçtiği postmodern zamanda, bedensel duruşla muhatapları etkileme davranışları giderek kutsanıyor. Kapitalist zihniyet, kadınları, yetenek, yaratıcılık ve yöneticilik gibi insani nitelikleri yerine, erkek egemen kültür kalıplarının ‘güzellik’ tanımları içine hapsediyor. Bir defa, güzelliğin, asla nesnel ve evrensel bir ölçüsü yoktur, tamamen öznel ve göreceli bir kavramdır. (Büyük Türk Ozanı Karacaoğlan’a göre, ‘gönül kimi severse güzel O’dur’). Bu konuda verilen ve dayatılan ölçüler, kapitalist dünya görüşünün popüler kültür kapsamındaki şartlandırmasından kaynaklanıyor. Güzellik tanımı, çoğunlukla yaşanılan dönemlerin zengin ve yönetici erkeklerin beğenisini merkeze alan bir tanımlamadan ibaret kalıyor.
Aslında, kapitalist sistem, yeryüzündeki kadınlar aleyhine biçimlenen eşitsizliği, erkek egemen kültür kalıpları içinde sürdürmenin bir tür rüşveti gibi ‘güzellik’ endüstrisi kuruyor. Mevcut bedensel ve fiziki yapısını, sahip olduğu zihinsel ve duygusal yeteneğinin önüne çıkarmaya çabalayan kişi -kadın ya da erkek- aslında, kendini çevresindeki güç merkezinin beğenisine göre formatlıyor. ‘Güzel’ olmayı, dayatılan bedensel kalıplara girme olarak algılayan genç kadınlar, temelde kendilerini popüler etkilerle başkalarının arzusuna göre biçimlendirmiş oluyor. Her çağın, en özgür ve özgün bireyleri olmanın, sadece ‘kendin olmak’ niteliğinden geçtiği tavrı, erkek egemen kapitalizmin ve iktidar sahiplerinin ortak korkusunu oluşturuyor.
Vıcık vıcık popüler kültür ortamında, normal yollardan toplumsal süreçlere katılamayan bir kısım hanımların, ‘güzellik ve estetik’ endüstrisinden yararlanmak istedikleri görülüyor. Toplumdaki eşitsizlik ve adaletsizlik arttıkça, kitlelerin umutsuzluk ve çaresizlik duyguları kabardıkça, kapitalist sistemin bu alandaki gösteriş yatırımları da hızla çoğalıyor. Bu yüzden, işsizliğin ve yoksulluğun arttığı bir zamanda, ‘girişimcilik’ ve ‘iş edinme’ kursları değil de neredeyse her köşe başında birer ‘güzellik ve estetik’ salonları açılıyor. Daha ilgi çekici durum ise siyasal muhafazakârlığın ve milliyetçiliğin zirve yaptığı bir dönemde, ara rejimler ve daha seküler dönemlere göre, çok daha fazla bir ‘güzellik ve estetik’ ihtiyacının duyuluyor olmasıdır.
Cumhuriyet ve Türk Devrimleri
Cumhuriyetimizin ülküsü, kadınların zihinsel ve duygusal yetenekleriyle yükselmeleri ve kendilerine layık bir sosyal statü kazanmalarıydı. Kadınların, yeni tanınan kadın hakları ve fırsat eşitliğine dayalı eğitim yoluyla sosyoekonomik hayata üretken bir biçimde katılmaları düşünülmüştü. Atatürk sonrasında, ülkedeki Amerikancı-Batıcı- kapitalist sistem, kadının üretim ve yaratıcılık gücünden çok, cinsiyet yapısına indirgenmiş bir bedensel görünürlüğü, kâr amaçları için daha avantajlı olarak görmeye başladı. O zamandan günümüze, erkek egemen düzenin aktif hayatın dışına ittiği kadınların bir kısmı, kendilerini mevcut ekonomik ve siyasal düzene beğendirecek bir ‘güzelleşme’ takıntısına kapıldılar. Yoksa, ağır ekonomik krizin yaşandığı ülkemizde durup dururken bu kadar yerden mantar biter gibi ‘güzellik’ salonları niye açılsın ki?
Mustafa Kemal Atatürk; “Ey Kahraman Türk Kadını Sen Yerde Sürünmeye Değil, Omuzlar Üzerinde Göklere Yükselmeye Layıksın”
Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesine göre bütün kadınlar, toplum içindeki konumlarını zihinsel ve duygusal zekâları ölçüsünde kazanacaklardı. Türk Devrimleri, kadınların potansiyel üretkenlik yetilerinin harekete geçirilmesi üzerinden, hak edilmiş bir toplumsal konuma taşımayı amaçlamıştı. Atatürk, Türk kadınlarını Eski Türk Çağlarındaki toplumsal konumlarına yeniden kazandırmayı öngörmüştü. Oysa, neo-kapitalizmin güdümünde bulunan ekonomik ve siyasal güçler, kadınları çoğunlukla bedensel görünürlüklerini sergileme üzerinden çalışma hayatına katmak istiyor.
Bu arada, neo-kapitalist düzenin kadınları birer tüketim nesnesi olarak gören bakış açısı ile siyasal İslámcı çevrenin kadını nesneleştiren algısı büyük ölçüde birbiriyle örtüşüyor.
Sonuç olarak, ‘Kadın olmanın’ ve ‘erkek olmanın’, sadece biyolojik temelli bir farklılık düzeyine indiği eşitlikçi ve hakkaniyetli bir toplumsal düzen olmadıkça bu sorunlar bitmeyecektir.
———————————————–
Kaynak:
https://millidusunce.com/misak/kapitalizmin-kadin-algisi-ve-guzellik-takintisi/