Türk-Amerikan Güvenlik Vakfı’nın (TASFO) ileride kitap haline de getirmek istediği “12 Ayda 12 Mülakat, Sözde Ermeni Soykırımı Hakkında Hakikat” adlı röportaj serisinin altıncı konuğu, Rus tarihçi Prof. Oleg Kuznetsov’du.
Prof. Kuznetsov, 1992 yılında Tarih Fakültesinden mezun olmuştur. Bir dizi Rus eğitim kurumunda çeşitli araştırma ve öğretim görevlerinde bulunduktan sonra, şu anda Bakü’deki Azerbaycan Diller Üniversitesi’nde Profesör olarak görev yapmaktadır. Profesör Kuznetsov, 2017 yılında Azerbaycan Ulusal Bilimler Akademisi Hukuk ve İnsan Hakları Enstitüsü Fahri Profesörü, 2018 yılında ise Azerbaycan Milli Bilimler Akademisi Tarih Enstitüsü Fahri Doktoru seçilmiştir.
F. Ozonur (TASFO President): Sayın Prof. Kuznetsov, öncelikle TASFO adına, bu çok önemli konuda bize bir röportaj verdiğiniz için çok teşekkür ederim. İlk sorum iki bölümden oluşacak: Bildiğiniz gibi Prof. Justin McCarthy, Prof. Norman Stone, Dr. Patrick Walsh gibi birçok Batılı tarihçi, Anadolu’da 1915’te yaşanan olayların bir “soykırım” olduğunu iddia eden “Ermeni tarih anlatısını” bilimsel olarak doğru kabul etmiyor. Bir bilim adamı olarak, bu konudaki fikriniz nedir? Ayrıca tarihten, Osmanlı topraklarında Ermeni isyanlarının 1800’lerin sonlarında başladığını ve bu olaylarda Osmanlı memurlarının yanı sıra birçok sivilin de katledildiğini biliyoruz. Rus arşivlerinde bu olaylarla ilgili önemli deliller olduğu söyleniyor. Anadolu’da Ermenilerin 1800’lerin sonlarından itibaren işledikleri bu isyanlar ve terör eylemleri ile ilgili olarak Rusya Devlet Arşivlerinde herhangi bir araştırma yaptınız mı? Yaptıysanız, arşivsel bulgularınız nelerdi?
Prof. Kuznetsov: Bu soruya somut bir cevap vermeden önce, okuyucunun konunun özünü anlaması için yeterince fazla sayıda ön açıklama yapmam gerekecek. Rus yetkililer, Doğu Anadolu’daki durumun ne olduğunu, gerek diplomatlar, gerek askeri ve deniz istihbaratı aracılığıyla, ve ayrıca o dönemde Rusya İmparatorluğu Ticaret ve Sanayi Bakanlığı’na bağlı sınır muhafızları aracılığıyla birkaç farklı yönden kendileri öğrendiler. Fakat, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermeni isyanları hakkındaki raporlar, günümüzde çeşitli ülkelerdeki farklı arşivlerde dağılmıştır. Diplomatların raporları, Rusya Dışişleri Bakanlığı’nın Dış Politika Arşivleri’nde, deniz istihbarat raporları St.Petersburg’daki Rus Devlet Deniz Arşivleri’nde, askeri istihbarat raporları ise merkezi o dönemde Tiflis’te bulunan Kafkas Ordusu Karargahı belgelerinin yer aldığı Gürcistan Devlet Arşivleri’nde bulunuyor. Bu belgeler Sovyet döneminde de orada kaldı. Bu nedenle, bazı belgelerin varlığını bilmeme rağmen tüm bu arşivlerin tamamında fiziki olarak çalışmam mümkün olmadı. Ama elde edebildiğim arşiv bulgularından yola çıkarak Doğu Anadolu’da o günlerde yaşanan olaylarla ilgili kendi fikrimi formüle edebildim.
F. Ozonur: Bazı tarihçiler çalışmalarında, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında bile bazı Rus komutanların, Rus Ordusunda görev alan Ermeni gönüllüler tarafından işlenen insanlık dışı zulümleri kınadıklarını belirtiyorlar. Rus arşivlerinde yaptığınız calışmalarda bizim için referans verebileceğiniz Rus subaylarının yazdığı bu türden yazılı kınamalar (mektuplar, askeri raporlar vb.) gördünüz mü?
Prof. Kuznetsov: Ben bildiğiniz gibi Rus askeri tarihi konusunda uzmanım. Doktora Tezimde, diğer pek çok şeyin yanı sıra, bu savaş da dahil olmak üzere Rus İmparatorluk Ordusu’nun savaşlardaki rolünü inceledim. Ancak bu savaşta Rus Askeri Komutanlığı’nın etnik Ermenilerden herhangi bir silahlı müfreze oluşturduğuna dair tek bir belgesel kanıt bile görmedim. Balkanlar’da, Bulgar ve Sırp gönüllü taburları Osmanlılara karşı, Kafkasya’da – Gürcistan ve hatta Azerbaycan’da – savaşan Rus birliklerine destek olarak faaliyet gösterdi; ama o savaşta yer almış herhangi bir Ermeni askeri oluşumu hakkında kesinlikle hiçbir şey bilmiyorum. Zaten genel olarak, Avrupalı güçler, Osmanlı’nın Ermenilere yönelik bazı özel hakları temin yükümlülüğünden, ancak bu savaşın bitiminden sonraki 1878 Berlin Kongresi’nin nihai belgelerinde bahsetmeye başladılar. Bundan önce bildiğimiz haliyle bir “Ermeni Meselesi” mevcut değildi. Bundan evvel Avrupa, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı, Balkan halkları ve Ege Adaları kartlarını oynadı. “Ermeni Meselesi” denilen olay, doruk noktasına ancak Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla ulaştı.
Bildiğim kadarıyla ilk bağımsız Ermeni askeri oluşumları, Osmanlı İmparatorluğu’nun kurbanı olduğu 1912 1. Balkan Savaşı sırasında Bulgar Ordusu’nun bir parçası olarak ortaya çıktı. O zamanlarda Avrupalı siyasetçiler Türk halkına yönelik soykırım suçlarından bile söz etmeye başladılar. Hatta bir Fransız avukat ve diplomat olan Nobel Barış Ödülü sahibi Paul Henri Benjamin d’Estournelle de Constant’ın önderliğinde özel bir soruşturma ekibi oluşturuldu. Bu soruşturmanın sonuçları 1915’te Fransızca olarak yayınlandı, ancak Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi nedeniyle geri kalanı çok az biliniyor. Bu komisyon, sivil halka yönelik en büyük insanlık dışı zulmün, Balkan Türklerine karşı Yunan ve Bulgar ordusu tarafından o savaş sırasında işlendiğini ve bu suçların failleri arasında çok sayıda etnik Ermeni olduğunu tespit etti.
Bu nedenle, gerek Osmanlı Ordusu’nun Birinci Dünya Savaşı sırasında isyankar Ermeni nüfusuna yönelik eylemlerinde, gerekse Doğu Anadolu’daki diğer isyankar Hıristiyan topluluklara karşı faal ordunun cephe gerisinin güvenliğini sağlamak için yapılan operasyonlar sırasında, zamanın geleneklerinin ötesine geçilmemiştir. Bu soru bağlamında özellikle Ermeni nüfus hakkında değil, diğer Hristiyan nüfus hakkında da konuşmak istiyorum, çünkü farklı milletlere mensup Ermeniler, Asurlar (Süryaniler) ve Pontus Rumları ile birlikte, Osmanlı’ya isyan etti. Resmi netleştirmek için şu örneği vereceğim: İngiliz arşiv araştırmalarına göre 1915 Van Ayaklanması bastırıldığında 12 bin Ermeni ve 13 bin Süryani öldürüldü. Ama bugün Ermeniler, Süryanilerden bahsetmeden 40 bin Ermeni’nin öldürüldüğünü iddia ediyor. Ve literatürde o dönemin olayları hakkında bu tür tahrifatlarına devamlı rastlıyoruz maalesef.
Rus İmparatorluk Ordusu’nun bir parçası olarak Ermeni birlikleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun Rusya’ya saldırması ve Birinci Dünya Savaşı’nın Kafkas cephesinin açılmasıyla, ancak Aralık 1914’te ortaya çıktı. Kafkas Savaşları tarihi üzerine çok ciltli bir çalışmanın yazarı olan ünlü Rus askeri tarihçisi Vasily Potto, 19. yüzyıl boyunca Ermenilerin, Rus Ordusu’na destek birlikleri oluşturabilmek bir yana, dini merkezleri olan Eçmiadzin’i korumak için bir garnizon bile toparlayamayadıklarını yazmıştır. Ve ancak Taşnaklar bu sürece dahil olduklarında, silahlı Ermeni birliklerinin oluşumu en azından bir miktar başarılı olabildi: Terör tehdidiyle Taşnaklar, yaklaşık 1000 kişilik dört piyade taburu oluşturmak için insanları bir araya getirmeyi başardılar. Osmanlı’ya karşı savaşa katılmak için Kuzey Amerika Birleşik Devletleri’nden de 250 Ermeni geldi. Bu tür düzensiz oluşumların, düzenli ordunun bir parçası olarak çatışmalara katılmaya pek uygun olmadığı, bu nedenle de ya cephe gerisi koruma birimleri olarak, ya da sabotaj faaliyetleri için kullanıldığı açıktır. Bu nedenle bu kişiler, Rus ordusu tarafından ele geçirilen Osmanlı İmparatorluğu dışındaki topraklarda yaşayan barışçıl Türk nüfusa karşı oldukça acımasız davrandılar.
Birkaç yıl önce, meslektaşım Mehmet Perinçek, Kafkas Cephesi’ndeki Rus İmparatorluk Ordusu Komutanlığı’na ait, Ermenilerin Doğu Anadolu’daki sivil yerel nüfusa karşı işledikleri suçlarla ilgili 120 resmi belge yayınladı ve bunlar şu anda Moskova’daki Rus Devlet Askeri Tarih Arşivi’nde saklanıyor. Şahsen ben, Kafkas Cephesi Karargahı Genel Müdürlüğü’nün askeri yargı dairesinin 1916 tarihli raporunu kendi gözlerimle gördüm. O zamanlar, yerel halka karşı Ermeni milislerin işledigi sabit olan cinayet, tecavüz ve yağma gibi çeşitli suçlardan işlem yapmışlardı. Savaş koşullarında bu tür suçların tek bir cezası olabilirdi: İnfaz!
F. Ozonur: Bildiğiniz gibi Rusya, Ermenilerin soykırım iddialarını meclis kararıyla kabul etti. Size göre bu siyasi gerekçeleri olan bir karar mıydı yoksa Rusya’daki Ermeni lobicileri memnun etmeye yönelik bir tanıma kararı mıydı? O tarihte gerçekte neyin meydana geldiğini bilmek için en iyi konumda olan Rusya gibi bir ülke, neden açık tarihsel kanıtlara rağmen böyle bir tanıma kararı vermiştir?
Prof. Kuznetsov: 1995’te Rusya’da Duma’nın Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermeni soykırımını tanıyan bir kararı kabul ettiği konusunda kesinlikle haklısınız. Ayrıca bu kararın siyasi olarak önyargılı ve haksız olduğu konusunda da kesinlikle haklısınız. Ancak bu kararın niçin kabul edildiğine ilişkin nedenler hakkındaki yorumunuza hiçbir şekilde katılamam. Ermeni lobisinin etkisi elbette ortadaydı, ancak Rus parlamenterleri tamamen farklı nedenlerle hareket ediyordu. Rusya’da hiç kimse, hatta dünyada bile kimse bundan bahsetmeyi tercih etmiyor, ancak yanılsamalara düşmemek ve bunlara dayanarak aceleci sonuçlar çıkarmamak için bu sürecin itici güçlerini iyi anlamak gerekiyor.
SSCB’nin çöküşünden ve ilk Çeçen savaşındaki yenilgiden sonra, Rusya ekonomik bir çöküş içindeydi. Sonra ilk Karabağ savaşı sona erdi ve Ermenistan yükselişe geçti. Dağlık Karabağ’da savaşan her ayrılıkçı Ermeni militan, Dünya Ermeni Diasporası’nın fonlarından, minnettarlıklarının bir göstergesi olarak -yasadışı silahlı oluşumlarının hiyerarşisindeki rütbelerine göre- bu savaşın sonuçlanmasının ardından 50 ila 500 bin dolar aldı, ve savaş sonrasında bir iş kurdu. Bu militanların önemli bir kısmı bu parayla Rusya’ya ve Sovyet yörüngesindeki diğer ülkelere taşındı çünkü oralarda kendileri için neredeyse hiç rakip yoktu. Bugün, çok az sayıda insan bunu hatırlar, ancak o zamanlar Rus diplomatları, kredi talepleriyle dünyanın gelişmiş ülkelerinin hükümetlerinin kapılarını tekmelemekteydiler. Bu nedenle Rus ekonomisine birkaç milyar dolarlık nakit giriş, Karabağ Savaşı’nda akan onca kana rağmen, büyük bir nimetti. Doğal olarak, o dönemin somut tarihsel koşullarında, bu paranın nereden geldiğiyle kimse ilgilenmiyordu ve Ermeni milliyetçileri tarafından temsil edilen yatırımcılar da siyasi birtakım koşulları dikte edebiliyorlardı. O dönemdeki en önemli siyasi koşul, Duma’nın Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermeni soykırımını tanıyan bir kararı kabul etmesiydi. Bugün anlamalıyız ki, bu adımın asıl sebebi o dönemde Rusya’nın siyasi elitlerinin Türk karşıtı zihniyetleri değil, her yabancı yatırımcının kendisi için en uygun koşulları talep edebildiği, ülkenin mali zayıflığıydı.
Yalnız bu beyanat, herhangi bir uluslararası yasal zorunluluğa yol açmayan ve bu nedenle uluslararası yasal sonuçları olmayan siyasi bir açıklamadır. Uluslararası hukukun bir tarafı olarak Rusya, bu karara uygun hareket etmek zorunda değildir, ve Rusya-Türkiye ilişkilerindeki konumunu buna göre ayarlamak zorunda değildir. Ve bu nedenle de bu karar, özü ve içeriği bakımından etkisi ihmal edilebilir düzeydedir. Bu gerçek hem Ankara’da, hem de Moskova’da çok iyi anlaşılıyor. Şu anki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yönetimindeki Türk diplomasisi, bildiğim kadarıyla, Türkiye-Rusya arasındaki ilişkilerin bağlamı ve içeriği üzerinde herhangi bir etkisi olmadığı için, bu deklarasyon nedeniyle hiçbir zaman Rus milletvekillerine karşı herhangi bir şikayette bulunmamıştır. Bu deklarasyonun önemsizliğini çok iyi anlayan Ankara, Rusya’da zaten bu tür belgelerin iptali için yasal bir prosedür de olmadığı için, tanıma belgesinin varlığına odaklanıp geri çekilmesini talep etmeyecek kadar siyasi bilgeliğe sahip. Dolayısıyla Ermeniler dışında herkes, Rus milletvekillerinin bu hatasını görmezden gelmeyi tercih ediyor.
F. Ozonur: Yakın tarihte dünya, 1920-1922 yılları arasında hem Osmanlı hem de Azerbaycan diplomatlarına yönelik, ve 1973-1992 yılları arasında Türk diplomatlara karşı küresel ölçekte bir Ermeni terörizmine tanık olmuştur. Bu terör eylemlerine bakış açınız nedir?
Prof. Kuznetsov: Ben bu konuyu bu kadar basit bir şekilde düşünmüyorum ve sadece belirttiğiniz yıllarda Türk ve Azerbaycan diplomatlarının ve devlet adamlarının Ermeni teröristler tarafından öldürülmesi konusuna indirgemiyorum. Toplumsal ve kriminal bir olgu olarak Ermeni terörü çok daha derin ve çok daha çeşitlidir. Ve Rusya’da Ermenilerin terör suçları yalnızca devletin veya tanınmış kişilerin veya diplomatların öldürülmesini değil, aynı zamanda diğer birçok corpus delicti’yi de içeriyor – bu şekilde işlenmiş 33 tane suç var. Sadece tarih değil, hukuk eğitimi de almış, ayrıca hukuk alanında ciddi teorik çalışmaları da olan bir Rus bilim adamı olarak, ülkemde var olan Ermeni terör sorununu, kendi tarihsel geçmişinde daha geniş ve metodolojik olarak ele alıyorum.
Ben şahsen Ermeni terörizmini, Batı Avrupa ülkelerindeki hukukçuların 1920’lerde düşündükleri gibi, münferit teröristler tarafından işlenen, özellikle ciddi kamusal tehlike içermeyen, ara sıra meydana gelen bir suçlar kümesi olarak görmüyorum. Terörizm, Ermeni milliyetçiliğinin ideolojisi ve sistematik pratiğidir. Bu olgunun nedenleri hakkında mantıklı açıklamalar da vardır. 1918’e kadar Ermeniler, topraklarında hiçbir zaman kendi ulusal devletlerine ve siyasi amaçlarına ulaşmak için güvenebilecekleri kaynaklara sahip olmadılar. Ayrıca, bu bölgeleri kendileri için asimile edebilmek noktasında, ikamet ettikleri bölgelerde hiçbir zaman etnik bir çoğunluk oluşturamadılar. Tarih boyunca sahip oldukları tek şey, yabancı ve kendilerinden olmayan bir çoğunluk arasında yaşamak, para ve kandı. Böyle bir durumda, ortak çıkarları için geliştirebilecekleri tek mücadele biçimi, kitlesel şiddetin en ucuz biçimi olan terörizm olabilirdi. Ermeni milliyetçileri, bunu siyasi faaliyetlerinin en başından itibaren çok iyi anladılar ve bu nedenle devrimci partileri Taşnaktsutyun’un programının ikinci baskısında 1895’te mücadelelerinin ana aracı olarak terörizmi ilan ettiler. Taşnaklar terörle önce Ermeni nüfusunu, ardından Ermeni Gregoryen Kilisesi’ni boyunduruk altına almış, ardından ikamet ettikleri ülkenin yetkilileri ve itibarlı nüfusu aleyhinde iddialarda bulunmaya başlamışlardır. Yani Ermeni terörü, sorunuzda bahsettiğiniz kronolojik segmentlerden çok önce de vardı.
Ermeni siyasi terörizminin ilk kurbanları aslında 1920’lerin başında Türk veya Azeri devlet adamları veya diplomatlar değil, yirminci yüzyılın ilk on yılında Kafkasya’da öldürülen üst düzey Rus yetkililerdi. Ermeni terörü kurbanları listesinde ilk sırada, 1905’te öldürülen Bakü’nün sivil valisi Prens Mihail Nakaşidze vardır. İkincisi, 1907’de öldürülen Kutaisi Valisi General Maksud Alikhanov-Avarsky’dir. Bu iki vakada da katil, İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerle işbirliği yapan Drastamat Kanayan’dır. Kanayan, Wehrmacht’taki Ermeni taburlarının komutanıydı ve Abwehr Grubu 114 Dromedar’a komutanlık etti. Amerika Birleşik Devletleri’nde öldü ve oraya gömüldü. Daha sonra külleri, Üçüncü Reich’ın bu terörist işbirlikçisinin bugün ulusal bir kahraman olarak saygı gördüğü Ermenistan’a geri gönderildi. Kendisinin bu cinayetlerdeki suç ortağı, 1908’de Rus sınır muhafızları tarafından öldürülen Hagop Chikhaturyan’dı. Chikhaturyan’ın torunu, 15 Temmuz 1983’te Paris’teki Orly Havaalanında bir terör saldırısı için patlayıcı bir cihaz imal etti ve kendisi de daha sonra 1982 Sonbaharında Kanada Havayolları’na ait bir kargo terminalini patlatmaya teşebbüs ettiği için Los Angeles’ta FBI tarafından tutuklandı. Gördüğümüz gibi, Ermeni milliyetçileri arasında sadece kalıtsal militanlar değil, terörist hanedanları bile vardır. Ve kendilerine güç ve para vaat eden herkesin, en aşağılık efendilerin bile, hizmetine girerler.
Bana Ermeni terörizmine karşı tavrımı sordunuz ve sorunuzu şu şekilde yanıtlayacağım: Ermeni terörizmini, Filistin’den Kuzey İrlandalı’ya kadar tüm diğer ulusal yönelimli veya ulusal renkli modern terörizm türleri arasındaki en ciddi terör tehdidi olarak görüyorum. Bu tehdidin kapsamını ve ölçeğini, Paris’teki Orly havalimanındaki terör saldırısı konusunu Fransız, Amerikan, Türkçe gibi çeşitli yayınlardan yararlanarak incelediğimde anladım. Bu suçun faillerinden ikisi uçakla, üçüncüsü deniz yoluyla Marsilya’ya ve oradan trenle Paris’e olmak üzere Fransa’ya sahte Mısır pasaportuyla gelen 2 Türk ve 1 Suriyeli Ermeniydi. Bu kişiler daha önceden birbirlerini tanımıyorlardı ve ilk kez, patlayıcı bir cihazın bileşenlerinin halihazırda onları beklediği kiralık bir dairede tanışmışlardı. Tek yapmaları gereken, ekli talimatlara göre patlayıcının bileşenlerini bir araya getirmek ve etkinleştirmekti. Fransız meslektaşları ile yaptıkları görüşmelerden dönen üst düzey Türk subaylardan oluşan bir heyetin içinde olduğu bir Türk Hava Yolları uçağını havaya uçurmaları gerekiyordu. Fransız özel kuvvetleri, bu suçun hazırlık aşamasında ve işlenmesinde yer alan 51 kişiyi tutukladı, ancak Ermeni diasporasının baskısıyla sadece doğrudan fail olan 6 kişi mahkum edildi. Bu terör eylemini bilen ve işlenmesine yardım ve yataklık eden diğer 45 suçlu serbest kaldı. Bu 45 suç ortağı, Ermeni kökenli Fransız vatandaşlarıydı ve hiçbiri bu teröristlere kimin iş verdiğini, onları bu suçu işlemek için kimin seçtiğini, onlara sahte belgeleri kimin verdiğini, 9 ay önce Amerika Birleşik Devletleri’nde bulunup etkisiz hale getirilen patlayıcı cihaza çok benzer bir patlayıcının bileşenlerini kimin sağladığını, teröristlerin kimin parasıyla Fransa’ya gelip terör eylemi işlenene kadar yiyip içtiklerini bilmiyorlardi. Bu tür detaylar hakkında ciddi bir şekilde düşünmeye başladığınızda, Paris Orly havaalanındaki patlamanın ardında, büyük bir organizasyonel ve lojistik operasyonun yattığını fark etmeye başlıyorsunuz. Ve bu operasyon, mevcut tek iletişim aracının telgraf olduğu, telefon, internet, uydu telefonları, mobil iletişim ve diğer bilişim araçlarının olmadığı bir zamanda yürütüldü.
Ottawa’dan Sydney’e, Los Angeles’tan Moskova ve Tahran’a kadar Ermeni teröristlerin gerçekleştirdiği terörist eylemlerin coğrafyası da aynı derecede etkileyicidir. Aslında tüm bunlara bakarak küresel çapta bir Ermeni terör ağının varlığından bahsedebiliriz. CIA’ya göre yirminci yüzyılın son çeyreğinde Ermeni teröristler dünyanın 24 ülkesinde yaklaşık 330 terör suçu işlediler. Aynı zamanda bu istatistikler, Azerbaycan Devlet Güvenlik Servisi’nin açık bilgilerine göre sayısı 60’ı geçen Sovyet sonrası ülkelerdeki terörist saldırıları içermiyordu. Bu rakamları alt alta koyarsak, dünyanın 26 ülkesinde Ermeni teröristlerin işlediği en az beşyüz suçtan bahsedebiliriz. Ve bu suçlardan en çok etkilenen ülkeler listesinin başında da Türkiye, Rusya ve Azerbaycan gelir. Bu nedenle, Ermeni terörizminin tarihine ilişkin araştırmalarımın bu ülkelerde muazzam talep görmesi çok da şaşırtıcı değil.
F. Ozonur: Ermeni terörizmi üzerine kapsamlı kitaplar ve araştırma yazıları yazan bir Rus alim olarak, yayınlanmış çalışmalarınız nedeniyle Ermenilerden herhangi bir tehdit aldınız mı?
Benim Rusya’daki Ermeni Lobisi ile sorunlarım, 2015’te “20. Yüzyılda Ulusötesi Ermeni Terörizminin Tarihi: Tarihsel ve Kriminolojik Bir Çalışma” monografisini yayınlamamdan çok önce başladı. Daha önce de, başta Ermeni diasporasının medyadaki temsilcilerinden gelen saldırgan tutumlarla karşılaşmıştım. Her şey, 2013 yılında Rus tarihçi Stanislav Tarasov’un – ki Ermeni oligarkların angaje olduğu bir bilim adamıdır – “Karabağ Anlaşmazlığı’nın Mitleri” başlıklı makaleler dizisinin bir eleştirisini yayınladığımda başladı. Bu yazar, tarihsel belgelerin içeriğini, tarihsel bağlamı dışında keyfi bir şekilde yorumlamaktaydı. Bu durum, benim açımdan yazarın temsiliyetçi metodolojiye bağlılığı göz önüne alındığında müsaade edilebilir, hatta mazur görülebilirdi. Fakat kendisi aynı zamanda, akademik tarih biliminin tüm söylenmemiş ve yazılmamış kurallarını, hem de birden fazla defa, ihlal etmişti. Bunu da, metinlerin kendince “uygun olmayan” parçalarını dışarıda bırakıp, “uygun” olan kısımlarını ekleyerek, ve bu şekilde tarihsel belgelerin içeriğini tahrif ederek yapmaktaydı.
Güney Kafkasya tarihi ile ilgili bu belgelerin külliyatı sınırlıdır. Bu belgeler, Rusya Federasyonu Devlet Arşivleri’nde ücretsiz olarak mevcuttur ve bu nedenle araştırmacılar tarafından iyi bilinmektedir. Alıntıların gerçekliğini kontrol etmek ve ardından Tarasov’u entelektüel bir sahtekarlığın kanıtlarıyla yakalamak benim için zor olmadı. Ancak aynı zamanda, sadece Stanislav Tarasov değil, Ermenistan Ulusal Bilimler Akademisi’nin akademisyenleri de dahil olmak üzere diğer birçok Ermeni yanlısı araştırmacı da – başka bir dünyaya göçtükleri için isimlerini burada vermeyeceğim- sistematik olarak bu günahı işliyorlardı. Karşılaştırmalı metin araştırmalarımın sonuçlarına dayanarak, Karabağ’ın Ermenistan’a ait olduğuna dair Ermeni tezinin yapaylığını ve yanlışlığını kanıtlayan, çok sayıda somut örnek kullanarak “Karabağ Anlaşmazlığının Mitleri” Hakkındaki Gerçekler” adlı bir monografi yazdım ve yayınladım. Ve bu kitabın sunumundan hemen sonra, Rusça yayın yapan Ermeni basınında ciddi tacizlere uğradım ve Rus medyasına erişimim engellenmeye çalışıldı. Rus basınının önemli bir kısmının -ki Kremlin’in izni olmadan değil- artık Ermeni diasporasının temsilcileri tarafından kontrol edildiğini düşünürsek, şahsen bu benim için artık “kara listede” olduğum ve ulusal ölçekte Rus arşiv kaynaklarına erişimin bana sonsuza kadar kapandığı anlamına geliyordu.
Ermeni Diasporası’nın hoşlanmadıkları Rus araştırmacılara karşı nasıl davrandığına gelince, bunu bir örnekle ifade edebilirim: Üniversitede okuduğumdan beri, Geç Orta Çağ’da Doğu Avrupa ülkelerinin askeri tarihini inceledim ve incelemeye de devam ediyorum. 2013 yılında, 16. yüzyılın ortalarında Moskova Krallığı, Polonya, Litvanya, Kırım Hanlığı ve Osmanlı İmparatorluğu arasındaki ilişkilerin tarihi üzerine bir monografi yayınladım. Ve 2016’da, Rusya Bilimler Akademisi Rusya Tarihi Enstitüsü tarafından bu konuyla ilgili düzenlenen, bir bilimsel konferansa katılmak için başvurdum. Üstelik, öğrencilik günlerimden bir arkadaşım beni bu bilimsel foruma davet etti -hala çalışmak ve bu akademik kurumda çalışmak zorunda olduğu için adını ve soyadını açıklamayacağım- ve ben de davetini büyük bir memnuniyetle kabul ettim. Görünüşte konferansın konusunun Güney Kafkasya bölgesi ile hiçbir ilgisi yoktu; ancak birkaç gün sonra arkadaşım beni aradı ve Alexander Chubaryan adlı etnik bir Ermeni olan Rus Bilimler Akademisi Rus Tarihi Enstitüsü Müdürü tarafından ismimin katılımcılar listesinden şahsen silindiğini söyledi. Kendisi, bu işlemi gerçekleştirirken şu cümleyi sarfetmiş: “Bu kişinin adı Rus tarih biliminde olmamalıdır.” Bugün bu kişi, Rusya Bilimler Akademisi bünyesindeki Rus Tarihi Enstitüsü Bilim Direktörü, Rusya Devlet Beşeri Bilimler Üniversitesi Başkanı, Rus Tarihçiler Ulusal Komitesi Başkanı, Rus Tarih Kurumu Eş Başkanıdır. Ve bu nedenle de kendisi, birisi için akademik kariyere giden yolu açabilecek ve bir başkası için de kapatabilecek güce sahiptir… Bana kapattı, bu yüzden şimdi Rusya dışında bilimsel bir kariyer yapmam, Almanya’da veya İsveç, Türkiye, Çek Cumhuriyeti, Azerbaycan ve Özbekistan gibi ülkelerde monografi ve bilimsel makaleler yayınlamam gerekiyor.
“20. Yüzyılda Ulusötesi Ermeni Terörizminin Tarihi” adlı monografim de benzer bir kadere maruz kaldı. Başlangıçta Rusya’da yayınlanmak üzere Rusça olarak yazmıştım, ancak ilk olarak Nisan 2015’te Bakü’de Rusça, bir yıl sonra Haziran 2016’da Berlin’de İngilizce olarak ve ancak Temmuz 2016’da Moskova’da yayınlandı. Çoğu zaman, bilimsel yayınlarımın Rus okuyuculara Avrupa üzerinden ulaşması gerekiyor ve bunun sorumlusu da Rusya’nın hükümeti veya istihbarat servisi değil, Ermeni Lobisidir.
Rusya’daki Ermeni terörizminin tarihine ilişkin monografimin yayımlanma öyküsüne gelince, bu da ayrı bir hikayeyi hak ediyor. Ocak 2015’te kitabı yayınevine yolladım ama kitabımın matbaaya tesliminden bir gün önce polis, özel kuvvetlerin de desteğiyle yayınevi müdürünün evini bastı ve matbuat düzenini ele geçirdi. Rusya’da, özellikle illerde, her yayınevinde yetkililere “sakıncalı” olan kitapları bildiren gizli servis muhbirleri vardır. Benimki de onlardan biriydi. Özellikle, Ermenistan’ın eski Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’ın bu ülkenin Milli Güvenlik Servisi’nin başı olduğu yıllarda, onun emriyle Ermeni özel servislerinin Rusya topraklarında üçü Dağıstan’da, biri Çeçenya’da olmak üzere 4 terör eylemi gerçekleştirdiğini yazdım. Rusya’dan Azerbaycan’a giden trenleri havaya uçurdular. Kremlin terör eylemlerinin emrini verenin Sarkisyan’ın kendisi olduğunu biliyordu, ancak hep piyonlarını hayalarından sıkıca kavramayı tercih ettikleri için, eylemlerinin ahlaki yönünü düşünmeden onu desteklediler. Bu bilginin yayılmasının Rusya’nın siyasi yapısı açısından son derece dezavantajlı olduğu açıktır. Bu nedenle kitabın Rusya’da yayınlanmasının yasaklanmasına ve benim de “aşırılıktan” cezai soruşturma görmeme karar verildi. Tutuklanıp yargılanmayı riske etmemek için, kitabımın metni çeşitli incelemelerden geçerken altı aylığına Azerbaycan’a gitmek zorunda kaldım. Monografim sonradan Azerbaycan ve Almanya’da yayınlanınca ve metni internette mevcut olunca, Rusya’da yayınlanmasını yasaklamak artık mantıksız hale gelmişti.
Rusya’daki Ermeni terörizminin tarihi üzerine monografimin yayınlanması, Ermeni kökenli Rus basınında gerçek bir histeriye neden oldu. Web siteme, e-posta ve Facebook hesabıma binlerce küfür ve tehdit gönderildi. Ama bu konuda sonuna kadar gitmeye karar verdiğim için zaten zihinsel olarak tüm bunlara hazırlıklıydım. 2018 ve 2019’da, Ermeni uyruklu iki Moskova avukatı Ruben Kirakosyan ve Robert Nersesyan, Erivan’dan gelen bir siyasi emri yerine getirdiler ve yine etnik nefreti ve aşırılığı kışkırtmaktan bana karşı ceza davası açmaya karar verdiler. Rusya Soruşturma Komitesi sistemindeki duruşma öncesi işlemler yaklaşık bir yıl sürdü ve hiçbir şey olmadan sona erdi. Bu kurumun yapılarıyla istenen sonuca ulaşmanın imkansızlığını gören Ermeni Diasporası temsilcileri, bunu İçişleri Bakanlığı aracılığıyla gerçekleştirmeye karar verdiler: 2019 baharında yerlisi olduğum Rusya Tula Bölgesi Ermeni Cemaati’nin liderlerinden Manuk Avetisyan, polisin beni kovuşturmasını talep etti. Ancak bu durumda da Ermeni lobisi başarısız oldu.
Son 7 yılda Rusya’daki Ermeni diasporası, benim hakkımda 6 kez ceza davası, 8 kez de idari dava açmaya çalıştı. Bazen bu saçmalık gülünç seviyelere bile geliyor: Örneğin, geçen yıl Kırım Ermeni Toplumu, II. Dünya Savaşı sırasında Sovyet Devlet Güvenlik Teşkilatları’nın daha önce yayınlanmış belgelerine dayanarak, Kızıl Ordu’nun Tuapse yakınlarındaki çatışmalarında mevzilerini terk edip kaçan Ermeni savaş kaçakları hakkında bir makale yazdığım için ceza almamı talep etti. Kırım Ermenileri, bunun hiç yaşanmadığını, her şeyi benden daha iyi bildiklerini, tarihsel vesikalara rağmen Ermeni halkına iftira attığımı iddia ettiler. Her ne kadar Tuapse Kırım’da değil, Kuzey Kafkasya’da bir şehir olsa da…
Son yıllarda Ermenilerin bana karşı böylesine cahilce, bir çok saldırısıyla sürekli yüzleşmek zorunda kaldım. Ancak dürüst olmak gerekirse, Ermenistan’ın 2020 sonbaharında Azerbaycan’la olan savaşta yenilmesinden sonra bana yönelik saldırılar resmi düzeyde de, internette de durdu. Görünüşe göre en azından şimdilik Ermeniler bana açıktan karşı değiller …