Seçkin TOPRAK[i]
ÖZET
Milliyetçilik kavramı özellikle 18. Yy Avrupası’ndan sonra tartışılmaya başlanmış ve yüzyıllar geçmesine rağmen halen günümüzde tartışılmaya devam etmektedir. Tartışmanın ana nedeni milliyetçilik kavramının basit bir düşünce mi yoksa devletlerin gelecekleri için gerekli bir doktrin mi olduğunun tam olarak belirlenememesidir. Ayrıca milliyetçilik kavramının eski uygarlıklardan itibaren mi var olduğu yoksa Fransız İhtilalinden sonra ortaya çıkan yeni bir kavram mı olduğu da tartışılmaktadır. Milliyetçilik kavramını anlamaya çalışmadan önce bu kavramın ana unsuru olan millet kavramının ne olduğunu tam olarak anlamak gerekmektedir. Millet kavramını açıklamada, klasik millet ve modern millet anlayışı olarak iki farklı görüş bulunmaktadır. Klasik millet, eski uygarlıkların veya toplulukların dil, din, etnik kimlik gibi objektif unsurlarla birbirlerine bağlanmaları sonucu ortaya çıkan millet anlayışı, modern millet ise özellikle Fransız İhtilalinden sonra ortaya çıkan, toplulukların sübjektif bağlarla birbirine bağlandığı ve vatandaşlık kavramıyla birlikte oluşan millet anlayışıdır.
GİRİŞ
Fransız İhtilalinden sonra yaygınlaşan, feodalizmin yıkılmasına, imparatorlukların parçalanmasına neden olan milliyetçilik kavramının ne olduğu, hangi unsurları içerdiği ve bir düşünce mi yoksa önemli bir doktrin mi olduğu tam olarak açıklanamamıştır. Birbirinden ayrı düşüncede olan fikir adamlarına göre farklılık göstermektedir. Milliyetçilik kavramının doğru olarak bilinmesi özellikle ulus devlet modeli olan ülkeler için oldukça önemlidir. Çünkü günümüzde devletleri ortadan kaldırmak, eski çağlardaki gibi toplu savaşlarla değil, devleti oluşturan halkın, kendi devletiyle olan bağlarını çözerek yapılmaktadır. Nitekim, küreselleşme adı altında, devlet ekonomileri büyük şirketlere bağımlı hale getirilmekte, toplumların kültürleri değiştirilerek, milletlerin hiç alışık olmadığı yaşam tarzları ve gelenekler empoze edilmektedir. Bunun temel amacı devletleri zayıflatmak, bireylerin yaşam biçimini değiştirmek, aile bağlarını koparmak ve güçsüz kalan devlete karşı gelmeye başlayan, geleneğinden, kültüründen, millet ve vatan sevgisinden uzaklaşmış bir toplum yaratmaktır. Ve en nihayetinde vatan ve millet sevgisinden uzak, ulus birliği kaybolmuş milleti bölerek, vatan topraklarından faydalanmaktır. İşte bu yüzden toplumu bir arada tutacak ve bireylerin kendini ait hissettiği ulusla, özgür bir biçimde yaşamalarını sağlayacak olan millet, milliyetçilik ve vatanseverlik kavramlarının içi boş değil, gerçek anlamda ne olduğunun çok iyi bilinmesi gerekmektedir.
Fakat kendini milliyetçi tanımlayanların dahi bu kavramdan farklı şeyler anladığı bir gerçektir ve kavramları net olarak tanımlamak kolay değildir. Kimilerine göre milliyetçilik, milletin menfaatine olacak her duruma göre düşünme ve eylem yapma ideolojisiyken, kimilerine göre, vatanseverlikle ilişkili olarak vatan topraklarına ve o topraklar üzerinde yaşanmış olan tarihe körü körüne bağlanma olarak algılanmaktadır. Diğer yandan, milliyetçiliğin antik çağlardan bu zamana var olan bir düşünce mi, yoksa yeni bir görüş mü olduğu tartışmalıdır. Ayrıca milliyetçiliğin temel dayanakları konusunda da uzlaşma yoktur. Kimileri, milliyetçiliği dine dayandırır, kimi, etnik kimliğe, kimileri de kültüre dayandırır. Dolayısıyla milliyetçilik kavramıyla ilgili ortak bir görüşten çok bir uzlaşmazlık vardır[1].
Milliyetçilik kavramından anlaşılan ne olursa olsun bu kavram millete dayanmaktadır. Öyleyse millet kavramının milliyetçilik kavramından önce tam olarak anlaşılması gerekmektedir. Bunun içinde antik çağ toplumlarının ve günümüz toplumlarının nasıl, neden ve ne şekilde millet olduklarının incelenmesi gerekir.
Günümüz toplumlarının milletlere dönüşmesinin nedenin temelinde Fransız İhtilalinin ortaya çıkarmış olduğu düşünce ve fikirler olduğunu az çok biliyoruz. Fakat antik çağ toplumları kendilerini millet olarak tanımlıyorlar mıydı, bilmiyoruz. Fakat bildiğimiz şey, bu toplulukların da kendi siyasi rejimleri, yani devletlerinin olduğu ve yaşadıkları topraklara olan bağlılıklarıdır. Vatan toprağına bağlı bu bireylerde de ciddi bir vatanseverlik duygusu olduğu aşikârdır. Yapılan savaşların hemen hepsi vatan toprağını korumak veya vatan toprağını genişletmek için yapılmıştır. Vatanlarına bu denli bağlı antik çağ insanın, günümüz insanlarından çok daha fazla vatansever olduklarını söylemek mümkündür. Belki o dönemler de tam olarak ifade edilemeyen milliyetçilik kavramı kendini vatanseverlik kavramıyla göstermiştir. Eski çağların aksine günümüzde vatanseverlik kavramıyla milliyetçilik kavramı iç içe geçmiş olsa da birbirinden anlamca farklıdır.
Millet, milliyetçilik, vatanseverlik gibi kavramlar zamana ve toplumların anlayışına göre değişmekle birlikte, bu kavramların tümü ırk ve ırkçılıktan farklıdır. Her ne kadar tarih içinde ırk kelimesi millet ve soy anlamında kullanılsa da günümüzde yeni bir yorum ve anlam kazanmıştır[2]. Şu an ırkçı düşünceye sahip olanlar kendi ırklarını üstün görüp, farklı ırklara mensup olanları aşağılayan kişilerdir. Irkçılığın özünde insanların renk ve fiziki şekillerine dayalı bir küçümseme vardır. Toplum olarak da doğuştan gelen kalıtsal ve değişmeyen özelliklerini başka ırktan olan toplumlardan üstün görme biçiminde ortaya çıkar. Dolayısıyla ırkçılık, milliyetçilik ve vatanseverlik gibi kavramlarla çok farklı anlamdadır.
Tüm bu kavramların temelini, millet kavramının oluşturduğunu biliyoruz. Öyleyse millet kavramını detaylı olarak açıklamak, diğer kavramların anlaşılmasını kolaylaştıracaktır.
MİLLET NEDİR?
Türk Dil Kurumuna göre millet ; ‘çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insan topluluğu, ulus’ anlamına gelmektedir. Bu tanımda bahsi geçen tüm unsurlar milleti oluşturmak için gereklidir. İnsan topluluğunun millet olabilmesi için, tanımda da belirtildiği gibi bir takım bağların bir arada olması gerekir. İngiliz sosyolog Anthony Smith ve onu destekleyen düşünürler, milletin oluşması için gerekli bu bağların objektif unsurlar içermesi gerektiğini, Fransız filozof ve tarihçi Ernest Renan gibi düşünürler de, bir millet için gerekli olan bağların kesinlikle sübjektif bağlar olması gerektiğini savunmaktadır. Bu iki farklı millet anlayışı aynı zamanda klasik millet ve modern millet tanımlarıyla örtüşmektedir. Yani Fransız İhtilalinden önceki milletler çoğunlukla ırk, dil ve din gibi objektif unsurlarla birbirine bağlandıklarından, bu tür milletlere klasik millet diyebiliriz. Fransız İhtilalinden sonra ise kültürlerin birbirlerine yakınlaşması ve objektif unsurların etkilerinin azalmasından dolayı, toplulukların birlikte yaşama arzusu ön plana çıkmıştır ve genelde bu milletler sübjektif unsurlarla birbirlerine bağlanmıştır. Bu tür millet anlayışına ise modern millet anlayışı diyebiliriz. Genel bir tanımlamayla antik çağlardan Fransız İhtilaline kadar yaşamış olan topluluklara klasik millet, Fransız İhtilalinden günümüze kadar yaşamış olan topluluklara modern milletler denebilir.
Klasik millet anlayışı, milletlerin ırk, dil ve din bağlarıyla birbirine bağlandığını savunmaktadır. Bu anlayışa göre insan topluluğunu millet haline getiren şey, objektif unsurlardır. Yani bir insan topluluğu aynı kanı taşıyor, aynı dine mensup ve aynı dili konuşuyorsa, bu insan topluluğu bir millettir. Özellikle ırk birliği bu unsurlar içinde en önemlisidir. Anthony Smith’e göre; “Tarihsel bakımından ilk milletler, göreceğimiz gibi, modern öncesi etnik çekirdekler temelinde oluşmuştur ve bu milletler günümüze kadar varlığını korumuştur. Milletlerin olmazsa olmaz şartı, etnik ayırt edicilik vasfıdır ve bu müştereken paylaşılan soy mitleri, ortak tarihi bellek ve eşsiz kültürel yapıcılar bir farklılık duygusu anlamına gelir. Bütün bu unsurlar modern öncesi dönemlerde etnik topluluklara damgalarını vurmuşlardır.[3]“Modern öncesi topluluklar için bu görüş çoğunlukla doğrudur. Ancak etnik temele dayalı olmayan toplumların da varlığı göz ardı edilemez. Gerçekten de, ABD, Arjantin ve Avustralya gibi örneklerde, art arda dalgalar halinde gelen ( esas olarak Avrupalı ) göçmenlerin ve yerli halkın kültürlerinin bir araya gelmesi sonucu; yeni bir kolektif kültürün ve dolayısıyla, yeni bir milletin ortaya çıktığı söylenebilir[4]. Öyleyse, günümüzde milletleri, etnik temellere dayandırmak tam olarak doğru değil ve aynı zamanda tehlikelidir. Her ne kadar millet ile ırk kelimesini eş anlamlı kullananlar olsa da bu büyük bir hatadır. Tarihte de gördüğümüz gibi, ırk birliğini ön plana çıkaran devletler genelde faşist ve emperyalist olmuşlardır. Bunun en güzel örneği Hitler dönemindeki Almanya’dır. Hitler, aynı topraklar üzerinde yaşayan insanları kafatası zihniyetine göre ayırmış ve kendi ırkından olmayan Alman vatandaşlarını katlederek, tarih sayfalarına büyük bir leke olarak adını yazdırmıştır. Kaldı ki Almanya da bile saf ırk yoktur. Almanlar, Germen, Galli ve Slavların karışımıdır. Fransızlar, İtalyanlar, İspanyollar gibi Almanlar da melez bir ırktır. Dolayısıyla ırk birliği millet olmak için, klasik milletler de önemli bir unsur olsa da, günümüzdeki modern milletler de tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Aynı zamanda günümüzde saf ırk olmadığından, ırk birliği tek başına millet olmak için yeterli değildir.
Klasik millet anlayışında dil önemli bir unsurdur. Aralarında aynı dili konuşan topluluklar, bu dil sayesinde millet haline gelmiştir. Tarihi süreç içinde, savaşların etkisiyle doğuya doğru kayan franklar, germenler ve buna benzer halklar, latin kadınlarıyla evlenmişler ve buraların dilini kabul etmişlerdir[5]. Böylelikle zaman içinde aynı dili konuşan halklar, milletler haline dönüşmüşlerdir. Zaten aynı dili konuşamayan insanlar arasında bir birlik kurmak kolay değildir. Birbirleriyle anlaşamayan, fikirlerini paylaşamayan insanların yakınlaşması çok zordur. Bireylerin birbiriyle kaynaşması için sürekli iletişim halinde bulunması gerekir. Böylelikle birbirlerine bağlanırlar, ortak bir payda da buluşurlar ve nihayetinde aynı millete mensup olurlar. Dil birliğine dayalı milletlere en iyi örnek Arnavutluk’tur. Din ve ırk olarak farklı topluluklar içerse de dil birliği sayesinde komşu milletlerden ayrılmıştır. Fransa’ da ise birçok dil kullanan fakat millet olmuş bir topluluk vardır. Bunun tam tersi ise özellikle Güney Amerika ülkeleridir. Çoğu devlet İspanyolca konuşur ama İspanyol milleti değildirler. Demek ki dilde tek başına millet olmak için yeterli bir unsur değildir. Zaten, aralarında farklı diller kullanıp millet olmuş veya aynı dili kullanıp millet olamamış bir sürü devlet vardır. Dolayısıyla dil birliği de, milletin kendi içinde bağ oluşturması için önemlidir, fakat olmazsa olmaz değildir. Bir millette birçok dil konuşulabilir, önemli olan devlet işlerinin yürütülmesi açısından ortak bir dil kullanılması ve milleti oluşturan tüm bireylerin bunu kabul etmesidir. Özellikle günümüzde tartışılan dil unsuru her ne kadar hassas olsa da, nihayetinde objektif bir unsurdur ve ön plana çıkarılmaması gerekmektedir.
Bir diğer önemli unsur da dindir. Anthony Smith’e göre; “Dine özgü dualar, ilahiler, adetler, ritüeller, zaman içinde bir kültür mirası oluşturur ve bu miras topluluğu da milleti oluşturur[6]“. Nitekim tarih içinde Germenler, Franklar, Galler gibi toplumlar, Yunan ve Latin halklarıyla savaşmaları sonucu bu halklarla iletişime geçtiler. Bu savaşlar sonucunda galip ve mağluplar aynı dini, Hristiyanlığı kabul ettiler. Aynı zamanda, özellikle Germenler, her fethettikleri bölgeye kendi kültürlerini götürdüler, oraların kadınlarıyla evlendiler ve ortak dinle birlikte birleşen kültür ve gelenekler, bu insanları aynı milletlere dönüştürdü. Osmanlı İmparatorluğu ise her ne kadar Müslümanlığı yaymak için fetihler yapsa da, fetihlerin sonucunda toplumları değiştirmediler. Her fethettiği topraklarda farklı dinleri özgür bıraktılar ve farklı dil konuşulmasını yasaklamadılar. Aynı zamanda Kuzey Avrupa toplumlarının aksine fethedilen toprakların kadınlarıyla evlenmediler. Herkes kendi kültürünü, dilini ve dinini yaşadı. Dolayısıyla atalarımız fethettiği topraklardaki halkları kendi kültürü içine çekemedi ve bunun sonucu olarak tüm halkları içine alan tek bir millet olamadı. Ve nihayetinde kendini farklı millet olarak gören topluluklar Fransız İhtilalinin doğurduğu ulus devlet kavramının etkisiyle tek tek Osmanlı İmparatorluğundan ayrıldı. Bu ayrılıkçı akımlarda farklı dinlerin etkisi de büyük olmuştur. Günümüzde dahi din unsurunun devletleri ayırdığını görebiliriz. Bunun en güzel örneği, aynı topraklar üzerinde yaşayan, aynı dili konuşan, aynı gelenek ve göreneklere sahip, Boşnak, Hırvat ve Sırp milletleri arasında din farklılığından oluşan millet ayrımıdır. Öyle ki Boşnaklar Müslüman, Hırvatlar Katolik, Sırplar ise Ortodoks tur[7]. Fakat bunun tam tersi olarak aynı dinden olup farklı milletler olan topluluklar da vardır. Türkler ile Araplar İslamiyet in başından beri aynı dinden olsalar da farklı millet olmuşlardır. Öyleyse din de, her ne kadar milletlerin oluşumunda önemli bir unsur olsa da, tek başına yeterli değildir. Klasik milletler de din unsuru çok etkili olduysa da, tüm toplumlar için bu geçerli değildi. O dönemlerde bile dünya üzerinde yüzlerce devlet bulunmasına karşılık sadece birkaç tane din vardı. Yani çoğu millet aynı dinden olmasına rağmen farklı çatı altında birleşmişti. Modern milletler de ise din unsurunun artık çok fazla önemi kalmamıştır. Özellikle laik olan devletler de din, kişilerin bireysel seçimidir ve toplumu pek fazla ilgilendirmemektedir. Zaten içerisinde birçok dine sahip çok sayıda milletin olması da bunu kanıtlamaktadır.
Irk, din, dil gibi objektif faktörlerde ortaklıktan ziyade farklılıklar belirleyicidir. Yani ırk, dil, din birliği, millet birliğine yol açmamışken, bu unsurların farklılıkları millet ayrılığına yol açabilir[8]. Bunun en güzel örneği ülkemizdir. Yaklaşık 400 yıl boyunca aynı ada üzerinde yaşamış, az çok aynı geleneklere sahip Türk ve Rum milletleri aralarında dil, din ve ırk bağları olmadığı için farklı milletler oluşturmuştur. Eğer Osmanlı İmparatorluğu adayı fethettiğinde, ada da yaşayan halkı zorla Müslüman yapsaydı ve farklı dillerin konuşulmasını yasaklasaydı, şu an adada iki farklı milletten bahsetmemiz mümkün değildi. Büyük bir ihtimalle şu an ada halkının tamamı Türk milletinden oluşacaktı. Farklı bir örnek ise, Boşnak, Hırvat ve Sırp milletleridir. Bu milletleri ayıran faktör din unsurudur. Arnavutlar ise dil birliğinden dolayı, din ve ırk ayrılığı olmasına rağmen farklı bir millet oluşturmuştur.
Dolayısıyla klasik millet anlayışı ve bu görüşün savunduğu objektif bağlar, birçok millette farklı sonuçlar doğurmuştur. Fakat genel olarak ırk, din ve dil birliğinden ziyade, bu unsurların ayrılıkları millet olmak için belirleyici olmuştur. Her ne kadar Fransız İhtilalinden önceki klasik milletler de bu bağlar kısmen başarılı olduysa da, günümüz modern milletlerinde objektif unsurlar yetersiz kalmaktadır. Nitekim şu an dünya üzerinde ırk, dil, din gibi unsurları tamamen farklı olmasına rağmen kendini aynı milletten hisseden birçok ülke vardır. Bu ülkelerde, önemli olan faktör objektif unsurlar değil kendini hangi milletten hissettiğidir. Yani his, duygu ve istektir. İşte aralarında önemli farklılıklar olsa dahi birlikte yaşama arzusu içinde olan milletleri bir arada tutan bu faktör sübjektif bağlardır. Modern milletlerde sübjektif bağlar ön plandadır. Bunun nedenini ise modern milletleri inceleyerek daha iyi anlayabiliriz.
Modern anlamda millet fikirleri, Fransız İhtilalinden sonra oluşmuştur. Feodal beyliklerin yıkılmasıyla birlikte, egemenliğini halktan alan Cumhuriyet rejimleri kendini göstermiştir. Dolayısıyla, siyasi yönetim, kral yerine halka geçmiştir ve bu da milletleri ön plana çıkarmıştır. Bununla birlikte, sanayi devriminin getirmiş olduğu yeniliklerden matbaa ve gazetelerin artması, kültür farklılıklarını ortadan kaldırmış ve farklı toplulukların milli bilincini gerçekleştirmiştir[9]. Aynı zamanda sanayileşen Avrupa ‘ da köylerden kentlere ciddi bir göç olmuştur. Köy kültürü ve kent kültürü birleşerek, milli kültür akımı başlamıştır. Tüm bu gelişmeler, birbirinden habersiz, kendi diline, ırkına ve dinine göre yaşayan insanları bilinçsiz de olsa birleştirmiştir. Kültür entegrasyonu sonucu da modern milletler oluşmaya başlamıştır. Ve Fransız İhtilalinden günümüze kadar olan Avrupalı tüm milletler çoğunlukla bu şekilde oluşmuştur. Doğu da ise durum biraz farklı olup, milletler genelde, belli bir toprak parçası üzerinde, etnik bir temele dayalı olup, tarihi süreç içindeki savaşlar sonucu kurulmuştur.
Modern millet anlayışı bu gelişmelerin ışığında kendini göstermiştir. Millet, Fransa’da olduğu gibi hanedan tarafından ya da Hollanda ve İsviçre deki gibi eyaletlerin istekleriyle, veya İtalya ve Almanya’daki gibi feodal kalıntıları yıkan genel bir ruhla oluşmuştur[10]. Bu anlayışa göre, modern milletler, doğuştan kazandıkları kalıtsal özelliklere ve objektif öğelere göre değil sübjektif unsurlara göre kurulmuştur. Ernest Renan’a göre; “ Irk ortaya çıkan ve tekrar kaybolan bir şeydir. Dolayısıyla, modern milletleri ırka dayandırmak mantıklı değildir. Avrupa milletleri kanları karışmış milletlerdir. Almanlar bile tarihini iyi incelediklerinde Slavların farklı, Germenlerin farklı olduklarını göreceklerdir. Irk kemirgenlerde veya kedilerde olduğu gibi her şey değildir[11].” Modern topluluklar da sübjektif değerler, yani hisler ve duygular birliği gerçekleştirmiştir. Millet olmak için maddi unsurlar değil tamamen manevi duygular ön plandadır. Bu manevi duygular, topluluk tarafından ortak bir şekilde süreç içinde sağlanmıştır ve topluluklar, bu duygu doğrultusunda milletlere dönüşmüştür. Yine, Ernest Renan’ a göre, ‘ millet bir ruhtur, manevi bir prensiptir. Bu ruhu, bu manevi prensibi aslında bir olan iki şey temsil eder. Bunlardan biri maziye, diğeri ise bu güne aittir. Biri, zengin bir hatıralar mirası, diğeri ise birlikte yaşama arzusunda mutabakat ve bir bütün halinde devralınan mirası yüceltme iradesidir.[12]’ O’na göre millet her gün tekrarlanan bir plebisittir. Her gün birlikte yaşamayı sürdürme konusunda oylamaya tabi tutulmaktadır. Çoğu filozof, tarihçi, sosyolog ve devlet adamı tarafından kabul edilen Ernest Renan’ın millet tanımı şu şekildedir ; ‘İnsan ne ırkının, ne dilinin, ne dininin, ne nehir mecralarının, ne de sıradağların istikametinin eseridir. Sağlıklı bir ruha ve ateşli bir yüreğe sahip insanlardan müteşekkil büyük bir topluluk, millet denen bir manevi şuur yaratır.[13]’
Milletin bu tanımın da, söylenmek istenen şey, topluluğun millet olması için olmazsa olmazı, ortak bir ruh ve birlikte yaşama arzusudur. Tabi ki bu, söylendiği kadar basit değildir. Bu ruhun oluşması için ortak bir geçmiş yaşanması, o geçmiş içinde birlikte acı çekilmiş olması, fedakârlık yapılması, şan, şeref ve kahramanlık öyküleri oluşması gerekir. İşte bütün bunlar, ırk, dil ve din farklılıkları kastedilmeden anlaşılan şeylerdir.[14] Nitekim ortak geçmişte, topluluk olarak beraber acı çekmiş olmak, böylesine toplulukları millet haline getirir. Bunun en güzel örneği bizim milletimizdir. Yüce Önder Mustafa Kemal Atatürk liderliğinde, büyük fedakârlıklarla, kahramanlıklarla, vatanı uğruna canını hiçe sayan şehitlerimizin kanlarıyla, şanlı bir tarihle, Türk milleti haline geldik. Her ne kadar Türkler ırk olarak çok eskiye dayanmaktaysa da Osmanlı İmparatorluğunun sonuna doğru, ırk, dil, din ayrımı olmaksızın hep birlikte savaşan atalarımız, ortak bir kader birliği sayesinde yeni Türkiye Cumhuriyetini kurdular ve yeni bir Türk bir millet oluştu. Öyleyse Türkiye halkını, Türk milleti haline getiren şey, ortak bir hatıra geçmişi, savaştan sonra birlikte yaşama arzusu ve kurulan Türkiye Cumhuriyetini yüceltme iradesidir. İşte bunların hepsi ırk, dil ve din gibi maddi faktörlerin ötesinde bir şeydir. Bir inançtır, ruhtur, arzudur. Bu manevi değerlerin hepsi sübjektif bağlardır ve milletlerin oluşması için objektif unsurların çok çok ötesinde bir kavramdır. Ortak geçmişi olmayan, birlikte acı çekmemiş, fedakârlık yapmamış topluluklar, aynı topraklar üzerinde yaşasa da, aynı dili konuşup aynı dinden olsa da millet olamazlar. Günümüz de batılı devletler tarafından ortaya çıkarılan sözde Kürt meselesi, buna güzel bir örnektir. Türkiye Cumhuriyetinin kurucu halklarından olan Kürt vatandaşlarımız, Türk milletinin birer üyesidir. Çünkü Kürt vatandaşlarımızın tarihi, ortak geçmişi ve acıları Türkiye halkıyla beraberdir. Kürtlük sadece bir ırktır. Ve modern milletlerde ırkın bir önemi yoktur. Zaten Mustafa Kemal Atatürk, ‘ Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye Halkına Türk milleti denir’ demiş ve Türk milletini ırkçılık kavramından çok çok uzakta tutmuştur. Nihayetinde tarihi süreç içerisinde ayrı bir şekilde ortak acı çekmemiş, fedakârlık yapmamış, kahramanlık hikâyeleri oluşmamış Kürt vatandaşlarımızın, ayrı bir millet olduğunu söylemek akıl dışıdır.
Kısaca tekrarlamak gerekirse, klasik millet anlayışına göre, Fransız İhtilalinden önce var olan topluluklar, belli bir ırka, dile veya dine sahip insanların oluşturduğu milletlerdir. Modern millet anlayışına göre ise, Fransız İhtilalinden sonra oluşan günümüz milletleri, ortak bir maziye sahip olduklarını bilen ve gelecekte birlikte yaşama arzusuna sahip topluluklardır. Aslında iki anlayışı da destekleyenler, kendilerine göre doğru millet tanımını yapabilir. Ama şu bir gerçektir ki, milletin tanımını yaparken, objektif unsurlar tek başına yeterli olmamaktadır. Sübjektif unsurlar milletlerin oluşumunda tamamlayıcı ve hatta artık günümüz milletlerin de bizzat belirleyicidir. Çünkü klasik milletlerde, farklı ırk, dil ve dinlerden olan kişilerin evlenmeleri hoş karşılanmadığından, toplumlar birbirlerine karışmamıştır. Dolayısıyla bu faktörler milletin oluşmasında belirleyiciydi. Fakat günümüz modern milletlerinde objektif unsurlardan kaynaklı hoşnutsuzluklar olmamaktadır. Gün geçtikçe kültürler iç içe geçmeye başlamış ve topluluklar birbirine kaynaşmıştır. Bunun sonucu olarak artık objektif unsurları ön planda tutarak millet tanımı yapmak yanlıştır. Zaten Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’te sübjektif millet anlayışını benimsemiştir. Atatürk millet kavramını şöyle tanımlamıştır; ’Zengin bir hatıra mirasına sahip bulunan, beraber yaşamak hususunda müşterek arzu ve muvafakatte samimi olan ve sahip olunan mirasın muhafazasına beraber devam hususunda iradeleri müşterek olan insanların birleşmesinden meydana gelen cemiyete millet namı verilir[15]’ Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi Atatürk, sübjektif millet anlayışıyla yeni bir millet tanımı yapan Ernest Renan’ın düşüncesiyle aynı düşüncelere sahiptir. Öyleyse en doğru millet tanımını kısaca şu şekilde yapabiliriz; “etnik temelden ziyade vatandaşlık bağına dayalı, ortak bir geçmişi olan ve aynı topraklar üzerinde birlikte yaşama arzusu içinde olan topluluklara millet denir.” Bu tanımdan sonra kısaca milletin devletle olan ilişkisi anlamına gelen milliyetçiliği açıklayabiliriz.
MİLLİYETÇİLİK NEDİR?
Milliyetçilik, bireyin milletine olan bağlılığını belirten bir inanış, öğreti veya politik bir ideolojidir ve aynı zamanda devletinin aldığı kararları ve faaliyetleri kişisel davranışlarıyla milli kimlik altında desteklemektir.[16] Devlet ile ona bağlı ve kurucu unsuru olan insan arasındaki ideoloji ve bağdır.[17] Milliyetçilik kavramının nasıl ortaya çıktığı ile ilgili iki temel görüş vardır. Birincisi eski toplumlarda yaşayan insanların, yaşamlarını güvenli bir şekilde devam ettirmesi için gerekli olan bir gruba ait olma psikolojisiyle açıklanabilen klasik milliyetçilik anlayışı, ikincisi ise modern toplumların, siyasi faaliyetlerini yürütmek için kurdukları devletlerinin, varlığını devam ettirmesi için gerekli olan modern milliyetçilik anlayışıdır[18]. Amerikan filozof ve tarihçi Hans Kohn ise ayrımı, batılı-isteğe bağlı milliyetçilik ve doğulu-organik milliyetçilik olarak yapmaktadır[19]. Aynı zamanda bu ayrımı ilkçi-etnik kimliğe dayalı görüş ve yeni-vatandaşlık bağına dayalı görüş olarak da belirtebiliriz. Bu görüşlerin hepsi değişik isimler alsa da, nihayetinde iki farklı görüş bulunmaktadır.
Klasik milliyetçilik anlayışı, milletlerin ilk çağlardan beri ortada olduğunu ve dolayısıyla milliyetçiliğin bu toplumlardan itibaren var olduğu görüşünü savunur. Etnik veya diğer grupları oluşturan insan varlıkları, evrimsel gelişmenin sonucu olarak milletleri oluşturur. Nitekim insan topluluklarının gelişimi, bireylerinin gelişimine bağlıdır. Önemli olan konu, toplumu oluşturan bireylerin zamanla değişmemesi ve toplumu da değiştirmemesidir. Zaten bu değişim oldukça zordur çünkü eskiden kalma toplum alışkanlıkları kolay kolay vazgeçilemez. Bunda çocukluktan itibaren aileden öğrenmenin ve çevrenin büyük bir etkisi vardır. Dolayısıyla atalardan kalma çevrelerin oluşturduğu psikolojik baskı, bireylerin gruba bağlılığını artırır[20]. En nihayetinde birbirine bağlı insanların bulunduğu gruplar büyüyerek topluluk olur ve grup içindeki bağlılık buna paralel olarak gelişerek, sadık bir sevgi oluşur. Sonuç olarak aileden öğrenilen ve atalardan kalma bağlılık düşüncesi milliyetçiliğe dönüşür. Belçikalı sosyolog Van Den Berghe, bu görüşe ek olarak, milli kimliğin önemli bir elemanı olan etnik grubu oluşturan üyelerinin arasındaki aileden gelen etnik kimliğe ve akrabalık ilişkilerine önem verir[21].
Klasik milliyetçilik anlayışında, objektif unsurlar, etnik kimlik, akrabalık ilişkileri gibi faktörler çok önemlidir. Eski toplumlardaki bireyler, kendilerini bu unsurlara bağlı olarak görürler. Bununla birlikte grup ilişkileri, din ve bir lidere bağlı olmak da önemlidir. C. Northcote Parkinson’ a göre ; “Ortaçağda, monarşik düzen ile belirtilen milliyetçilik, homojen toplumlarda düzeni sağlayıcı ve birleştirici bir duygu olarak işlev görmüştür. Bağlılık, aidiyet anlamlarına gelen asabiye, aslında soya, kavme, millete bağlılık olmasına rağmen, krallıklarda ortaya çıkan milliyetçilik duygusundaki bağlılık, krala bağlılık olarak tezahür etmiş ve kral milliyetçiliğin hem temsil yeri hem de milliyetçi örnek olarak kendini göstermiştir. Nitekim, Fransa’da XIV. Louis, tam bir milliyetçi hükümdar örneği olmuş, Kraliyet savaşları da, savaşların millileştirilmesiyle doğmuş, kral adına savaşmakla milliyetçi olmak aynı anlama gelmiştir. Hatta XIV. Louis’yi güçlü kılan da bu milliyetçiliktir”.[22] Dolayısıyla geçmiş toplumlarda milliyetçilik muhtemelen milletten çok, dine, devlete veya lidere olan bağlılığı temsil etmekteydi. Nitekim tarihi incelediğimizde çoğu toplumun, din veya liderleri için savaştığını görürüz. İslami yaymak isteyen Müslüman devletler, Haçlı seferlerine katılan milletler, Katolik ve Ortodokslar arasındaki savaşların hepsi bu düşünceye kanıt olarak gösterilebilir. Bu toplumların hepsi dini ve liderlerini kendi milletinden mühim görmekteydi. Dolayısıyla milleti ön planda tutmadıklarından ötürü, dine, devlete veya lidere bağlılıklarına söylev olarak da milliyetçilik demek pek doğru olmaz. Öyleyse klasik milliyetçilik anlayışına, vatanseverlik dememiz yanlış olmaz. Hobsbawn; “19. Yy sonuna doğru beliren milliyetçilik tipinin; devlet yurtseverliğiyle, hiçbir benzerliği yoktu[23]“ derken de milliyetçilik akımının yeni bir kavram olup, eski çağlarda bu akıma devlet yurtseverliği dendiğine işaret etmektedir. Günümüzde her ne kadar vatanseverlik ve milliyetçilik kavramları farklı olsa da, eski toplumlarda milliyetçilik kavramı aslında vatanseverlikti. Ama yine de etnik kimliğin ve milletlerin tarihsel oluşumundaki bağların, modern milliyetçiliğe etkilerini göz ardı edemeyiz.
İlk çağ toplumları, genel olarak aile bağlarına ve bireylere dağıtılan rollere göre varlığını sürdürmekteydi. Sanayi gelişmemiş olduğundan, her birey başta tarım ve hayvancılık olmak üzere kendi işiyle meşguldü ve sosyal ilişkiler yaygın değildi. Her bölge kendi kültürünü yaşamaktaydı, dolayısıyla kültür etkileşimi kısıtlıydı. Fakat 18. Yy dan itibaren özellikle sanayi devriminin getirdiği yenilikler, toplulukları etkileşim içine soktu. Küçük kasabalarda yaşayan insanlar kentlere göç etti. Matbaa ve gazetenin yaygınlaşmasıyla birlikte insanlar, yeni ilgi alanları ve yeni kültürler öğrendi. Sanayi ekonomisinin giderek büyümesi ve ticaretin artması, toplulukların birbirleriyle anlaşabileceği ortak dili zorunlu kıldı. Böylelikle bölünmüş topluluklar yavaş yavaş kaynaştı ve günümüzün milletleri oluşmaya başladı. Bundan dolayıdır ki modern milliyetçilik anlayışını savunan düşünürler, milliyetçilik akımının Fransız İhtilalinden sonra başladığını ve tamamıyla yeni bir görüş olduğunu savunmaktadır.
Max Weber’e göre; ‘ İnsanlık, geriye dönüşü mümkün olmayan şekilde sanayi toplumuna ve böylelikle de üretim sistemi, bilimsel ve teknolojik üretime dayalı bir toplum türüne evrilmiştir. Milliyetçilik, gerçekten sanayi toplumunun örgütlenmesinin yol açtığı bir gelişme olmakla birlikte, reformasyon ve endüstrileşme otoritesinin hükmüne girmiş, halklara türdeşliği zorla benimsetmiştir[24].’ 18. Yy a kadar Krala ve Krallığa bağlılık ifade eden milliyetçilik, 18.yy sonlarına doğru, birlikte yaşama arzusu içinde bulunan milletlerin, kendi kurdukları ulus devlete olan bağlılığına dönüşmüştür. Temel varsayım, milliyetçilik akımının sanayi devriminin getirdiği toplumsal bir sonuç olduğudur. Her ne kadar milliyetçiliğin arka planı bu olsa da, her ulusta milliyetçiliğin ortaya çıkışı ve kendini meşrulaştırma biçimi birbirinden farklıdır. Örneğin, Almanlar kültür ve ırkı, İngilizler maddi ve teknolojik refahı, Fransızlar dil ve kültürü milliyetçiliklerinin çıkış noktası olarak alırlar.[25] Milliyetçilik kavramı farklı milletlerde farklı temele dayansa da, ana unsuru eşitlik, özgürlük ve demokrasi olmalıdır. Çünkü ancak bu anlayışta olan toplumlar modern millet olabilirler ve milliyetçi düşünceye sahip bulunabilirler. Nitekim Fransız İhtilalinden sonra doğan bu fikirler de nihayetinde milliyetçilik akımını doğurmuştur.
Milliyetçilik akımı, bir taraftan aynı ulustan olan toplulukları birbirine bağlayarak milli devletlerin oluşumunu hızlandırırken, diğer taraftan farklı milletlere sahip İmparatorlukları parçalamıştır. Milliyetçilik akımı, Ruslara karşı ayaklanan Polonyalıları, Osmanlı İmparatorluğunda bulunan başta Yunanistan olmak üzere farklı milletleri, Avusturya İmparatorluğuna karşı ayaklanan Macar halkını ve yakın tarihte, Sovyetler birliği içindeki milletlerin ayrılmasının baş etkeni olmuştur. Tüm bu milletlerin, İmparatorluklardan ayrılarak kendi devletini kurmak istemelerinin nedeni, ulus millet anlayışının ortaya çıkması ve ulus milleti ulus devlete dönüştürecek olan ideolojinin yani milliyetçiliğin hızla yayılmasıydı. Aynı zamanda, bireylerin kendini ait hissettiği ulusa özel bir devlet kurma düşüncesi de etkili olmuştur.
Milliyetçilik ideolojisinde devletler, milli devlet olarak karşımıza çıkar. İlk olarak, Avrupa’da Fransa, İtalya, Almanya ve diğer orta ve doğu Avrupa Ülkeleri, daha sonra da Asya ve Afrika da milli devletler ortaya çıkmaya başlamıştır. Türkiye de ise milli devlet, Kurtuluş Savaşı sonunda yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti ile oluşmuştur. Genelde homojen bir yapıda olan Ulus devletleri ırkçılıkla karıştırmamak gerekir. Ulus devleti kuran millette, modern millet anlayışında olduğu gibi sübjektif bağlar ön planda olması uygundur. Aksi takdirde ulus devletler ve onun milliyetçi ideolojisi yayılmacı bir hal alır. Nitekim Almanya örneğinde bu böyle olmuştur. Etnik milliyetçilik dediğimiz bu anlayış modern milletlerde kabul edilemez. Doğuşuyla birlikte, ulusları kendi içinde yakınlaştıran, kendi geleceğini kendi belirleme hakkıyla kendi uluslarına özgü devletleri kurduran ve imparatorlukların yıkılmasına neden olan modern milliyetçilik anlayışı, Hitler döneminin Almanya sıyla birlikte çöküşe geçmiştir. Etnik milliyetçiliği ön plana çıkaran Hitler, milliyetçiliğin özü olan özgürlük, eşitlik, demokrasi gibi kavramları görmezden gelmiş ve faşizmi ön plana çıkarmıştır. Milliyetçiliği ırkçılıkla birleştirerek yayılmacı bir politika izlemiştir. Hitler Almanya sının çökmesiyle birlikte de, milliyetçilik kavramı tartışılmaya başlanmıştır. O dönemden sonra da ırkçılık gibi algılanan milliyetçilik akımı içerik değiştirerek yurttaşlık temeline dayalı hale gelmiştir.
Genel olarak Avrupa devletleri İkinci Dünya Savaşından sonra milliyetçilik kavramını vatandaşlık bağına dayatmıştır. Türk milleti de buna paralel çizgideki Atatürk milliyetçiliğini benimsemiş ve halen sıkı sıkı Atatürk milliyetçiliğine bağlıdır. Yüce Önder Mustafa Kemal Atatürk, yıkılmış bir imparatorluğun küllerinden yeni bir devlet inşa etmiş ve bu devleti kuran millete de Türk Milleti adını vermiştir. ‘ Ne Mutlu Türküm Diyene’ derken de Türk kelimesini ırka, mezhebe veya herhangi bir soya dayandırmamış, Türkiye Cumhuriyeti topraklarında yaşayıp kendini aynı milletten hisseden herkese Türk sıfatını kazandırmıştır. Atatürk’ün temel amacı yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinin, Türk milliyetçiliği ideolojisi ile sağlam bir şekilde güçlenmesini ve Türk milletinin bağımsız, özgür ve hür iradeyle Türk toprakları üstünde dilediği şekilde yaşamasını sağlamaktı. Atatürk milliyetçiliği de bu amaç üzerine kurulmuş ve din, ırk, mezhep ayrımı yapmaksızın ortak yurttaşlık temelindedir. Sübjektif unsurlara bağlıdır ve onun için ortak geçmiş, birlikte yaşama isteği, ortak kültür ve ahlak kavramları önemlidir. Atatürk’ün önderliğinde hazırlanan ve liselerde okutulan dört ciltlik Türk Tarihinin Ana Hatlarındaki ulus tarifinde ırkçılık dışlanır ve ulusların ırkların bir karışımı olduğu, önemli olanın akıl ve ülkü birliğinin olduğu vurgulanır. Irklar arasında bugün görülen farkların tarih açısından önemi pek azdır. Kafatası biçimi ırkların sınıflandırılmasında kullanılırsa da toplumsal hiçbir anlamı yoktur. Atatürk’e göre Türkler bir ırk ve etnik grup olmaktan ziyade siyasi ve içtimai bir camiadır[26]. Atatürk’ ün milliyetçilik anlayışının ırk kavramından öte olduğu Türk Anayasası’nda da yerini almıştır. 1924 Anayasası’nda, Türk milleti tanımı şu şekildedir: ‘Türkiye ahalisine, din ve ırk farkı gözetilmeksizin vatandaşlık itibariyle Türk denir’. Yine Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerinde, benzeri konularda verilmiş her kararda Atatürk milliyetçiliğinin, ayrımı ret eden, birleştirici ve bütünleştirici bir anlayış olduğunu görebiliriz. Örnek olarak, Anayasa Mahkemesi, Sosyalist Partinin kapatılmasına ilişkin olarak verdiği 10 Temmuz 1992 tarih ve E.1991/2 (Parti Kapatma), K.1992/1 sayılı kararında Atatürk Milliyetçiliği hakkında şöyle demiştir: “Atatürk milliyetçiliği ayrımcı ve ırkçı bir kavram değil, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk halkının, kökeni ne olursa olsun, devlet yönetiminde tartışmasız eşitliği, içtenlikli birliği ve birlikte yaşama istencini içeren çağdaş bir olgudur. Türk devletinin vatandaşları arasında etnik ya da diğer herhangi bir nedenle siyasal veya hukuksal ayrım söz konusu değildir. Türkiye’de ulusal bütünlüğün temeli ortak kültüre, laiklik ilkesiyle akla, mantıklı düşünceye, sağduyuya, adalete dayanan Atatürk milliyetçiliğidir. Anayasa, Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesi resmiyette Türk adıyla tanıtan birleştirici ve bütünleştirici bir milliyetçilik anlayışına sahiptir.”[27]
Milliyetçilik kavramını Atatürk’ ün düşünceleriyle açıklarsak, günümüzde özellikle ulus devletler için oldukça zaruri ve gelişme için oldukça faydalı bir sonuca ulaşabiliriz. Irkçılığı kabul etmeyen bu anlayış, ayrımcılığı ve ayrılmayı da kabul etmemektedir. Özellikle stratejik öneme sahip Türkiye Cumhuriyetinin ve ekonomik büyümeye ihtiyaç duyan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Atatürk milliyetçiliğinden asla vazgeçmemesi gerekir. Atatürk milliyetçiliği bize, devletine her türlü koşulda bağlı kalmayı, yaşadığımız topraklar üzerinde vatandaşlık bağıyla birbirine bağlanmış halkımız arasındaki sevgi ve saygıyı, birlikte yaşama arzusu içinde bulunmayı ve dünya devletleri arasında siyasi bir varlık olarak kabul görmemizi sağlayacak olan devletin vatandaşlarıyla olan bağının önemini anlatmaktadır. Her ne kadar günümüzde milliyetçilik kavramı yumuşamış ve özellikle Avrupa devletlerinde önemini yitirmiş olsa da, ulus devlet olarak bizlerin Atatürk’ün milliyetçiliğine sıkı sıkı sarılmamız gerekir. Kendini farklı milletten hisseden insanların veya toplulukların Atatürk milliyetçiliğini iyi özümsemesi ve bağlı olduğu devletin ırk, mezhep, soy ayrımı yapmadan vatandaşlık bağına göre herkese eşit muamele ettiğini unutmaması gerekir. Ortak geçmişi olan bir toplumun birlikte yaşama isteği, bağlı bulundukları devletin gelişmesine, ekonomik zenginliğe, barış ortamına, bilim ve ilimin gelişmesine, çağdaş bir medeniyet ortamının kurulmasına yol açacaktır, aksi takdirde içindeki milletle birlikte devletin çökmesi kaçınılmazdır.
SONUÇ
Fransız İhtilalinin getirmiş olduğu yenilikçi akımlarla birlikte millet ve milliyetçilik akımları ön plana çıkmıştır. İlk topluluklardan beri var olan halklar, tam olarak günümüzdeki anlamıyla millet değillerdi. Birlikte yaşayan fakat bir lidere veya kiliseye bağlı, kendi iradeleri ile yönetilmeyen, savaştan savaşa sürüklenen, söz sahibi olmayan ilkel toplumlardı. Fakat Fransız İhtilalinden sonra düşünce yapısı değişen, 1776 Amerikan Bildirgesinin de etkisiyle insan haklarının önemini anlayan bu topluluklar, kendi arzu ve istekleriyle bir arada yaşama bilincine ulaşmışlardır. Sanayi devriminin getirmiş olduğu yeniliklerle de iş alanı genişlemiş ve köylerden kentlere göç eden insanlar arasında etkileşim başlamıştı. Aynı zamanda matbaanın gelişmesi, insanların bilinçlenmesini hızlandırmış ve kültür farklılıklarını ortadan kaldırmıştı. Tüm bu gelişmeler ışığında bu topluluklar bilinçli bir şekilde millet olmuşlardır. Büyük İmparatorlukların bünyesinden çıkıp kendi özgür iradeleriyle kendi devletlerini kurmak istemişlerdir. Bunun sonucunda da aynı milletten oluşan birçok yeni devlet ortaya çıkmıştır. Zamanla devletlerin kendi milletiyle olan ilişkilerinin bir sonucu olarak da milliyetçilik akımı oluşmuştur. Halen günümüzde bile tartışılan ve tam olarak açıklanamayan milliyetçilik kavramının ne olduğunu tam olarak bilmek özellikle ulus devlet yapısında olan milletler için çok fazla önem arz etmektedir. Güçlü şirketlerin devletlere borç verebilecek kapasiteye ulaştığı günümüzde, milli ekonomiyi korumak ve böylelikle milli sınırları, vatan topraklarını korumak tamamıyla milletin devletiyle olan bağına yani milliyetçilik anlayışına bağlıdır.
Çok geniş bir anlama sahip olan ve sürekli olarak koşullara, devletlere, ekonomik yapıya ve tarihi akışa göre değişen milliyetçilik anlayışında öncelikle şunu bilmeliyiz. Tek bir milliyetçilik anlayışı yoktur. Toplumsal düzene göre değişen, her milletin ihtiyacına göre oluşmuş milliyetçilik kavramları vardır. Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti devletlerinde yaşayan bizlerin milliyetçilik anlayışı Atatürk milliyetçiliği olmalıdır. Irk, mezhep, din ayrımı yapmadan, aynı topraklar üzerinde yaşayan halkımızın, siyasi faaliyetleri yürütmek için kurduğumuz devlete sıkı sıkıya bağlı, milletin menfaati için her türlü davranışı gösteren, çalışan, kendini bir düşünce anlayışında olması gerekir. Milliyetçilikten anlamımız gereken siyasi bir görüş değil, tüm siyasi görüşlerin üstünde yer alan bir vatanseverlik anlayışı olmalıdır. İdeolojik bir görüşten ziyade, gerçekçi, gerekli ve toplumu ayakta tutan bir düşünce olmalıdır. Atatürk milliyetçiliğinin ışığında, her görüşten insana saygı duymalı, milleti için her türlü fedakârlığı yapmaya hazır olmalı, milletini seven ve devletine bağlı bir şekilde gelişmesi için çabalayan şahıslar olmalıyız. Ancak bu şekilde bir milliyetçilik anlayışına sahip olduğumuz takdirde gelişebiliriz, başka devletler önünde büyüyebiliriz. Aksi takdirde ki bir düşünceyle milli benlikten uzak, ayrılıkçı ve farklı ideolojik akımları benimsemiş bir toplum haline gelir ve nihayetinde siyasi varlığımız olan devletimizin yıkılışını hep birlikte seyrederiz. Toplum olarak büyük bir çadır altında yaşadığımızın ve bu çadırı ayakta tutan en büyük direğin, milliyetçilik olduğunun farkına varmalıyız. Ve çökmesini engellemek için Atatürk milliyetçiliğine sıkı bir şekilde sarılmalıyız.
Dipnot
- Ankara Barosu Dergisi, Ömer Asım Livanelioğlu, 1998/3 41
- Gazi Üniversitesi iktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 13/1 22
- Anthony Smith, Milli Kimlik, Çev : B.S. Şener, İstanbul,1991,s.24
- Ankara Barosu Dergisi, Ömer Asım Livanelioğlu, 1998/3 45
- Anthony Smith, Milli Kimlik, Çev : B.S. Şener, İstanbul,1991,s.51,52
- Türk Anayasa Hukuku Sitesi, Kemal Gözler, ‘ Devletin Bir Unsuru Olarak Millet Kavramı’, sayı 64, s. 114
- Türk Anayasa Hukuku Sitesi, Kemal Gözler, ‘ Devletin Bir Unsuru Olarak Millet Kavramı’, sayı 64, s. 117
- Ernest Gellner, Uluslar ve Ulusçuluk, Çev: B.E.Beher-G.Özdoğan,İstanbul,1992
- Ernest Renan, ‘ Bir Millet Nedir?’, 1882
- Afet İnan, Medenî Bilgiler, Atatürk’ün Yazdığı Yurttaşlık Bilgileri, İstanbul, Çağdaş Yayınları, 1989, s.24
- Rothi, Despina, Avrupa Milletlerinde Milli Bağlılık Ve Vatanseverlik : Bir İngiliz çalışması, Politika Psikolojisi, 26, 135 – 155 ( wikipedia )
- Ali Osman Gündoğan, Devlet Ve Milliyetçilik, s.1
- Alexander Motly, Milliyetçiliğin Ansiklopedisi, 2001, s.251
- Haluk Guriz, Milliyetçiliğe Kuramsal Bir yaklaşım, 2014, S.1
- Alexander Motly, Milliyetçiliğin Ansiklopedisi, 2001, s.271
- Pierre Van Den Berghe, Etnik Fenomen, 1981
- Northcote Parkinson, Siyasal Düşüncenin Evrimi, Çev., Mehmet Harmancı, İstanbul : Remzi Kitabevi,1984,s.66
- Eric Hobsbawm, 1780’den Günümüze Milletler ve Milliyetçilik-Program, Mit, Gerçeklik, Çev: Osman Akınhay,İstanbul,1995,s.19
- Haluk Guriz, Milliyetçiliğe Kuramsal Bir yaklaşım, 2014, S.5
- Hakan Poyraz, ‘ Telaffuz ve Gramer Açısından Milliyetçilik’, Türk Yurdu, Cilt 19, Sayı:139-141,1999, s.156
- İsmet Giritli, 10 Ekim 1996, Antalya, Akdeniz Koleji Konferans (Vikipedi)
- Devletin Bir Unsuru Olarak “Millet” Kavramı, Türkiye Günlüğü, Sayı 64,Kış 2001, Kemal Gözler, s. 119
Kaynakça
- Ernest Renan, ‘Bir Millet Nedir?’, 1882
- Kemal Gözler, “Devletin Bir Unsuru Olarak ‘Millet’ Kavramı”, Türkiye Günlüğü, Sayı 64,Kış 2001
- Ali Rıza Saklı, “Türkiye Cumhuriyeti Ulus Devleti ve Milliyetçilik Anlayışının Uygunluğu Sorunu”, Gazi Üniversitesi İktisadi Ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 13/1 (2011)
- Cemal Avcı, “Atatürk’ün Milliyetçilik Anlayışı”
- Ömer Asım Livanelioğlu, “Millet ve Milliyetçilik Kavramları Üzerine”, Ankara Barosu Dergisi,1998/3
*****
Atıf:
Seçkin TOPRAK, Millet ve Milliyetçilik Kavramları Üzerine, https://www.academia.edu/28423297/Millet_ve_Milliyet%C3%A7ilik_Kavramlar%C4%B1_%C3%9Czerine (Lefkoşa, 2015)
Dipnotlar
[1] Ankara Barosu Dergisi, Ömer Asım Livanelioğlu, 1998/3 s.41
[2] Gazi Üniversitesi iktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 13/1 s.22
[3] Anthony Smith, Milli Kimlik, Çev: B.S. Şener, İstanbul,1991,s.24
[4] Ankara Barosu Dergisi, Ömer Asım Livanelioğlu, 1998/3 s.45
[5] Ernest Renan, ‘ Bir Millet Nedir?’, 1882
[6] Anthony Smith, Milli Kimlik, Çev : B.S. Şener, İstanbul,1991,s.51,52
[7] Türk Anayasa Hukuku Sitesi, Kemal Gözler, ‘ Devletin Bir Unsuru Olarak Millet Kavramı’, sayı 64, s. 114
[8] Türk Anayasa Hukuku Sitesi, Kemal Gözler, ‘ Devletin Bir Unsuru Olarak Millet Kavramı’, sayı 64, s. 117
[9] Ernest Gellner, Uluslar ve Ulusçuluk, Çev: B.E.Beher-G.Özdoğan, İstanbul,1992
[10] Ernest Renan, ‘ Bir Millet Nedir?’, 1882
[11] Ernest Renan, age, 1882
[12] Ernest Renan, age, 1882
[13] Ernest Renan, age, 1882
[14] Ernest Renan, age, 1882
[15] A. Afet İnan, Medenî Bilgiler, Atatürk’ün Yazdığı Yurttaşlık Bilgileri, İstanbul, Çağdaş Yayınları, 1989, s.24
[16] Rothi, Despina, Avrupa Milletlerinde Milli Bağlılık Ve Vatanseverlik: Bir İngiliz çalışması, Politika Psikolojisi, 26, 135 – 155 ( wikipedia )
[17] Ali Osman Gündoğan, Devlet Ve Milliyetçilik, s.1
[18] Alexander Motly, Milliyetçiliğin Ansiklopedisi, 2001, s.251
[19] Haluk Guriz, Milliyetçiliğe Kuramsal Bir yaklaşım, 2014, S.1
[20] Alexander Motly, Milliyetçiliğin Ansiklopedisi, 2001, s.271
[21] Pierre Van Den Berghe, Etnik Fenomen, 1981
[22] C. Northcote Parkinson, Siyasal Düşüncenin Evrimi, Çev., Mehmet Harmancı,İstanbul : Remzi Kitabevi,1984,s.66
[23] Eric Hobsbawm, 1780’den Günümüze Milletler ve Milliyetçilik-Program,Mit,Gerçeklik,Çev : Osman Akınhay,İstanbul,1995,s.19
[24] Haluk Guriz, Milliyetçiliğe Kuramsal Bir yaklaşım, 2014, S.5
[25] Hakan Poyraz, ‘ Telaffuz ve Gramer Açısından Milliyetçilik’, Türk Yurdu, Cilt 19, Sayı:139-141,1999, s.156
[26] İsmet Giritli, 10 Ekim 1996, Antalya, Akdeniz Koleji Konferans ( vikipedi)
[27] Devletin Bir Unsuru Olarak ‘’Millet’’ Kavramı, Türkiye Günlüğü, Sayı 64,Kış 2001, Kemal Gözler, s. 119
***
[i] European University of Lefke · Department of International Relations