TUVA’ lı KÜBEY’ in sürdürülebilir yaşam not defterine sayfalar eklemeye devam ediyorum.
***
Tuva’lı Kübey diyor ki; Toprak canlıdır, toprak can çekişiyor. Bir avuç toprak yapabilir misin ey insanoğlu? Kaç çeşit toprak var, say bakalım? Toprağı kokusundan tanır mısının ey insanoğlu. Toprağın altında kat, kat ne canlılar yaşıyor, ne madenler var.Toprak yaşayan bir organizmadır biliyor musun. Topraktan fışkıran bitkiler ve ağaçlar olmaz ise nasıl nefes alırsın, bir tut nefesini bak, kaç saniye yaşabilirsin ki ey insanoğlu. Yaşadığın toprakları tüketiyorsun, beton döküyorsun, toprağın altında ki suları vahşi sulama ile yok ediyorsun, obrukları görünce bile düşünmüyorsun, damla damla sulamak varken, bitkileri, toprağın içindeki tüm yararlı maddeleri su ile atıp gidiyorsun, ilaçlıyorum diye toprağa can veren ne kadar börtü, böcek, solucan, sinek arı var ise öldürüp gidiyorsun. Ormanları yakıyorsun, kesiyorsun. Ekilebilir, verimli topraklar, yıllar boyu ekinler topraktaki azotu ve fosfor ya da potasyum gibi diğer besleyici maddeleri kullandığı, daha sonra da hasat edildiği için fakirleşir ki, bu, burada ki besinlerin alınıp başka yere götürülmesi demektir. Bugün, yiyeceklerimizi yetiştirmek için dünyanın birkaç bölgesinde çıkarılabilen ve ne zaman tükeneceğini bildiğiniz gübreye bağımlı olmanızın nedeni budur. Küçük miktarda bulunan besinlere de bağlısınız. Bir zamanlar çiftçileriniz, toprağın fakirleşmesine karşı nadasa bırakırdı. Toprak nadasa bırakılınca ayrık otları ve yabani otlar, böcekler, solucanlar yerleşirdi bu toprağa can vermek için. Toprak bakterileri, atmosferik azotu, bu bitkilerin kullanacağı bir düzene sokardı. Yabani otlar ölünce ya da toprak sürülünce, bunların depoladığı azot toprakda kalırdı ve bir sonraki doğal, ATA tohumları ile yaptığınız ekime hazır olurdu. Bu ata tohumlarının varlığı nesil den nesile direnç kazandığı için tadı da kokusu da her köye has olurdu, börtü böcek de zararlı böcekler karşı toprağı savunurdu, buna da şimdi sen biyolojik mücadele diyorsun. Şimdi diyeceksin ki nasıl toprağı nadasa bırakayım, dünyanın her yerine meyve, sebze ihracaat ediyorum, Soruyorum sana insanoğlu; her ülke kendi gıdasını yetiştiremez mi? diyeceksin ki nadasa bırakacak toprağım yok. Ekmediğin toprakların dönümü o kadar çok ki. Hele Türkiye de? Miraslar ile bölümmüş, bomboş kaç dönüm toprak var, bir bak. Dünyanın her yerinde bunları çok iyi bilen ziraat mühendisleri 18. Yy’ dan beri azot muhteviyatının tazelenmesi için, yabani otlar yerine farklı ekinlerin kullanılmasını biliyorlardı. Bu şekilde haşere nüfus artışını da önlüyorlardı. Bugün, dönüşümlü tarımı uygulamıyorsunuz. Çünkü petrolden imal edilmiş gübreler ve böcek öldüren ilaçlar kullanıyorsunuz. Kullandığınız kimyasallar ile toprakta humus oluşumunu sağlayan, toprak mantarı ve böcekleri öldürüyorsunuz. Bitki köklerinin fizyoloji açısından gerekli olan, toprağın havalanması için yaşamsal önem taşıyan iplik kurtlarını ve solucanları öldürüyorsunuz, nasıl canım yanıyor bilseniz, o toprağı ilaçlayan makinanın sesini duyduğumda. Humusun, toprağın rutubet içeriğinin sabit tutulmasına katkıda bulunduğunu bilmiyorsun ey insanoğlu. Ormanları, sazlık alanları, bataklıkları temizleyerek biyoçeşitliği yok ettiniz ey insanoğlu. Kar hırsın ile yediğin her meyvenin, sebzenin doğallığını yok ettiniz, GDO’ lu gıdaları çocuklarına vererek onları hasta ettin, kendin ise milyonlarca hastalık buldun yediğin zehirli ilaçlar ile… Toprağın ezilmesi, ekilebilir sahaları yok eder, bunu biliyormsun ey insanoğlu… Sürme, hasat etme, gübre ve besleyici atma ya da haşerelerle mücadele işlemlerini ağır tarım makineleri ile yapıyorsunuz ya, benim canım yanıyor o zaman. Ezilmiş toprakta, içinde suyun hareket etmesine olanak tanıyan küçük hava keseciklerini ortadan kaldırıyorsunuz. Bu nedenle ekinlerin büyümesi için gerekli olan toprak suyu aşırı derecede azalıyor, görmüyorsunuz ama ben görüyorum. Bitkilerden arta kalan malzemeleri ve humusu ayrıştıran iplik kurtları ve solucanlar ya a böcek larvaları; kuru toprağın içine giremedikleri, yeterince oksijen alamadıkları ya da yüzeyde biriken yağmur sularında boğuldukları için, toprakdaki yaşamı öldürüyorsunuz. Ekinlerinizin büyümesi için, gevşek, dağıtabilen, iyi havalanmış topraklara bağlı olduğunu unuttunuz gittiniz, hadi şimdi permakültür tarımdan yeniden öğrenin, dedelerinizin dedesinin nasıl ekip, biçtiğini. Kurda, kuşa, aşa diye nasıl toprağa ata tohumlarını attığını. Bir ekin besin aldığı zaman, enerjiye ihtiyaç duyar; köklerin soluması ve oksijen alması gerekir. Yaşam enerji akışıdır, insanoğlu.
Yalnızca karasal yaşayan organizma olan çevreyi öldürmüyorsunuz. Okyanusların içinde ki yaşamı da öldürüyorsunuz. Akıl almaz miktarda plasitk, naylon ip ve başka türdeki petrokimyasal atıklar ile okyanusta bir kıta yarattınız, çöpten ey insanoğlu. Gör bak eserini. Okyanuslarda ki bütün plastik çöplerin yaklaşık yüzde sekseninin kaynağı karalardır. Pek çok albatros yavrusunun gırtlağı, yedikleri plastik parçaları yüzünden tıkanıyor ve beslenemedikleri için senin yüzünden ölüyor, ey insanoğlu. Çöp akıntıları sahile vurunca adalılar ne yapacaklarını şaşırıyor. Büyük pasifik çöp adaları ABD nin iki katını geçti, bir çöp kıtası oluşturdunuz, okyanus da ey insanoğlu. Okyanusun dibinde plastik küçük parçalara bölünüyor, mikro plastiklerden oluşan plastik çorbası denilen bulanık su akıntıları oluşturdunuz, ey insanoğlu. Bu mikro plastik okyanus dip akıntıları, okyanus da bulunan plastiğin yüzde doksanbeşini oluşturuyor ve yoğunlukları da bir metreküp te yüzbin parçacığa kadar çıkabiliyor, ben ölçtüm ey insanoğlu. Bütün bu plastiğin okyanus tabanına çökmesi ve üstünün başka malzemeler ile örtülmesi yaklaşık bin sene sürer. Bu mikroplasitler okyanustaki tüm balıkların midesinde var, küçük balıkları ise zehirliyor. DDT, dioksinler, PCB ve böcek öldüren zehirli maddeler okyanuslara karıştığı zaman mikroplasitklere yapışarak normalden yüz kat daha fazla yoğunlaşabiliyor. Plastikten yapılmış folyoda, plastik bardak, çatal bulunan bisfenol ler mikroplastikler ile bileşerek okyanus, deniz mikroorganizmaları için zehirli madde etkisi yaratıyorlar. Fabrikalarınızda üretimin birçok safhasında su kullanıyorsunuz. Bu suların deşarjından nehirlerin, göllerin, denizlerin suyu kirleniyor, Marmara denizini müsilaj le kapladınız, gözleriniz falt taşı gibi açıldı. Bir denizi öldürmeyi nasıl başarıyorsunuz, gölleri nehirleri kurutuyor sonra üstüne buz gibi bir bardak su içebiliyor sunuz. Kimyasal işlemden geçmiş, ısıtılmış suları nehirlere, göllere boşalttığınızda yaşam mümkün değildir. Suyun oksijen tarafından, bakteriler yardımı ile doğal, organik bir biçimde temizlenmesini olanaksız hale getiriyorsunuz. Temiz su bulmak için, her gün pompalar ile daha çok derine giriyorsunuz ve daha çok nehiri kurutarak, göllerde ki, nehirlerde ki yaşamı öldürüyorsunuz. Atmosferde ki kimyasal kirlilik sonucunda ortaya çıkan iklim değişliği tarım topraklarınızı ya susuz bırakıyor ya da ani gelen seller ile alıp götürüyor. Ey insanoğlu. Şimdi dur. Düşün sözlerimi. Okyanusların dibini mikroplastikler ile öldürürken, üstüne bir çöp kıta yaparken, denizleri müsilajla kaplarken, gölleri, nehirleri kuruturken, topraklarını zehirin ile öldürürken, ne yiyecek ne içeceksin. Ormanlarını sen kesmez isen, iklim değişikliği yangınları yakıyor, sadece seyrediyorsun, elinde beş litre su ile orman yangını söndürmeye giderken o genci ben unutmadım insanoğlu. Sen de kesilen ağaçlara sarılan, nenesini korumaya çalışan o genç kızı unutma. Her şeyi arayıp buluyorsun ya ggggggogggleeeden bu gençlerin isimlerini de sen ara, bul. Ben Tuvalı KÜBEY benim sesimim duyan kızlarımın ve oğullarımın adını hiç unutmam.
Dünya ölçeğinde, 1970 ile 1990 arasında Hindistan da ki bütün tarım arazisine eşdeğer miktarda ki 480 milyar ton üst toprağı kaybettiniz, avuç avuç saydım ben. Yine aynı dönemde, çin deki ekili alanların toplamı büyüklüğünde bir alan yani 120 milyon hektarı çöle dönüştürdünüz.
Ülkenizde kaybettiğiniz tarım alanlarını da siz hesaplayın; diktiğiniz gökdelenlerdeki plazalarınızda, avmlerinizde TUVA lı Kübey’in sürdürülebilir yaşam notlarını okurken…
TUVAlı KÜBEY