Siyasal İslámcıların Arapça tutkusu

Tam boy görmek için tıklayın.

 

Prof.Dr. Feyzullah EROĞLU

Siyasal İslámcı ve güdümlü cemaat tipi toplulukların, en dikkat çeken yönlerinden birisi, ‘Arapça’ dili konusundaki tutkulu yaklaşımlarıdır. Dil, kişinin kendisini, dünyayı, evreni tanıma ve iletişim aracı olduğu kadar, milliyet bilincinin ve kimliğin de göstergesidir.

Yeryüzündeki toplumlar, kendilerini diğerlerinden ayırmada ve aidiyet duygularını belirlemede en çok ‘ana dil’ öğesini ön plana çıkarırlar. Bu anlamda, hangi milletten olunduğunun veya hangi topluluğa ait olunmak istendiğinin en belirgin göstergesi dil sayılır.

Dil ile din arasındaki iletişim ilişkisi

Siyasal İslámcı ve güdümlü cemaatçi topluluklar, Arapça ile ilgili tutkularını, çoğunlukla Kur’an’ın Arapça olmasıyla ilişkilendirirler. Allah’ın son Elçisi Hz. Muhammed, ‘âlemlere rahmet’ olarak seçilmişti; anladığı ve konuştuğu dil hiç kuşkusuz Arapça idi. O’nun gönlüne ve zihnine indirilen vahyi, ilk tebliğ edeceği muhataplarının bildiği dil de Arapçaydı. Allah’ın Elçisinin, ilk muhatapları olan Araplara başka bir dil ile tebliğ etme imkânı olmadığı gibi, ilk muhatapları da mutlaka başka bir dil ile bildirime itiraz ederlerdi: “Eğer biz Kur’an’ı yabancı bir dilde indirseydik, onlara kesinlikle ayetlerin açıklanması gerekmez miydi? Bir Arap’a yabancı dille söylenir mi?” (Fussilet Suresi, 44) Bu ayetin açık anlatımından esinlenerek, Arap olmayan ve Arapça bilmeyen diğer milletlere mensup insanların da İslâmiyet’i, kendi ana dilleriyle öğrenme ve hitap edilmesini isteme hakları olduğu söylenebilir.

İslâmiyet’in, bütün insanlığa tebliği ve ulaştırılması için bütün insanların Arapça öğrenmesini istemek ve beklemek mümkün değildir. Üstelik bu bir haksızlık olurdu. ‘Ey insanlar, sizi bir erkek ve kadından yarattık ve birbirinizle tanışanız diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık…’ (Hucurât Suresi, 13). Ve, Allah, “…Hiçbir kimseyi gücünün yetmediği bir şeyle yükümlü kılmaz…” (Bakara suresi,285) Allah, insanlığı ayrı ayrı millet olma potansiyeli ile yaratmış olduğuna göre, ayrı ayrı millî dillerin varlığı da bir haktır. Dinin esasları, o milletlere kendi dillerinin aracılığıyla ulaştırılır.

Bu durumda, Arap toplumunun hem tarihsel olarak hem de günümüzde, başka toplumlarla olan diğer ilişkileri hangi yöntemle yürüyorsa, Kur’an öğretileri ve İslám’ın esaslarının da aynı yöntemle diğer milletlerin diliyle paylaşılması mümkündür.

Arapça bilmek müslümanların sorunlarını çözer mi?

Müslüman toplumlarda yaşanan ağır inanç ve ahlaki sorunların, elbette birçok nedeni olmalıdır. Bunlardan birisi de inandıkları kutsal kitabı, Arap harfleri ile okuyamamak olarak da görülebilir. Kur’an’ı, Arapça olarak okumanın sevabı da bol olabilir. Ancak, Kur’an’ın çok veya güzel okunmasından daha önemli olan, Allah’ın insanlara gerçekten ne demek istediğinin iyi anlaşılmasıdır. İslâmiyet’in özü ve ruhu, Kur’an’ın mesajlarında ve anlam bütünlüğünde bulunmaktadır. Eğer, Arap harfleri ile Kur’an’ın okunmasının sağlam bir inanç ve ahlak doğurması yeterli olsaydı Arap ülkelerindeki ve onların etkisi altında olan Müslümanların dünyanın en ahlaklı ve huzurlu insanları olması gerekmez miydi?

Kur’an öğretimi bir iman ve ahlak eğitimi olmalıdır

Siyasal İslámcı çevreler ile resmî diyanet kurumu, Kur’an öğretimi konusunda, çoğunlukla yüzünden okunmasını esas alan bir program izliyor. Ancak, Kur’an’ın bütün anlam ve mesajlarının, inanma iradesine sahip olan kişilerin davranışlarına fiilen yansıyacak şekilde öğretilmesi gerekir.

Kur’an öğretiminde asıl maksat, Allah’tan başkasına kulluk yapılmaması ve toplumsal ahlakın düzeltilmesi eğitimi olmalıdır. Bu anlamda, Kur’an öğretimi ile iyiliğin emredilip kötülüklerden sakınılması, ihtiyaç dışındaki gelirin ‘infak’ edilmesi (başkalarının nafakasını sağlayacak yatırımların veya yardımların yapılması), haksızlığa, hırsızlığa ve yalana-dolana-talana şiddetle karşı çıkılması, küçücük çocukların bedenlerine tasallut edilmesine ‘kıyamet koparılması’ vb. gibi birçok insani ve ahlaki davranışın gelişimi arasında anlamlı bir ilişkinin olması beklenir.

Kur’an kutsal bir hayat kitabıdır

Dinler tarihinde, çeşitli inanç sahiplerinin atalarının ve vefat eden yakınlarının ruhunu şad etme amacıyla kutsal metinler okudukları bilinmektedir. Bu anlamda, Müslüman toplumlarda dinî bir kültür olarak ölülerin ruhuna Kur’an okuma ve bağışlama davranışı oldukça önemli sayılmaktadır. Kutsal kitap veya metinlerin, inanan insanların sadece ‘ölüleri’ için gerekli olduğu düşünülemez. Bunların, esas itibarıyla yaşayan insanların toplumsal davranışlarını düzenleyici ilke ve kuralları da vardır. Söz gelimi, en son göksel ve kutsal kitap Kur’an, ‘diri’ insanlar için inmiştir.

Geçmişte bir dönemin siyaseten eleştirisi yapılırken çok sık belirtilen ‘Ölülerimize Yasin okuyacak kimse kalmadı.’ şeklindeki yakınmalara bakılırsa Kur’an’ın ruhunun anlaşılmasından çok, ölülerin ruhuna okunması daha fazla önemseniyor.  Oysa, tam da Yasin Suresi 70. Âyette: ‘Ta ki (Kur’an) diri olanları uyarsın….’ diye indirildiği açıkça bildiriliyor.

Türk bağımsızlığının önemli şahsiyeti, İstiklal Marşımızın şairi ve tam inanmış bir Müslüman rol modeli olan Mehmet Akif ERSOY ise bu konuda şöyle çığlık atıyor:

‘Ya açar bakarız Nazm-ı Celil’in yaprağına,

Ya üfler geçeriz bir ölünün toprağına;

İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin,

Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için;

Ölüler dini değil, sen de bilirsin ki bu din diri doğmuş,

Duracak dipdiri, durdukça zemin’.

Arap harflerinin kutsanması ve siyasallaşması

Siyasal İslámcı ittifak ve güdümlü cemaatler, Arapça tutkularını açığa vurmanın yanında, Arap kökenli nüfusun ülkeye ölçüsüz bir şekilde doldurulması olayını da savunuyorlar. Arap kültürü etkisindeki ideolojik toplulukların (Arap, Afgan, Pakistan vb.), Türkiye’yi işgalleri karşısındaki sessizlikleri ve destekleri oldukça manidar görünüyor. Bu anlamda, Arapça ile ilgili simgelerin ve görsellerin yerli yersiz bir gösteri konusu olması, geleceğe dönük küresel ve siyasi bir projenin kültürel alt yapı çalışması yapıldığına ilişkin kaygıları giderek artırıyor.

Küresel güçlerin, BOP kapsamında milyonlarca Arap nüfusun sığınmacı olarak Türkiye’ye sokulması projesi adım adım ilerliyor.  Siyasal İslámcı ve güdümlü cemaatçi yapılar, resmi ya da gayri resmi olarak bu sessiz işgale Arap harfleri konusundaki ısrarlı tutkularıyla açık destek veriyorlar.

Siyasal İslámcılar ve Arapça gösterisi

Siyasal İslámcı topluluklar ile güdümlü cemaatçi yapılar, her fırsatta bu tutkularını göstermekten ayrı bir keyif alıyorlar. Arapçayı fiilen öğrenerek başka bir dil daha öğrenme becerisini ortaya koymak yerine, çoğunlukla Arapçayı yüceltici gösterilere daha fazla yöneliyorlar. Arapça ile ilgili motivasyonları, Kur’an’ı ve İslâmiyet’i daha iyi ‘anlama’ ve ‘anlatma’ üzerinden değil de çoğunlukla güzel okuyabilme amacına yönelik oluyor. Arapça ile ilgili her türlü simge ve görseli büyük bir iştahla kutsuyorlar. Bu hâllerine bakıldığı zaman, emellerinin Arapça öğrenme değil de dertlerinin Türk Alfabesini baskılamak ve değersizleştirmek olduğu yönünde bir izlenim doğuyor.

Türk Alfabesi ve görkemli Türkçe, Türk Kimliğinin en büyük sigortasıdır. Ana dilden vazgeçmek, kendinden ve kimlikten vazgeçmektir. Başka diller öğrenmek elbette yararlıdır; ama başka dile tutkuyla özlem duymak, o dilin ait olduğu milliyetten olmak arzusudur.

—————————————-

Kaynak:

https://millidusunce.com/misak/siyasal-İslámcilarin-arapca-tutkusu/

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen