Açık toplum ve demokrasinin savunulması, serbest ticaret prensiplerinin korunması, ülkelerin toprak bütünlüğünün muhafazası, uluslararası sularda seyir özgürlüğünün temini, teknolojide güvenliğin sağlanması, sürdürülebilir ve iklim dostu bir ekonomik yapının tesisi, iklim değişikliği krizi ile mücadele ve COVID-19 örneğinde olduğu gibi küresel sağlık krizlerine karşı daha etkili önlemler üretmek gibi politikalar, Anglo-Sakson/Atlantik ittifakı tarafından üstlenilmiş misyonlar olarak savunuluyor. Tüm bu değerleri sahiplenen ya da tekeline alan ABD-İngiltere ittifakının, bu değerleri ihlal edenlere yönelik yaptırım metotları da şüphesiz çağımıza uygun yenilikler içerecektir.
*****
Mehmet KANCI
ABD’nin 46’ıncı Başkanı Joe Biden, iktidarının ilk 100 gününde COVID-19 salgınına karşı ülkesinde zaferini ilan ettikten sonra dış politikada “ABD’nin geri dönüşünün” ilanı için gözünü Avrupa’ya dikti. Biden ve ekibi, ABD’nin uluslararası siyaset arenasına lider olarak dönüşünün ispatını NATO Liderler Zirvesi çevresinde organize edilmiş bir tür maratonla gerçekleştirdi.
İngiltere Başbakanı Boris Johnson ile yapılan görüşme başlangıç çizgisi olarak seçildi. Maratonun sonraki etapları G7 Zirvesi, NATO Zirvesi, Avrupa Birliği liderleriyle görüşmeler ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile bir araya gelme olarak belirlendi. ABD’nin bu diplomatik maratondan beklentisinin özünü anlamak için İngiltere Başbakanı ile buluşmasının ardından ilan edilen Yeni Atlantik Anlaşması’nın röntgenini çekmek gerekiyor.
Neden “Yeni Atlantik Anlaşması”?
Klasik bir metin kurgusunda sonuç paragrafında yazacağımızı en başta ifade edip siz okuyucularımızı bekletmeyelim. Yeni Atlantik Anlaşması ve takip eden zirvelerde ilan edilen küresel politikalar, Soğuk Savaş’ın bitiminin ardından “savunma pozisyonuna geçen Anglo-Sakson dünyasının” yeniden taaruza geçişidir. Bu anlaşma, Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle beraber telekomünikasyon şirketleri, enerji hatları ve istihbarat servisleriyle ellerini kollarını sallayarak Batı dünyasına nüfuz eden Rusya ve Çin Halk Cumhuriyeti’ne karşı, ABD ve İngiltere’nin sınırları belirlemek ve kırmızı çizgileri çizmek için oluşturduğu yol haritasıdır.
Çin Halk Cumhuriyeti ve Rusya geçen 30 yılda Batı’nın açık toplum anlayışı ve küreselleşmenin nimetlerinden yararlanırken, kendi topraklarında sürdürdükleri ve dozunu artırdıkları otoriter yönetim üslubuyla Batı’yı sınırlarının dışında tutup, kendi içlerindeki demokratikleşme çabalarına fırsat vermediler. Atlantik ittifakı, kendisi için giderek eşitsiz hale gelen bu gidişata noktayı koydu. Artık “Yeni Soğuk Savaş” tüm cephelerde daha somut unsurlarıyla gündemimizi ele geçirecek.
Bugünü anlamak için bakılması gereken kilit tarih: 1941
ABD ve İngiltere neden 10 Haziran 2021 günü, 80 yıl önce ABD Başkanı Roosevelt ve İngiltere Başbakanı Churchill’in yaptığı şekilde Yeni Atlantik Anlaşması”nı ilan etme ihtiyacı duydular? Bu ilhamın ve öngörünün kaynağı neydi? Bunu tahlil etmek için önce 1941 yılına gidelim.
1939’dan itibaren sıkı bir iletişim içerisinde olan Churchill ve Roosevelt Atlantik Anlaşması için 9 Ağustos 1941’de Kanada’nın Atlantik kıyılarında buluştular. O günlerde ABD Başkanının, kamuoyuna “balık avı” olarak açıklanan bir geziye çıktığı duyurulmuştu. Benzer bir “balık avı” bahanesi, Irak’ın Kuveyt’i işgali sonrası ABD Başkanı Baba Bush tarafından da kullanılacak ve Bush ulusal güvenlik ekibi ile teknesinde yaptığı değerlendirmeler neticesinde Irak Savaşı’nın haritasını şekillendirecekti. Yeniden Kanada kıyılarındaki görüşmelere dönecek olursak 2.Dünya Savaşı’nın gidişatı o sırada İngiltere açısından parlak değildi. ABD ise henüz Pearl Harbour’da Japonya’nın saldırısına uğramamıştı ve İngiltere’ye şartları zorlayarak askerî yardım temin ediyordu. Roosevelt’in İngiltere’ye yardım etme girişimleri Kongreye takılıyor, yasal engelleri aşmak için çeşitli arka yollar icat ediyorlardı.
İngiltere, Nazi Almanya’sının işgal girişimini şimdilik savuşturmuştu. Ancak Kuzey Afrika cephesinde Almanlar, Asya cephesinde ise Japonlar karşısında sürekli geri çekilme halindeydi. Girit Adası’ndaki İngiliz askerleri tahliye edilmiş, Tobruk’taki Alman-İtalyan kuşatmasını yarma girişimi sonuçsuz kalmıştı. Alman ordusu 2 ay önce Barbarossa Harekatı’nı başlatarak Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) savunma hatlarını darmadağın etmiş, 3 koldan ilerlemekteydi.
14 Ağustos günü Nazi Almanya’sı ve Japonya karşısındaki ülkeler için parlak bir gelecek vizyonu çizmek mümkün değildi. Ama bu manzaraya rağmen Churchill ve Roosevelt bir araya gelerek savaşın gidişatını değiştirecek Atlantik Anlaşması’nı 14 Ağustos 1941 günü imzaladılar.
Anlaşma yalnızca savaşın doğasını belirlemeye yönelik değildi. Son derece zor şartlar altındaki Anglo-Sakson ittifakı, şaşırtıcı bir şekilde, Birleşmiş Milletler’in kurulmasından savaş sonrasındaki küresel ticari ilişkileri düzenlemeye kadar bir dizi gelecek vizyonu içeren maddeye de anlaşmada yer vermişti. 1945 sonrası “Yeni Dünya Düzeni”nin temelleri henüz ABD savaşa dahil olmadan atılmıştı.
Yeni düşman kim? Yeni dünya düzeni ne?
Boris Johnson ve Joe Biden, Yeni Atlantik Anlaşması adı altında 80 yıllık bir ittifakı yeniden canlandırdıklarına göre, eğer tarihin tekerrürden ibaret olduğunu savunanlar haklılarsa, ortada yeni bir ya da birden fazla düşman var ve bu düşmanlarla savaşın neticesinde ortaya konacak yeni bir dünya düzeni de var demektir.
Peki, bu düzen bir günde mi ya da Biden’ın Beyaz Saray’a gelişiyle mi tasarlandı yoksa biz faniler cambaza bakarken bir yerlerde bir şeyler mi kaçırdık?
23 Haziran 2016 tarihinde İngiltere’de Avrupa Birliği’ne üyelik için yapılan referandumdan çıkan sonuç, yüzde 48,11’e karşı yüzde 51,89 ile birlikten ayrılmak yönünde oldu. Uluslararası toplum bu ayrılığın gerçekleştiği 2020 yılı sonuna kadar “Brexit” adı verilen sürecin bir yol kazası ya da kaderin bir cilvesi olduğuna inandı. Kahir ekseriyet, İngiltere’nin mutlaka yeni bir referanduma gideceği ve bu “saçma” kararın hükümsüz kalacağı kanaatindeydi. Ancak aynı tarihlerde, İngiltere’nin yeni küresel dış politikasının simgesi ülkenin yaklaşık 14 ayrı tersane ve tesisinde inşa edilmiş, bir araya getirilerek denize açılmıştı. Doğmakta olan yeni Anglo-Sakson ittifakının sancak gemisi HMS Queen Elizabeth, Yeni Atlantik Anlaması ile eş zamanlı olarak okyanuslara açılmak üzere hazırlıklarını tamamlıyordu.
2019’da ABD’nin Pasifik’teki donanma komutanlığının ismini Hint-Pasifik Donanma Komutanlığı olarak değiştirmesi ve 2022’den itibaren HMS Queen Elizabeth önderliğindeki bir ABD-İngiliz ortak filosunun Hint Okyanusu’nda devriye gezeceğinin açıklanması da yürürlüğe konacak yeni politikanın ilk işaretleriydi. Mayıs ayının son haftasında Portsmouth limanından yola çıkan HMS Queen Elizabeth liderliğindeki CSG21 (Carrier Strike 2021) muharebe grubunun 28 hafta sürecek Akdeniz-Kızıldeniz-Umman Denizi-Hint Okyanusu-Güney Çin Denizi ve Japonya seferi, Yeni Atlantik Anlaşması’nın hedefleri hakkında bizleri aydınlatıyor.
CSG21 muharebe grubu özelinde Anglo-Sakson deniz ve hava gücünün Yeni Atlantik Anlaşması’nın geleceği açısından taşıdığı önemi daha ayrıntılı irdelemek isteyenler, anlaşmaya dair ABD-İngiltere ortak açıklamasının “Savunma ve Güvenlik” başlığı altındaki 3’üncü maddede “HMS Queen Elizabeth uçak gemisi ile F-35 savaş uçaklarına” yapılan atıfı inceleyebilirler.
Rusya ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin enerji ve deniz ticaret yolları ile genişlettiği küresel siyasi nüfuz alanlarını sınırlamaya yönelik bu hamle tabii ki sadece silahlı güçlerin sahaya sürülmesinden ibaret değil. Anlaşma, zorlayıcı diplomasinin unsurlarının da kullanılacağı anlaşılan, 80 yıl önceki selefini anımsatan vizyoner başlıklar içeriyor.
Küreselleşme 2.0 için Atlantik İttifakı
8 maddeden oluşan Yeni Atlantik Anlaşması’nın tek hedefi, Çin Halk Cumhuriyeti ve Rusya’yı sınırlamak değil. 1991’de SSCB’nin dağılmasının ardından yürürlüğe giren ancak “Irak’ın Kuveyt’i işgali, Yugoslavya İç Savaşı ve Küresel Terörizm ile Mücadele” gibi faktörlerle akamete uğrayan küreselleşmenin tamamlanması da ittifakın yeniden canlanmasının yaşamsal sebebini teşkil ediyor.
Açık toplum ve demokrasinin savunulması, serbest ticaret prensiplerinin korunması, ülkelerin toprak bütünlüğünün muhafazası, uluslararası sularda seyir özgürlüğünün temini, teknolojide güvenliğin sağlanması, sürdürülebilir ve iklim dostu bir ekonomik yapının tesisi, iklim değişikliği krizi ile mücadele ve COVID-19 örneğinde olduğu gibi küresel sağlık krizlerine karşı daha etkili önlemler üretmek gibi politikalar, Anglo-Sakson/Atlantik ittifakı tarafından üstlenilmiş misyonlar olarak savunuluyor. Tüm bu değerleri sahiplenen ya da tekeline alan ABD-İngiltere ittifakının, bu değerleri ihlal edenlere yönelik yaptırım metotları da şüphesiz çağımıza uygun yenilikler içerecektir.
Nitekim, gerek G7 Zirvesi gerek NATO Zirvesi’nde alınan kararların iskeletini Yeni Atlantik Anlaşması’nın oluşturduğunu söylemek de yanlış olmayacaktır. Keza Biden ile Rusya Devlet Başkanı Putin arasında yüz yüze ilk görüşmenin çerçevesi de yine bu anlaşmayla çizilmiş durumda. Çin Halk Cumhuriyeti ve Rusya’nın bu anlaşmadaki 8 maddenin kapsadığı konularla de sorunlu oldukları göz önüne alındığında, Biden’ın Cenevre’de masaya savaş baltası ile oturduğunu dikkate almak gerekiyor.
Dünya, bu anlaşmanın ardından Biden yönetiminin gelecek 3 buçuk yılında “Yeni Soğuk Savaş”ın kurallarının yazılacağı bir dönemin sahnesi olacak. Küresel jeopolitik mücadelenin kurallarının sıfırlandığı bu süreçte, yalnızca Çin Halk Cumhuriyeti ve Rusya’nın değil Anglo-Sakson ittifakı ile çıkarları çatışan tüm oyuncuların yol haritalarını da rotalarını da güncellemelerinde fayda olacak.
Mehmet Kancı
Mehmet A. Kancı – Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. 1994 yılında ATV Siyaset Meydanı ile başladığı meslek hayatını sırasıyla ATV’de Haberci, NTV Haber Merkezi, CNN Türk’te Editör programı ve Haber Merkezi, TRT Türk ve TRT Haber’de sürdürdü. TRT’de görevine devam eden Kancı dış politika analizleri de kaleme alıyor.
——————————————–
Kaynak:
https://fikirturu.com/jeo-strateji/yeni-atlantik-anlasmasi-neden-cok-onemli/