Dindarlıktan Dini Darlığa Deizm Meselesi[i]
Prof.Dr. Aygün AKYOL
Giriş
Din, insan hayatına yön veren önemli bir unsurdur. Bu noktada dinin ne olduğu ve onun anlaşılma biçimi de büyük önem arz etmektedir. Bir inanç sistemi olan dinin itikadî boyutu kadar dış dünyaya yansıması da tartışılagelen bir husustur. Bugün İslam dünyasının ahlaki, siyasi ve ekonomik bakımdan yaşadığı çalkantılar sebebiyle Müslümanlar din ve dünya ilişkisini kurgulamakta zorlanmakta ya tarih dışı bir din tasavvuruna savrulmakta ya da dinî düşünüş biçimleri konusunda tereddüde düşmektedirler.
Türkiye Cumhuriyeti, Batı Modernitesi ile daha önceden karşılaşan Osmanlı’dan aldığı mirasla din ve dünya ilişkisini laiklik ilkesi üzerinden temellendirmiş, dinin bireyin vicdanında teşekkül etmesi gereken bir durum olduğunu kabul etmiştir. Bu, aslında İslam dünyasındaki sorunlardan önceden haberdar olmanın, öncü bir bakış açısının göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bugün gelinen noktada dini kendisine paravan kılarak iktisadi ve siyasi çıkar elde edenlerle hukuk ve ahlak üzerinden mücadele etmenin ne kadar zor olduğu da ortaya çıkmıştır. Bu nedenle insanlar dinî sahadaki tüm yaklaşımlara şüpheyle bakar duruma gelmişlerdir.
İşte buradan hareketle iktisadi ve siyasi sahada dinin rolü hakkındaki tartışmalar tekrar hızlandı; çünkü din öğretimi yapan kurumlar ve görünüşte dinin etki sahası artarken bunun gereği olan ahlaklı ve adaletli bir toplumsal yaşamdan uzak bir durum ortaya çıktı. Son günlerde ortaya çıkan deizm tartışmaları da ortaya çıkan bu duruma karşı tepkisel bir durum olarak daha fazla görünür hale geldi. Din öğretimine maruz kalan, ancak dini anlama ve anlamlandırma noktasında sıkıntılar yaşayan gruplar seküler yaşama dâhil oldukça duruş, düşünüş ve anlayış noktasında sıkıntılar da beraberinde geldi.
Bu noktada bizim tartışmak istediğimiz husus İslam’ın karşısına konumlandırılan bir deizm ya da ateizm değil. Çünkü laik bir ülkede ifade ve inanç hürriyetinden bahsedeceksek, bizler başkalarının inançlarına saygılı olmak ve buna uygun bir ahlaki ve hukuki dil geliştirmek zorundayız. Bu nedenle de bir Müslüman olarak başkalarını ötekileştirmek yerine, İslam’ın anlamlı ve tutarlı bütünlüğünü ortaya koymanın doğru olacağını düşünüyoruz.
İslam Düşünce Geleneği Açısından Deizm Meselesi
Deizm, insanlık tarihinde hep var olagelen bir husustur. İnsanoğlu Hz. Âdem’den itibaren din ve dinin uygulamalarıyla, tabiat ve tabiatın kanunları arasındaki ilişkiyi çözümlemeye çalışmış, bunlar arasında nasıl bir ilişki olduğunu incelemeye uğraşmıştır. Bu araştırmaları neticesinde insan, yaratıcı bir varlığın mevcudiyetine aklı ile ulaşmayı başarmıştır. Aslında insanın aklıyla varlığın ötesinde bir yaratıcının olduğuna ulaşması olan deizm, bu varlığın kâinatla olan ilişkisinin vahiy yoluyla düzenlenmesi de teizm olarak ifade edilebilir. Yani bu anlamda deizm, bir anlamda modernizm öncesi vahiy kültürünün başlangıç aşamasını oluştururken; modernizm sonrası Hıristiyanlığın yaygın olduğu Batı’daki din-bilim çatışması neticesinde bilim taraftarlarının tuttuğu yol olarak ifade edilebilir.
Deizmi kavramsal olarak inceleyecek olursak, 16. yüzyıldan itibaren Hıristiyan dünyasında başlayan felsefi ve teolojik tartışmalarla anlam dairesinin netleştirildiğini görüyoruz. Bu manada herhangi bir vahyedilmiş dine bağlı olmaksızın Tanrı’nın varlığını kabul etmek bununla birlikte O’nun ilim ve irade sıfatını reddetmek, böyle bir varlığın âlemde tesirleri gözlenen veya tezahür eden hikmet ve inayetin bulunmadığına inanmak şeklinde tanımlanmıştır. Âleme müdahale etmeyen bir ulûhiyet anlayışı, akla ve bilime güvenen bir varlık tasavvuru deizm kavramında öne çıkan iki unsurudur.(1)
Bu duruma İslam ve Müslümanlar açısından bakacak olursak, İslam’ın varlık tasavvurunun Kitabullah/Allah’ın Kitabı ve Sünnetullah/Kâinat Kitabı/Sebeplilik ilkesi arasında bir çelişkiye izin vermediği görülecektir. Ancak aynı şeyi Müslümanlar için söyleyemiyoruz çünkü İslam’ın ve Hz. Peygamberin ortaya koyduğu dini anlama, yorumlama ve yaşama biçimini kavramaksızın, Kur’an’ı ve Sünneti tarihsel bir döneme indirgemeleri sebebiyle Arap Bedevi kültürünü din olarak addetmekte, İslam’ın Ruhuna ve Peygamber tefekkürüne yabancı bir tutum içine girmektedirler. Bu nedenle de din bilim çatışması şeklinde Batı’da ortaya çıkan Deizm tartışması İslam akaidi ve anlam dünyası açısından çıkmasa da Müslümanların tavır, tutum ve anlayışları sebebiyle İslam dünyasında da tartışılır hale gelmiştir.
Zira klasik felsefe geleneğinde Kur’an’daki hitap şekillerinin insanlar arasındaki farklılıkları kabul ettiği bu anlamda hatabî, cedelî ve burhanî yöntemle insanlara ulaştığı, dini metinlerin izahında da tedricîliğin esas olduğu malumdur. İbn-i Tufeyl‘in Hay b. Yakzan adlı felsefi romanı bu konuda verilebilecek en güzel örnek olarak karşımıza çıkar. Hay b. Yakzan adlı felsefi romanda Hay, kendi aklı ve sorgulamalarıyla kâinat kitabına bakarak Allah’ın varlığını ve birliğini anlayabilen bir kişi olarak karşımıza çıkar. Hatta onun kurumsal din ve uygulamalarıyla karşılaştığında aynı şeyi söylemelerine karşın farklı bir anlayış ve uygulama içinde oldukları vurgulanır. Bu anlamda Kur’an ve Kâinat Kitabının aynı şeyi söylediği fikri İslam filozofları tarafından benimsenir ve buna uygun bir varlık şeması ortaya konulur. (2)
Bu noktadan hareket eden İslam filozofları da din ve bilim arasındaki ilişkiyi analiz etmişler, Batı’da ortaya çıkan manada bir deizm tartışması çıkmadan din ve bilim arasındaki ilişkiyi çözümlemişlerdir. Batı’daki anlamda Deizm meselesini ortaya çıkaran da esasında din-bilim çatışmasıdır. İslam filozofları Batı’daki anlamıyla ortaya çıkan din-bjlim çatışmasını daha ortada bu tartışmalar yokken İslam dini ve düşüncesi açısından değerIendirmişler; Sebeplilik, Zorunluluk, Kader, Allah’ın Bilgisi Meselesi ve Tanrı Âlem ilişkisinin Mahiyeti konusunda çözüm önerileri sunmuşlardır. Bu nedenle de İslam düşünce geleneğinde din bilim çatışmasını çözen ve buna uygun bir felsefi çizgi ortaya koyan İslam Filozofları Batı aydınlanmasında da merkezi bir rol üstlenmişlerdir.
Ancak İslam filozoflarının bu bakış açısı İslam dünyasındaki dinî ve kelamî gruplar tarafından reddedilmiştir. Filozofların Tanrı tasavvurunun pasif, zorunlu bir anlayışa dayandığı eleştirileri yöneltilmiştir. Toplumsal ve ilmî çevrelerde karşılık bulan bu yaklaşım nedeniyle felsefi bakış açısı çoğu alanda sahayı kelamî bakış açısına bırakmak zorunda kalmıştır. Tüm bu gerekçelerle filozofların pasif bir tanrı tasavvuruna ya da determinist bir âlem anlayışına savruldukları iddiası ortaya atılmıştır. Hâlbuki filozoflar tam aksine kâinatın sistemiyle Kur’an’da ifade edilenlerin asla çelişmeyeceğini iddia etmişler; asıl tarih dışı bir din öğretiminin insanları dinsiz ve inançsız kılacağına işaret etmişlerdir(3)
Filozofların Allah’ın bilgisi, nedensellik, kaza ve kader anlayışı üzerinden yapılan bu tartışma, bilimsel sınırlarla, inandığı ilkeler arasında bir bütünlük kurmaya çalışan filozofların itikadî anlamda ötekileştirilmesiyle neticelenmiştir. Ancak dönüp tekrar baktığımızda Hz. Peygamberin döneminde ortaya konulan Asr-ı Saadet ve filozoflar tarafından ortaya çıkan bilimsel birikim İslam’ın aydınlık yüzünü temsil ederken, bilimsel gerçekliğe aykırı ve bütün meseleleri itikadî boyuta indirgeyen yaklaşımlar ise hâlâ içinden çıkamadığımız karanlık bir bölgeye tekabül etmektedir.
İslam filozoflarının öğretisini anlamamaktan kaynaklanan sorunlar bugün de devam etmekte, dinî gruplar tarafından kurgulanan din öğretimi insanları gerçeklikten kopartmakta, Kur’an’ın ve Hz. Peygamberin istemediği bir istikamete, akıl ve mantık dışı bir anlayışa götürmektedir. Bu, insanlârın hayatında bir takım açmazları da beraberinde getirmektedir. Ortaya konulan bu din öğretiminin insan hayatına Hak, Hakikat ve Hukuk tasavvuru kazandırması beklenirken bunların zihinlerden silinmesine sebep olmaktadır. Neticede yoğun bir din öğretimi yapılmasına rağmen, ortaya sağlıklı bir din eğitimi çıkarılamamaktadır. Tüm bunlar, İslam’ın Hakikat tasavvurunun sorgulanmasına, İslam’da din bilim çatışması olduğu vehmine ve insanların inandıkları değerler konusunda tereddüde düşmesine sebep olmaktadır.
Aynı şekilde tarih dışı din öğretimi yapanlar da yaptıklarının doğru olduğunu iddia ederek, bu konuda zorlama yorumlar yaparak, “Nasıl olur da bizim verdiğimiz eğitim sonucunda böyle bir anlayış ortaya çıkabilir?” sorusundan hareketle, Deizm üzerinden bu tartışmaya katıldı. “İslam öğretisini nasıl doğru anlatabilirim?” demek yerine insanlara deizmi anlatmaya başladı. Bunlar farkına varmasalar da, bu tarih dışı öğretimden rahatsız olan insanımıza Deizm reklamı yaptılar ve Deizme olan ilgi de gittikçe artmaya başladı. Hâlbuki buradaki tartışmanın kaynağı ne deizm ne de İslam’dır. Çünkü bu durum İslam’ın varlık tasavvurunu anlamayanların ortaya koyduğu yaklaşımların neticesinde karşımıza çıkmıştır. Kanaatimizce bugün ülkemizdeki deizm tartışmalarının altında, gerçekliğe uymayan bir din tasavvurunun çeşitli kanallarla topluma dayatılması vardır.
İslam’a baktığımızda ise Sünnetullah yani fiziksel evrenle, Kitabullah arasında büyük bir uyumun vurgulandığını görüyoruz. Kur’an’daki yaratma anlayışının sebep sonuç ilişkisi üzerinden, kader tasavvurunun da ölçüye ve gerçekliğe uymak olduğunu, yaratma hadisesinin dahi bir dayanağının ve sürecinin olduğunun vurgulandığını düşündüğümüzde bugün İslam âlemindeki kafa karışıklığının aslında dini değil, anlayış ve zihni kapasite ile alakalı olduğunu ifade edebiliriz. (4)
Deizm ve Günümüz İnsanı
Yukarıda da ifade ettiğimiz Deizm tartışmalarının temelinde Din ve Bilim çatışması yatmaktadır. Bu çatışma, insanların temelsiz ve dayanaksız dinî tasavvurlar sebebiyle gerçekliği olmayan dinî anlayıştan bir kaçış olarak kendisini göstermektedir. Peki, bugün ülkemizdeki deizm tartışmalarının kaynağı nedir? Bu tartışmanın altında yatan aslında din bilim çatışması ya da klasik dönemde olduğu gibi felsefe ve kelam tartışmaları değil, gerçekliği olmayan bir anlayışın çeşitli kanallarla topluma giydirilmeye çalışılmasıdır. Bu noktadaki kritik tepki ise gençlerden gelmiştir, onlar hakikati gözler önüne serecek cesareti kendilerinde bulmuştur. Bu da tarih dışı, kendi kültürel kodlarına uymayan, günümüz koşullarının çok çok gerisindeki bir yaklaşım ve anlayışın, eğitim ya da çeşitli kanallarla dayatılmasının yanlış olduğunu bizlere göstermiştir.
Bu noktada baştan itibaren yapılan bir hata var: o da dindar nesil yetiştirme diye bir hedef konulması, dindarlık bir hedef değildir, bir varıştır, olgudur, kişinin iç dünyasıyla kazanılabilen bir şeydir. Eğitim ve öğretim süreçleri insanları dindar ya da lâdinî yapmaz, eğitim ve öğretim süreçlerinin topluma vermesi gereken temel unsur rasyonel bakış açısıdır, kendi kültürel ve toplumsal değerlerinden haberdar etmektir. Bunun içinde din de vardır, ama belirttiğimiz üzere bu haberdar etme anlamında olmalı; tercih, kişilere bırakılmalıdır. Eğitim ve öğretim süreçlerini yoğun bir dinî mesaiye dönüştürme, nafile çaba olarak karşımıza çıkacak, dinî konularda bilgili ama dinden uzak yeni bir nesil ortaya çıkacaktır. Bu da toplumsal yaşamda deizm tartışmalarında kendisini gösterdiği gibi yeni bir takım tartışmaları beraberinde getirecektir.
Yıllar öncesinden söylediğimiz bir sürecinin olduğunun bakış açısı olan “Çatık Kaş Din Tasavvuru” toplumsal sahada insanlara bıkkınlık verdi. Buna toplumsal hayattaki dinî görünümlü hile, aldatma ve ahlaksızlıklar da eklenince, özellikle kendisini dindar olarak tanımlayan ama dinî tasavvurlarla yakîni bilgisi olmayanların dinle arasına mesafe koyması gibi bir sonuç ortaya çıktı. Buna ilave olarak Türkiye’deki dinî yapıların çatışmacı dili ve devlet için bir güvenlik sorunu haline gelmeleri de artık insanları bu yapılara karşı çok daha dikkatli davranmaya sevk etti, Deizm tartışması da bu noktada başladı. İslam felsefesi ve düşüncesi ile ilgili teorik ve pratik bir arka plandan yoksun olmakla birlikte yaşananlara tepkili olan insanlar “Benim bu anlayışlarla işim olmaz!” diyerek dinî anlayışlarını gözden geçirdiler.
Ancak bunun dışında ortada tepkisini belli etmemekle birlikte sahip olduğu konumu, imkânları kaybetmemek için o dönem geçerli olan dinî yapılanmalara entegre olmuş, İslam’ın öğretisi ile zihin ve gönül bağı kalmamış bir başka bakış açısı da kendisini gizlemeye devam etmektedir. Bizim aslında odaklanmak istediğimiz nokta da budur. Toplumsal hayatın içinde deist bir bakış açısından çok münafık bir bakış açısı, kendini, rengini, düşüncelerini dışa vurmayan, tamamen çıkar ve rant merkezli ahlaki zaafiyetleri olan bir grup söz konusu. Asıl tehlike deizm olmayıp, işte bu münafık bakış açısıdır. Bu, dinî açıdan da toplumsal açıdan da tasvip edilmesi mümkün olmayan, toplumları kemiren en önemli tehlikedir.
Çünkü laik bir ülkede kişinin fikir ve ifade özgürlüğü bağlamında inançlarını ve kanaatlerini paylaşması, başka inanç ve kanaatleri tahkir ve tezyif etmeden bunları ifade etmesi olağan bir durumdur. Ancak ahlaki ve hukuki anlamda pek çok sorunlar barındıran münafık bir bakış açısı üzerinde önemle durulması gerekmektedir. Bugün uygulamada eğitim ve öğretim hayatını, iş yaşamını her grubun kendine göre bir sınır koyduğu, kendine göre dinî olarak nitelediği değerler üzerinden kurgulama çabası, İslami değerlerin hâkimiyet kuracağı anlamına gelmemektedir. Bu konuda yapılan zorlama girişimler dinî değerlerin içini boşaltmaktadır. Toplumsal hayatta şu an görülmeyen tepkiler ileride ciddi savrulmalara sebep olacak, Türkiye’deki dinî anlayışta ciddi değişiklikler olacaktır.
Dinî sahada eğitim ve öğretimin baskıcı ve tekelci bir anlayış üzerinden verilmesi neticesinde gerçekliğe aykırı bir varlık tasavvuru ortaya çıkmaktadır. Tüm bunların neticesinde bir tarafta radikal dinî akımlara savrulan, diğer tarafta dinî yapılar tarafından istismar edilmeleri sebebiyle dinle arasına mesafe koyan insanlar ortaya çıkmıştır. Eğer eğitim ortamlarını itikadî ve dinî çatışma ortamlarına dönüştürürsek, bu çatışmaları kendi elimizle beslemiş oluruz. Bu nedenle eğitim kurumlarımızda belli mezhep, tarikat ve cemaatlerin öğretisinden mülhem bir din öğretimi yerine evrensel insani değerlerin vurgulandığı bir bakış açısına geçilmelidir. Yüce dinimiz de aslında bunu emreder. Çünkü ilmin merkeze alındığı, sebepliliğin vurgulandığı, her zaman akletmenin ve düşünmenin üzerinde durulduğu bir din, bilimsel bakış açısından koparılamaz. Ancak genel eğitim sürecinden ayrı olarak din eğitimi almak isteyen vatandaşlarımıza diyanet bünyesinde ehil insanlardan gerek akşam kursları, gerekse hafta sonu kursları şeklinde eğitimler verilerek din eğitimi talepleri karşılanabilir. Eğitimdeki ikili yaklaşımlar sebebiyle lortaya çıkan çatışma da bu sayede noktalanmış olacaktır.
Sonuç
Tüm bu sıkıntıların ortadan kalkması için eğitim faaliyetlerimizde çok yönlü düşünme, sorgulama ve felsefi bir bakış açısı ortaya koymak zorundayız. Daha birkaç yıl önce ilahiyatlardan felsefe derslerinin kaldırılmasını tartışan bir toplum; din öğretiminin yoğun olarak yapıldığı, ancak felsefe ve tefekkürün olmadığı yerlerde dinî öğretiden uzaklaşıldığını, verdikleri o kadar öğretime rağmen gençlerin istedikleri istikamette ilerlemediklerini gördüklerinden şaşmış durumdalar. bu nedenle eğitim sahasında ilk yapılması gereken bilim, felsefe, sanat ve edebiyatı merkeze alan bir eğitim sistemi üzerinde çalışmaktır.
Dinimizi anlarken ve yorumlarken de güzel okuma, gösteriş ve teganni üzerinden değil, onu anlama ve hayata aktarma noktasından değerlendirmek zorundayız. Bu anlamda din ve kültür arasındaki ilişkiyi doğru kurgulamak zorundayız. Peygamber efendimizin sünneti diyerek Ebu Cehil tavır ve tutumunu, Arap Bedevi kültürünü topluma dayatmaktan vazgeçmek gerekmektedir. Türk islam din tasavvuru bizlere bu alanı açacak özgür ve özgüvenli bireylerin yetişmesini sağlayacak, korunan değil koruyan, ezberleyen değil anlayan bir neslin gelişmesini sağlayacak bir zemin sunmaktadır. Kur’an’ı ve Hz. Peygamberi doğru anlayarak bizlere bir sistem bırakan Türk/İslam düşünce önderleri Farabi, İbn-i Sina, Hoca Ahmed Yesevi ve Yusuf Has Hacib bunu başarmada rehberlik edecek önderlerdir.
Bu noktada bizlerin eğitimi bir öğretim faaliyetinden çıkararak bir eğitim faaliyetine dönüştürmemiz gerekmektedir. Düşünen, sorgulayan ve müzakere eden, hak ve hakikat bilincine sahip insanlar hedeflersek adına din eğitimi denilmese de bu dinimizin istediği eğitimdir. dinin samimi insanların vicdanlarında filizlenerek hayatı aydınlatacak bir ışık olarak kalması, iktisadi ve siyasi teşekküller haline getirilerek çatışmacı ve ayrımcı bir dil üzerinden kurgulanmaması gerekmektedir. Bu noktada hatırda tutulması gereken bir diğer husus da Kur’an’da şeytanın bilgi sahibi ve bir çok açıdan değerlendirildiğinde dindar bir kişiliğe sahip görünmesine rağmen kibir ve inat sebebiyle hakikat ehli olmaktan çıkmasıdır. Tüm bunların sonucu olarak amaç hak, hakikat ve hukuk tasavvuru olan bir nesil yetiştirmek olmalıdır.
Dipnotlar
1- Hüsameddin Erdem, “Deizm” maddesi, İA., TDV Yay., İstanbul 1994, C.9, Sayfa 109,110
Mehmet Aydın, Din Felsefesi, İzmir İlahiyat Fak. Vakfı Yay., İzmir 1999, S. 180
2- Hüsameddin Erdem, “Deizm” maddesi, İA., TDV Yay., İstanbul 1994, C.9, Sayfa 109,110
Mehmet Aydın, Din Felsefesi, İzmir İlahiyat Fak. Vakfı Yay., İzmir 1999, S. 180
3- Aygün Akyol, Şehristani’nin Filozoflarla Mücadelesi, Araştırma Yay., 2. Baskı, Ankara 2016, S. 111
4- İbn-i Rüşd, Faslu’l-Makal, S.40-42
[i] Atıf: Aygün Akyol, “Dindarlıktan Dini Darlığa Deizm Meselesi”, İlesam İlim ve Edebiyat Dergisi -Deizm Özel Sayısı-, yıl:3, sayı: 11, Mayıs-Haziran 2018, ss. 20-25.