İnternette birkaç ay önce şöyle sahneler görmüştüm:
1.Hindistan’da bir ilkokul. Düzgün kıyafetli 5-6 yaşlarında öğrenciler… Alnında üçüncü gözü temsil eden kırmızı boyasıyla, mahallî kıyafetiyle oturan orta yaşlı Hindu bir kadın öğretmen. Bir öğrenciyi çağırıyor, çocuk gelip ayakta bekliyor. Bu çocuğun, Müslüman olduğu, biraz sonra anlaşılıyor: Hindu öğretmen(!), ikinci bir çocuğu çağırıyor, gelen bu çocuğa söylemesi üzerine, çocuk, sınıf arkadaşının yüzüne tokat atıyor. … O yaştaki bir çocuğun, böyle aşağılanmaya uğramasından dolayı, hayâtı boyunca devâm edecek olan duyguyu düşünün… çocukcağızın tek suçu(!) Müslüman bir âileden olması.
2.İri yarı, 30 yaşlarında bir Hindu genç, yerde yatan, Müslüman olduğu anlaşılan aynı ırktan, aynı dili konuşan, belki de komşusu olan gencin üzerinde tepiniyor! Çevredekiler de seyrediyor, belli belirsiz, onu bu hareketinden vaz geçirmeğe çalışan bir iki kişi …
Hindistan’da iktidarda bulunan hükûmetin faşist olduğu bilinen bir durum. Hindistan’a sığınanlara karşı tedbir faaliyeti denilerek, şahısların, eskiden beri Hint vatandaşı olduklarını kanıtlamak için, bilmem kaç nesil kimliklerini isbat etmeleri istenmektedir. Düşünün: bu ülkede eskiden beri yaşamakta olduğunuzu, vatandaş olduğunuzu kanıtlamak için, bilmem kaçıncı dedenize kadar göstermeniz, isbat etmeniz isteniyor!
Oynanan oyunun hedefi: Hindistan’ı, yerli Hindu kültür ve geleneğine, inancına aykırı olan, dışarıdan gelmiş olan İslâm’dan KURTARMAK, Müslümanlardan temizlemek. Sayıları, birkaç yüz milyon da olsa!
***
Osmanılı’nın son devrinde, Türkleri, İslâm’dan uzaklaştırmak için Türkçülüğü yahûdîler başlattı; LEON KAHUN Türklerin milliyetçi duygularını okşayan Gök Bayrak adlı bir kitap yazmıştır.
Sahte Türk kimliği olarak Munis Tekinalp adını kullanan Yahudi dönmesi Moiz Kohen[1](1883-1961) Türkün Yeni Amentüsü’nü yazmıştır. (Hâkimiyet-i Millîye Matbaası, Ağustos 1928, Ankara).Tekin Alp (Moiz Kohen), Fransa’da, yahûdî mezarlığına gömülmüştür.
Yahûdîler için en uygun durum: Türklerin, en büyük güç kaynağı olan İslâm’dan uzaklaştırılmasıdır. Bunun için, zâten Avrupa’ya “her bakımdan” yönelmiş Osmanlı yönetiminde ve fikir çevrelerinde, Avrupa’da revaçta olan Nasyonalizm akımından olabildiğince faydalanıldı; Türklük (İslâmsız) vurgusu yapıldı.
Türkler, Avrupa menşeli Nasyonalizm akımını, görüşünü, ülkemiz gerçeğine ve şartlarına uyum sağlamak üzere, 1000 yıllık kültürümüz İslâmla yoğurarak Milliyetçilik hareketine dönüştürdüler. Türk Milliyetçileri, İslâm’a saygılıdırlar. Kaskatı GERÇEK şudur: İslâm’dan sıyrılmış Türk, suyu çekilmiş, posası kalmış portakal gibidir.
Evet, bilinen en eski çağlardan beri, Türk (aslî, orijinal şekli: Törük) Yeryüzünde vardır, büyük işler görmüştür, tarihten Türk çıkarılırsa, tarih diye bir şey kalmaz!
Türk tarihinin en şanlı çağları, İslâmı temsil ettiğimiz çağlardır, Avrupa’lılar Türk’ten öyle yılmışlardır ki, Prester John adını verdikleri hayâlî bir kahramanın, Türkleri, arka taraflarından gelip yeneceğini ummuşlardır.
Türk için İslâm, savaş nârasıdır. Bir Avrupa’lı, Fas’ta veya İsfahan’da hidâyete erse, ona “Müslüman oldu” dememişler; “Türk oldu” demişlerdir.
Ne yapsanız, tarihi tersine çeviremezsiniz!
Gerçeği değiştiremezsiniz.
Bu durumu, 200 küsûr yıldan beri resmen kabul ettiğimiz “muâsırlaşma/çağdaşlaşma/Avrupalılaşma” akımının, devlet politikası olarak uygulanan tutumun semeresi olarak diploma sahibi olmuş, bol keseden ‘aydın’ sıfatıyla anılan okur-yazar (pek okumazlar ya, neyse) takımının anlaması oldukça zordur, çünkü, kafasında görünmez ağlar vardır, onlardan kurtulup, hürce düşünemez, okulda kafasına boca edilen sloganları tekrarlar. Diplomalımız, kendine ve milletine, Avrupalı’nın baktığı gibi bakmağa alıştırılmıştır; millete yabancılaştırılmıştır, çünkü, “eğitim” dedikleri mekanizma, böyle tipler imâl etmek üzere kurgulanmıştır.
***
Türklüğü, Türkçülüğü ön plana çıkaran akım, görüş, elbette gereklidir, milletin hayat sigortasıdır, ama, bunu dengede tutmak, yahûdînin istediği gibi, İslâm’a zıt görmemek gerekir. Böyle, tuhaf bir anlayış, uç gösteriyor gibi: durup dururken, Türkçü bir gencin Fâtih Câmii imâmını öldürmeğe kalkışmasına NE buyrulur? Sonradan uydurulan “problemler” e filân inanan var mı, bilmem.
O genci, Sayın Özdağ’la birlikte gösteren fotoğrafı hatırlıyorum: elde, İttihad Terakki’yle ilgili bir kitap veya sayfa. İttihad Terakki’yi halâ “iyi” zanneden Türkçüler olduğu anlaşılıyor. İyi de, rahmetli Alparslan Türkeş’in şu sözü, hiç akla gelmiyor mu:
-İttihad Terakki, ülkeyi HANGİ durumda aldı ve HANGİ durumda bıraktı?
Sayın Ümit Özdağ’la tanışıklığımız, merhabamız vardır, çocuklarımdan biri, partisine çok yakındır, görev almayı da düşünmüştür, öyle bir akımın, gerekli olduğu da mâlûmdur, ancak, bu iş, dengeli olmalıdır. Rahmetli babası Muzaffer Özdağ’ı dinlemişliğim vardır, kitabını da okudum, 14 lerden, milliyetçilerden olduğu için Yurt dışına gönderildi. Oğlunun da Japonya’da büyüdüğü, Almanya’da okuduğu anlaşılıyor. Hepsi iyi de, Sayın Ümit Özdağ’ın ıskaladığı bir konu, TEMEL KONU, hayata anlam kazandıran konu: İSLÂM ne olacak?
Üzerinde yaşadığımız Yerküre, kendi çevresinde günde bir sefer döndürülmese[2], güneşe bakan tarafı hep gündüz, arka tarafı hep gece olacaktı, zaman kavramı olmayacaktı. Yerküreyi Çeviren, eksenini dik yapmayıp 23 derece eğik yaparak mevsimleri Meydana Getiren, yarattığı insanın NASIL davranması gerektiğini de Gönderdiği Yalavaçlarla bildirmiş. Bu büyük, temel gerçeği atlamak, düşünen kafalara yakışır MI?
*** *** ***
27 Mart 2024
[1] Günümüzde de aynı oyun, ‘Türk’ gibi davranma oyunu devam etmektedir. Sözgelimi, babasının dönme okulunda öğretmen ve müdür olduğundan, dönme olduğu anlaşılan bir yahûdî ile, adından, süryânî olduğu anlaşılan bir sayın yurttaşımız, ülkenin meselelerini bir güzel tartışmaktadırlar. Tartışsınlar; yurttaş olarak buna hakları vardır, ancak, kim olduklarını belirtsinler, değil mi?
[2] Gaflet, daha yetişme çağında, okulda, o koskoca, üzerinde yaşadığımız toprak, kaya, maden yığınının, sanki, kendi karar vermiş de öyle oluyormuş gibi, “dönüyor” diye öğretilmesinden kaynaklanıyor. Gerçekte, Yerküre dönDÜRÜLüyor! Onu DÖNDÜREN, üzerinde yaşayan insanı, “saldım çayıra” diye başıboş mu bırakır? Kurân’da insanın nasıl yürüyeceğine bile, “böbürlenerek yürüme!” diye müdâhale edilir!