Bizde kırk sayısı önemli.
Dede Korkut hikâyelerinde kırk kız var meselâ, kırk yerde otağ kurmak var.
Kırk hadis, Kırkpınar, kırk kilit otu, kırk uçurmak, kırk makam, Kürşat’ın kırk çerisi, kırk ikindi yağmurları…
Yara kırk günde iyileşirmiş meselâ, gerçi yarasına bağlıdır ya.
Hani Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz.ne atfedilen bir kıssa var.
Oğullarının adı Zakir ve Şakir.
Zakir zikir ehli, Şakir meyhaneden çıkmıyor.
Çocuklarından birisi kırklara karışacaktır. Hasankale’ye çıkarlar Zakir’le. “Atla” der baba. Zakir bakar derin bir uçurum, dünya güzel, atlayamaz.
“Çocuklarından biri” dendi ya, meyhaneye gider Şakir için. Şakir içtiğine para bulmak için dışarı çıkmıştır. Babası öder.
Döndüğünde borcunu babasının ödediğini öğrendiğinde üzülür, pişman olur, atar kendini Hasankale’den. Kırklara karışır.
Kardeşini küçük gören Zakir’e döner ve şunu söyler;
“Harabat ehlini hor görme Zakir,
Defineye malik viraneler var.”
Bir de Suskunlar Meclisi vardı, onlar da kırk kişiydiler. Kırklardan birisi vefat edince bir başka kişiyi alıyorlardı. Molla Cami bu meclisten birinin vefat ettiğini duymuş, müracaat etmiş. Halbuki bir kişi almışlar, kırkı tamamlamışlar. Kapıdaki küçük aralıktan su bardağını silme doldurup uzatmışlar. Bu “yerimiz yok, dolu” demekmiş. Molla Cami su dolu bardağı almış, bir gül yaprağını koymuş suyun üzerine geriye vermiş. Suskunlar Meclisi karar vermiş “Bir gül yaprağı güzelliğinde ve ağırlığındaki insan bu mecliste olmalı.”
Daha başka kırklarımız da var tabi.
Kırk gün kırk gece düğün yaparız meselâ. Bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır. Kırkından sonra azanı teneşir paklar. Kırk katır mı, kırk satır mı diye sorarlar kızdıklarına. Şirazlı Şeyh Sadi demişti; “Kırk derviş bir kilime sığar da iki padişah bir iklime sığmaz” diye.
İşimize gelmezse kırk dereden su getiririz. Ya da kılı kırk yarar, kırk tarakta bezimiz olduğunu söyleriz
Türkülerimiz, deyişlerimiz var.
“Kırklar kâsesinden bade nûş ettim” diyor Seyrani.
Hatayi bir başka demiş;
“Kırklar meydanına vardım,
Gel beri hey can dediler.
İzzet ile selâm verdim,
Gir işte meydan dediler.”
Kırkların ceminde dârâ düş oluruz. “Vardım kırklar kapısına” der Davut Sulari.
Kırklar Dağı’nın düzünde oyalanırız bazen.
Demet Hanım’ın kitabı yaptı bu çağrışımları.
Demet Eker Hanım’ın bir kitabının adı Kırkyama. Diğeri de Yabancılar ve Ötekiler.
Türk Milleti olmak kolay değil. Binlerce yıldan bu yana gelen ananeler, gelenekler, yaşanmışlarımız var. Süzülüp söz haline gelmişler var. Bunları bir şekilde yaşıyoruz.
Geçen hafta bizim köy civarında Yağmur Duası oldu. Türkmen Baba’nın mezarı var bölgenin en yüksek yerinde. Atalarımız göğe yakın olsun diye yükseklere yaparlarmış mezarları da ondan. Oraya gidenler aşağılardan taş götürür, mezarın etrafına koyar. Bu da bizim Yada Taşı geleneğidir. Çoğumuz bilmez ama yaşarız, yaparız.
Çocuklarımıza “bizi ele güne mahçup etme” diye sıkı sıkı tembihleriz ama el’in il, gün’ün kün olduğunu çoğumuz bilmez. Esasında “il’e yani devlete, kün’e yani millete yüzümüzü kara çıkarma” diyoruzdur binlerce yıl öncesinden.
Demet Eker Hanım da hikayelerinin arasına bunları serpiştirmiş.
Demet Eker, Denizli’nin Sarayköy İlçesinde doğmuş. Lisansını Hacettepe Üniversitesi’nde tamamlamış. Halen Eskişehir’de Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliği yapıyor.
Kitaplarda ne güzel ifadeler var.”Nefes alıyorsak çare bulunurmuş.”
Gülnine’yi konuşturmuş; “Bak kızım kimse iyilikle imar edilmemiş. Yanlışlarından tövbe edip iyiliğe yüzünü dönmek gerekir. Dünya kurulduğundan bu yana iyilikle kötülük yan yana. Mühim olan senin yüzünü ne tarafa döndüğün. Bizim mücadelemiz binlerce yıllık.”
Bir başka hikâyede şu ifadeler var; “Hem cehennemi hem cenneti yaşıyorum aynı anda. Varlığın cennet, yokluğun cehennem. Gökyüzü gibisin. Hüznün yağmurlu, gülüşün güneşli. Nefes almak için pencereyi açmak yerine seni görmeyi istediğimde anladım sana yenildiğimi.”
“Savunmasızlığım sırtımı ürpertiyor. Oracıkta elimdekileri atmak, arkama bile bakmadan bayram çocuğu halimle kaçmak istiyorum. İnsan çoğu zaman sevdiklerinden kaçıyor galiba. İçinde çöreklenen sevgiyle yüzleşmemek için. Yolculukların yalnızlığına ihtiyacı olduğundan belki.”
Demet Eker Hanım yıllar ötesini sarıp sarmalamış, günümüze getirip bırakmış. Kaleminin ucu geleceği eşeliyor nakış nakış.
Yabancılar ve Ötekiler kitabına “Aldığım ele, döktüğüm dile”, Kırkyama’ya da “Bin yıldır içimde tuttuklarımı haykırmakmış başlamak” diye başlamış.
“Ardıç tütsüsü yakıp sustu kırk gece küller küllere.” Bu da P.T. Barva’nın sözü.
Türk Mitolojisini iyi biliyor Demet Eker. Ama yazdıkları sustuklarından çok daha azdır eminim. Rahat, geniş bir zamanda dinlemeli Demet Hanım’ı…
O yazsın biz okuyalım efendim.
Allah kolaylık versin.
Kalemi, hep güzelliklerden, kültürümüzden, sevgiden beslenmeye devam etsin inşallah…