Geçen yazımızda, Üçüncü Selîm’in, durumu düzeltmek için 1801 yılında hazırlattığı 21 lâyihayı anlatmıştık. ‘kendi değerlerimizi muhâfaza ederek, Avrupa’nın sâdece teknolojisini almak’ YERİNE (Japonların yaptığı gibi), ‘Avrupa değerlerini, TOPTAN, OLDUĞU GİBİ almak’ yolundaki Üçüncü Görüşü tercîh ettiğini, yeniliklere, değişime bu doğrultuda giriştiğini belirtmiştik. Avrupa Değerleri’nde, eksik olan İSLÂM idi ve o yörüngede ilerlenirken, Tanzîmât (1839) ve İslâhât (1856) felâketleriyle İslâm’dan kurtulma yolunda hızla ilerlemeğe koyulduk. Zamânın ‘çağdaşlarından’ Ziyâ Paşa bile, çarpıklığın farkındaydı ve durumu şöyle dile getiriyordu:
İslâm imiş millete pâ-bend-i terakki (milletin yükselmesine ayak-bağı İslâm imiş)
Evvel yoğ idi işbu rivâyet yeni çıkdı (önce yoktu; bu söylem de yeni çıktı).
İslâhât Fermânıyla, DURUŞ kaybına uğradık; Müslümanla kâfir arasında HİÇBİR fark olmadığını kabûl ettik. Günümüzde, diplomalılarımızdan pek çoğunun, gâvura ‘gâvur’ demeyi aklına bile getirmemesi, hattâ, böyle bir ifâdenin ‘bu çağda, çok ayıp’ olacağı kanaati, 1856 yılının kalıntısıdır. Halbuki, hakaret kasdı olmaksızın, bir Avrupalı’nın, bir Batılı’nın, ‘kısa boylu’, ‘şişman’, gibi; ‘gâvurluğu’, bir vasfı, niteliği olarak pek âlâ söylenebilir, bunu söyleyen, ‘duruş’ kazanmış olur. Duruşu olmayan, kimliksizlik yolunda hayli ilerlemiştir ve kimliği olmayanın hiçbir değeri yoktur.
***
Filmi ortasından başlayarak seyreden durumuna düşmemek için hatırlayalım: Kırtasiyeciden aldığımız bir Yerküre’yi, masa üzerine koyduğumuzda, kendi kendine DÖNMÜYOR; biz döndürürsek dönüyor. Üzerinde yaşadığımız Yerküre/Arz/Dünya da dağlarıyla, toprak, kaya yığınlarıyla, denizleriyle, kendi kendine dönmüyor, onu bir DÖNDÜREN var. Dönmese, Güneşe bakan tarafı hep gündüz, arka tarafı gece olacaktı, insanda ‘zaman’ kavramı olmayacaktı. Ekseni dik olsaydı, mevsimler olmayacaktı. Yerküre’yi, üzerinde yaşamağa elverişli KILAN YARATICI var:
Muhakkak ki Göklerin ve Yer’in yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelip gitmesinde aklı selîm (Öz) sâhipleri için delîller vardır. Âl ‘İmrân (3). 190.
Yeryüzündeki HER ŞEYİ de İnsan’ın hizmetine vermiştir:
Görmedin mi, Allah, yeryüzünde olan HER ŞEYİ ve emri (kanunu) ile denizde akıp giden gemileri sizin fayda ve hizmetinize vermiştir. Hac (22), 65.
Bu mesajı almış olan Müslüman, Allah’ın helâl kıldığı her şeyden, bu arada hayvanlardan faydalanır; kendi dar aklının çerçevesinde kalarak meselâ vejeteryan olmaz.
Emrine, kullanımına verilen bütün bu nimetler karşısında, İnsan, başıboş da bırakılmamıştır:
İnsan, başıboş bırakılacağını mı sanıyor? Kıyâmet Sûresi (75), 36.
Sizi boş yere yarattığımızı ve ve Bize gerçekten döndürülmeyeceğinizi mi sandınız? Mu’minûn Sûresi (23), 115.
Müslüman, dünyâ hayâtında, sürekli olarak imtihânda olduğunun farkındadır:
O, hayâtı ve ölümü, hanginizin EN Güzel Davranışta bulunacağını imtihân etmek üzere yaratmıştır. Mulk Sûresi (67), 2.
***
Türk Milleti, Allah’ın buyruklarına uygun olarak, yüzyıllarca, 11-17 yüzyıllarda, Selçuklu ve Osmanlılar çağında, EN ÜSTÜN topluluk olarak yaşamıştır. İspanyol gâvuru, 1588 yılında, İngiltere’yi işgal etmek üzere armadayı gönderdiğinde, İngiliz Kraliçesi, İspanyolların donanmasının bir kısmının bu işten alıkonması için, Osmanlı Sultânı Üçüncü Murad’dan, Batı Akdeniz’e hiç olmazsa 60-70 kadırga göndermesini istirhâm etmişti. Amerikan denizcileri, 18. Yüzyılda, İngiliz gâvuruna bağlılıktan yeni kurtulmuş olarak, Akdeniz’e destursuz girdiğinde Osmanlı’nın Cezâyir Ocağı denizcilerine tutsak düşmüş, akılları başlarına gelmiş, fidye vererek kurtulmuş, bundan böyle Osmanlı’nın Cezâyir Ocağı’na HARAÇ vererek Akdeniz’e girmeğe başlamıştı.
***
Kendi târihini doğru olarak bilmeyen, âdetâ, sömürgecinin, sömürdüğü ülkelerdeki uyguladığı müfredâta göre imâl edilmiş olan diplomalılarımızın çoğu, 1801 yılında döşenmeğe başlanmış olan bu yanlış zemîn üzerinde, ülke meseleleri üzerinde konuşuyor, yazıyorlar. Gözümüze ilişen bâzılarına işâret edelim:
*Öğretimle ilgili, bilmem hangi sendikanın temsilcisi bir zât, yeni millî eğitim müfredâtında, biraz da olsa, ‘kendi değerlerimize dönüş’ emâresi görünce feverân ediyor, eleştiriyor; kendi değerlerimize dönüşü, gericilik olarak görüyor ve YADIRGANMIYOR.
*Gözaltına alındığı sırada, ellerini arkasında birleştirerek kendisine ters kelepçe takıldığı zannını vermeyi mârifet sayan bir bayan, tasarruf için Diyânet İşleri Başkanlığının ortadan kaldırılmasını, yâni, imamlara, vâizlere, müftülere, idârî personele verilmekte olan aylıkların hazîneye kalmasını ÖNERİYOR ve YADIRGANMIYOR.
*İslâm konusunda hangi ciddî kitabı okuduğu bilinmeyen bir vatandaş, Müslümanların geri kalmalarının sebebinin, İCTİHÂD kapısının kapanmış olduğu ‘parlak fikri’ni bir kitapla ilân ediyor ve bu kitabın reklamı, İslâmdan uzaklaşmayı çağdaşlık bilenlerce, bol bol yapılıyor.
Sanki, Müslümanlar, İslâma uygun yaşamışlar da, yeni ortaya çıkan konulara, ictihad etmedikleri için çözüm bulamamışlar zannını köpürtüyor. Halbuki:
Allah, emâneti, ehline vermenizi emrediyor Nisâ (4) 58,
İş, ehil olmayana verildiğinde, Kıyâmeti bekle (Hadîs-i Şerîf)
Rüşveti veren de alan da Cehehennemliktir (Hadîs-i Şerîf)
İki günü eşit olan, ziyândadır (Hadîs-i Şerîf)
Hiç, bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Zumer (39), 9,
Beşikten mezâra kadar ilim peşinde olunuz (Hadîs-iŞerîf)
ve daha pek çok âyet ve hadîsler, çalışmayı, öğrenmeyi, gelişmeyi teşvîk ederken, son yüz yıllarda daha çok yöneticiler arasında İslâma bağlılıkta gevşeklik, laçkalık olduğu, rüşvetin yayıldığı, görevlendirmelerde liyâkate değer verilmediği, günümüze kadar gelen ‘kayırmalar’ olduğu bilinmektedir.
Hele Müslümanlar, Kur’ân ve Hadîslerdeki İslâm’la, aralarındaki mesâfeyi bir azaltsınlar, bakalım işler NASIL olacak? İslâm, bütünüyle, ferdî ve ictimâî hayâtın her yanına bir uygulansın bakalım, durum nasıl olacak?
Bu heveskârın ictihad konusunda yazdığı kitap, kumda oynayan çocuğun yaptığı kuleleri andırmıyor mu? Daha da komik olanı, laikliği candan, bütün içtenliğiye benimsemiş olan bu vatandaşın, İslâmla laikliğin bir arada bulunmasının imkânsız olduğundan habersiz oluşudur. (Mâide 5), 44. (Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler, kâfirlerdir.)
***
09 Hazîrân 2024