Doç.Dr. Muhammet ÖZDEMİR
Herhangi bir kavramı deneyimsel ve olgusal karşılığı yerine hazır sözdizimi önerisiyle tekrarlayarak edinmiş toplumlarda ilgili kavramlar verimli anlaşılıp değerlendirilemezler. Akıl bu kavramların en önde gelenidir. İnsan kavramı bu kavramlardan bir diğeridir. Değer kavramı da bunlara eklenebilir. 18. yüzyıl Fransa’sının bir anlam vererek söylemleştirdiği akıl kavramının Türkçedeki anlamı ve işlevi belirsizdir. Benzer şekilde 18. yüzyıl ve 20. yüzyıl Amerika’sının birer anlam vererek söylemleştirdiği insan ve değer kavramlarının Türkçedeki anlam ve işlevleri de belirsizdir. Max Horkheimer’ın Eclipse of Reason (Akıl Tutulması/Gözden Çıkarılması) adlı kitabında ABD’ye göç etmiş eski Batı Avrupalı göçmenlere akıl kavramıyla ilgili yaptığı uyarıların bir kısmı söz konusu belirsizliklere dair yaptığım analizleri teyit etmektedir. Belki Horkheimer’ın çalışmasında eksik kalan, aklın nasıl teşekkül ettiğine yer vermeyip; onun işlevsel mevcudiyeti nedeniyle farklı şartlarda farklı doğruları benimseyip savunabileceğini açımlamakla yetinmesidir. Akıl, insan ve değer kavramları Türkçede en sıklıkla tekrarlanan ve aslında iletişimde hiçbir şey anlatılamayan kavramlardır. Bu nedenle birçok insan aklı baskılama, savunucu veya karşı çıkıcı kanıt bulma ya da susmak sanmakta, insanı ve değerleri 19. yüzyıldan günümüze tevarüs eden atasözleriyle karşılamaktadır. Bu anlamlar hayatı geliştirici anlamlar değildirler. Biz 21. yüzyıl ikinci yirmi yılında yaşıyoruz.
Akıl kavramının doğru anlam içeriği “birden fazla kuşakta birikmiş ortak deneyim”dir. Birden fazla kişinin birbiriyle benzeşen deneyimleri bir sonraki kuşağa birden fazla kişinin yaşamında ilerici nitelikte işgörecek seviyede aktarıldığında akıl teşekkül etmeye başlamaktadır. 19. yüzyılda Alman toplumlarında kültür kavramının akıl ve tarih ile birlikte kullanılmasının nedeni bu vakıadır. Robert D. Putnam, Güney İtalya’daki kusurlar ve Kuzey İtalya’daki avantajları karşılaştırırken en önemli fark olarak Güney’dekilerin günlük, Kuzey’dekilerin en az iki kuşaklık akla (tarih/kültür) sahip olmalarından söz etmektedir. Birbirinden farklı kuşaklar yaşadıkları deneyimlerle ilgili neden ve sonuç bağlantıları üzerinde düşünmeyerek ve bu düşünmeyi beraber gerçekleştirmeyerek davrandıklarında birbirleriyle çatışma yaşayabilmektedirler. Genellikle önceki kuşak sonraki kuşağın kazanımlarını kıskanıyor pozisyonuna ve sonraki kuşak da önceki kuşağın hazırladıklarını tüketiyor ve üstelik bunu takdir edemiyor pozisyonuna düşebilmektedir. Güney İtalya’da bu şekilde gerçekleşen kültürleşememe Kuzey İtalya’da kuşakların birbirini öznel tasarruflarında serbest bırakmaları ve aralarındaki alışverişte ekonomiyi işletmeleri nedeniyle kültürleşme ile sonuçlanabilmektedir. Güney İtalya’daki insanlar ilk bakışta son derece sıcak, iletişime açık ve arkadaş canlısı insanlardır. Fakat biraz zaman geçirince kolayca öfkelenip kavga da edebilmektedirler. Kuzey İtalya’daki insanlar ilk bakışta soğuk, kendini beğenmiş, materyalist ve yalnız insanlardır. Fakat biraz zaman geçirince saygı duymayı, hoşgörmeyi, sevmeyi ve iletişim kurmayı kurallara bağlamış ve her birini kişisel çerçevede anlamlandırıp yönetebilen medeni değer sahibi insanlar oldukları fark edilebilmektedir. Bu iki farklı ve birbirine zıt deneyim aslında Güney İtalya’nın deneyimsiz ve farkında olmaksızın materyalist davranan insanlar olduklarını, Kuzey İtalya’daki insanların ise deneyimli ve insani değerlerle davrandıklarını göstermektedir.
Birbirinden farklı kuşaklar arasında gelişmiş iletişim, doğru işbölümü, gerektiğinde hiyerarşi, yardımlaşma ve dayanışma; birbirini kontrol etme, gözetim, zorlamaya dayalı yönlendirme ve her yardım karşılığında minnettarlık bekleme ile teşekkül edemez. Sonraki kuşağın sorumluluklarını önceki kuşağın üzerine alması nasıl sonraki kuşağa bir haksızlık ise benzer şekilde önceki kuşağın sonraki kuşağı gözetlemesi, kontrol ve denetime girişmesi ve her zaman yönlendirmekle kendini görevli kabul etmesi de haksızlıktır. Bu davranışlar yaşamı bilmemekten ve yaşam üzerine düşünmemiş olmaktan; yani ortak bir aklın henüz teşekkül etmemiş olmasından kaynaklanmaktadır. Ortak akıl ile bireysel akıl arasındaki fark sorumluluklar ve hakların kişisel oluşu ve toplumsal oluşuyla birbirinden ayrılmasına dayanmaktadır. Zamanlar ve mekânlar farklılaşınca deneyimlerden edinilecek anlamlar da ulaşılacak sonuçlar da değişebilmektedir. Herhangi bir ilke veya değer ancak ortak akıl ve kültür teşekkül ettikten sonra söz konusu edilmelidir. Aksi takdirde her deneyim saygıdeğer kavramların itibarlarını kaybetmelerine ve değerlerin yozlaşmasına yol açabilir. Buradaki itibarlı kavramlar ile kastedilen hâlâ saygı duyulan ve geçmişte kuşaklar arasındaki aktarımı doğru yönetilmiş kavramlardır. Değerler de bu durumdaki değerlerdir. İtalya’da böyle olan vakıa dünyanın her yerinde de böyle anlaşılabilir. Robert D. Putnam bu analizlerini ABD’nin yeniden bir rüya oluşturabilmesi için bizzat ABD’ye önermektedir. Nitekim sözgelimi Kur’ân-ı Kerîm’de “akletmiyor musunuz?” sorusunun iman etme ve salih amelde (doğru eylemde) bulunmaya bağlanması esas itibariyle bu çerçevede bir anlam ve işlev kazanabilir. Yani akletmek, İslâm dinini bir ezber olarak kabul edip tekrarlamak da değildir, bu ezberi yeni deneyimlere aykırı bulup toptan reddetmek de değildir. Burada önce muhakeme mantığının teşekkülü gereklidir. Muhakeme mantığı için de deneyimler ile onlardan edinilmiş sonuçlar arasında insan bireylerinin birlikte düşünmelerine gereksinim vardır. İtalya örneğinde birlikte düşünüp konuşmayı beceremeyen Güneyli insanlar birlikte kaybediyorlar.
Şimdi başlıktaki soruya dönebiliriz. Akıl ve diğer bütün kavramlar öncelikle birden fazla deneyim ve bu deneyimlerin kuşaklar arasında işe yarar aktarımıyla ilgili genel bir birikimi içermektedir. Sözgelimi insan bu aktarımı doğru gerçekleştirerek ortak bir akıl, kültür ve değer üretebilen bireylerin her biri veya bir tür olarak bunların ortak adıdır. Değer ise, bu insanların davranışlarında görünür olan tutarlılığın kavrandığı cümlelerin ve davranış normlarının her birinin adıdır. Akılda işe yararlık ve kazanım, insanlıkta ortak kazanımlara beraber emek vermek ve değerlerde tutarlı davranışlar öne çıkmaktadır. Dolayısıyla akıl, insan ve değer sözle aktarılan ve gözetim, kontrol ve cezalandırma ile öğretilebilen üç önemli unsur değildirler. Eğer birbirinden farklı kuşaklar birbirlerine kendi yaşadıklarının aynılarını dayatarak birbirlerini var ederlerse bu takdirde kuşaklar arasındaki farklılıklar önce çatışmaya ve sonra da hayatın yaşanılmaz olmasına evrilebilir. Bu da kuşakların mutsuz, öfkeli, sitemli, nefret dolu, intikam arzulu ve pişman olmalarıyla sonuçlanır. Sonra bu vakıa kuşaklar boyu tıpkı Güney İtalya’daki ve erken 20. yüzyıl Almanya’sı ve Fransa’sındaki gibi tekrarlanır durur.
Özellikle içinde yaşadığımız zamanda “saçma” kavramı ve olgusunun bir lokasyon ve pozisyona sahip olmaması; yani neyin yanlış ve neyin doğru olduğunun hiçbir zaman adil, tutarlı ve öğrenici/öğretici seviyede deneyimlerle doğrulanacak şekilde birbirinden ayrıştırılamaması, her şeyden önce aklın teşekkülündeki bazı sorunların mevcudiyetini göstermektedir. Bu da hem aynı zamanda yaşayan akran insanlar arasında bir iletişim, yardımlaşma ve dayanışmanın olmayışı ve hem de farklı kuşaklardan insanlar arasında bir iletişim, yardımlaşma ve dayanışmanın olmayışıyla ilgilidir. Böyle zamanlarda güç ve zenginlik belirleyici bir ölçüt olarak kendini gösterebilir, ama bu ikisine sahip olanlar da bir akıl var edemezler. İnsan insanla üretebilir ve ilerleyebilir. Akıl, insan ve değer farklı kuşakların biriktirdikleri ortak bir ürün değilse başka bir şey de olamaz.
———————————————
Kaynak: