*Hazreti Âişe vâlidemizin yaşı, birtakım yerli gâvurların kalemlerine dolanmış.
Mut‘im bin ‘Adiyy, ve Hz. Ebû Bekr R.A. iyi dost idiler. Mut‘im’in oğlu Cubeyr ile Hz. Ebû Bekr’in kızı Âişe nişanlanmıştı; demek ki, evlenecek yaşta idi. Hz. Ebû Bekr Müslüman olunca, müşrik ve o zamanki statüko ürünü Mut‘im, nişanı bozmuştu.
Evlilik çağına gelmemiş olsaydı, Hz. Âişe Vâlidemizi, babası Hz. Ebû Bekr R.A., dostu Mut‘im’in oğlu Cubeyr ile nişanlar MIYDI?
Uzun söze ne gerek var: ortada, somut Gerçek, vâkıa var; evlilik yaşına gelmiş olmalı ki, evliliğe ilk adım olarak NİŞAN yapılmış.
***
*Avrupa’nın nüfusu azalıyor… Avrupa, telâşta… Avrupa’lı kadın, doğum sıkıntısına katlanmıyor, oturup çocuk bakmıyor, analığı UNUTMUŞ…
Çâresini bulmuşlar: Ülkelerine gelen, günahları kadar SEVMEDİKLERİ işçilerin çocuklarını, bir bahâne ile, ZORLA âilelerinden koparıp yurtlarda yetiştiriyorlar, 18 yaşına gelinceye kadar âileleriyle görüştürmemek gibi, YAMYAMLIKTAN ÖTE bir medenî (!) davranışla, o çocukları, kendi kültürlerine DEVŞİRİYORLAR.
Öte yandan, kadına alabildiğine özgürlük furyasıyla, NİKÂHSIZ ilişki ürünü çocuk sayısı, babası belli çocuk sayısını bâzı Batı Avrupa ülkelerinde, meselâ Fransa’da, (%60) aşmış durumda… Trend (diyorlar, eğilim, gidiş) gösteriyor ki, “böyle ilişki” ürünlerinin sayısı, oranı, gittikçe artmakta… Çok geçmeden, o ülkeleri, babası belirsizler yönetecek. “Kadına özgürlük” sloganı ve dayatmasıyla, bizi de kendilerine benzetmeğe çalışıyorlar.
Bize gelince de; “çoğalmasınlar” diye, NÜFUS PLANLAMASI dayatılıyor. Dahası, ülkenin sayılı zenginlerinden ve itibarlılarından biri, “Nüfus, Türkiye’nin en büyük problemidir” buyuruyor!
Bir Japon sosyolog diyor ki:
Bu kadar çok hâini olan bir ülke, çoktan batardı, Türkiye batmıyor, Türk halkı öyle, okumağa düşkün de değil, demek, sizi, dîniniz kurtarıyor.
Ne dersiniz?
***
Baba, ünlü bir operatör, anne, ‘aydın’ bir kadın, yazar. Oğlan: okuduğu koleje lüks araba ile (yapmaması gerekirken, yapmaması gerektiği, kendisine okul yönetimince bildirilmişken) gidip geliyor. Ehliyeti de YOK. Derken, kaza yapıyor, anneciğine durumu telefonla bildirirken ‘kaza yaptım, İNSANlara çarptım, İNSAN yaraladım’ demek aklının KÖŞESİNE BİLE GELMİYOR; mühim, değerli olan, lüks arabadır, ‘araba pert oldu’ diye kazayı bildiriyor.
Çocuk kitapları yazdığını öğrendiğimiz, iktisâdî bağımsızlığını da kazanmış çağdaş bir bayan olarak kocasından ayrılmış anne, derhal kaza yerine gidip, kazazedelerin telefonlarını da alıp (haber verseler, belki hayatları kurtulacak, ama, sevgili çocuğun suçu ortaya çıkacak; olmaz!) ayrıldığı kocasını da devreye sokup sevgili çocuğu ile yurt dışına firar ediyor!
Baba, ‘en yüksek’ eğitimi almış,
Anne, çağdaş, eğitimli, kültürlü, işlerini halledecek kadar YABANCI DİL de biliyor,
Veled, kolejde okuyor, yaygın anlayışa göre, ‘en iyi’ eğitimi almaktadır.
Kökü, rahmetli Üçüncü Selîm’in, “Avrupa’yı HER ŞEYİYLE ALMAK” yanlış tercihine dayanan, 1839 Tanzîmat Fermanıyla (Gülhâne Hatt-ı Hümâyûnu ile) resmen Kültür İstilâsı felâketini kabul etmemiz, bunu, devlet politikası olarak ilân etmemizle resmîleşen, 1856 İslâhât Fermânıyla kökleşen zemînde yetiş(tiril)en aydın(!)larımızın DURUMU budur!
Millî Eğitim Bakanlığımızın -ilk defa olarak- görüşleri de alarak, kendimize -yetersiz de olsa- az buçuk dönüş havasında kabûl ettiği, bazı çağdaşların alabildiğine eleştirdiği müfredata göre yetişenlerin Allah korusun, bir kaza yaptıklarında, bu çağdaşlar gibi davranmayacakları umulur.
‘Bizim’ eğitimimizde, İNSAN, mânevî değerler, merkezdedir.
*** *** ***
23 Hazîrân 2024