“Doğru hala iyi maaş vermeye çalışıyoruz ama yolun sonundayız. Maaş versek de umut veremiyoruz. Ayrıca iyi maaş da veremez hale geliyoruz. Bizdeki beyin gücü çok iyi ve bunu dünya âlem biliyor. Şimdi müthiş bir saldırı altındayız. Her gün en az iki üç elemanı kaybediyoruz. Kimi toptan yurt dışına gidiyor, kimi ayrılıp yabancı firma için Türkiye’den çalışmaya başlıyor. ABD’de Mc Donald’s çalışanı 3 bin dolar almaya başlamış. Bizim parlak gençlere yılda 100-150 bin dolar veriyorlar. Kurlar böyle olunca bu parayı biz veremiyoruz. Hepsi gidiyor. Bu sadece bizde değil, bilgi veya beceri gerektiren tüm sektörlerde böyle. Yakında burada kimse kalmaz.”
*****
Fatih ALTAYLI
Free fall politika olur mu!
Millet faiz düştükçe faiz lobisi kaybediyor zannediyor galiba.
Oysa durumun hiç de öyle olmadığını yazdım defalarca.
Düşen faiz, faiz lobisine ödenen faiz değil.
Düşen faiz Merkez Bankası’nın politika faizi.
Diğer her türlü faiz durduğu yerde duruyor.
Hatta artıyor.
Şirketleri falan bir kenara bırakalım, Türkiye’de en düşük faizle kim borçlanabilir?
Tabii ki devlet, yani Hazine.
Merkez Bankası faizi 14’e düşürünce Hazine 14’le mi borçlanıyor zannediyorsunuz.
Komik olmayın.
Merkez Bankası faizi düşürünce, TL güçsüzleştiği için Hazine giderek artan bir faiz ile borçlanıyor.
Merkez Bankası’nın faiz indirimleri, aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin faiz yükünü arttırıyor.
Merkez Bankası faiz indirmeye başladığı günden bu yana Hazine’nin borçlanma faizleri yaklaşık 4 puan arttı.
Şu anda siz faizi yüzde 14 zannediyorsunuz ama devletin borçlanma faizi yüzde 22’nin üzerinde.
Enflasyon arttıkça bu da giderek artacak.
Merkez Bankası kâğıt üzerinde faiz indiriyor, gerçek hayatta faiz artıyor.
Bu arada TL de giderek değer kaybediyor.
Şu anda yapılmakta olan budur.
Tehlikeli olan ise bunun bir politika, daha doğrusu bilinçli bir politika zannediliyor olmasıdır.
Hem uygulayıcıları hem de halkımızın bir bölümü tarafından.
Böyle zannedildiği için bu “serbest düşüşe” bir önlem alınmaması artık bir beka sorunudur.
Maaş mı önemli umut mu?
Türkiye’nin yüksek teknoloji ve bilgi üreten firmalarından birinin patronu aradı.
“Bana iki kadeh rakı ısmarlar mısın?” diye sordu.
“Emrin olur” diyerek akşam kendimizi bir meyhaneye attık.
Çok eski dostumdur.
Hiç bu kadar moralsiz görmemiştim kendisini.
Nedenini sordum.
“Haklısın. Keyfim yok. Bu yüzden bana rakı ısmarla dedim. Çok üzülüyorum” dedi.
Anlattı.
“Biliyorsun Türkiye’nin en parlak beyinlerini işe alıyoruz. Türkiye’nin en fazla patent üreten şirketlerinden biriyiz. Zannederim master ve doktoralı çalışan sayısı en yüksek şirketiz. Ortalama maaş skalamız da Türkiye’nin çok çok üzerinde. Yurt dışına oyun harici IT teknolojisi ve mobil teknoloji satışında da çok iyi durumdayız. Çin’le rekabet edebilen ender şirketlerden biriyiz.”
“Yani durumunuz iyi. Niye bu kadar canın sıkkın?”
“Canım sıkkın çünkü artık eleman kaybına çare bulamaz olduk.”
“İyi maaş veriyoruz diyorsun.”
“Doğru hala iyi maaş vermeye çalışıyoruz ama yolun sonundayız. Maaş versek de umut veremiyoruz. Ayrıca iyi maaş da veremez hale geliyoruz. Bizdeki beyin gücü çok iyi ve bunu dünya âlem biliyor. Şimdi müthiş bir saldırı altındayız. Her gün en az iki üç elemanı kaybediyoruz. Kimi toptan yurt dışına gidiyor, kimi ayrılıp yabancı firma için Türkiye’den çalışmaya başlıyor. ABD’de Mc Donald’s çalışanı 3 bin dolar almaya başlamış. Bizim parlak gençlere yılda 100-150 bin dolar veriyorlar. Kurlar böyle olunca bu parayı biz veremiyoruz. Hepsi gidiyor. Bu sadece bizde değil, bilgi veya beceri gerektiren tüm sektörlerde böyle. Yakında burada kimse kalmaz.”
Yani anlayacağınız sadece tıp doktorları değil kaybettiğimiz.
Giderek parlak olan her şeyi kaybediyoruz.
Bunun adına da politika diyoruz.