Sayın Maksudoğlu hocanın “Türkçülüğü, Türk milletini İslam âleminden uzaklaştırmak için iki Yahudi kurdu” iddialı yazısına İkbal Vurucu hocanın îtirazi değerlendirmesinden sonra bende itirazımı beyan eden bir yazıyı bu fikir obasında yayınlamıştım. Maksudoğlu hoca her iki itiraz yazısına karşı yazmış olduğu “cevaplara cevap” başlıklı yazıyla mukabelede bulundu.
Sağolsun, bu sayede bizde küllenmeye başlayan bazı bilgilerin yeniden harlanmasına, unutulmaya başlanan bazı dönemlerin yeniden hatırlanmasına vesile oldu.
Sayın Maksudoğlu’nun “cevaplara cevab” yazısında eğer “kastı aşan ifadelerim için özür dilerim deseydi, bu satırları yazmama gerek kalmayacaktı. Lakin hoca “söylediklerimde ne var ki” üslubuyla hem yazısındaki sanki önemsizmiş gibi bir iki satırı çok önemsemekle yanlış bir değerlendirmeye gittiğimizi hem de sanki fikrî gerçeklikmiş gibi “iki Yahudi” bilgisiyle yüzleşmemiz gerektiğini ima ederek tarihi ve fikri saklamaya ya da görmemeye ısrar etmektedir.
Erbabı bilir ki bir metin ister bir iki sayfalık fıkra, isterse yüzlerce sayfalık bir kitap olsun ana fikri bir iki satırı geçmez. Gerisi malumattır, edebiyattır… Yani Her ne söylenilirse söylenilsin, her nasıl yazılırsa yazılsın hep ana fikir anlatılır.
Son iki asrı yakın dönem siyasi tarihimiz olarak tanımlayacak olursak, bu dönem içerisinde meydana gelen ve hala çözülememiş meselelerimiz var. Türkçülük meselesi bunların başında gelmektedir. Çünkü Türkçülük bir buzdağı gibi orta yerde durmakta ve hem taraftarları hem de muhalifleri hep görünen kısmı ile ilgilenmekte, meselenin derinliği ile ilgilenme zahmetine kimse katlanmamaktadır.
Türk devletinin, yani Devlet-i Aliyye’nin inkırazının son demlerine şahit olan ve bu inkırazın bürokratik müesseseler tarafından durdurulamayacağının anlaşılmasını idrak eden fikir ve düşünce adamlarının daha farklı işler yapılması gerektiğini idrak etmesi üzerine; Osmanlıcılık, İslamcılık, İttihatçılık, Türkçülük ve cumhuriyet dönemi Türk milliyetçiliği hareketleri Türk siyasasında birbiri ardına manevra alanı bulmuştur. Her bir hareket bir diğerinin yerine ve onun eksikliklerini de kapatarak, kendini yenileyerek devleti ayakta tutma gayretidir.
Bu mesele defalarca farklı dönemlerde ve farklı fikir adamları tarafından izah edilse de bir türlü neticelenmez. Farklı zamanlarda en ufak bir siyasi münazarada hemen temcit pilavı gibi tartışılmaya başlanılır. Esasen bilim ve fikir çevrelerince malum olan bu hususlar, siyasi çevrelerce tahrik edilir ve bundan dolayı lüzumsuz kırgınlıklar, neticesiz tartışmalar sürer gider. Özellikle siyasal İslamcılar kendilerine siyasi mevzi kazanmak adına Türkçülüğün yanlış bir hareket ve o fikri kuranların nedense hep Yahudi olduğunda ısrarcıdırlar. Çok hassas olan bu konunun siyasi çevreler tarafından merhametsizce kullanılması belki mazur görülebilir ama bilim adamı olduğunu iddia edenler tarafından da aynı davranışları görmek çok acı.
Maksudoğlu hocanın “cevaplara cevap” yazısında “yazımdan sadece bir cümleyi alarak, lüzümsuz anlamlar çıkarıldığını” ima etmesi ve cevabına “Türkçülük konusundaki iki Yahudinin mevcudiyetinin bilinmesinden rahatsız olanlara/olacaklara topluca ve son cevabımdır” şeklinde giriş yapması da bizim yapmış olduğumuz hakkaniyete davet çağrımızın hiçbir işe yaramadığını gösteriyor. Zira hocanın yazısındaki temel yanlış zaten burası ve yazının ana konusu da bu. Hocanın yanlışında hala ısrar etmesinin anlaşılabilir tarafı yok. Bilimsel faaliyetlerde hiç kimse her şeyi bildiğini iddia etmez/edemez, bilimin temel şiarlarındandır bu, erbabı bilir. Ve öyle ki fikir, düşünce münazaralarının en keyifli tarafı da bu durumu bilen kişilerin birbirleriyle münazara etme zevkine varmalarıdır. İnat bilimin kabul edebileceği bir davranış değildir.
Hocanın bir diğer yanlışı da bizden olmayan bir şeyi kabul etmemizi beklemesi, hatta bizim “Türkçülüğün kurucusunun iki Yahudi olduğu” bilgisinden rahatsızlık duymamamız gerektiği ve hatta bununla yüzleşmemiz gerektiğini ifade etmesidir. Olmayan bir mesele ile niçin yüzleşmemiz gereksin ki.
Siyasal İslamcıların siyasi heveslerine ulaşabilmek adına oluşturdukları muhalefet iddiası gereği, yapmaya çalıştıkları şey kurulan ikinci meclis sonrası rejim uygulamalarına itiraz olsa gerek. Bu itirazlarda haklı oldukları hususlar olmakla beraber kullandıkları dil ve üslup gereği her zaman zor durumlara düşmüşlerdir. Mesela Atatürkçülük icraatlarına doğrudan itiraz edemedikleri için zarf olarak hep Türkçülüğü kullanmak istemelerinden bu yanlışlıklara düşmekten kurtulamamışlardır. Bilinmeli ki Türkçülük/Türk milliyetçiliği Atatürk tarafından kurulmamış, Atatürk Türkçülük görünümlü Laik/Batıcı bir siyaset uygulamaya koymuştur ki bunlardan bir kısmının yanlış icraatlar olduğu halen konuşulmaktadır.
Dr. Cüneyt CESUR
Dr., Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Öğretim Üyesi