Sayın Cüneyt Cesur Bey’in yazısını beğendim, gerek muhteva, gerek uslûp bakımından çok güzel.
Dokunmam gereken üç nokta var:
1.Osmanlı Devleti’nin yıkılış seyrinde, çâre aranırken, iki yüz küsûr yıldan beri model alınmış olan Avrupa’da revaçta olan Nasyonalizm’in, Türkçülük olarak öne çıkarılmasında özellikle iki Yahudi’nin pek etkili olduğu bir vâkıa, acı bir gerçek. Bu gidişin/akımın/ çığırın devamı olan Cumhuriyet devrinde de Ziya Gökalp’ın yakın arkadaşı olan Moiz Kohen’in etkisi, katkısı yine bir vâkıa; bu devirde yapılanları Sayın Cömert “Atatürk Türkçülük görünümlü Laik/Batıcı bir siyaset uygulamaya koymuştur ki bunlardan bir kısmının yanlış icraatlar olduğu halen konuşulmaktadır” cümlesiyle belirtmektedir. Yine, Sayın Cömert’in “Türk devletinin, yani Devlet-i Aliyye’nin inkırazının son demlerine şahit olan ve bu inkırazın bürokratik müesseseler tarafından durdurulamayacağının anlaşılmasını idrak eden fikir ve düşünce adamlarının daha farklı işler yapılması gerektiğini idrak etmesi üzerine; Osmanlıcılık, İslamcılık, İttihatçılık, Türkçülük ve cumhuriyet dönemi Türk milliyetçiliği hareketleri” diye bahs ettiği radikal, İslâmı toptan reddedici, Cengiz Çandar’ın “deislamizasyon” dediği vetirede (süreçte) Yahudi parmağı olmasaydı, DURUM, HÂLİMİZ “böyle” mi olurdu? İkinci Dünya Harbi sonrası, 1945 ten sonra, -şöyle böyle de olsa- demokrasi havası gelmeseydi, ırmak, tabiî yatağını bulma yoluna girmeseydi, “halka yabancılaşmış, diplomalı, kendinin, yanlışlıkla bu ülkede doğmuş, bir talihsizlik eseri olarak Türk ve Müslüman bir âile içinde dünyaya gelmiş olduğu kanaatinde olan” nesiller yetiştirilmeğe devam edilmeyecek mi idi? Günümüzde, kendini laik/seküler olarak tanımlayan (laik kişi olmaz, toplum olur; ayrı konu), hâlâ statükoyu temsil eden diplomalı zümre (ki 3 nesildir devam eder) böyle değil midir? (Bu ‘durum’ iyi, istenilen bir durum olsaydı, Milliyetçiliğe gerek olur muydu?) (‘kastı aşan’ konusunda sayın Cömert haklıdır; daha uygun ifâde kullanmalıydım.)
Türkçülük akımı, normal seyrinde devam etseydi, yetiştirilenler, Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu tipinde, ülkücü, İslâma saygılı insanlar olurdu. Statüko, okumuş tabaka, “öyle” yetiştirilenlerden meydana gelirdi; şimdiki gibi “Batı’ya ayarlı” olmazdı. Şimdiki Statüko’nun “aydın” kabul ettiği tip: Emre Kongar, Uğur Dündar, İsmail Saymaz, Yılmaz Özdil, Ersan Şen, Bedri Baykam, Celâl Şengör gibi isimler olsa gerektir.
2.”Özellikle siyasal İslamcılar kendilerine siyasi mevzi kazanmak adına Türkçülüğün yanlış bir hareket ve o fikri kuranların nedense hep Yahudi olduğunda ısrarcıdırlar” cümlesinin, benimle hiçbir ilişkisi olamaz. Müslümanlık iddiası altında Türk kelimesinden rahatsızlık duyanlara ben de kızıyorum. İnsanda teşekkür, vefa duygusu olur, ataları Türk Milleti sâyesinde İslâmla şereflenmiştir. Yazılarımda (31 Mart ve 7 Temmuz 2024) belirtmiştim: Türklüğü, Türkçülüğü ön plana çıkaran akım, görüş, elbette gereklidir, milletin hayat sigortasıdır, ama, bunu dengede tutmak, yahûdînin istediği gibi, İslâm’a zıt görmemek gerekir. (Yahudi’nin istediği gibi, “İslâm Arap kültürüdür” diyen, “araplaşmaktan” söz eden insanlarımız yok mu?) Bu ifadem görülmüyor mu, görmezden mi geliniyor, anlamadım. Yazarı, “mutlaka bir gruptan görmek”ten vaz geçmek gerekmez mi?
Tekrar belirteyim:
İslâmcı değil, MÜSLÜMANIM. Türklük bilinci taşıyan bir TÜRKÜM. Geleneği, Töre’yi çok değerli görmekle birlikte, körü körüne MUHAFAZAKÂR değilim.
3.“bilim adamı olduğunu iddia edenler” konusu.
Orada biraz durulması gerekir. Bilim adamı olmanın ölçüsü, alâmeti, orijinal yayın yapmak olduğuna göre, yayınlarımdan bazılarını belirteyim:
*”The Ottoman Socio-Political Entity”- Empire or Devlet? Hamdard Islamicus, XVIII, Summer 1995, No.2.
*”Who are the Tatars?” Hamdard Islamicus, xxv, No.4 2002.
*Osmanlı History, Kuala Lumpur 1999. Orada birkaç yıl textbook olarak kullanıldı.
Milletlerarası İslâm Üniversitesi’nin Tarih ve Medeniyet Bölümünde yapılan toplantıda, kitabın “yeni bir çığır açtığı” belirtilip 3 cild hâlinde genişletilmesi uygun bulunmuş olduğunu, Prof. Dr. Selâhattin Eroğlu bildirdi.
“Osmanlı Tarihi, 6. Basım
Diğer Osmanlı tarihlerine benzemez.
*Osmanlı History and Institutions, 2024 Amazon.
Bu kitabın Arnavutça tercümesi, bölgede 4 üniversitede kullanılmaktadır, 20 000 aded basılmıştır. Arapça’ya tercümesini, Kahire’de öğretim üyesi kızına yaptırmış olan Prof. Dr. Muhammed Harb, yazdığı sunuşta “bu kitabın, bütün dillere tercüme edilmesini” uygun görmektedir. Kitap, Endonezya diline çevrilip basıldı. Orduca’ya çevrilip basılması için Hindistan ve Pakistan’da birer nâşire izin verildi. Almancaya çevrilmektedir.
Kitapta ortaya konulan yeniliklerden birkaçı:
*Osmanlı Devleti, 1299 da DEĞİL, 1288 de kurulmuştur. “İmparatorluk”, iftiradır. “Bizans” değil Roma İmparatorluğu yıkılmıştır. 1683 teki başarısızlığın ESAS sebebi, Osmanlı bürokrasisindeki çürümüşlüktür; Viyana, hücumla alınabilirdi, Fey’ olması için beklenildi. Kırım, Fâtih zamanında DEĞİL, torunu YAVUZ Selim zamanında ilhak edildi, 1475 de Gedik Ahmed Paşa, kıyıları temizledi. Hilâfet 1517 den ÇOK ÖNCE Osmanlı Hakanı Murad Hüdâvendigâr zamanında Osmanlı tarafından temsîl edildi; BURSA, Hilâfet Merkezi idi. Orhan Gazi zamânında, 650 yıl önce, bizim sosyal, iktisâdî, ferdî durumumuz, günümüzdeki Amerikan vatandaşından çok daha iyi idi, zekât verilecek kimse zor bulunuyordu.
*Osmanlıdan Günümüze Değişme Maceramız, Merkez Türkiye, Türk Kimliği, Kırım Türkleri, Tunusta Osmanlı Hâkimiyeti, Arapça Okuma Kitabı, diğer birkaç kitabımız.
*Lübnan, Ukrayna, Arjantin, Şili, Brezilya, Hindistan’da, üniversitelerde Osmanlı’nın uyguladığı Millet Sistemi sâyesinde, hâkimiyeti altında yüzyıllarca tuttuğu milletlerin, dillerini, kimliklerini, kültürlerini koruduklarını anlattım. *“Barbaros” lâkabının, Oruç Reis’e, onu aşağılamak için, Avrupa’daki “Mâvi Sakal”a benzeterek “Barba Rossa/Kızıl Sakal” diye, savaştığı İspanyollar tarafından takıldığını, onun 1518 yılında şehid olmasından sonra, kardeşi Hızır Reis için Avrupa’lıların öyle dediğini belirttim, TRT sorumlusuna telefonla söyledim, ama, onun da “bilim adamı” tanımına girmediğimden olmalı, TRT de o filim o adla oynatılmaktadır. İşin hoş (!) tarafı, anlı şanlı Osmanlı tarihçilerimizin de, Osmanlıca kaynaklarda o iki kahraman denizci için o kelimenin kullanılmamış olmasının farkında olmayışları, bu isimli film için hiçbir tepki göstermemiş olmalarıdır.
*Hümâyûn; KİLİT kelimedir, Osmanlı’yı, dünya görüşünü, varlık sebebini özetler. Bu konu, Türkçeden başka, İngilizce (kitapta) ve Arapça (tv.de) olarak da anlatıldı. Bu kelime üzerinde düşünmeyen Osmanlı devri tarihçilerimizin kulakları çınlasın!
*Öğrenilmesi çok zor olarak zihinlere yerleştirilmiş olan Arapça’nın KOLAYCA öğrenilebileceği gösterildi: Arapçayı Öğreten Kitap, 225 000 aded basıldı, satışı devam ediyor.
*Arapça Dilbilgisi (kaç baskısı oldu, unuttum) kitabımın, Ordu Dil Okulu’nda kullanıldığını, açıldığı hâlde öğrenci verilmeyen, Dekanı olduğum İlâhiyat Fakültesine öğrenci alımı için gittiğim (o yıllarda, işler, öyle idi) bir askerî makamdaki albaydan öğrendim.
Türkçülük konusundaki vukûfunu ve hassasiyetini takdîr ettiğim sayın Dr. Cüneyt Cömert’in, “bilim adamı” ölçüsü nedir, bilmiyorum.
Toparlarsak:
*Evet, Türkçülüğü yahudiler icad etmedi, fakat Osmanlı’nın yıkılış hengâmında ve Cuımhuriyet döneminde bu akımın içinde etkili oldular, olayı yönlendirdiler. (Leon Kahun gibi açık Yahudi yanında, Munis Tekin Alp (Moiz Kohen) gibi, kimliğini gizleyen, Mâliye Nâzırı Câvid, yazar Hüseyin Cahit Yalçın (yanlış hatırlamıyorsam, Türkçe Dilbilgisi yazmak gibi bir hizmeti de vardır), Tevfik Rüştü Aras (14 yıl Dışişleri Bakanlığı yapmıştır) gibi Yahudi asıllıları da hatırlayalım.) Onların müdâhalesi olmasaydı, Türkçülük/Milliyetçilik akımı, Muhsin Yazıcıoğlu tipinde insanlar yetiştirirdi, onların müdâhalesi sonucu olarak, günümüzde, Emre Kongar, Celâl Şengör, Uğur Dündar, Bedri Baykam, Ersan Şen, İsmail Saymaz, Yılmaz Özdil tarzında insanlar yetişiyor. Günümüzde “standart aydın” tipi, bu yurttaşlarımız değil midir?
Görüşüm, budur. Katılan katılır, katılmayan kendi bilir, aziz Türkçü dostlar.
*Türklük için, Türk Milleti için en ateşli Türkçü NE istiyorsa, 1 milim eksiğine râzı değilim. Türk Milleti, Nasyonalizme boy abdesti aldırmış, Nasyonalizm’i, “kavmiyetçilik” değil, “milliyetçilik” diye anlamış ve uygulamıştır; halbuki “nation” karşılığı, “kavim”dir, “millet”, “din, inanç” demektir. Bin yıllık “yaşanılmışlık”, “millî tecrübe ve birikim”, kendiliğinden böyle yaptırmıştır.
*Türk Milletinin İslâmı öğrenmesi (evet, bâzı ilâhiyatçılar dâhil: öğrenmesi) ve gereğince yaşaması konusunda, en koyu Müslüman NE istiyorsa, daha azına râzı değilim.
*Artık, bu, gerçekten son cevap’tır inşallah.
*** *** ***
30 Temmuz 2024