Eskişehir’deki saldırı bize ne söylüyor?

Tam boy görmek için tıklayın.

Prof. Hilmi DEMİR

12 Ağustos’ta Eskişehir’de ‘Türkiye’de bu da oldu denecek’ bir ilk yaşandı.

Arda K. adlı 18 yaşında bir genç, Nazi Almanya’sında SS tarafından kullanılan kara güneş sembolünün üzerinde olduğu ve internetten aldığı hücum yeleğine giydi, bıçak ve baltasını üzerine taktı ve cami avlusunda oturan beş kişiyi bıçakladı. Bıçağına Klu Klux Klan harfleri ve gamalı haç işareti kazınmıştı.

Bir anda Türkiye gündemine oturan bu olay birçok açıdan ilkleri içerisinde barındırıyordu. Bu, Türkiye’deki Nazi ideolojiyle enfekte olmuş ilk saldırıydı. Muhtemelen ilk defa bu kadar genç bir birey bu tip bir terör eylemi işliyordu.

Şahsın arkada bıraktığı 17 sayfalık manifesto dikkate alınırsa eylemin siyasi bir yanının da olduğu söylemek mümkün gözüküyor. Bu açıdan eylem bireysel bir radikalleşme ve yalnız aktör saldırısı olarak adlandırılabilir.

Bu tip yalnız aktör saldırıları ister Paris’te, Brüksel’de, ister El Paso’da ya da Christchurch’te ya da Eskişehir’de olsun, aynı acil sorular tekrar tekrar ortaya çıkıyor: Yalnız aktörlerin genelde bir grup içinde ve açık sosyal ilişkiler ağıyla radikalleşmedikleri kabul edildiğine göre Arda K. nasıl, ne zaman ve nerede radikalleşti?

Radikalleşme nerede nasıl başlıyor?

Bu sorular, bizi failin kişisel özellikleri ile sosyal çevresini anlamamız gerektiği sonucuna götürür. Çünkü, yalnız aktör radikalleşmesi genelde kapalı çevrede gerçekleşir. Hatta diyebilirim ki günümüzde radikalleşme yatak odalarında, kütüphanelerde, cep telefonlarında gerçekleşiyor. Aslında bu çok da şaşırtıcı değil. King’s College’de Güvenlik Çalışmaları profesörü olan Peter Neumann, Avrupa’da geçen yılın ekim ayından bu yana 58 şüpheliden 38’inin 13 ila 19 yaşları arasında olduğu ve bunların çevrim içi sohbet odalarında radikalleştiğini ifade ediyor.[1]

Arda K.’da çok arkadaşı olmayan, parçalanmış bir ailede gününün çoğunu bilgisayar başında geçiren, yalnız, kırılgan ve öfkeli bir genç olarak karşımıza çıkıyor. Yazdığı manifestoda kendisi şöyle ifade ediyor:

“2006, Eskişehir doğumlu, orta halli bir ailede doğan bir erkeğim. Ailemle aram hiç iyi olmamıştır, genellikle dedem ve anneannemle daha samimi olmuştur. İnsanlığa nefretim ortaokul sonlarına doğru başladı, ortaokul bittiğinde ise büyük bir depresyona girmiştim. Hayat yaşamaya değer değildi, bu b… sisteme köle olmak mantıklıca gelmiyordu. Fakat bu depresyonun üstüne insanlık nefreti eklenince artık hayat amacımı bulmuştum… Kendimle beraber öldürebildiğim kadar böceği dünyadan silmek.”

Kişilik özellikleri, kimlik sorunları, biyografiler, bireyler ile sosyal çevreleri arasındaki etkileşim ve uzun vadeli sosyalleşme süreçleri radikalleşme teorilerinde öne çıkan unsurlardır.

Hayatın anlamını nefrette bulmak

Bireylerin algılanan kararsızlıkları, ayrıca dürtüsel özellikler ve kontrol edilmesi zor olan yoğun duygular, aşırı ideoloji doğrultusunda şiddet içeren eylem riskini artırır. Artan kaygı, saldırganlık, suçu deneyimleme arzusu radikalleşen bireylerin tipik özellikleri olarak karşımıza çıkar. Ebeveynlerin ilgisizliği, bağlanma duygusunun tatmin edilmemesi nedeniyle ortaya çıkan narsist kişilik ve empati eksikliği, başkalarını değersizleştirmek ve insanlıktan çıkarmak devreye girer.  Bu, kişinin öz değer duygusu üzerinde dengeleyici bir etkiye sahiptir. Bu tür kişiler başkalarını insandışılaştırarak, onları yok etme arzusu üzerinden kendi varoluş sancılarını durdurmak isterler adeta. Arda K. da kendi dışında herkesi “böcek” olarak görmektedir, böcekler doğası gereği yok edilmeyi hak etmektedir.

Hayatın anlamını nefrette bulan ve tüm dünyayı yok etmek isteyen bir hıncın ete kemiğe bürünmüş hali var karşımızda. Bu kadar öfkeyi nerede ve nasıl biriktirmiş olabilir diye düşünmeden edemiyor insan.

Donald Trump, Meksika sınırına bir duvar inşa etmeyi önerdiğinde Hillary Clinton, “İnterneti dışarıda tutmak için bir duvarın ne kadar yüksek olması gerekir?” diye karşılık vermişti.[2]

Şiddet içeren medyaya maruz kalmanın, bazı koşullar altında bazı bireyler için tutumsal ve davranışsal sonuçlar doğurduğunu biliyoruz. Günün büyük bir kısmını şiddet içeren mesajlarla, video ve oyunlarla geçiren Arda K.’nın Nazi ideolojisiyle yolunun birleşmesi, muhtemelen şiddete olan eğilimini tetiklemiştir. Çünkü ideoloji bireyi sosyalleştirir ve kolektif bir kimlik inşa eder. Bir ideolojinin bayrağı altına girmek, düşmanları şeytanlaştırmak veya insanlıktan çıkarmak, düşmana karşı şiddete başvurulmasının meşruiyet zeminini sağlar. Arda K örneğinde de nefrete ideolojik bir gerekçe bulmuştur. Tüm insanlığı yok etmek için artık elinde güçlü bir silah vardır: Nasyonel Sosyalizm ve Yahudi nefreti.

Arda K’nın bir aziz olarak selamladığı Norveçli saldırgan Anders Breivik de çok kültürlülüğün tüm savunucularını insanlıktan çıkarırken ve değersizleştirirken, kendisini Tapınak Şövalyeleri’nin modern bir versiyonu olan her şeye gücü yeten bir savaşçı olarak sunmuştu. Arda K.’nın manifestosunda selamladığı Breivik, 2019’da Yeni Zelanda da camide katliam yapan Brenton Tarrant, ABD’de konser alanını tarayarak 58 kişiyi öldüren Stephen Paddock ve Oklohama bombacısı olarak bilinen Timothy McVeigh dışarıyı şeytanlaştırırken dünyayı temizlemek için kendilerine kutsal bir görev atfetmişlerdi. Arda K. da manifestosunda yok etmek istediğini söylediği birçok grubu anıyor. Bu bildiğimiz üstün ırk hikayesinin ya da ırkçılık tanımlarının çok ötesinde bir şey. Karşımızda artık Neo-Nazi gruplarınca etkilenmiş, mizantrop yalnız aktörler var.

Mizantropi nedir?

Arda K. gerçekleştirdiği şiddet eylemindeki motivasyonun insan nefreti, mizantropi olduğunu söylüyor.

Bunun üzerinde düşünmek zorundayız. Mizantropi insanları sevmemek, insanlardan nefret etmek, güvenmemek anlamına gelir. Arda K. tür olarak insandan mı yoksa bazı insan türlerinden mi nefret ediyor? Manifestosunda nefret söylemi yönelttiği grupların çeşitliliğine bakarsak, aslında kendi dışında pek bir şey bırakmamış gibi, her şeyden ve herkesten nefret ediyor. Dünyanın artık kötücül, ölümcül bir yer haline geldiğini düşünüyor. Dünyanın sonunun gelmesi gerektiğini düşünen kıyametçi/apokaliptik bir inanca sahip. Dünyanın sonun gelmesi gerektiğini ve bu sonun aslında kurtuluş içinde gerekli olduğuna inanıyor.

Bu tip anlayış, öldürmek ve yok etmeyi kötülükten kurtulmak için tek seçenek olarak algılar. Hayatın hoşnutsuzluk ve acıyla dolu olduğu, insanlığın sonunun mümkün olan en erken zamanda gelmesinin iyi olacağını savunan birçok kıyametçi kült grubun varlığını düşündüğümüzde Arda K.’nın mizantrop tavrı çok da yabancı gelmez bize. Kanaatimce Arda K.’nın radikalleşmesinde bireysel özellikleri ve psikolojik sorunları, dünyayı algılayış biçimi, çocukluğunda yaşadığı travmaları ve insanlık nefreti başat rol oynamış gibi. Nazizm yaşadıklarını anlamlandırmasına yardımcı olacak ideolojik bir çerçeve sunmuş diyebiliriz.

Bu da bize aslında sadece bizde değil tüm dünyada bu tür umutsuz, öfkeli, kırılgan, ailesi tarafından dışlanmış hisseden gençler için Nazizm’in öfkelerini kusabilecekleri anlam çerçevesi sunan bir ideolojik alternatif haline gelebildiğini gösterir. Söz gelimi İngiltere de üzerinde bomba yapacak materyal bulunan neo-Nazi 19 yaşındaki Jacek Tchorzewski, Kraliyet ailesi mensuplarını sosyal medya üzerinden tehdit eden aşırı sağcı Michal Szewczuk ve Oskar Dunn-Koczorowski adlı gençler de Arda K. ile benzer özelliklere sahiptiler.[3] Hepsinde, Nazizm öfkeleri için taşıyıcı bir ideoloji görevini üstlenmişti. Sosyal medya sayesinde dünya hızla küçülürken kaybolmuş, mutsuz, öfkeli, yalnız, terk edilmiş, dışlanmış hisseden gençler için Nazizm hızla kendilerini ifade etmelerinin bir yolu olmaya başladı.

Artık bizim için de tehlike çanları çalıyor diyebilirim.

Çünkü bu tür yalnız aktör radikalleşmeleri sonucunda DEAŞ’in tüm dünyaya öğrettiği, görünür kıldığı yeni ucuz, masrafsız ama çok tehlikeli eylem türleri kopyalanarak yapılmaya başlandı. Bıçaklama, yayaların üzerine araç sürme, savunmasız sivil hedeflere saldırma gibi eylemler yeterli teknik – taktik deneyime ve lojistiğe sahip olmayan kişilerce işlenmesi oldukça kolay ve çok profesyonellik istemeyen eylemler. Diğer taraftan teknik – taktik deneyimin ve lojistik kanallarının kısıtlı olması, güvenlik birimlerinin kontrolünden kolayca kurtulmalarını da sağlıyor. En önemlisi de karşılaştığımız, bildiğimiz genel “terörist” algısına uymadıkları için de her an her yerde karşımıza çıkma riski taşıyorlar.

Radikalleşmenin eko-sistemi

Eğer Arda K.’nın radikalleşme sürecini doğru analiz edebilirsek nereye nasıl bakmamız gerektiğini de daha sağlıklı biçimde tespit edebiliriz. Bilgisayar oyunları, şiddetin pornografik gösterimi elbette şiddete yönlendirmede etkili olur. Ama bunlar tek başına hiçbir sonuç doğurmazlar. Eğer öyle olsalardı tüm bu oyunları oynayanların aynı biçimde şiddete başvurmalarını beklerdik. Oysa radikalleşmenin bir eko-sistemde gerçekleştiğini ve bu eko-sitemde bireysel özellikler kadar sosyal çevrenin ve sosyalleşme ortamının da etkisi olduğunu unutmayalım. Anlaşılıyor ki Arda K.nın yaşadıkları ve bireysel hikâyesi ve ona kendini ifade edebileceği bir anlam çerçevesi sunan Nazi ideolojisi ile endokrine olması radikalleşmesinde etkili olmuş. Bu, bize nereye bakamımız gerektiğini de öğretiyor aslında.

Ne yapmalı?

Öncelikle aileler ve okul ilk planda bu tür radikalleşmeyi önlemede öne çıkıyor. Çocuktaki değişimi önce ailenin gözetlemesi gerekiyor. Sık sık yalnız kalmaya başlaması, giyim ve kuşamındaki marjinal değişim, öfke kontrolünü yitirmesi, asosyal hale gelmesi, arkadaşlarından uzaklaşması, dışarıya çıkıp eğlenmeyi ve oynamayı terk etmesi ailelerin çocuklarla iletişiminde “bana dikkat edin” sinyalleri olarak kabul edilmeli.

Peki, bunu fark eden aile ne yapmalı?

İşte belki de toplum olarak en temel eksiğimiz ve çaresizliğimiz burada başlıyor.

Bunu fark edecek bir ailenin eğer yeterince maddi geliri yoksa bir uzman klinik psikoloğa veya psikiyatriste başvurması neredeyse imkânsız gibi. Normal ücretli bir ailenin çocuğu için bir psikolog ya da psikiyatriden yardım almanın maliyetini karışlaması epey zor.

İkinci görev elbette okulda bu tür çocuk ve gençlerle ilgilenmesi gereken öğretmenlere düşüyor. Okullarda psikolojik danışma ve rehberlik uzmanları, rehber öğretmenler veya özel okullarda psikologlar bu tür gençlerdeki değişimi, onların Nazi ideolojilerle enfekte olup olmadıklarını ilk anlaması gereken kişilerdir.

Biliyorum şimdi bana hangi okulda yeterince ve yetkin biçimde bu tür uzmanlık isteyen eğitim almış PDR uzmanları, rehber öğretmenler veya psikologlar bulunduğunu, onların sürekli olarak okullarda tarama yaptığını soracaksınız. Ben de biliyorum ki maalesef bu konuda okullardaki imkanlarımız yok denecek kadar kısıtlı. Oysa artık şiddetin hızlandığı, daha kompleks hale geldiği, akran zorbalığının alıp başını gittiği bir zamanda okullarda radikalizm ve şiddet ile mücadeleye daha önem vermemiz gerekiyor. Ama biz daha terör psikologları bile yetiştirememiş bir ülkeyiz.

Radikalizme mücadele nasıl olmalı?

Terörle mücadele gibi, radikalizmle mücadelede de kolluğa terkedilmiş gibi. Oysa kolluk kriminal bir olay olmadıkça radikalleşmekte olan bir bireye karşı ne yapabilir ki? Burada devreye girmesi gereken önleyici tedbirleri alması gereken sosyal kurumlar. Milli Eğitim, YÖK, Gençlik ve Spor Bakanlığı, Aile Bakanlığı ve Diyanetin radikalleşme ile mücadelede etkin biçimde sorumluk alması gerekir. Tüm Dünyadaki örnekleri de böyledir. Söz gelimi İngiltere aşırılıkla mücadele için devreye konulan CONTEST programında İç İşleri Bakanlığının, Belediye, Sivil Toplum Kurumları, Dini Cemaatler, Eğitim Bakanlığı gibi birçok paydaşı var.[4]

Radikalizmle mücadele zaten eylem gerçekleştikten, bomba patladıktan sonra devreye giren bir eylem türü değildir. Radikalizmle mücadele bomba patlamadan önce, eylem olmadan önce ne olduğuyla ilgilenir. Amaç, birey şiddet eylemine yönelmeden önce, bireyi radikalleştiren, onu radikalleşmeye doğru iten ve çeken faktörleri öngörebilme ve bunları önleyebilmek için sahada olmaktır.

Maalesef biz tıpkı depremde olduğu gibi deprem olduğunda depremi konuşup sonra bir daha hiç olmayacak gibi tüm önlemleri unuttuğumuz gibi toplumda karşılaştığımız bu tür şiddet olayında da bir süre sonra her şeyi unutuyoruz. Ama yıllardır yaptığım uyarıyı bir kez daha yenileyim: Artık bu tür yalnız aktör radikalleşmesi her zaman her yerde karşımıza çıkacak. Acilen radikalizmle mücadele için yeni bir konsepte geçmemiz gerekiyor. Zira fay hatları harekete geçti…

[1] https://edition.cnn.com/2024/08/07/europe/taylor-swift-alleged-terror-plot-pattern-isis-k-analysis-intl-hnk/index.html.

[2] Mubaraz Ahmed-Fred Lloyd George, Extremists Are Exploiting the Internet and What to Do About It, Published at http://institute.global/insight/coexistence/war-keywords-extremists-exploitinginternet on July 28 2016.

[3] https://www.bbc.com/news/uk-england-tyne-50397477.

[4] https://www.gov.uk/government/publications/counter-terrorism-strategy-contest-2023.

———————————————-

Kaynak:

https://fikirturu.com/toplum/eskisehirdeki-saldiri-bize-ne-soyluyor/

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen