Moskova yönetiminin 1991 yılından itibaren izlediği askeri politika, Rusya’nın stratejik yönelimi hakkında önemli ipuçları vermektedir. Moskova, 1990’lı yıllarda başarısız olsa da toprak bütünlüğünü sağlamak için Çeçenistan’da askeri mücadele vermiştir. Vladimir Putin’in Başbakan olmasıyla başlatılan ve terörle mücadele harekâtına dönüştürülen İkinci Rusya-Çeçenistan Savaşı’yla Çeçenistan ve genel olarak Kuzey Kafkasya’da kontrol sağlanmıştır.
*****
Dr. Ahmet SAPMAZ[i]
Rusya için uluslararası sistemde büyük güç olarak tanınmak ve kabul edilmek büyük önem taşımaktadır. Moskova yönetimi, bir büyük bir güç olarak post-Sovyet coğrafyada mühim çıkarlarının ve etki alanının bulunduğunu düşünmekte ve söz konusu alanı, “yakın çevre” şeklinde tanımlamaktadır. Kremlin, son dönemde yaşanan gelişmeler kapsamında Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve diğer Batılı güçler tarafından büyük güç olarak kabul edilmek zorunda kalınmıştır. ABD Başkanı Joe Biden’ın Rusya’yı “nükleer silahları ve petrol kuyularından başka hiçbir şeyi olmayan bir ekonomi” olarak tanımlamasının[1] üzerinden çok vakit geçmeden Moskova, ABD ve Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nden (NATO) güvenlik garantileri talep eden anlaşma taslaklarını 15 Aralık 2021 tarihinde Washington’a iletmiş ve dünya kamuoyuna servis etmiştir.
ABD, NATO ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) taslak anlaşmalar çerçevesinde Moskova’yla görüşmeyi kabul etmesi bile, Rusya’nın büyük güç olduğunu göstermektedir. Öyle ki bir tarafta sadece Moskova; diğer tarafta ise küresel hegemon güç olan ABD ve 30 müttefik devletten oluşan dünyanın en büyük siyasi ve askeri ittifakı olan NATO vardır. Ancak belirtilmelidir ki; Rusya’nın bahse konu olan statüsünün Batı tarafından kabulü için Moskova’nın Ukrayna sınırına 100.000 ile 150.000 arasında asker yığması ve siyasi, askeri ve psikolojik baskı yapması gerekmiştir. Ayrıca Rusya’nın büyük güç politikası çerçevesinde savunduğu çok kutuplu dünya düzeninde en büyük ortağı olan Çin’in de bu durumun oluşmasında büyük payı bulunmaktadır. Zira Rusya, ABD’ye Atlantik cephesinde baskı kurarken; Çin de Pasifik cephesinde Washington yönetimini zorlamaktadır.
Moskova yönetiminin 1991 yılından itibaren izlediği askeri politika, Rusya’nın stratejik yönelimi hakkında önemli ipuçları vermektedir. Moskova, 1990’lı yıllarda başarısız olsa da toprak bütünlüğünü sağlamak için Çeçenistan’da askeri mücadele vermiştir. Vladimir Putin’in Başbakan olmasıyla başlatılan ve terörle mücadele harekâtına dönüştürülen İkinci Rusya-Çeçenistan Savaşı’yla Çeçenistan ve genel olarak Kuzey Kafkasya’da kontrol sağlanmıştır.
Dahası Rusya, NATO’nun 2008 yılındaki Bükreş Zirvesi’nde Ukrayna ve Gürcistan’ın ileride NATO üyesi olacağını kabul etmesi ve Tiflis’in Batı yanlısı politikalar benimsemesi nedeniyle aynı yılın Ağustos ayında beş gün süreyle Gürcistan’la savaşmıştır. Savaş neticesinde Moskova, Tiflis’in ayrılıkçı bölgeleri olan Güney Osetya ve Abhazya üzerindeki kontrolünü ortadan kaldırmış ve bu bölgelerin bağımsızlığını tanımıştır. Ancak zikredilen bölgeler, fiilen Rusya’yla bütünleşmiş haldedir.
Rusya, 2014 yılında ise Rus yanlısı Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç’in Avrupa Birliği’yle (AB) Ortaklık Anlaşması imzalamaktan vazgeçmesi üzerine çıkan protestoların ardından iktidardan uzaklaştırılması sonucunda hibrit savaş taktiklerini kullanarak Kırım’ı ilhak etmiş ve Doğu Ukrayna’daki ayrılıkçı hareketleri desteklemiştir.
Moskova, 2015 senesinde de Batı’nın Suriye’de Esad rejimini devirme stratejisine karşı olaylara askeri olarak müdahil olmuş ve Şam yönetiminin ayakta kalmasının temel dayanağını teşkil etmiştir. Rusya tarafından sürdürülen mevcut barış gücü harekâtlarına ilave olarak 2020 yılında Azerbaycan’ın Ermeni işgali altındaki topraklarının büyük bölümünü kurtardığı İkinci Karabağ Savaşı’nı sonlandıran Üçlü Deklarasyon çerçevesinde Karabağ ateşkes hattına ve Laçin Koridoru’na Rus barış güçleri yerleşmiştir. En son Kazakistan’da çıkan olaylara da Kazakistan’ın talebi üzerine Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (KGAÖ) çerçevesinde Moskova’nın müdahil olduğu görülmüştür.
Görüldüğü üzere Rusya, önce iç güvenliği, sonra dış ve bununla bağlantılı olarak “yakın çevre” güvenliğini sağlamak ve çıkarlarını korumak maksadıyla askeri gücünü aktif bir şekilde kullanmış ve kullanmaktadır. Günümüzde ise Moskova, askeri güvenlik sorunlarının tümünü, bahse konu olan meselelerin kaynağı olarak gördüğü ABD ve onun güvenlik aygıtı olan NATO’yla çözüme kavuşturmak istemektedir. Tabiri caizse Moskova, artık sivrisinek avlamanın değil; bataklığı kurutmanın peşindedir. Taslak anlaşma metinleri incelendiğinde, “tarafların birbirlerinin ulusal güvenliklerine tehdit olarak algılayacağı durum ve koşulları yaratmaktan kaçınması” gibi Moskova’nın açık uçlu ve sübjektif birçok talebinin olduğu görülmektedir.
Bu kapsamda Putin’in neyi istediğini bildiğinden çok, neyi istemediğini bildiği söylenebilir.[2] Kremlin yönetimi, NATO’nun eski Sovyet coğrafyasında genişlememesini, ABD ve Batılı güçlerin bahse konu olan coğrafyada herhangi bir askeri varlık bulundurmamasını ve Avrupa kıtasına ortalama beş dakika içerisinde Rus hava sahasına girebilecek kısa ve orta menzilli füzelerin konuşlandırılmamasını talep etmektedir.
Rusya açısından Ukrayna’nın işgalinin Batı’yla mevcut sorunlara ek olarak çatışma ve kutuplaşmayı derinleştireceği ve sorunun çözümünü askerlere bırakacağı için öncelikli olarak tercih edilmeyeceği düşünülmektedir. Çünkü Moskova, mevcut sorunu siyasi olarak pazarlık malzemesi haline getirmektedir. Üstelik Kremlin’e göre mesele, sadece Ukrayna değil; Baltık ülkeleri dışında tüm eski Sovyet coğrafyasıdır. Bu nedenle de Moskova için güvenlik talepleri karşılanmadığında, askeri kuvvet kullanma tehdidini pazarlık için güçlü bir koz olarak elinde bulundurmak, doğrudan askeri kuvvet kullanmaktan çok daha etkilidir.
Diğer yandan Rusya tarafından 2021 yılında Ukrayna sınırına büyük askeri kuvvetlerin yığılmaya başlandığı ve 15 Aralık 2021 tarihinde taslak anlaşma metinlerinin ABD’ye verildiği dikkate alındığında, talep ve isteklerin yeni olduğu ve çözüme yönelik tüm umutların Moskova açısından henüz tüketilmemiş olduğu da değerlendirilmektedir. Ancak dünya tarihi incelendiğinde, hiç istenmese de askeri çatışma ve savaşların ortaya çıktığı görülmektedir.
Savaşların meydana gelmesinde herhangi bir sebep etkili olabilmektedir. Bu nedenle Moskova ile Batı arasında siyasi ve askeri tansiyonun yüksek seviyede olduğu bir ortamda askeri çatışmayı tümüyle ihtimal dışı bırakmak uygun bir yaklaşım olmayacaktır. Kaldı ki; Rusya ile Gürcistan ve Ukrayna arasında yakın geçmişte yaşanan ve yaşanmaya devam eden savaş ve askeri çatışmaların temel nedeni de NATO kaynaklıdır. Fakat mevcut durumda savaş ihtimali ortaya çıksa bile, Ukrayna kaynaklı askeri çatışmanın hem ABD-NATO hem de Rusya’nın nükleer silahların sağladığı caydırıcılığa sahip olmaları sebebiyle bahse konu olan devletlerin/ittifakın topraklarında olmayacağı, çatışmanın Ukrayna toprakları üzerinde vekâlet ve hibrit savaş taktikleriyle sürdürüleceği değerlendirilmektedir.
ABD ve diğer Batılı devletlerin Rusya’nın muhtemel Ukrayna işgaline geçmişte görülmemiş şekilde büyük ölçekli ekonomik yaptırımlarla karşılık verileceğini ve Ukrayna’nın kendisini savunma kabiliyetinin desteklenerek arttırılacağını ifade etmeleri de olası çatışmanın sınırlı düzeyde kalacağına işaret etmektedir.
Haliyle 10 Ocak 2022 tarihinde Rusya ile ABD arasında Cenevre’de başlayan, 12 Ocak 2022 tarihinde Brüksel’de toplanan NATO-Rusya Konseyi ve 13 Ocak 2022 tarihinde Viyana’da yapılan Rusya-AGİT toplantıları çerçevesinde sürecek diplomatik görüşmelerin ve sahadaki askeri durumun geleceğini tahmin etmek güçtür. Lakin mevcut durumda ABD ve NATO’nun çoğunlukla kazanılmamış menfaatlerinden geleceğe yönelik yazılı garantileri içerecek şekilde taviz vermeleri mümkün görünmemektedir.
Öte yandan Moskova’nın kendisi için hayati olarak gördüğü ABD ve NATO’yla arasında hem mekânsal hem de zamansal tampon bölge bulundurma siyasetinden vazgeçmesi söz konusu değildir.Bu durumda ortaya çıkması en muhtemel senaryo, ABD ve NATO’nun eski Sovyet coğrafyasına yönelik siyasi ve askeri planlarını 10-20 yıl süreyle ertelemesi ve tarafların bu konu üzerinde zımni olarak anlaşmalarıdır.
Dipnotlar
[1] “Remarks by President Biden at the Office of the Director of National Intelligence”, The White House, https://www.whitehouse.gov/briefing-room/speeches-remarks/2021/07/27/remarks-by-president-biden-at-the-office-of-the-director-of-national-intelligence/, (Erişim Tarihi: 10.01.2022).
[2] Maxım A. Suchkov, “What is Russia’s Logic for the Current Crisis?”, War on The Rocks, https://warontherocks.com/2022/01/what-is-russias-logic-for-the-current-crisis/, (Erşim Tarihi: 10.01.2022).
———————————————–
Kaynak:
https://www.ankasam.org/rusya-abd-nato-hattinda-guvenlik-anlasmasi-taslaklari-gerilimi-ve-olasi-etkileri/
[i] Dr. Ahmet Sapmaz, 2000 yılında Kara Harp Okulu’ndan mezun olmuştur. 2006 senesinde de Harp Akademileri Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Ulusal ve Uluslararası Güvenlik Stratejileri yüksek lisans programını “Rusya Federasyonu’nun Transkafkasya’ya Yönelik Dış Politikasının Türkiye’ye Etkileri” başlıklı teziyle tamamlamıştır. Sapmaz, 2016 yılında da Kara Harp Okulu Uluslararası Güvenlik ve Terörizm doktora programında “Rusya Federasyonu’nun Askeri Güvenlik Refleksindeki Dönüşüm” başlıklı tezini savunarak doktor unvanını kazanmıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri’nde 21 yıl görev yapan Sapmaz, 2015 yılında Harp Akademileri Komutanlık ve Karargâh Subaylığı eğitimini ve 2020 yılında da Milli Savunma Üniversitesi Karargâh Subaylığı eğitimini tamamlamıştır. Mesleği gereği Afganistan ve Azerbaycan’da da geçici görevlerde bulunan Sapmaz’ın başlıca çalışma alanları Rus dış politikası ve Kafkasya’dır. Bu bölgelere ilişkin yayınlanmış çeşitli makaleleri, kitap bölümleri ve kitapları bulunan Sapmaz, ileri derecede İngilizce ve temel düzeyde Rusça bilmektedir.