Aşıklık geleneğinde “bade içme” var.
Kutsal mekânlarda, su kenarında, mezarlıkta, harman yerinde uykuya dalar. Rüyasında bade içirirler. Su, şerbet ya da herhangi bir meyve olur. Er dolusu ise Köroğlu, Dadaloğlu olur. Pir dolusu ise Emrah, Sümmani …
Bir de sevdiği kız görünür uzaklardan. Selvihan’dır, Çeşminaz’dır… Onu aramakla geçer aşığın ömrü.
Dağlara doğru idi yolumuz.
Dağların kültürümüzde yeri oldukça fazla. Söylenen şiirler, türküler epey nasibini almış dağlardan. Aşık Feymani Ağabey de yazmış dağlara;
Dumanlı dumanlı görünen dağlar,
Del eyleyip bıraktınız siz beni.
Hasretlik derdiyle içim kan ağlar,
Kül eyleyip bıraktınız siz beni.
Alemde ben oldum dert unutmayan,
Gözünün yaşını hiç kurutmayan,
Çürümüş kütükte meyve tutmayan,
Dal eyleyip bıraktınız siz beni.
Felek bana yaptın hileli oyun,
Yere batsın senin işin, kanunun,
Leyla’sı gelmeyen bir garip Mecnun,
Çöl eyleyip bıraktınız siz beni.
Pınar oldum; suyun kimse içmeyen,
Yaylasına aşiretler göçmeyen,
Yıllardır beklerim yolcu geçmeyen,
Yol eyleyip bıraktınız siz beni.
Demeyin Feymani, gurbette şaşmış,
Çaresi bulunmaz derde bulaşmış,
Deresinden taşmış, bendini aşmış,
Sel eyleyip bıraktınız siz beni.
…
Dağlar hakikatin şehadet parmağı.
Büyüklenenlere göre çok büyük. En Büyük’e karşı eriyen, un ufak olan.
Yeryüzünün dengelerini ayakta tutan.
Yeryüzünün yükünü taşıyan.
Aşağıda bir çok meyve, sebze olur. Dağın baharı da, güzü de kendine göre.
Olduğu gibi duran.
Sağlam bir basış, sağlam bir duruş. “Dağ gibi adam” derler duruşu güzel olana.
“Dağım yıkıldı der” dayandığını kaybeden.
Yeryüzünün en büyük felâketi kibir. Hem tükeniş, hem tüketiş.
Dağlara çıktığın zaman kibir ayaklar altında kalır.
Nevzat Kösoğlu Ağabey de “Dağlar denizden derin” diyordu.
Denizler teridir yerin,
Ki dağlar denizden derin.
Başlarını serin serin,
Sevdalar bürüye kalır.
Aşık Reyhani Ağabey de bir şiirinde söylüyor bade içmişliğini.
Bana derler aşık mısın Reyhani?
Bade mi bilemem içmişliğim var.
Sorarlar elinde hünerin hani?
Karanlığa ışık saçmışlığım var.
Zevk alırım Pir Sultan’ın darından,
Nefi’nin, Nedim’in zindanlarından,
Umudumuz yaşamaktır yarından,
Gerçek listesine geçmişliğim var.
Görenler zanneder aklı tam değil,
Kalabalık benim için dem değil,
Ölüm minnet değil, dua gam değil,
Elbisemi kefen biçmişliğim var.
Ne ibadet riyakârı kurtarır,
Ne cahil küfr ile vuslata varır,
Düşünen bu sözden bir pay çıkarır,
Eğride doğruluk seçmişliğim var.
Aşık Reyhani’yim yolum ne yana,
Dert yolunda kuvvet lâzım dayana,
İnsanlığa küstüm darılma bana,
Ben kendi kendimden kaçmışlığım var.
Bir de Aşıklık Geleneği’nde “atışma” var. Buna deyişme, karşılama diyenler de var.
İki veya daha fazla aşık bir araya gelir. İçlerinden biri veya dinleyiciler arasından bir “ayak” verilir. Aşıklar da bu ayağa göre atışırlar. Meselâ verilen ayak “yol geldi” olsun. Aşıklar abab- cccb, dddb … kıtalarında “b” mısralarında “yol geldi”ye uyacaklar, “sel geldi”, “kol geldi”, “dal geldi” dibi kafiyelerle devam edeceklerdir. Ya da verilen kafiye “aktım işte” ise, “baktım işte”, “taktım işte”, “büktüm işte”… gibi olmalıdır.
Öyle uzun uzun da düşünülmez. Sazın teline bir iki defa vurup anında söylemek lâzımdır. Bazen kafanda bir dörtlük ve buna bağlı olarak bir kafiyeyi düşünürsün, senden önceki aşık o kafiyeyi kullandığın zaman sen onu kullanamazsın. Bir kafiye bir daha kullanılmaz. Yenisini bulman lazım o anda.
Atışmalarda konu dışına çıkılmaz. Başlanan hece ölçüsü ne ise onunla devam edilmelidir. Hece düşüklüğü, fazlalığı olmaz. Kafiyeden dışarıya çıkılmaz. Eğer öyle bir durum vaki olursa yenilen sazını diğerine teslim eder.
Bu iki dağ gibi aşık, Aşık Reyhani Ağabey ile Aşık Feymani Ağabey Van Gölü kenarında, Adilcevaz’da bir konserdeler. Yıl 1994.Aşık Hilmi Şahballı ile Aşık Abdulvahap Kocaman da var. Ama iki aşık atışacak; Aşık Reyhani ile Aşık Feymani.
O dönemde Olağan Üstü Hal Bölge Valisi Ünal Erkan Bey de seyirciler arasında. Aşıkların kullanacağı kafiyeyi o veriyor, “Van’a getirdim” diye.
Aşıklar başlıyor;
Aşık Reyhani;
Aşık Reyhani’yi Çukurova’dan,
Baba memleketi Van’a getirdim.
Sanki canlı ceset, kaçmış müzeden,
Gölden su içirdim cana getirdim.
Aşık Feymani;
Erzurum’da yakaladım ben bunu,
Ünal Bey teslim al sana getirdim.
Palandöken çayırında otlatıp,
Besiledim, yarım tona getirdim.
Aşık Reyhani;
Feymani’ye sorma fenafillahı,
Çünkü bunlar Adana’nın fellahı,
Ne Nebi’yi tanır, ne de Allah’ı,
Onun için Ardahan’a getirdim.
Aşık Feymani;
Keşişleme esmeseydi çağlardı,
Vaftiz olmasaydı daha ağlardı,
Erivan’a gitse zünnar bağlardı,
Firar etti Merzifon’a getirdim.
Aşık Reyhani;
Bunun meyli yoktur naza, niyaza,
Aslı ne Gürcü’dür, ne de Abaza,
Pazarlamak için Adilcevaz’a,
Mondofon ırkından dana getirdim.
Aşık Feymani;
Kocaman, Şahballı girmen araya,
Bunu burda çekeceğim daraya,
Bağlayacak değilim ya saraya,
Kulağından tuttum hana getirdim.
Aşık Reyhani;
Falcılık bunların sülalesinde,
Elli gün perhiz var silsilesinde,
Bir şeyler aradı Van Kalesi’nde,
Muhabbete kana kana getirdim.
Aşık Feymani;
Sahip çıkmayınca emmi, dayı da,
Yarısını kayıp etti sayıda,
Ahtamar Adası karşı kıyıda,
Hasret kalmış idi çana getirdim.
Aşık Reyhani;
Haddimi bilirim ileri gitmem,
Tuzağa düşmüşü çukura yitmem,
Yıktım teslim aldım acele etmem,
Yüzdüm derisini sona getirdim.
Aşık Feymani;
Lâleli’den inmiş amma ham değil,
Eğitirim benim için gam değil,
Ala- höle eyledim ya tam değil,
Bu tomruğu yona yona getirdim.
Aşık Reyhani;
Dünya meşakkati, of Reyhani of,
Rütbe-i mevkide dediler pırof,
Hem aşık, hem alim, yarım feylesof,
Behlül amma akıl dânâ getirdim.
Aşık Feymani;
Feymani, bulanık suydu durulttum,
Nemli bırakmadım serdim, kuruttum,
Sevgi, muhabbetle yudum, arıttım,
Soydum maddesini mânâ getirdim.
Biz “dağ türküleri” dinleyelim efendim.