Arda YAKICI
Türkiye’nin enerji geleceği, umut ile kırılganlık arasında gidip geliyor. Ülke, ham petrol, doğalgaz ve kömür gibi ithal fosil yakıtlara %90’ın üzerinde bağımlı. Bu durum, Türkiye’nin küresel enerji piyasasındaki konumunu oldukça hassas hale getiriyor. Rusya ve İran gibi başlıca enerji tedarikçilerinin yaptırımlar, bölgesel çatışmalar ve istikrarsızlık gibi jeopolitik belirsizliklerden etkilenmesi, bu bağımlılığı daha da riskli hale getiriyor.
Türkiye’nin enerji portföyünü çeşitlendirmesi artık bir lüks değil, zorunluluk. Yenilenebilir enerji kaynaklarına, özellikle rüzgâr, güneş ve hidroelektrik enerjiye yapılan yatırımlar kayda değer ilerleme kaydetse de bu çabalar Türkiye’nin hızla artan enerji talebini karşılamaya yetmiyor. 2035 yılına kadar ülkenin enerji tüketiminin %70’inden fazlasının fosil yakıtlardan sağlanacağı öngörülüyor. Gerçek anlamda bir çeşitlendirme sağlamak, yalnızca küçük adımlarla değil, cesur stratejik hamlelerle mümkün olacak.
Karadeniz’deki gaz yataklarının keşfi, Türkiye için umut verici bir gelişme sunuyor. Yerli üretimin hızlandırılması, ithalata bağımlılığı azaltma yönünde önemli bir adım. Ayrıca, sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) altyapısının genişletilmesi, özellikle yüzer depolama ve gazlaştırma üniteleri (FSRU) ile esneklik sağlıyor. Akkuyu Nükleer Santrali gibi projelerle nükleer enerjiye yönelmek, Türkiye’nin düşük karbonlu ve güvenilir enerji kaynaklarına yönelmesinde bir başka önemli adım olarak öne çıkıyor.
Ancak, bu girişimler tek başına yeterli değil. Türkiye’nin enerji geleceği, büyük ölçüde uluslararası stratejik iş birliklerine bağlı olacak. Türkiye, karmaşık jeopolitik ilişkileri ustalıkla yöneterek Avrupa için hayati bir enerji merkezi olarak konumlanmalıdır.