Prof.Dr. Feyzullah EROĞLU
Yönetim, insanlar aracılığıyla belirli amaçlara ulaşılması sürecidir. Sosyolog ve yönetim bilimci Weber’e göre, yönetim sürecini harekete geçiren asıl güç, kaynağını hukuk sisteminden alan meşru otoritedir. Yönetim sürecinin sorunsuz bir biçimde işlemesi, liyakatli yöneticilerin kararlarına yönetilenlerin büyük ölçüde itaat etmelerine bağlıdır.
Liyakatli yöneticilerin olduğu ve isabetli kararların alınıp uygulandığı bir yönetim sisteminde, çoğunlukla insanlar yönetime itaat etme eğilimindedir. Sorun yaşanmasını önleyen veya sorunları çözme başarısı gösteren yönetimler -eğer iç ve dış kaynaklı kışkırtma yoksa- pek itaatsizlik olaylarıyla karşılaşmazlar. Buna karşılık, yöneticilerin yaşanan sorunları çözmede yetersiz olması ya da meşruiyetini kaybetmesi hâlinde yönetime karşı bir direnme hakkı doğar.
Türk yönetim düşüncesinde itaat ve direnme hakkı
Göktürk yazıtlarında yer alan bilgilere göre, Türk yönetim düşüncesinin dört temel ilkesi bulunmaktadır. İlki, yöneticinin ‘kut ve töre’ ilkesine göre hareket etmesi (yönetimde adalet); ikincisi yöneticinin bilgeliği (liyakati); üçüncüsü önemli kararların alınmasında ‘kurultay-kengeş’ ilkesi (danışmaya dayalı yönetim); dördüncüsü ise direnme hakkıdır (töreye uymayan yöneticiyi reddetme).
Türk yönetim düşüncesinin ilk üç ilkesine uygun bir yöneticilik olduğu zaman, Türklerin böyle bir yönetime itaat etmesi töre gereğidir. Buna karşılık, ilk üç yönetim ilkesine uymayan bir yöneticilik sergilendiği zaman muhtemelen çok şey kötü gidecektir. Bu durumda, töreye uyulmuyor demektir ki Türkler için yönetime direnme hakkı doğar.
Türk atasözü ‘İl mi yaman, bey mi yaman’ sözü, eski Türklerdeki hâkimiyet bilincinin ne kadar yüksek olduğunu gösterir. Burada, günümüzde ‘El’ olarak telaffuz edilen ‘İl’ sözcüğü, yurt ve millet anlamındadır. ‘Bey’ ise yönetim otoritesine sahip yöneticidir. ‘İl’ in, ‘Bey’den daha güçlü ve öncelikli olduğu kabul edilir. Bu atasözü, 20. Yüzyılda Mustafa Kemal Atatürk’ün dilinden ‘Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir.’ olarak söylenecektir.
‘Bey’, görevinin gerektirdiği liyakat ve ahlaka sahip olmadığı zaman, görevinin gereğini yeterince yerine getiremez. Yönetici liyakatsizliği, toplumda adaletsizliğe yol açtığı gibi ağır bir geçim ve güvenlik krizi doğurur. Devlet ve halkın geleceği tehlikeye girer. Bu durum, yöneticinin yönetme yetki ve hakkını temsil eden ‘kut’u kaybettiği anlamına gelir ki yönetim meşruiyeti de kaybedilmiş sayılır. Türk yönetim düşüncesinde, töreyi bozan ve uymayan yönetici yönetme hakkını kaybeder ve ona itaat etmek gerekmez.
Kur’an’daki İslamiyet’te yöneticiye itaat
Kur’an’daki İslamiyet’te belirli bir yönetim tarzı yoktur. Yönetim sürecine ve ilişkilerine ilişkin-hangi sistem ya da tarz olursa olsun- uyulması buyrulan temel ilkeler bildirilmiştir. Bu kapsamda, İslamiyet’in temel yönetim ilkeleri dört başlık altında toplanabilir. İlki, yönetimde adalet (Nisa Suresi/58; Nahl Suresi-90). İkincisi, yöneticilerde liyakat ve ehliyet (Nisa Suresi/58); yönetimde danışma (Şûra Suresi/38); dördüncüsü, gayri meşru yönetime direnme hakkı (Hud Suresi/113; Şûra Suresi/39).
Yöneticilere itaati öngören kural Nisâ Suresi/59’da geçen ‘ülü’l-emr’ kavramı çerçevesinde açıklanmıştır. Bu kavram, üst düzey yöneticileri temsil etmektedir. Bu ayette, ‘Ey iman edenler! Allah’a, Elçisine ve sizden olan ‘ülü’l-emr’e /emir sahibine itaat edin’ denilmektedir.
Buradaki temel soru, itaat edilmesi gereken yöneticiler kimler olmalıdır? Kur’an ayetleri ve buyruklarını en iyi açıklayan kaynak, akıl ve bilim yoluyla yine Kur’an’ın kendi ayetleridir. Kur’an, belirli bir anlam bütünlüğü içinde aslında kendi kendini açıklıyor. Bu bağlamda, ilgili ayette geçen ‘ülü’l-emr’ kavramı kapsamına kimlerin gireceği konusunda en belirgin işaret yine Kur’an’da gösteriliyor. Kur’an’da geçen çeşitli ayetlerde emredilen yönetim ilkelerine uyan yöneticilere itaat edilmesi esastır.
İtaat edilmesi gereken ‘Ülü’l-emr’, adaletli ve liyakatli olan, kararları danışarak alan, halka zulmetmeyen, sömürmeyen ve bölmeyen yöneticilerdir. Bu şartlarda yönetim anlayışı sergileyen yöneticilere -hangi rejimde olursa olsun- halkın saygılı davranması buyrulmaktadır (Allah daha iyi bilir).
İslam dininin siyasal amaçlarla kullanımı
Tarihsel süreç içinde dinî inancın ve inanma tarzının, kitleler üzerinde çok etkili bir iktidar aracı olarak kullanıldığına ilişkin çok sayıda örnekler bulunmaktadır. Ayrıca, dinsel simge ve söylemleri kullanmak suretiyle dinî inançları çok kolay bir geçim kaynağı olarak gören kişi, kurum ve topluluklar da her daim olagelmiştir. Kur’an’ın ruhundan ve anlam bütünlüğünden uzaklaşan iş başındaki yöneticileri yücelten birtakım din anlayışı ve din adamlığı türetilmiştir.
İslamiyet’in özünü oluşturan, insanın Allah’tan başkasına boyun eğmemesi gerektiği temel öğretisi, en fazla yönetici ve egemen sınıfları ürkütmüş olmalıdır. Kendilerine çok yakın olan din adamları, sürekli olarak ‘ülü’l-emr’ kavramını tek yanlı bir biçimde anlatmışlardır. Din adamları ve dinci topluluklar, çoğunlukla ‘ülü’l-emr’ kavramında, yöneticiler lehine bir anlam kaydırması yapmışlardır. Buna göre, ‘ülü’l-emr’e itaat etmenin ön şartlarını ve diğer yönetim ilkelerini görmezden gelerek, büyük bir iştahla yöneticilere bağlılığı ön plana çıkarmışlardır. Siyasal islamcı din adamlarından, destekledikleri yönetimlerin her türlü yolsuzluk ve ahlaksızlığını meşru görenleri bile çıkıyor.
Kur’an’daki İslamiyet’te yöneticiye direnme hakkı
Kur’an’daki İslamiyet’te haksız ve adaletsiz yönetimler ile millete zulmeden yöneticilere ilişkin sivil itaatsizliği öneren çok sayıda ayet mevcuttur. Bu kapsamda, Kur’an’ın değişik ayetlerinde haksızlık ve adaletsizlik ile her türlü zulme karşı inanan insanların nasıl bir tavır içinde olması gerektiği açıkça gösterilmiştir. Sözgelimi, ‘Ve zulüm yapanlara yakınlık göstermeyin ki, size de ateş dokunmasın. Allah’tan başka yardımcılarınız da yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz (Hud Suresi/113; ‘Yeryüzünde bozgunculuk yapıp dirlik düzenlik vermeyen aşırı gidenlerin emrine uymayın’ (Şuarâ Suresi/151-152).; ‘……boş arzularına uymuş ve işi hep aşırılık olmuş kimselere boyun eğme’ (Kehf Suresi/28).
Türkiye Cumhuriyeti yönetim düşüncesi
Türk yönetim düşüncesi ve tarihinin en önemli dönüm noktalarından birisi, Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde, önce TBMM’nin ve arkasından Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıdır. Teşkilât’ı Esâsiyye Kanunu (20 Ocak 1921) ile ‘Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir’ ibaresiyle millî hâkimiyet ilkesi kabul edilmiştir. Böylece, Türk yönetim düşüncesinde tarihî kültür kodlarına görkemli bir dönüş sağlanmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti, yeteneksiz ve liyakatsiz kişilerin dinî inancı kendilerine birer siyasal maske yapmalarını önlemek için laik; bölücü etnik toplulukların şerrinden korunmak amacıyla millî ve üniter; kişisel ihtiraslara karşı hukuk; kendine bakmada zorlanan kesimler için ‘kimsesizlerin kimsesi’ yani sosyal bir devlet olarak kuruldu. Göktürk töresinin, günümüzdeki uzantısı ve karşılığı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının ilk dört maddesi sayılır. Bu anayasa maddelerine uyulmaması, Türk töresini bozmaya ve Türk Milleti’ne zulüm yapmaya eşdeğer bir suçtur. Bu bağlamda, ‘Konusu suç teşkil eden emir, hiçbir suretle yerine getirilmez; yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz.’ (Anayasa 137. Madde).
Atatürk’ün vefatı sonrasında, yönetici sınıfın kurucu iradeyi temsil yetenek ve liyakati konusundaki yetersizliği nedeniyle Türk yönetim düşüncesi uygulamasında şiddetli bir eksen kayması meydana geldi. Türk millî kimliğinde, laiklik uygulamasında, toplumcu ekonomi anlayışında birtakım sapmalar ortaya çıktı. Çağdaş demokratik bir düzenin oluşumu, anti demokratik siyasal partiler yasası ile oy avcılığına dayalı siyaset yapma alışkanlığından dolayı cıvık bir popülizme kurban edildi.
Sonuç
Göktürkler döneminden esinlenerek çağdaş yönetim anlayışlarıyla yapılandırılan Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetim düşüncesi ile Kur’an’daki yönetim ilkeleri oldukça birbirine yakın duruyor. En azından, birbirleri arasında anlamlı bir çelişki ve zıtlık görülmüyor. Mevcut yönetim tarzında gözlenen adaletsizlik, liyakatsizlik, yalan, talan, sömürü ve etnik bölücülüğe yol vermek gibi yönetim hastalıkları, Türk yönetim düşüncesinin ayarını bozmuş gibi görünüyor.
Türk Milleti sessizliğine ve suskunluğuna son vererek, Anayasa’nın başlangıç metnini ve Atatürk’ün gençliğe olan nutkunu yeniden keşfetmelidir.
——————————————-
Kaynak: