Bu özet yazımızda Avrupa emperyalizminin Osmanlı devletine ne zamandan itibaren ve nasıl girdiği konusunda Bayram Kodaman hocamız tarafından yapılan çok kapsamlı bir değerlendirmeye yer vereceğim.
Toplum olarak son zamanlarda sosyal medyanın etkisi ile olay ve durumlara iyi-kötü, doğru-yanlış gibi sadece bir pencereden bakma alışkanlığı elde ettik. Bu durum kolayımıza da gidiyor. Uzun uzun düşünmek yerine yanlı veya doğru deyip geçiyoruz. Hâlbuki o konu neyse biraz düşünmek ve durumun gerisinde-geçmişinde ne vardır, nasıl olmuş-oluşmuştur diye bakmak belki biraz zahmetli bir iş ama bizi doğruları görmemize götürür.
Bu yüzden Batı emperyalizminin imparatorluğumuza nasıl ve hangi yollardan ve ne zaman girmeye başladığı konusu değerli hocamız Bayram Kodaman büyüğümüzün değerlendirmesini aktarıyorum.
“16. yüzyılda Avrupa ilim ve teknikte ilerlemenin kendisine sağlamış olduğu üstünlükler sayesinde tabiatı ve diğer toplumları sömürmeye başlamış ve böylece “Sömürgecilik” devrini açmıştır. Ticari sömürü şeklinde gelişen kolonyalizm hareketi, 18. Yüzyıl boyunca devam eden teknik ve sanayi inkılabı ile her alanda sömürü ve hâkimiyet yanı “Emperyalizm” şekline dönüşmüştür. Bunun sonucu Avrupa, 1840-1914 yılları arasında, dünyaya tam sömürü, yarı veya kısmi sömürü statüsünü yaymış ve her türlü vasıta ile bu durumun devamını sağlamaya çalışmıştır. Ayrıca emperyalizmini meşru göstermek ve sürdürmek için bir de bu hareketin adını “Dünyayı medenileştirme” veya “Hümanizm” koymuş idi.”
“Fakat, biz… Osmanlı İmparatorluğu’na Avrupa emperyalizminin nüfuzunu ikinci açıdan ve sadece vasıtaları yönünden ele alarak olumsuz sonuçlarını belirtmeye gayret edeceğiz.”
“Osmanlı-Avrupa münasebetlerine baktığımızda durum Avrupa ile diğer ülkeler arasındaki münasebetlerden pek farklı değildir. Ancak Avrupa Osmanlı İmparatorluğu için ayrı bir yöntem uygulamıştır. Bu yöntem görünüşte Afrika’da ve Hindistan’da tatbik edilenden daha değişiktir. Bu değişiklik şundan ibarettir: Osmanlı İmparatorluğunun siyasi, idari istiklaline dokunmadan, çeşitli anlaşmaları ve sözleşmeleri kabul ettirerek, birtakım imtiyazlar sağlamak ve bu şekilde imparatorluğa nüfuz etmektir. Nitekim bu tip anlaşmalarla, Avrupa sırasıyla Mamul mallarını, mal sermayesini, yatırım sermayesini, kültürünü, fikirlerini ve hayat tarzını sokmuş ve kabul ettirmiştir. Demek ki, Avrupa görünüşte siyasi bağımsızlığa zarar vermeden, fütuhat gibi askeri ve siyasi hedefler gütmeden, fakat sadece iktisadi ve kültürel gayelerle Osmanlı İmparatorluğu ile sınırlı münasebetler kurmayı tercih etmiştir. Bu usul zengin kaynaklara ve geniş topraklara (Pazar) sahip Osmanlı İmparatorluğu için çok uygundu. Çünkü, Avrupalı devletler Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmaya ve paylaşmaya cesaret edemiyorlardı. Bu ise, Osmanlı’ya saygılarından veya Osmanlı’nın kuvvetli oluşundan değil, imparatorluk üzerindeki zıt menfaatlerinin fiili bir taksime imkân vermemesinden ileri geliyordu. Bu sebepledir ki, Osmanlı devleti siyasi istiklalini uzun müddet koruyabilmiştir.”
“Avrupa’nın iktisadi sömürüsünü başlatabilmek ve devam ettirebilmek için başvurduğu yöntemlerden biri ve belki de en önemlisi kültür emperyalizmidir… Kültür emperyalizminin “Dürtücüsü” teknik vasıtalar, “Yöneticisi” yabancı okullar (Okulla eğitim), “Yayıcısı” çeşitli sanat dalları olmuştur… Kültür emperyalizmi, bir toplumu kuvvete müracaat etmeden, sessiz sedasız hatta hüsn-ü kabul görerek içten fethetmek ve toplumda uzun vadeli ya da ebediyen sömürü zeminini hazırlamak demektir. Bunun için de toplumun fertlerini, özellikle aydın zümresini, beyin yıkama usulü ile kendi kültür yapısından koparmak ve boşalan kafalara yabancı kültürü aşılamak gerekmektedir. Bu yol ve tatbikatın başarıya ulaşmasıyla, sömürülen toplum sömüren toplumun kültür ve fikri atmosferine “Entegre” edilmiş yani yabancı kültürle bütünleştirilmiş olur. Ancak bu bütünleşme daima geri kalmış ülkenin zararına işleyen bir mekanizma oluşturmuştur. Şöyle ki, toplumun aydın tabakası kendi öz kültüründen uzaklaştırıldığı için milli kültürüne bir şey veremediği gibi bütünleştiği fakat mahiyetini bilmediği ve kavrayamadığı yabancı kültüre de herhangi bir katkıda bulunamamıştır.”
“Sömürülen toplumun aydınları ise, “Fikri asalaklığını” devam ettirmekten başka bir şey yapamamıştır. Hatta bazan Batı’da olup biteni bile takip etmekten aciz kalmışlardır. Bunun da ötesinde toplumun sömürülmesine, parçalanmasına vasıta olduklarının farkına bile varamamışlardır.”
“İşte Avrupa bu yöntemi “Medeniyet götürme ve yayma” adı altında Asya, Afrika, Amerika ülkelerinde ve Okyanuslarda başarı ile uygulanmış ve bu bölgelerdeki toplumlar üzerinde hâkimiyetini rahatlıkla tesis etmiştir. Adı geçen yerlerde uygulanan kültür emperyalizminin iktisadi, siyasi, askeri emperyalizm türlerinden çok daha kötü sonuçlar verdiğini söylemek pek zor olmasa gerekir.”
“Özellikle 1830’lardan sonra Osmanlı İmparatorluğu, emperyalist Avrupa için çok cazip bir Pazar olmaya başlamıştı. Ancak imparatorluğun iktisadi, siyasi, zihni, sosyal ve kültürel yapısı Avrupa’nınkinden oldukça farklı idi. Bu farklılık Avrupa’nın nüfuzunu zorlaştırıyordu. Bu engeli aşmak isteyen Avrupa, ilk önce Osmanlı devlet adamlarının ve bürokrat aydınların zihniyetini her türlü vasıta ile kendi liberal anlayışına göre değiştirmeye koyuldu. Bu siyasetin sonunda imparatorluğa üç sahada liberalizmi sokmayı başardı. Nitekim, fikri telkin ve propaganda yoluyla 1838’de iktisadi ve ticari liberalizmi, 1856’da kültür liberalizmi, 1876’da siyasi liberalizmi bazı devlet adamlarına ve aydınlara benimsetti ve arkasından uygulamaya koydurttu. Liberalizmi telkin, kabul ettirme ve uygulatma emperyalizmin giriş ve başlangıç safhasıydı. Bu ise imparatorluk üzerinde tesis edilen ticari, mali ve siyasi hâkimiyetin devamlılığını sağlamaktan ibaretti. Devamlılığı sağlamak ise, ancak kültür emperyalizmini yani beyin yıkama ve yozlaştırmayı hızlandırmakla ve yaymakla mümkündü.”
“Şurası bir gerçektir ki, bir toplumda her yabancı okul temsil ettiği kültürün üssü ve merkezi durumundadır.”
“İşte 19. Yüzyılın ikinci yarısının ilk yıllarından itibaren imparatorluğun çeşitli yerlerinde açılan İngiliz, Fransız, Alman ve İtalyan okulları Avrupa kültürünün Türk toplumuna nüfuzunda birer köprü baş görevini yerine getirmişlerdir. Bu yabancı okulların imparatorlukta “Medeniyet”, “İnsanlık” adına tesis edildiklerini ve Osmanlı toplumunu “Terakki” (İlerleme)ye ve “İttihad (Birlik)a götürmek için faaliyet gösterdiklerini kabul etmek mümkün müdür?”
“Diğer taraftan yabancı okulların imparatorluktaki coğrafi dağılımları ve yayılmaları da Avrupa’nın niyet ve emellerini teyid eder mahiyettedir. Şöyle ki, bu okullar imparatorluğa yabancı sermayenin, bankaların, ticari malların, ticaret şirketlerinin, konsoloslukların ve öbür temsilciliklerin girdiği şehirlerden ve bölgelerden başlayarak girmeye ve yabancı menfaatlerin arttığı ölçüde çoğalmaya, yayılmaya devam etmişlerdir.”
“Dolayısıyla, yabancıların çeşitli seviyedeki okulları veya kolejleri İstanbul’da açmalarında büyük faydaları olabilirdi. Çünkü Osmanlı aydın sınıfı (İntelligentsia) bu şehirde bulunuyordu. Bu aydınların ve çocuklarının modern okullar yoluyla Avrupa kültüründe “Entegre” edilmesi (Bütünleştirme), Avrupa’nın imparatorluğa nüfuzu bakımından en sağlam ve devamlı bir yoldu.”
“(1905-906) yıllarına ait istatistiklere göre Beyrut vilayetinde okulların sayısı aşağıdaki gibidir.
Resmi devlet okulları | : | 204 | ||
Özel Müslüman okulları | : | 75 | ||
Özel gayr-i müslim okulları | : | 28 | ||
Özel yabancı okullar | : | 132 | ||
a) Fransız | : | 39 | ||
b) İngiliz | : | 37 | ||
c) Amerika | : | 28 | ||
d) Rus | : | 8 | ||
e) Alman | : | 7 | ||
f) İtalyan | : | 5 | ||
g) Katolik | : | 8 |
“Resmi veya özel Müslüman okullarının büyük bir kısmının bina, öğretmen, araç gereç yönünden yetersizliği ve Müslüman halkın çocuklarını okullara gönderme hususundaki isteksiz tutumları göz önünde tutulursa, her bakımdan yeterli ve modern olan yabancı okulların toplum üzerindeki tesirinin ve hâkimiyetinin derecesini anlamak zor olmayacaktır. Bu yabancı okullara gayr-i müslim okullar da eklenince imparatorlukta fikri, siyasi, iktisadi ve kültürel hayatın Müslüman toplumun ve bizzat devletin aleyhine geliştiği sonucuna varılabilir.”
“Mesela, aynı istatistiklere göre yabancı okulların 1905-1906 yıllarında, Anadolu’nun bazı vilayetlerindeki sayısı şöyledir.
Vilayet | Yabancı Okul | Gayr-ı Müslim Okulu |
Erzurum | 2 | 128 |
Adana | 12 | 3 |
Suriye | 72 | 39 |
Diyarbakır | 18 | 35 |
Sivas | 19 | 122 |
Elazığ | 60 | 72 |
Van | 21 | 34 |
Tanzimat’tan beri açılmaya başlayan yabancı okullar 19. Yüzyılın ikinci yarısında, imparatorluğu adeta istila etmiş durumda idiler. II. Abdülhamid devrinde bu okulların ruhsatsız, açılanları kapatılmak, diğerleri de teftiş yoluyla kontrol edilmek istenmişse de fazla başarı sağlanamamıştır. Böylece, emperyalizmin en tehlikelisi ve korkuncu olan kültür emperyalizmi imparatorlukta devam etmiş ve Osmanlı aydınları üzerinde etkili olmuştur. Tanzimattan 1914 yılına kadar imparatorlukta açılan yabancı okulların veya kolejlerin sayısını tam olarak gösteren bilgiler mevcut değilse de, bunların 1000 kadar olduğu kuvvetle muhtemeldir.”
“Avrupa devletleri bizzat kendilerinin açtıkları 1000’e yakın yabancı okulla ve kuruluşlarını destekledikleri 3.000’e yakın gayr-i Müslimlere ait okulla imparatorlukta neyi gerçekleştirmek istiyorlardı? Bu sorunun cevabı muhtemelen şu olması gerekir kanaatindeyiz. Osmanlı toplumunun üst tabakalarını (Serbest meslek çevrelerini, yüksek seviyedeki idarecileri, ticari ve mali çevreleri) Avrupa’nın kültür sistemine dâhil etmektir. Nitekim bunda başarıya ulaştıklarını ve kendilerine yarayışlı iki insan tipini imparatorlukta yetiştirdiklerini görmek mümkündür. Birinci tip, birkaç pasaportlu, birkaç dil bilen gayr-i Müslimlerin ve ecnebilerin oluşturduğu “Lövantenler” tipidir. İkinci tip ise, Türk toplum ve kültüründen kopmuş, mahiyetini kavrayamadığı Batı medeniyetine, aynı zamanda Batı’nın her şeyine hayran ve Batı’nın dış görünüşünü taklitte usta olan “Alafranga” veya “Mon cher” tipidir.”
Bunun sonucu, Osmanlı aydınının kendi kavramlarıyla, zihniyetiyle, felsefesiyle, kültürüyle düşünebilme imkânı ve sahası daralmıştır. Böyle olunca, Osmanlı aydınının yaratıcı gücü zayıflamış, buna karşılık taklit gücü artmıştır. Hatta ilim, teknik, fikir hayatındaki gelişmeleri taklit ve takip edemez hale düşmüştür. Kısaca, Batı’daki ilmi düşüncenin esasını ve metodunu kavrayamayan aydın, bu sefer kolay yönlerini yani dış görünümünü ve mahiyetini bilmediği terim ve sloganları taklide ve takibe başlamıştır.”
“Kültür emperyalizminin vasıtası şüphesiz yalnız yabancı okullar olmamıştır. Bunların yanında, daha evvel de belirttiğimiz gibi gayr-i Müslimlere ait okulları, yabancı dillerde veya yabancılar tarafından Türkçe olarak yayınlanan gazeteleri, dergileri, mecmuaları, kitapları ve diğer kültür vasıtalarını da göz önünde bulundurmak gerekir.”
***
“Ticaret anlaşması imparatorluğun iktisadi, siyasi ve sosyal hayatı üzerinde büyük izler bırakmıştır. Ancak anlaşmanın sonuçları ve bıraktığı izler imparatorluğun lehine olmamış, tam aksine onun parçalanmasını ve yıkılmasını hızlandırmıştır. Bu ticaret anlaşmasıyla Avrupa’ya verilen ticari haklar şunlardan ibarettir: Evvela, eskiden verilmiş bütün kapitülasyonlara yeniden geçerlilik kazandırıyorlar. Bir takım ticari tekeller kaldırılarak, Avrupalı tüccarlara imparatorlukta serbestçe dolaşma hakkı veriliyor. İthalatta alınan gümrük vergisi %5’e, ihracattan alınan vergi%12’ye, transit vergisi ise %3’e indiriliyor.”
“Böylece, Avrupa elde ettiği imtiyazlar sayesinde ve imparatorluktaki ajanlarının (elçi, konsolos, lövanten, vs.) yardımı ile hem ham maddeyi iyi şartlarla kendine çekti, hem de kendi mamul malları ve hatta sömürgelerinden getirdikleri ürünleri için yeni ve geniş pazarlar ele geçirdi”
“Bu uygulamanın sonunda imparatorluğun dış ticaret dengesi, ilk defa 19. Yüzyılın ikinci yarısında açık verdi. Ülkenin tarım siyaseti değişerek daha çok Avrupa sanayiinin ihtiyacına uygun pamuk, tütün, zeytin vs. gibi ihracata dönük (Koloniyal tip) tarımcılığa dönüldü. Bu da tahıl üretiminin artan nüfusa yetmemesi veya kendi topraklarında kendi isteğine ve ihtiyacına göre tarım yapamama gibi tehlikeli bir durum yaratıyordu. Ayrıca, el sanatlarına dayalı Osmanlı sanayii kendi kendine yok olmaya terk ediliyordu. Bursa, İstanbul, Diyarbakır gibi büyük şehirlerdeki dokuma tezgâhları kendiliğinden faaliyetlerini durduruyorlardı. Avrupa menşeli her türlü ticari mal Osmanlı ülkesini istila etti. Osmanlı dış ticaret açığı gittikçe fazlalaştı.”
***
“Fakat 1850’lerden itibaren mal ihracına paralel olarak bir de mali sermaye (Finans kapital) ihraç etme siyaseti gelişmeye ve önem kazanmaya başladı. Osmanlı imparatorluğu mali sermaye ihracı için oldukça elverişli bir vaziyette bulunuyordu. Zira, sermayenin kıt, ücretlerin düşük, ham maddenin bol ve ucuz olduğu geri kalmış büyük ve merkeziyetçi idareye sahip bir imparatorluktu.”
“İşte bu yüzden, yabancı sermaye, Osmanlı imparatorluğuna, kırım harbi esnasında bütçenin açık vermesi üzerine ilk defa 1854 yılında borç (İstikraz= sermayesi şeklinde girdi. İkinci borç alma işi 1855’te gerçekleştirildi. Böylece, devlet idaresinde Avrupa’dan borç alma alışkanlığı başladı. 1856 yılında ilan edilen Islahat Fermanı’nda taahhüd edilen reformları gerçekleştirmek maksadıyla borçlanma siyasetine hız verildi. Bu siyasetin sonunda devlet 1875 tarihinde, aldığı borçların faizini ödeyemez hale geldi.”
“Başlangıçta Avrupa, imparatorluğa “Yatırım sermayesiyle” gelmediği gibi Osmanlı devlet adamları da alınan “Borç sermayeyi”, yatırımlara yöneltememişlerdir. Bunun sonunda Osmanlı devleti Avrupa’nın mali hâkimiyeti altına düşmekten kendini kurtaramamıştır.”
“Nihayet borçlandırma siyaseti 1875’ten itibaren Osmanlı devletini sadece mali iflasa değil, fakat aynı zamanda iktisadi ve siyasi iflasa da sürüklemede gecikmedi. Bu da yabancı borç sermayenin devlet varidatının gücünü aştığı zamanlarda varılan tabii bir sonuç idi. Nitekim borç para veren Avrupalı devletler hemen hemen her zaman Bab-ı Ali’den bazı ek iktisadi ve siyasi imtiyazlar istemişlerdir. Mesela verilen borcun şartını ileri sürüyorlardı. Hatta Abdülaziz’e orduyu ve donanmayı modernleştirmesini tavsiye etmelerinin temelinde kendi harp malzemelerini ve gemilerini satma isteği yatmakta idi.”
“Avrupa, 1878 Berlin anlaşmasına göre Osmanlı imparatorluğunda milletlerarası bir komisyon kurmaya kalkışmış idi. Fakat böyle bir komisyonun imparatorluk için ilerde doğurabileceği büyük tehlikeleri sezen ve görebilen II. Abdülhamid bundan kurtulmak için gayret sarfetmiş ve ehven-i şer olarak kabul ettiği “Düyun-u Umumiye İdaresi” ne razı olmak mecburiyetinde kalmıştır.”
“Düyun-u Umumiye” idaresi ile Avrupa sermayesi çevreleri devlet içinde devlet durumuna gelmiş ve devletin gelir kaynağı olan vergilerin bazılarına el koymuşlardır. Bunlar “Damga resmi, içki resmi, balık avlama resmi, ipekten alınan öşür, tuz inhisarı ve tütün inhisarı” ndan ibaretti. Bu neticeye gören II Abdülhamid, 1881 tarihinden sonra Batı’ya borçlanma konusunda çok dikkatli davranarak, ancak zaruri hallerde mütevazı bazı borçlar almıştır.”
“Osmanlı Devleti’nin borçları söz konusu olduğunda, şüphesiz imparatorluktaki yabancı bankaların şubelerini, yabancı şirketleri, 1868’te kurulan ve sermayesi İngiliz-Fransızlar tarafından sağlanan Osmanlı Bankası, “888’de Musevi sermayesi ile kurulan Selanik Bankası gibi kuruluşları ve faaliyetlerini görmemezlikten gelmek mümkün değildir.”
“Bu adı geçen müesseseler, Osmanlı Devleti’nin borç paraya ihtiyacının fazla, ödeme gücünün ise az olmazı, dolayısıyla, verdikleri borçlar için pek çok ipotekler şart koşmuşlar faiz hadlerini yüksek tutmuşlar ve hatta faizleri önceden kesmişlerdir.”
“Osmanlı İmparatorluğuna akmaya başlayan Avrupa sermayesi ülkenin iktisadi, siyasi ve sosyal yapısını kökünden etkiledi, değiştirdi ve bozdu. Fakat bu arada imparatorluğun Avrupa’nın kapitalist sistemine “Entegrasyonu” tamamlanmış oldu. Şunu da ifade etmek gerekir ki, Osmanlı İmparatorluğunun yarı sömürge haline gelmesine bizzat yabancı sermaye sebep olmamıştır. Esas sebep, yabancı sermayenin borç olarak alınışında ve daha sonra kullanılışında yapılan hatalar olsa gerektir. Bu bakımdan dolayıdır ki sermaye sömürmek isteyen devletlerin veya şirketlerin elinde vasıta olmuştur diyebiliyoruz.”
***
“Medeniyet yolunda ilk adımları sağlayan ve diğer gelişmelere temel olan unsurların başında, ateşin kullanılması, tarımın öğrenilmesi, hayvanların evcilleştirilerek etinden ve kuvvetinden faydalanılması, tekerleğin kullanılması, yazının bulunması gibi teknik icad ve keşifler gelmektedir. O halde tekniğin toplumlara enerji, enerjinin güç, gücün ise üstünlük ve hâkimiyet verdiğini ifade etmek mümkündür.”
“İşte 18. Ve 19. Yüzyıllarda Batı’da meydana gelen teknik gelişmeler Batı toplumlarına bu üstünlüğü sağlamıştır. Bunun sonucu batılı devletler deniz yollarıyla, demir yollarıyla her kıta ve ülkeye girme imkânı buldular. Teknik, Batı insanını koruyor, ona enerji yani silah veriyordu. Batı insanı da bu tekniği, bu silahı başka toplumların ve kültürlerin yok olması pahasına da olsa kendi menfaati için kullanmaktan çekinmemiştir.”
“19. Yüzyılda bütün denizlerde olduğu gibi, Akdeniz’de de deniz ticareti ve nakliyatı Avrupa’nın tekelinde idi. Buharlı gemi bu tekeli hem sağlamlaştırmış hem de devamlı kılmıştır. Osmanlı devletinin Akdeniz’de ticaret ve yolcu gemisi yok denecek kadar az ve önemsizdi. Sadece Mısır’ın mütevazı bir ticaret filosu mevcuttu. Bu yüzden Osmanlı İmparatorluğu limanlarına girip çıkan ve Avrupa ile imparatorluk arasında mal ve yolcu taşıyan gemilerin %90’ına yakını yabancı bandıralı idi. İmparatorluk dâhilinde bile posta ve yolcu taşıma hizmetleri yabancı gemilerle gerçekleştiriliyordu.”
“1898 yılı rakamlarına göre Osmanlı limanlarına girip çıkan 618 yabancı bandıralı gemi vardı. Bunların yaklaşık 319’u İngiliz, 147’si Avusturya-Macaristan, 81’i Fransız, 56’sı İtalyan ve 15’i Alman bandıralı idi.”
“Avrupalı devletler veya şirketler kendilerine uygun buldukları bölgelere demiryolu döşeyerek bütün imparatorluğu ticaretlerine açmaya ve böylece açık Pazar haline getirmeye gayret etmişlerdir. Demiryolu hatlarının öncelikle pamuk, tütün, zeytin vs. gibi ihracata dönük tarım ürünlerinin yetiştirildiği Ege, Bursa, Selanik, Adana, Doğu Akdeniz ve petrol yataklarının bulunduğu Irak bölgelerine döşenmiş olması, her halde tesadüfi değildi. Demiryolu hattının döşenmesine karar verilen her bölgenin seçiminde mutlaka iktisadi ve siyasi sebepler ağır basmıştır.”
“Denizyolu nakliyatı, demiryolu inşaatı ve taşımacılığı dışında Avrupalı devletler, şirketler tramvay, telgraf, elektrik başta olmak üzere pek çok teknik tesisleri kurmak ve işletmek için Osmanlı imparatorluğuna girmişler ve büyük kar elde etmişlerdir. Büyük şehirlerin su, aydınlatma, taşıma ve haberleşme gibi medeni ihtiyaçlarını gidermek için teşebbüs ve teklifleri yabancı şirketlerden gelmiştir.”
“Sonuç olarak, başlangıçta, gayet mütevazı, medeni ve insani yüzüyle imparatorluğa getirilmiş olan teknik, kısa zamanda Avrupa insanı tarafından hâkimiyet ve sömürü vasıtası olarak kullanılmıştır. Böylece ticari, mali emperyalizme ve kültür emperyalizmine, bir de teknoloji emperyalizmi katılmış oldu.”
***
“Avrupalı devletler, kendi sanayi mallarını, parasını, bankasını, tekniğini her türlü yatırımını, kültür ve zihniyetini Osmanlı İmparatorluğu’na getirmeye ve yaymaya çalışırken, gayr-i müslim cemaatlerden (Rum, Ermeni, Yahudi, Bulgar vs.) büyük ölçüde faydalanmışlardır. Yabancı okullar kısmında biraz temas ettiğimiz gibi gayr-i müslimler her alanda hem Avrupa nüfuzunun imparatorluğa girişine vasıta olmuştur. Hem de Avrupa sömürüsünden fazlaca yararlanmışlardır.”
“Diğer taraftan, Avrupalı devletlerden her biri Osmanlı İmparatorluğu’nda hâkimiyet ve nüfuzlarını artırabilmek için gayr-i müslim cemaatleri siyasi himayeleri altına alarak, onları köprübaşı, paravana veya vasıta olarak kullanmayı tercih ediyorlardı.”
***
“Sonuç:
Tanzimattan itibaren Avrupa emperyalizmi mamul mal, mali veya yatırım sermayesi, okullar, teknoloji ve gayr-i müslimler vasıtasıyla Osmanlı İmparatorluğu’na girmeye başlamışlar ve 20. Yüzyıl başlarında doruk noktasına ulaşmıştır. Böylece, Osmanlı Devleti Batı’nın kontrolüne geçmiştir.”
“Osmanlı devletinin Batı’ya boyun eğmesi özellikle yine Batı’nın borçlandırma ve kültür aşılaması yönteminin bir sonucu olmuştur. Zira Osmanlı devlet borçları her türlü hâkimiyet ve sömürü unsurlarını ihtiva etmekteydi. Bu borçların iktisadi ve siyasi tesirleri fazla olmuştur.”
“Avrupa emperyalizmi beş vasıta ile imparatorluğa girmesi ve yaptığı tesirle toplum, siyaset, tarım, sanayi, kültür hayatında büyük değişiklikler meydana geldi.
1-Ticaret anlaşmalarıyla giren mallar ticari emperyalizmi.
2-Borç olarak gelen para sermaye emperyalizmini.
3-Yabancı okullar ve kültür vasıtaları kültür emperyalizmini.
4-Deniz nakliyatında buharlı gemiler, kara taşımacılığında demiryolu ve tren, ayrıca telefon, telgraf, tramvay, elektrik gibi teknik vasıtalar teknik emperyalizmini getirmiştir.
5-Gayr-i müslimler de ise aracı durumunda idiler.”
***
Bilindiği gibi konu uzun fakat biz Bayram Hoca’nın yazısını özet halinde verme yolunu tercih ettik.
…
Kaynak: Doç. Dr. Bayram Kodaman, Milli Kültür aylık dergi, Yıl:2, Cilt:2, Haziran 1980, Sayı:1, Sayfa: 23-33