Türk Dili Ve Edebiyatı Öğretmeni Dr. Yasin Şen’le Söyleşi
Merhaba Yasin Hocam, kendinizi kısaca tanıtır mısınız?
Öncelikle herkese merhabalar.
1989 yılında Ordu’nun Çatalpınar ilçesinde doğdum. İlköğretimi Çatalpınar Merkez İlköğretim Okulu’nda tamamladım. Liseyi Fatsa Anadolu Lisesi’nde okudum. Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi bölümünden 2012 yılında mezun oldum ve 2013 yılında ilk olarak Afyonkarahisar’da bulunan Gazi Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nde öğretmenliğe başladım. 2016 yılında İhsaniye Anadolu İmam Hatip Lisesi’ne tayin oldum. 2018 yılında da Bolu’ya geldim. Dört yıldan beri Bolu’nun ilçelerinde Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni olarak görevi sürdürüyorum.
Gazi Üniversitesi’nde, Eski Türk Edebiyatı bilim dalında başladığım yüksek lisans eğitimini İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın Divan Neşirleri üzerine hazırladığım tezle 2016 yılında bitirdim. Yine 2016 yılında aynı bölümde doktora öğrenimine başladım. Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eski Türk Edebiyatı bilim dalında 17. Yüzyıl Divan şairlerinden Dîvâne Rüşdî Efendi’nin Dîvânı (İnceleme-Tenkitli Metin-Sözlük) üzerine hazırladığım tezle Temmuz 2021’de doktorayı tamamladım. Kültür tarihimiz üzerine yapılmış çeşitli araştırmalarım, yazılarım ve kitaplarım mevcut.
Şu anda yapmış olduğunuz ve ileride yapacağını çalışmalar hakkında bilgi verir misiniz?
2018 senesinde Bolu’ya gelince doğal olarak Bolu’nun kültürü üzerine yoğunlaştım. Gerede ve Dörtdivan’da görev yaparken bu yerlerin kültürü üzerinde durma imkânım oldu. Yakın zamanlarda Geredeli Abdullah Efendi kitabım yayınlandı. Şimdi bunun devamı olarak Geredeli Hacı Halil Efendi kitabım yayın aşamasında. Son olarak Kırmızılar Yayıncılık tarafından Masal Gerçekliği yayınlandı. Dörtdivan’la ilgili yazdığım yazıları “Köroğlu Diyarı Dörtdivan’dan” adıyla bir araya getirdim. Şimdi bu kitabım da yayınlanmak üzere. İleride kısmet olursa Bolu’nun tasavvuf kültürünü bir araya getiren bir çalışma yapmayı düşünüyorum. Bunun dışında yayına hazır bazı başka çalışmalarım da var. Dörtdivan’ın yetiştirdiği şahsiyetlerden Köroğlu, Düldül Mevlüt ve rahmetli şair Servet Yüksel’le ilgili çalışmalarımız da devam ediyor. Bunların yanı sıra kendi memleketimle ilgili de bazı kitap çalışmalarım var.
Sık sık kitap yayımlıyorsunuz. Bu süreçte yorulmuyor musunuz? Yazı konusunda sorun yaşıyor musunuz?
Çalıştığınız şeyi severek yaparsanız yorulmak, sıkılmak gibi şeyler hatırınıza pek gelmez. Ben çalışmalarımı içten gelen bir motivasyonla yapıyorum. Bir de görev yaptığım yerin kültür değerleriyle muhakkak ilgilenirim. Sonuçta yapılması gereken çalışmalar muhakkak çıkar. Eğer bunların kaybolması ve unutulması gibi bir durum söz konusuysa beklemeden çalışmalarımla onları tespit etmeye çalışırım. Bundan da büyük keyif alırım. Yazmak aynı zamanda benim için hayatı anlamlandırma çabasıdır. Düşündüğüm, hayal ettiğim şeyleri yazarak derinleştirmeye çalışıyorum. Bu sebepten yazı konusu bulmada herhangi bir sıkıntı yaşamıyorum. Benim için her şey yazı konusu olabilir. Yazmak söz konusu olduğunda basit ve yazılmaz diye bir şey mevzu bahis değildir. Sizin bir şeyi nasıl anlattığınız bahis konusudur.
Günümüzde Türk kültürü hak ettiği değeri görüyor mu? Kültürel değerlerimize ne kadar bağlı bir yaşam sürdürüyoruz?
Kültürümüz hak ettiği değeri görmüyor. Çünkü kültür araştırmaları ve araştırmacılar pek desteklenmiyor. Araştırmacılar yaptıkları çalışmaları yayınlamada çok güçlük çekiyor. Bu bile meseleyi izah etmeye yeter. Burada bu türden çalışmaları destekleyen kurum, kuruluş ve şahısları tenzih ederim. Ancak genel olarak durum kültür çalışmalarının desteklenmediği yönünde.
Günümüzde kültürel değerlere bağlı bir yaşamdan çok da söz edemeyiz. Hayatın kendisi değişim üzerinden akar. Bu da gayet normal. Fakat milleti millet yapan kültürel değerleridir. Eğitim bir kültür aktarımıdır. İnsanı vatanına, milletine, hayata bağlayan değerler kültürel kıymetlerimizdir. Bunlar göz ardı edilirse insanî değerlerin ötelenmesi tehlikesi söz konusudur. Mesela atasözlerimizde binlerce yıldan beri oluşan bilgeliği görmezden geldiğinizde o büyük bilgelikten yararlanamayan bir yığın hâline gelirsiniz. Millet, kültürünü unutursa bir yığın hâline gelir. Milleti millet yapan kültür değerleridir. O sebepten bunlara değişen hayat şartların içinde yer vermesini bilmeliyiz.
Masallar, türküler, ninniler ve hikâyelerimiz… İnsanlar tarafından ne kadar biliniyor ve okunuyor?
Önceden bu edebî türler halk kültürümüzün ve yaşayışının ayrılmaz bir parçasıydı. Şimdilerde teknolojiye aktarım sayesinde fakat geleneksel ortamından farklı olarak bunlar yine de yaşıyorlar. Masallar yazılıyor, türküler dinleniyor, çocuklarımız ninniler eşliğinde uyuyor. Bunların okunup atlatılmasının ve söylenmesinin çok yaygın olduğunu söyleyemeyiz belki ama yine de belli ölçüde yaşatıldıklarını ifade edebiliriz. Elbette gönül bunların daha yaygın olarak icra edilmesini ister. Çünkü çocuklarımız bu edebî türler sayesinde Türkçemizin zengin tecrübeleriyle karşı karşıya geliyor. Dolayısıyla bunlar çok önemli. Bu edebî türlerin belli ölçüde bile olsa yaşaması ise insanda sevinç uyandırıyor.
Kültürümüzün genç nesiller için daha iyi bilinmesi ve benimsenmesi için öğretmenlik mesleğine yeni başlayanlara neler tavsiye edersiniz?
Mesleğe yeni başlayan bir öğretmenin en büyük motivasyonu yine kendisidir. Bu sebeple bir öğretmenin bol bol okuması, düşünmesi ve görev yaptığı yerlerde kültürel olarak neler yapması gerektiğine karar vermesi gerekir. Hayatımızda her zaman bir veya birkaç tane büyük amacın olması bizi hayata daha sıkı bağlar. Bu olmadığı zaman giderek moral çökkünlüğü, isteksizlik gibi durumlar ortaya çıkar. Bunun önüne geçilmesi için büyük bir hedefe veya hedeflere bağlanmak şart. Ancak o hedef için gereken her neyse onu da yerine getirerek… Yazmak ve yürümek, bununla beraber tefekkür mesleğe yeni başlayan öğretmenler için diğer tavsiyelerim olabilir. Dediğim gibi bir öğretmenin en önemli motivasyon kaynağı yine kendisidir. Öğretmenler diğer şeyler sayesinde de gönlünü ve zihnini besleme imkânı elde eder.
Afyonkarahisar’da bir dönem öğretmen olarak görev yaptınız. Şimdi de Bolu Dörtdivan’da mesleğinizi yapıyorsunuz. Bolu ve Afyon’un kültürel olarak ortak yönleri ve farklı yönleri nelerdir?
Anadolu şehirleri arasında çok âfâki farklar olmaz. Sadece tarihî dönem içerisinde oluşan farklardan söz edebiliriz. Afyon ve Bolu yoğun Oğuz yerleşimlerinin olduğu yerler. Afyonkarahisar’da son ikamet ettiğim yer İhsaniye’nin Döğer kasabasıydı. Şimdi görev yaptığım Bolu’nun Dörtdivan ilçesinde Düğer köyleri var. Biliyorsunuz bu bir Oğuz boyunun ismidir. Yine daha başka Oğuz boylarının isimleri müşterek olarak hem Afyon’da hem de Bolu’da mevcut. Salur ve Salar köyleri burada aklıma geliyor. Bu da bir Oğuz boyunun adıdır. Bunun dışında hem Afyon’da hem de Bolu’da tasavvuf tarihi açısından önemli mekânlar olan tekkeler, dergâhlar ve türbeler var. Bunun dışında elbette iki şehir arasında farklar da mevcut. Mesela Afyon’da bir mevlevîhâne var. Bilindiği üzere Afyon Mevlevihânesi Konya’dan sonra Kütahya ile beraber bir merkez oluşturmuş. Fakat Bolu’da bir mevlevîhâne olmadığı gibi Mevlevîlik kültürüne de pek tesadüf edemedim. Fakat Bolu’da yoğun bir tasavvuf kültürü olduğunu ifade edebilirim. Bir de iklim farkları var. Afyon Ege Bölgesi’nde. İkliminde karasal özellikler daha belirgin. Bolu ise Karadeniz Bölgesi’nde. Doğal olarak ırmaklar, akarsular ve göller açısından çok zengin. Bir de Bolu’da kış turizmi oldukça gelişmiş. Afyon’da giderek unutulduğunu düşündüğüm yayla göçleri Bolu’da büyük ölçüde hâlâ yaşıyor. Bu da aradaki farklardan birisi olarak zikredilebilir.
Bu arada alanınızla ilgili de size bazı sorular yöneltmek istiyoruz. Türk Edebiyatı’nın dönemleri hakkında genel bir bilgi verir misiniz?
Bilindiği üzere Türk Edebiyatı üç ana dönemde inceleniyor: İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı, İslamiyet Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı ve Batı Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı. İslamiyet öncesinde yarı göçebe yaşam tarzının etkilerinin doğal sonucu olarak sözlü edebiyat etkilidir. Bu dönemin kaynakları olarak Orhun Âbileri ve Divânü Lügati’t-Türk (İslâmî dönemde yazılmış olmasına rağmen) oldukça önemlidir. Bu iki kaynak olmasaydı o dönemle ilgili bir şeyler söylemek oldukça güçleşecekti. Şükür ki, onlar var.
İslâmiyet’in kabulünden sonra bu sefer yeni dinin etkisinde gelişen bir edebiyat meydana geldi. Eski yaşam tarzı büyük ölçüde devam etse de artık Türkler yerleşik hayata geçmeye ve şehirler kurmaya başladılar. Bunun sonucu olarak da edebiyatımız buna göre şekillendi. Bu dönemde Kutadgu Bilig, Divan-ı Hikmet, Atabetü’l-Hakayık gibi çok kıymetli eserler kaleme alındı. İslâmî dönemde bizim edebiyatımız “hikmet” merkezli bir anlayış üzerinden devam etmiştir. Bunun da göz ardı edilmemesi gerekir. Siz buna irfan, marifet de diyebilirsiniz.
19. Yüzyıl’ın ortalarına doğru edebiyatımız Batı medeniyetinin etkisine girmeye başladı. Bu dönemdeki eserler genel olarak başarılı değildir. Bunlar ya tercümedir ya da ilk olmalarının hâllerini yansıtırlar. Bu açıdan bu dönemde edebî açıdan çok basit eserler kaleme alınmıştır. Bizde “Batı Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı” içerisinde edebî kalite açısından en başarılı eserler Cumhuriyet döneminde yazılmıştır. Bütün farklarına rağmen Türk Edebiyatının bütünlüklü olarak okunması bir insana çok büyük tecrübeler kazandırır. Bunu da ayrıca belirtmiş olayım.
Türk Edebiyatında ve Dünya Edebiyatında sizi en çok hangi yazarlar etkiliyor?
Dünya Edebiyatında insanın dramını okuyucuya iliklerine kadar duyuran Dostoyevski ve Tolstoy en etkilendiğim yazarlar arasındadır. İnsanı tanımak isteyen birinin Dostoyevski’nin Suç ve Ceza romanını okuması gerekir. Yine Charles Dickens’in İki Şehrin Hikâyesi romanı da en çok etkilendiğim eserler arasındaydı. Yenilerde Morla Morgan’ın Bir Çift Yürek, Forrest Carter’ın Küçük Ağaç’ın Eğitimi kadim bilgeliği tanımak açısından kesinlik okunması gereken kitaplar arasındadır. Buna Martı, Küçük Prens ve Samet Behrengî’nin Küçük Kara Balık adlı eserlerini de ilave etmeliyiz. Türk Edebiyatında Yunus Emre, Tarık Buğra, Peyami Safa, Kemalettib Tuğcu, Ömer Seyfettin, Kemal Tahir, Cemil Meriç, Mehmet Kaplan, Beşir Ayvazoğlu, Mustafa Kutlu, Ahmet Yüksel Özemre en çok okuduğum ve etkilendiğim isimler arasındadır. Bunlar içerisinde bir kere okunup da bırakılamayacak Yunus Emre Divanı gibi bir hazinemiz var. Kanaatimce herkesin elinin altında bulunması gereken bu eser, bizim mânevî ve psikolojik birçok derdimize de devadır. Burada daha başka isimleri de sıralayabilirim. Fakat özellikle akademik kariyer yaptığım alan olması hasebiyle Osmanlı döneminde kaleme alınmış eserlere biraz daha fazla zaman ayırıyorum, diyebilirim. Tasavvuf okumaları yapıyorum. Menkıbeler okuyorum. Bunlar beni mânen besleyen okumalardır.
Etimoloji bilmek bir yazar için ne kadar önemli?
Etimoloji bilmek sizin konuştuğunuz dili tanımanızı sağlar. Hangi kelimenin eski, hangi kelimenin yüzlerce yıl yaşadığını ancak böyle anlayabilirsiniz. Bazen öyle kelimeler duyarım ki görev yaptığım yerlerde, bu kelime Yunus Emre Divanı’nda da karşıma çıkar. Fakat unutulmuştur. Öyle bir kelime daha duyarsınız ki, bunu ancak Uygurca yazılmış eski metinlerde okursunuz. Böylece hafızasınız bin yılların birikimini birdenbire kendinde duymaya başlar. Bu çok önemli bir mevzudur.
Günümüzden 50 yıl kadar öncesine gittiğimizde bir lise öğrencisi çok akıcı bir şekilde kendini ifade edebiliyorken günümüzde öğrenciler konuşurken sürekli takılıyorlar veya cümleleri seçemiyorlar. Bunun temel sebebi size göre nedir? Bunun için öğrencilere neler tavsiye edersiniz?
Bunun en temel sebebi okumamak ve eğitimi reddetmektir. Günümüzde özellikle öğrenciler okumuyorlar. Okunan kitapların bir kısmı ise edebi olarak çok yetersiz… Öğrenciler Mehmet Âkif Ersoy, Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Tanpınar okumuyor genelde. Düşünün ki, Beş Şehir gibi Türkçemizin âbidevî bir eserini çocuk “Bunda benim bilmediğim kelimeler var!” diye elinden bırakıyor. Böyle bir öğrenci yetişebilir mi? Bunun gördüğü edebiyat dersinden ne çıkar! Hiçbir şey çıkmadığı da ortada… Tabii bunda eğitimin her öğrenciye sınıf geçirmek gibi sakat anlayışının da büyük etkisi var. Öğrenci yorulmuyor, zahmet çekmiyor, dersine çalışmıyor, ödev yapmıyor. Öğrenciliklerini gerçekten icra edenleri tenzih ederim. Fakat büyük bir kısım ne yazık ki böyle. Şimdi, bu öğrencinin dili konuşurken kendini ifade etmesini bekleyebilir misiniz?
Kendini ifade etmek isteyen biri öncelikle dinlemeyi ve okumayı çok iyi öğrenmelidir. Türkçemizin en güzel, en zevkli metinlerini okumayı bir görev bilmelidir. Bunları okuduktan sonra etkilendiği yerler üzerinde durup düşünmelidir. Böylece kitap okuyan bir öğrenci kendi iç âleminde zengin bir dünya da kurmaya başlar. İçinde derinleşen bir genç elbette dışarıya da o derinlikle nazar eder. Hemen her şeyden bir şey öğrenmeye başlar. Bunun için temel şart okumak ve öğrencinin yetişmeyi istemesidir. Sonrası kendiliğinde gelir.
Bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim.
Söyleşi Afyon Kent Haber’den Sayın Dr. Yasin Şen’in izniyle alınmıştır.