Biz şiir yazmaya çalışıyoruz, senede becerebilirsek üç beş şiir oluyor. O da oluyorsa. Ama aşıklar öyle değil. Hemen, anında söylerler. Konu bütünlüğü olur, hecesi tam, kafiyesi yerinde olur.
Bir gün günümüzün en iyi aşıklarından birisi olan Cemal Divani, İbrahim Sağır Ağabey ve Ahmet’le köye gittik. Cemal Divani’den bir şiir söylemesini istedim. O da hemen yaşadıklarımızı, etrafımızı düşünerek bir şiir okudu;
Şairler Derneği Başkanı İbrahim Sağır Ağabey ve başka misafirler de var tarlada, başladı Divani;
Mehmet Ali Hoca aldı getirdi,
Dağküplü’de bir bahçede oturduk.
Gönülden sohbeti belki bitirdik,
Dağküplü’de bir bahçede oturduk.
Tarlada ablam ağaçlara asmış bayrağımız var, karşımızda bir dağ. Daha önce de Türkistan Pilavı yapmıştık.
Bahçasında Türk’ün şanlı bayrağı,
Karşısında bekler durur Bozdağ’ı,
Türkmen ellerinden yaptı pilavı,
Dağküplü’de bir bahçeye oturduk.
Gözümüzde kanlı nehir var idi,
Belki de sözünde mahir var idi,
Üstelik iki de şair var idi,
Dağküplü’de bir bahçede oturduk.
Babam rahmetli olmuştu ve tarlanın her karışında emeği vardı. Arkamızda da bir eski bina.
Divani’yim kaldım ben yana yana,
Allah rahmet etsin senin atana,
Arkamızda vardır bir köhne bina,
Dağküplü’de bir bahçada oturduk.
Bunu örnek vermek için yazdım.
Aşık Pervani Ağabey de Ankara’da bir şölene gidiyor. Salonun ön sırasında, sahneye yakın bir hanım oturuyor. Uzun boylu, son derece bakımlı, tırnakları ojeli, sırtında kahverengi bir mantosu varmış. Aşıklarla tanışmış önce, sonra da yerine oturmuş. Pervani Ağabey’e “şu hanıma bir şey söyler misin?” diyorlar. Başlıyor Pervani Ağabey;
Aşık Zülali’nin bir şiiri var;
“Bir ay gördüm tranvayda,
Şeklin insana uydurmuş.
Elinde tutuyor bade,
Canı canana uydurmuş.”
Bu şiire nazire olarak söylüyor;
Şu karşımda duran bayan,
Kaşı kemana uydurmuş.
Bir afet-i devri zaman,
Şeklin zamana uydurmuş.
Sanki güzeller serdarı,
Yüce yüce dağın karı,
Göklerin şems ü kameri,
Şems-i tabana uydurmuş.
Pek cilveli gülüşmesi,
El sıkışıp, buluşması,
Nazik nazik konuşması,
Bülbül lisana uydurmuş.
Aman Allah bu nasıl hal,
Gamze yanak, dudağı bal,
Koynunda çifte portakal,
Bağı bağbana uydurmuş.
Sürmelemiş kaşlarını,
İnci gibi dişlerini,
Örük yapmış saçlarını,
Zülfün gerdana uydurmuş.
Cilve yapıyor gülerek,
Servi boylu, mini etek,
Sanarsın cennetten melek,
Huri gılmana uydurmuş.
Uzun boyu belleri var,
Manşet tırnak elleri var,
Yanağında gülleri var,
Gülü gülşena uydurmuş.
Cemaline oldum aşık,
Yüce saraylara lâyık,
Ne güzel yaratmış Halik,
Yusuf Kenan’a uydurmuş.
Pervani melektir soyu,
Saçlarından aldım huyu,
İnce beli, uzun boyu,
Servi revana uydurmuş.
Ömrünü Türk Halk Edebiyatı’na adamış bir arkadaşımız var, Dr. Doğan Kaya. Doğan Bey’in mahlası “Mahçubi”dir.
Mahcubî, 6.5.1997 günü Eskişehir’de, Artvinli İkrarî Baba’nın torunu Pervanî (İsmail Çelik) ile tanışır.
Pervanî, Eskişehir’de ikamet etmektedir. Burada fırıncılık yapmıştır. Âşık Sümmanî’yi manevî usta kabul etmiştir. Yüzyılımızın önde gelen âşıklarından olan Pervanî’nin irticali ve sazı vardır. Mahcubî, Eskişehir’de spor salonunda yapılan âşıklar programında ne acı ki Pervanî’yi âşıklar arasında değil de seyirciler arasında görür. Böylesine güçlü bir âşığın kenarda kalmasına Mahcubî çok üzülür. Eskişehir’den ayrılırken kendisine üzüntülerini bildirir ve ondan dedesi İkrarî’nin şiirlerini göndermesini ister. Pervanî sözünde durur, İkrarî’nin üç şiiri ile birlikte, bir de mektup şiir gönderir Sivas’taki Doğan Kaya Bey’e.
Şiir şöyledir:
Mektup gider isen Sivas eline
Hak-i paye yüzün sürmeden gelme
Kavuşunca Doğan Bey’in eline
O nurlu yüzünü görmeden gelme
Gidersen oraya bir yanda otur
Sevgili dostuma selâmın yetir
Mukabil cevabın al bana getir
Hal ve hatırını sormadan gelme
Tokat’ın Sivas’ın var Çamlıbel’i
Niksar’da Emrah’ı Âşık Veysel’i
İrem bağlarının lale sümbülü
Destur al bağbandan dermeden gelme
Sivas’ta yetişir binlerce şair
Âşıkı ağlatır dert ile kahır
Şems-i Sivasî’nin türbesine gir
Huzurunda divan durmadan gelme
PERVANÎ biter mi bu aşk u çile
Bir daha görüşmek ola vesile
Bu ilmin dehası ehl-i kâmille
Vahdet-i vuslata ermeden gelme
9 Aralık 1997
Mahçubi de Aşık Pervani’ye cevap verir.
Mektubunu aldım Pervanî Baba
Sevindirdin beni bahtıyar oldum
Saldın İkrarî’yi yettin sevaba
İmlânı okudum ber-karar oldum
Yıllardır âşıklar telini çaldım
Seni de tanıyıp şaduman oldum
Herkesin derdini öz derdim bildim
Gönülden ağlayıp ahüzar oldum
Âşıklar sazıyla meydan alınca
Çalıp çağırdılar kendi halınca
Pervan’Usta bir kenarda kalınca
Ben de onun gibi der-kenâr oldum
Almayana hiç söyleme sözünü
Biz anlarız kalbindeki sızını
Çok cehd ettim görmek için yüzünü
İmkânım kalmadı çarnaçar oldum
MAHCUBÎ’nin gönlünde bir korun var
Baba Sümman gibi gerçek pirin var
Âşıklar safında belli yerin var
Bunları fehmettim candan yar oldum
Sivas, 15 Aralık 1997
Aradan dört sene geçer. Bir mektup- şiir yazar Pervani;
Çoktan beri alamadım haberin
Nasıl geçti bahar yazın Mahcubî
Gönlümde sevgin var kalbimde yerin
Sönmesin ateşin közün Mahcubî
Günler hafta oldu aylar yıl gibi
Gözlerimden yaşlar akar sel gibi
Her bir sözün gevher gibi lâl gibi
Tatlıdır sohbetin sözün Mahcubî
Görmek için çekiyorum hasretin
İlim sahasında var marifetin
Sonsuzluğa kadar olsun gayretin
Nasip olsa görsem yüzün Mahcubî
Damla damla gözyaşlarım sel olsun
Lale sümbül mor menekşe gül olsun
Sivas ellerinde hasbıhal olsun
Feda et canana özün Mahcubî
PERVANÎ eksilmez bu dert bu tasa
Ehl-i aşk erbabı düşmez mi yasa
Bir gün ayağımız düşer Sivas’a
İyi akort eyle sazın Mahcubî
4 Temmuz 2001
Doğan Kaya Bey’in ( Mahcubi)’nin de cevabı vardır;
Şiirinle beni şaduman ettin
Harabemde güller açtı Pervanî
*Sevdam kanatlandı Eskişehir’e
Fersah fersah yollar geçti Pervanî
“Görür müyüm üstadımı” diyerek
Günüm geçer hafta ayı sayarak
Gönlüm hicran gömleğini giyerek
Hal içinde haller seçti Pervanî
Hak âşıklarını severim candan
Gönlüm seçer seni nice insandan
Ahirette yerin olsun cinandan
Her sıfatta kullar göçtü Pervanî
Garip mutlu olmaz şehir de olsa
Sabreder katlanır kahır da olsa
MAHCUB’un kısmeti zehir de olsa
“Hak” diyerek ballar içti Pervanî
Sivas, 31 Temmuz 2001