Yûnus Emre kimdir? Neden bu kadar önemlidir? O, neden bir kurucu şahsiyet olarak kabul edilir? Onu diğer mutasavvıflardan ayıran hususlar nedir? Şiirleri yüzyıllardan beri neden dillerde ve gönüllerde gezmektedir? En önemlisi de Mustafa Tatcı Hoca neden onlarca yıl mesaisini hazrete hasretmiş ve bir ömür boyu iğneyle kuyu kazar gibi onunla ve eserleriyle meşgul olmuştur?[1]
Burada bu soruların cevabını bulmaya çalışacağız.
Tatcı Hoca’nın ifadeleriyle Yûnus Emre kurucu bir şahsiyettir. Sokakta konuşulan Türkçeyi irfanî bir dil hâline getirmiştir. Diğer bir deyişle o, yüksek hakikatleri herkesin anlayabileceği bir hâle bürümüştür. Halka irfan ve aşk vermiştir. Onun peşinden gelen binlerce yeni Yûnus’un yetişmesine vesile olmuştur. Mustafa Hoca, Yûnus Emre takipçisi yaklaşık üç bin civarında şairin varlığından söz eder ki, bu aslında çok önemli bir sayıdır. Dünyanın hiçbir kültüründe böylesine köklü bir mektep ortaya koymuş başka bir şahsiyet yoktur. Bunun da ayrıca incelenmesi gerekmektedir.
Yûnus Emre’nin, Türk Kültürü açısından büyüklüğü eserlerindeki irfanî zenginliğin yanı sıra herhalde Türkçeyi yüksek bir medeniyet dili hâline getirmesinde aranmalıdır. Yûnus, yabancı dillerin etkisinden nispeten uzak duran arı duru bu Türkçeyi yüksek bir irfanî seviyeye taşıyabilmiştir.
Peki, Yûnus Emre bunu nasıl başarmıştır?
Burada Yûnus Emre’nin şiirlerindeki dil mûsikîsinden, yüksek fikirleri çok sade fakat tatlı bir Türkçeyle ve bir sehl-i mümtenî edâsıyla söyleyişinden bahsedebiliriz. Fakat Yûnus’un sevilmesinde, memleketin en ücra köşelerinde dahi birkaç beytinin zihinlerde ve gönüllerde yer edinmesinde etkili olan kuvvet onun pazarda, evde, çarşıda, medresede konuşulan Türkçeyi bir hakikat dili hâline yükseltmiş olmasıdır. Mustafa Tatcı Hoca bu durumu “Yûnus’un mucizesi, henüz kuruluş çağındaki bir yazı dilinin ‘çağlar üstü’ ve en mükemmel örneğini vermesinde aranmalıdır.” sözleriyle dile getirmektedir. Yine ona göre “Yûnus, Türkçe’nin zaferidir.”[2]
Yûnus, bir şiirinde şöyle der: “Beni bende demen bende değilim / Bir ben vardır bende benden içeri”[3]. Bu mısralardaki bütün kelimelerin Türkçe kökenli olması bir yana; bir hakikatin, derin bir fikrin ve belki de bir “ledünnî bilgi”nin böylesine sade bir söyleyiş içinde dile getirilmesi dikkat çekicidir. Dizeler üzerinde durdukça insanı kendine çeken, düşünceyi besleyen bir mahiyet karşımıza çıkmaktadır. Aynı derinlik, Yûnus Emre’nin daha birçok şiirinde karşımıza çıkmaktadır:
Hak cihâna toludur kimsene Hakk’ı bilmez
Anı sen senden iste o senden ayru olmaz
Yûnus Emre’yle birlikte derin bir tefekkür zeminine kavuşan Türkçe, aslında onun yaşadığı yüzyılda yeni bir medeniyeti temsil ve ifade edecek güce erişmek üzere idi. Türkçe Yûnus Emre’yle adeta kanatlanıp kuş oldu. Mustafa Tatcı Hoca da Türkçeyi “Yûnus’tan önce ve Yûnus’tan sonra” şeklinde iki başlık altında inceler ki, bu bile onun dilimizin üzerindeki tesirlerini çok güçlü bir biçimde ifade etmeye yeter.
Yûnus Emre’nin Türkçe üzerindeki etkilerini görmek üzere biraz da o dönemde yaşamış mutasavvıflara bakmak gerekir. Bunu özellikle Mevlâna ve oğlu Sultan Veled’in eserlerinde takip etmek mümkündür. Nitekim Mevlana’nın eserlerinde müstakil bir şiir hâlinde görülemeyen Türkçe, mısra ve beyitler hâlinde kendini göstermektedir. Bu durum Sultan Veled’in eserlerinde ise müstakil şiirlerin varlığına doğru bir seyir takip eder. İbtidânâme’de yetmiş altı, Rebabnâme’de ise 162 beyit Eski Anadolu Türkçesiyle kaleme alınmıştır. Nitekim bu şiirler geçen yüzyılda bazı araştırmacılar tarafından, Sultan Veled’in Türkçe yazılmış başka şiirleriyle beraber değerlendirilmiştir.[4]
Bunlar, güçlü bir şiir dili meydana getiren Yûnus Emre’nin yanı sıra daha çok Farsça etkisinde kalan şehir merkezlerinde dilimizin bir edebiyat dili olarak yavaş yavaş bir edebî dil hâline bürünmesini de ifade etmektedir. Bu birkaç asırdır devam eden çok şuurlu bir tercihin yeniden kendini göstermesidir. Nitekim Anadolu beylikleri döneminde Türkçe yazılan eserlerin sayısında bir artış olduğu gözlemlenmektedir. Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarından başlayarak ise Türkçe, zaferini ilan etmiş ve hâkim bir edebiyat dili hâline yükselebilmiştir.
Yukarıdaki soruların cevabını da aslında böylece kısmen vermiş olduk. Yûnus Emre bir irfan okulu kurmuştur ve halkımız bu dil ile dirilmiştir. Bugün dahi yeniden diriliş de bu dil ile mümkün olacaktır. İşte bunu yeniden başarmak, Yûnus Emre üzerinde durmayı gerektirmektedir.
Yûnus tükenmez bir hazinedir. Onu bitirmek mümkün değildir. O bir mânâ denizidir. Hem de büyük ve üzerinde duruldukça bize yepyeni ufuklar sunan bir mâna… Dolayısıyla ve Mustafa Tatcı Hoca’nın da belirttiği gibi o Allah’ın bu millete bir hediyesidir.
Mustafa Tatcı Hoca’nın “Yûnus” şiirinde geçen ifadelerle Hz. Yûnus ancak şöyle tarif edilebilir:
“Vahdet bağının gülüdür
Tapduk Sultan bülbülüdür
Seher vaktinin yelidir
Vermiş yel diyene yelin”[5]
Mustafa Tatcı Hoca’nın Yûnus Emre’ye olan ilgisi ortaokul yıllarına kadar uzanır. Kendi beyanına göre 1978 yılında ilk defa Yûnus Emre Divanı’nı okumuştur. Bu zamanlar on sekiz yaşındadır. Yûnus Emre konusunda kimlerden etkilendiğini soranlara Tatcı Hoca öyle cevap vermektedir: “Bazı kişiler Yûnus okumalarında birilerinden etkilenip etkilenmediğini soruyorlar. Hayır, hiç kimseden etkilenmedim. Sevdim ve Yûnus gibi olunması gerektiğine inandım. Okudum.”[6]
Bugün Yûnus Emre’nin bu kadar çok sevilmesinde, belki okunmasında onun büyük hizmetlerinin olduğu şüphesizdir. Bu hizmetler sadece Türkiye’de değil dünyanın muhtelif yerlerinde ve dünya üniversitelerinde de takdir görmüştür, görmektedir.
Mustafa Tatcı Hoca, Yûnus Emre Külliyatından önce başlangıçta doktora tezi olarak Niyâzî-i Mısrî hazretlerinin eserlerini çalışmayı düşünmüş. Prof. Dr. Sadık Kemal Tural’ın “Sen Niyâzî’yi sonra çalış, şu Yûnus meselesini hallet.” sözleri üzerine hazreti çalışmaya karar vermiştir.[7]
Bunun da bir cümbüş olduğu ve Yûnus’un artık yeniden ve her dâim gündemimizde olması gerektiği buradan anlaşılmaktadır. Çünkü o andan itibaren Yûnus’un Tatcı Hoca’yı derinden derine daima meşgul ettiği görülmektedir. Akdemik üslup, Yûnus Emre’yi tanıtmak şöyle dursun, ısrarlı bir şekilde ve yanlış metotlarla eski metinlerdeki irfanî birikimi örttüğü için bu metinler bir yerde anlaşılmaz bir hâle gelmektedir. Dolayısıyla geleneğin içinden gelen derviş-meşrep bir insanın bu eserleri, tasavvufî muhtevada yazılmış eserleri halka aktarması, şerh etmesi ve onu Türk milletinin anlayabileceği bir şekilde yorumlaması gerekmekteydi. Bu görev uzun yıllardan beri Türkiye’de Mustafa Tatcı Hocam tarafından ifa edilmektedir.
Aslında başlangıçta Tatcı Hoca’nın doktora tez çalışması Yûnus Emre Divanı’nın incelenmesine yöneliktir. Ancak doktoranın seyri divanın tenkitli bir nüshasının da çalışılmasını zaruri kılmıştır. Bunlar daha sonra Kültür Bakanlığı tarafından yayınlanmıştır. Yirmi nüsha üzerinden gerçekleştirilen bu neşriyat (son yayınlarda kullanılan nüshalar artmış bulunmaktadır) Yûnus Emre araştırmalarında önemli bir dönüm noktasıdır. Böylece Yûnus külliyatının ilk iki cildi ortaya çıkmış oluyordu. Bu çalışmalara Risâletü’n-Nushiyye de eklenince külliyat üç cilt hâline geldi.
Burada şunu da belirtmekte yarar var: Tenkitli metnin kuruluşu 1980’li yılların şartlarında oldukça zor olmuştur. Mustafa Tatcı Hoca tenkitli metnin kuruluşu esnasında yaşadığı zorlukları şöyle anlatır:
“Fakat tenkitli metin o günkü şartlarda fakiri o kadar zorladı ki sormayın! Kaynak temini çok güç idi. Bu çalışma, iki buçuk, üç senemi aldı. Yayınladığım o eserde sadece yirmi tane nüsha kullandım ve tabiî o güne kadar yayımlanmış olan eserler ters yüz oldu. Böylelikle mevcût eserlerin yeniden ele alınması gayet güzel oldu., onun üzerine dîvân tahlili inşâ ettik.”[8]
O zamanlar Yûnus Emre’nin şiirleriyle ilgili ortada ciddi bir mesele vardı: Yûnus Emre’nin şiirleri diğer Yûnusların şiirleriyle karışmıştı. Özellikle, 15. Yüzyıl’da Bursa’da yaşayan ve Emir Sultan dervişi olan Âşık Yûnus’un ilâhîleri divanlarda Yûnus Emre’ye ait olarak kayıtlı bulunuyordu. Bu da bir tasnifi zarûrî kılmaktaydı. Bunun neticesi olarak Âşık Yûnus ve diğer Yûnuslara ait ayrı bir cilt teşekkül etmiştir. Böylece Âşık Yûnus’un Külliyat’ın dördüncü kitabını meydana getirmiştir. Bunlar daha sonra dört cilt halinde yayınlanmıştır.
Yûnus Emre Külliyâtı’nın beşinci kitabı Yûnus Emre Şerhleri adını taşır. Yûnus’un ilâhileri özellikle de “Çıkdım Erik Dalına” şathiyesi çeşitli dönemlerde defalarca şerh edilmiştir. Bunun sonucu olarak bu külliyatın içerisinde şerhlere ait bir cilt daha teşekkül etmiştir. Bu şerhle birlikte külliyat MEB yayınları arasında 2005 yılında neşredilmiştir. Yûnus Emre Divanı’nın tıpkıbasımının da eklendiği bu külliyat daha sonra (2008) H Yayınları tarafından altı cilt hâlinde basılmıştır. Yûnus külliyatı Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın emri üzerine TOBB Üniversitesi tarafından iki büyük cilt hâlinde ve “Yûnus’un Gül Bahçesinden” adıyla tekrar basılmıştır. Bu arada Tatcı Hoca tarafından Yûnus Emre’nin hayatı ve şiirlerinden seçmelerin yer aldığı “Yine Geldi Aşk Elçisi” (2009) adlı bir eser de yayınlanmıştır.
Mustafa Tatcı Hoca’nın yakın zamanlarda yayınlanan ve yaklaşık 2000 sayfalık Yûnus Emre Külliyatı da hem baskısının kalitesi hem de Yûnus Emre’yle ilgili son bilgi ve yorumları ihtiva etmesi açısından son derece önemli bir eserdir. Beş kitabı ihtiva edecek şekilde iki büyük ciltten oluşan eser ayrıca Yûnus’un menkıbevî hayatını yansıtan nefis minyatürlerle de tezyin edilmiştir. Bu eser Yûnus Emre yılında hazretin büyük mirasına yakışan en önemli hizmetlerden birisi, bizce birincisi olmuştur. İnşallah ilgililer, etkili ve yetkili kişiler bu büyük hizmetten ibret alırlar da milletimizi yeniden irfan ve aşk ile tanıştıracak hamleleri gerçekleştirmek böylece mümkün olur.
Yûnus Emre Külliyatı’nın bir diğer cildi ise “Yûnus Emre Yorumları”dır. Bu cilt başlangıçta “İşitin Ey Yârenler-Yûnus Emre Yorumları” (2008) adlı bir çalışmayla başlamış, “Aşk Bir Güneşe Benzer” (2008), “Dervişler Hüma Kuşu” (2009) ve “Aşk İmamdır Bize” (2010) adlı yorumlarla devam etmiştir. Bu dört eser yeni yorumlarla birlikte “İşitin Ey Yârenler” başlığı altında yeni bir baskı yapmış (Kapı Yayınları, 2011) ve bu eser daha sonra H Yayınları tarafından yeniden ve birkaç defa daha basılmıştır. Yûnus Emre Yorumları, sohbetlerin ve konferansların deşifre edilmesi ve geliştirilmesiyle başlamıştır.
Bir doktora tezi, yazarının elini esasında bir ömür boyu bırakmaz, denir. Bu çok haklı bir sözdür. Mustafa Tatcı Hoca teziyle âdetâ birlikte yaşamıştır. Hatta Yûnus Emre Divanı’ndaki bir kelimenin çalışırken, birdenbire çözüldüğü çok vakidir. Hocanın çalışma odasına gidenler buna birçok kere şahit olmuşlardır.
Onun Yûnus Emre’yle ilgili neşriyatı sadece yukarıdakilerle sınırlı değildir. Yûnus Emre Bibliyografyası (1988), Yûnus Emre’yle İlgili Makalelerden Seçmeler, Yûnus Emre’nin Mürşidi Tapduk Emre (2011) gibi çalışmalarla bu külliyat devam etmiştir. Bu sonuncusu Tapduk Emre’yle ilgili dünyada yapılmış ilk ve tek eseri olma hüviyetini muhafaza etmektedir.
Yûnus Emre’nin hayatı ve eserleriyle ilgili çalışmalar elbette bunlarla sınırlı kalmamıştır. “Yûnus Divanı” adıyla düzenlenen seminerler ve TRT’de yayınlanan “Aşkın Yolculuğu Yûnus Emre” dizisi bu faaliyetlerin devamı şeklinde görülebilir.
Mustafa Tatcı Hoca’ya göre Yûnus Emre tarihin en güzel değerlerinden biridir. O bütün bunalım felsefelerini gereksiz ve geçersiz kılan hakikat kaynağı bir zattır. Yûnus Emre bir aşk ve irfan kaynağıdır. O bize çok şeyler öğretti ve öğretmeye de devam etmektedir. Yûnus Emre bize dili, dini, irfanı, Allah’ı, âşık olmayı, gittiğimiz yolu öğretmiştir.[9]
Bütün bu mesailer, bir aşk ve hakikat eri olarak Yûnus Emre’nin daha çok bilinmesi ve tanınması içindir. Yûnus, hakikati Eski Anadolu Türkçesiyle terennüm eden bir eren olarak dikkat çeken bu büyük gönül, öyleyse yine ona bir ömür veren bir başka gönül bakımından tarif edilmeliydi. Mustafa Tatcı Hoca onu bize şöyle anlatır:
“Yûnus İlâhî aşkın zirvesinde edindiği bilgiyi anadiliyle, Batı Türkçesi ile ilk defa gündeme getiren kişidir. Bu manada aşk ve irfan dini olan İslâm’ı, ana diliyle anlatarak yahut ana dilini aşk, irfan ve mana dili haline getirerek bir ilki gerçekleştirmiştir Yûnus. Şimdi Yûnus kimdir diye sorulacak olursa Kur’an’ın, Hz. Peygamber’in izinden giderek Türkçe’nin bir aşk ve mana dili haline gelmesini sağlayan bir Hak erenidir. Biz Yûnus’un tercümanlığında Kur’an’ın hecesini söktük, eşyanın hakikatini fark ettik. Allah’ın birliğini, Hz. Nûr-ı Muhammedî’nin hakikatini, eşyanın, madenlerin, bitkilerin, hayvanatın hamurunun aynı olduğunu, bir karıncaya ulu nazarla bakılması gerektiğini, dağlar ile taşlar ile varlığın bir bütün olduğunu, yetmiş iki millete bir gözle bakmak gerektiğini, sevmez isek sevilmeyeceğimizi, tanış biliş olmamız gerektiğini, insana kurda kuşa merhaba dememiz gerektiğini, sofraya koyduğumuz kaşıktan tuzluğa, giydiğimiz ayakkabıdan gömleğe, her şeyin bizim için var edildiğini ve öpüp de tazim etmemiz gerektiğini biz Yûnus’tan öğrendik… Öyleyse ‘Gelin tanış olalım işi kolay kılalım’ çağrısına uymak da farzdır artık değil mi?”
Mustafa Hoca özellikle gençlerin Yûnus Emre’yi tanıyıp sevmelerini ister. Onun Yûnus’la ilgili mesaisinin bir sebebi de budur. Sosyal medyadaki bir paylaşımında şöyle diyordu:
“Gençler Yûnus Emre’den başlamalısınız. İslam’ın derinliğini dilimiz Türkçenin inceliğini anlamak istiyorsanız Yûnus Emre’den başlamalısınız… Sindire sindire… Gönlünüzün genişlediğini göreceksiniz… Nefis terbiyesinden geçen ehlullahın sözleri her derde şifadır. Bunalımlardan kurtulmak, sevmediklerinizi sevmek, kin ve nefret ettiklerinizi bir kenara bırakmak, eşyayı, taşı, toprağı, bitkiyi, börtü böceği, felekleri, melekleri, hâsılı her şeyi o zaman yavaş yavaş anlamaya başlayacak iyi bir insan olmanın yollarını arayacaksınız. Gençler Yûnus’tan başlamalı ve onun izinden giden iki binden fazla Yûnus takipçileriyle devam etmelisiniz. Dünyanın hiçbir kültüründe bir Yûnus yok! Bunu bilesiniz… Gençler Yûnus’tan başlamalı, Hazret-i Mısrî’ye selam vermeli, Kemalî’de karar kılmalısınız… Gençler göreyim sizi, içinizdeki Yûnus’u açığa çıkarma zamanı geldi. Öğretmen Yûnuslar, mühendis Yûnuslar, hekim Yûnuslar, esnaf Yûnuslar, ırgat Yûnuslar sizin içinizde… Buyurun Yûnus Emre’nin sofrasına.”
Yûnus Emre için bunca mesai harcayan, onun hakkında onlarca esere imza atan birinin böyle bir şahsiyet hakkında söyledikleri ve söyleyecekleri elbette önemlidir. Bu bir davet, bu bir çağrıdır. Hakk’a ve hakikate susayan gönüllere, içinden yükselen sorulara bir cevap arayanlara, yola çıkmak ve bir gönle girmek isteyenlere davettir.
Mustafa Tatcı Hoca, Yûnus’un Türk kültürü ve medeniyeti üzerindeki tesirini bildiği için “Gençler Yûnus’tan başlayın…” demiş ve gençleri daima Yûnus Emre’yi okumaya, onu anlamaya ve tabir caizse bir Yûnus Emre olmaya davet etmiştir.
Kendi zamanına ve coğrafyasına sığmayan Yûnus’a bütün dünyanın ihtiyacı vardır. Dünyanın diğer milletleri de onunla tanışmalıdır. Yine bu anlamda Mustafa Hoca’nın “Yûnus ilahilerini kiliseye sokmamız lazım.” sözlerini de radikal bir düşünce veya slogan olarak görmemek gerekir. Burada kastedilen şey, Yûnus Emre’nin ilâhîlerinden taşan mânânın Batı dünyasıyla tanıştırılması ve onların da bu sonsuz kaynaktan istifade etmelerinin sağlanmasıdır. Çünkü Mustafa Tatcı Hoca bununla ilgili düşüncelerini bir başka seferinde şöyle anlatmıştır:
“Ey Batı! Hakikat güneşi battığı yerden doğacaktır. Gel bu İslam korkusunu at üzerinden. Hadi birlikte derinleşelim, hadi hakikate doğru bir kazma vuralım, suyun kaynağı bizde… Gel birlikte hakikatin şarkısını söyleyelim… Nedir bu boş kavgalar… Hangi kiliseden bir Hallac, bir Bayezid, bir Cüneyt, Mevlâna, bir Yûnus, bir Mısrî çıkarabildiniz? Gel vaz geç bu düşmanlıktan, susuzçeşmelerde dolaşma. Hakikat Muhammed (a.s.)’de, İslam’da ve Kur’an’da… Tut elimizden, biz seni Avrupa Birliği’ne değil İlahi birliğe götürürüz, ne korkuyorsun… İslam’a gel, aşka gel, irfana gel. Ne olursan ol, biz kan tahlili yapmayız, nefs tahliyesi yaparız, birliğe gel, dirliğe gel.”
Fuat Köprülü’nün söylediği gibi ilmi yeni nesiller tamamlar. Yalnız bu tamamlayış bir öncekinin bilgisi üzerine inşa edilir. Dolayısıyla bu devamlılık aynı zamanda başkalarının yaptığı çalışmaları hor görmeyi değil, hoş görebilmeyi ifade eder. Dolayısıyla millete değil, nefse hizmet eden düşüncelerin ve çalışmaların ilimle, bilimle hiçbir ilgisi yoktur. Mustafa Tatcı Hoca’nın Nisan 2021’de iki büyük cilt hâlinde yayınlanan Yûnus Emre Külliyatı bu birikimin zirvesi durumundadır. Elbette Yûnus Emre bitmez. Onunla ilgili çalışmalar bundan sonra da devam edecektir. Nitekim Tatcı Hoca da son neşri münasebetiyle Yûnus’la ilgili mesainin bitmeyeceğini ifade eder:
“Yûnus Emre Külliyatı iki cilt olarak en son 2013 senesinde TOBB tarafından basılmıştı. Şimdi o baskı üzerine elimize son geçen belge ve şiirlerden hareketle 350-400 sayfa ilavemiz ve düzeltmemiz oldu. Yaş altmış. Bilgisayar kullanmaktan vücudumuzda ağrımayan yer yok. Bu esere ve diğer eserlerimize dönüp yeniden basıma hazırlamaya bile fırsat yok. 2021 senesi Yûnus Emre senesi… Amatör kaptıkaçtıcılar yine orasından burasından tırtıklamaya devam ediyorlar ve birtakım devletliler bu aşırma eserleri ortaya koyan zevatı ulemadan sanıyorlar. Bizden bu kadar. Sahip çıkan olursa 2500 sayfa külliyatımız devletlilerin emrine amededir. Bizden arayan soran olmaz… Talip olana eyvallah. Son olarak, Yûnus bitmez. Fakat bizden bu kadar.”
Biz burada mesaisini daha iyi anlamaya çalışmak üzere yeniden Tatcı Hoca’nın Yûnus Emre’yle ilgili düşüncelerine dönelim.
Mustafa Tatcı Hoca, Anadolu’daki üç büyük okuldan biri olarak Yûnus Emre’yi kabul eder. İsmi etrafında birer okul teşekkül etmiş diğer mutasavvıflar ise Hz. Mevlânâ ve İbn Arabî hazretleridir. Türk kültüründe hemen her bakımdan bu büyük şahsiyetlerin derin tesirleri söz konusudur.
Biz burada “Yûnus Emre Mektebi” konusu üzerinde biraz durmak istiyoruz. Anadolu’da yeşeren “Yûnus Emre Mektebi”, asırlardan beri kültürümüzü ve devletimizi erenlerin nefesiyle, arı duru vahiy kaynağı ile beslemeye devam etmektedir. Şüphesiz bunda da en büyük hizmet Yûnus Emre’ye ve onu yetiştiren büyük aziz Tapduk Emre hazretlerine aittir. Mustafa Tatcı Hoca, “Yûnus Türkçe Kuran’dır, vahiy dilidir!” sözleriyle hazretin bu konudaki itibarını ve büyüklüğünü ifade eder. Yine ona göre Hz. Yûnus sadece bir irfan dili kurmamıştır. O, aynı zamanda Tapduk’un mânâsını yanan gönüllere taşıyabilmiştir. Onların nefesinden beslenen gönüller işlerini en iyi şekilde yapmışlar ve Anadolu’da aşkla ve bilgiyle dokunmuş bir medeniyeti vücuda getirmişlerdir.
Bu durumda ve dolayısıyla “Yûnus Emre ne yaptı, bize ne öğretti de onun ismi etrafında bir mektep teşekkül etti?” diye bir soru sorulacak olsa bugün bu soruya yegâne ve en net cevap onunla kırk sene meşgul olan Mustafa Tatcı Hoca’dan gelir. İşitin Ey Yârenler kitabında Tatcı Hoca Hz. Yûnus’un hizmetlerini ve bize neler öğrettiği konusunu şu başlıklar altında değerlendirir:
“Yûnus halkı Hakk’a Türkçe davet etti.
Yûnus bize sevmeyi öğretti.
Yûnus bize bilmeyi öğretti.
Yûnus bize yol öğretti.
Yûnus bize Allah’ı öğretti.
Yûnus Emre vücûd birliğini Türkçe anlattı.
Yûnus bizi teferruattan kurtardı.”[10]
Yûnus Emre, akılla değil aşk ve gönülle idrak edilebilecek bir düşünce sistemi ve irfanî anlayış ortaya koymuştur. Bu yüzden felsefî sistemlerin onun öğretisinden bir şeyler anlayabilmesi bir noktadan sonra güç bir meseledir. Çünkü medeniyetimizin özünde aşka tâbi bir aklın ortaya koyduğu değerler geçerlidir. Bu akıl şüphe ve tereddüt dolu değil, sevgi doludur. Nitekim Tatcı Hoca da bu konuyla ilgili şunları söyler: “Yûnus’un manevî dünyasına felsefî yaklaşımlarla da girilemez. Nitekim onun sermâyesi akıl değil, aşktır. Akılla bilgi tamamlanamaz. Fakat aşk gelince cümle eksikler biter. Bundan ötürüdür ki, Yûnus’un dünyasına, onun kabul ettiği düşüncelerin kavramlarıyla girmek gerekir.”[11]
“Türk Tasavvuf Edebiyatı, esasen Yûnus Emre’den ibârettir.” diyen Mustafa Tatcı Hoca, aslında böylece Yûnus’un kültür ve edebiyatımızdaki tesirlerini çok veciz bir biçimde ortaya koyar. Yûnus, Ahmed Yesevî hazretleriyle başlayan hikmet geleneğini Anadolu’da devam ettirmiş bir erendir. Tatcı Hoca’ya göre Yûnus Emre, “Hikmet Geleneği”ni kendi kabiliyetiyle harmanlamıştır. Hz. Yûnus, bütün bu özellikleri itibariyle Türk Tasavvuf Edebiyatında istenen ve aranan bir sâlik modeli olmuştur.[12]
Yasin ŞEN
[1] Burada Mustafa Tatcı Hoca’nın katıldığı bazı TV programlarından istifade edilmiştir. Bunlardan bazısı şöyledir: 11.11.2017 tarihinde Ülke TV’de yayınlanan ve Furkan Çalışkan’ın sunduğu Türkiye Atlası programı. 12.11.17’de TRT Haber’de yayınlanan Kitaphane programı.
[2] Yûnus Emre, Dîvân-ı İlâhiyât, Hazırlayan: Mustafa Tatcı, H Yayınları, 3. Baskı, İstanbul 2014, s. VII.
[3] Sabahattin Eyuboğlu, Yûnus Emre, Cem Yayınevi, İstanbul 1981, s. 136. Yûnus Emre’nin bu beytiyle ilgili kaynaklarda farklı durumlar söz konusudur. Mustafa Tatcı neşrinde bu beyit ikinci mısraı tamamen değişik olmak üzere şu şekildedir: “Beni sorman bana bende degülem / Sûretüm boş gezer tondan içerü” Yûnus Emre, a. g. e., s. 451.
[4] Ömer Faruk Akün, Divan Edebiyatı, İSAM Yayınları, Ankara 2014, s. 36. Sultan Veled’in Türkçe şiirlerinin değerlendirildiği müstakil eserler şunlardır: Veled Çelebi, Dîvân-ı Türkî-i Sultan Veled, İstanbul 1341; Mecdut Mansuroğlu, Sultan Veled’in Türkçe Manzumeleri, İstanbul 1958.
[5] Ali Yakıcı, Yûnus Emre’ye Şiirler, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1991, s. 299.
[6] Dinçer Eşitgin, “Yûnus Emre ve Tasavvuf Üzerine Dr. Mustafa Tatcı İle…”, Edebiyat Ortamı Dergisi, S. 2, Mayıs Haziran 2008, s. 27. Mustafa Tatcı Hoca, Yûnus Emre Dîvânı üzerinde çalışmaya başlayınca sahanın yaşayan ve en yetkin uzmanlarından olan Orhan Şaik Gökyay’dan destek ve teşvik görmüştür. Tatcı Hoca bunu şöyle anlatır: “Ben bu eserin müsveddesini ortaya çıkarınca rahmetli Orhan Şaik Gökyay Hoca’nın yanına gittim. 1987 senesiydi. Büyük bir tevazu göstererek bize zaman ayırdılar. Metnin ilk 17 şiirini tek tek elden geçirdi. Bir yerde müdahalede bulundu. Şu kelimeyi şununla yer değiştir, Yûnus böyle demez, şöyle der, dedi. Fakîr de ‘ama hocam bu kelime 7 yerde, sizin dediğiniz kelime iki yerde geçiyor, mânâda da vezinde de problem yok” diye cevap verdim. O zaman hoca, “Yûnus böyle demez, şöyle der!” dedi. Sonra da ‘Sen böyle devam et” deyip cesaret verdi.” Mustafa Tatcı, İşitin Ey Yârenler -Yûnus Emre Yorumları-, Kapı Yayınları, İstanbul 2012, s. 638-639.
[7] Dinçer Eşitgin, “Yûnus Emre ve Tasavvuf Üzerine Dr. Mustafa Tatcı İle…”, Edebiyat Ortamı Dergisi, S. 2, Mayıs Haziran 2008, s. 27.
[8] Mustafa Tatcı, İşitin Ey Yârenler -Yûnus Emre Yorumları-, Kapı Yayınları, İstanbul 2012, s. 670.
[9] Mustafa Tatcı, İşitin Ey Yârenler Yûnus Emre Yorumları, Kapı Yayınları, İstanbul 2012, s. XI vd.
[10] Mustafa Tatcı, İşitin Ey Yârenler Yûnus Emre Yorumları, Kapı Yayınları, İstanbul 2012, s. XII-XVII.
[11] Mustafa Tatcı, aynı eser, s. 38.
[12] Mustafa Tatcı, aynı eser, s. 0-41.