Müslüman Öldürmenin Teolojik Gerekçesi

Bombalar Somali’de, Nijer’de Nijerya’da patlayınca, küçücük kızlar kaçırılıp intihar bombacısı yapılınca dünya kamuoyu kendinden uzak bu şiddeti sessizce geçiştiriveriyor. Binlerce sivil Müslüman Afrika’da Eş-Şebab ve Boko Haram denen kanlı bir terör örgütü tarafından katlediliyor. Tıpkı burnumuzun dibinde DEAŞ terör örgütünün katlettiği Müslümanlar gibi. Evet, Avrupa bunlar yüzünden Müslümanları suçladıkları hâlde bu terör örgütleri yeryüzünü Müslümanlara cehennem yapıyor… İstatistiklere göre son 20 yılda bu kanlı terör örgütleri en çok Müslümanları öldürmüşler. Yani bunlar aslında en çok Müslümanı düşmanlaştırıyorlar. Peki, ama nasıl?
Zira Müslümanın kanının, canının ve namusunun haram olduğu, ideolojisi, inancı, mezhebi ne olursa olsun Kur’ân’ın hükümlerini açıkça inkâr etmedikçe, Allah Resulünü Peygamber bildikçe tekfirin, dinden çıkarmanın yasak olduğu bir Müslüman hangi gerekçeyle düşmanlaştırılabilir ve onunla savaşmak, onu öldürmek dinen meşru kabul edilebilir? Maalesef bu sorunun cevabı, İbn Teymiyye’nin şirk konusundaki görüşlerini daha da ileri götüren ve kâfir diyemediği Müslümana müşrik diyerek, onunla savaşmayı meşrulaştıran Vehhabi-Selefi çizgide saklıdır. Daha sonra bu çizgi özellikle tasavvufu eleştirmek adına Modernist Mealci çizgi tarafından da satın alınarak çağımızda Müslüman bilincini zehirleyen bir sarmaşığa dönüşmüştür. Üzgünüm ki bu hastalıklı fikir bugün ilahiyat fakültelerimizden dinî cemaatlere kadar her yerde karşımıza çıkabilmektedir. Nasıl mı, müsaadenizle izah edeyim.
Şirk Nedir, Müşrik Kimdir?
Kur’ân’da müşriklerle ilgili âyetlere bütünsel bakan geleneksel ulema, şirkin Allah’ın zatını inkâr değil ama Allah’a zatına eş, denk ve ortaklığı başka tanrılarla isnat etmek, Allah’a ait olan kulluğu ilahlık atfettikleri başka varlıklara yapmak, Allah’ın kız edindiğini iddia etmek, vahyi reddetmek, Peygamberi inkâr etmek ve ahiret gününe inanmamak şeklinde tanımlamıştır. Bu yüzden İmam-ı Mâtürîdî hazretleri sık sık müşriklerin Allah’ın Rububiyyetine (Rabliğine) ve Uluhiyyetine (İlahlık sıfatlarına) şirk koştuğunu söyler. Rububiyette şirk asıl, Ulûhiyet şirki ise fer’dir. Yani bir kimse Rab edindiklerine ibadet eder. Rab edinmediğine ibadet etmez.
Bu yüzden de İmam Mâtürîdî, müşriklerin “Yeryüzüne suyu kim indirdi, diye sorsan Allah derler” ifadesindeki “derler” (Ankebut, 63. âyet) ifadesini müşriklerin bunu lafzi olarak söyledikleri açıklar. Çünkü müşrikler aslında buna inanmayıp Allah’a -hâşâ- kızlar, eşler nispet edip ortaklar koşmaktadırlar. (Nahl, 57. âyet, İsra, 40. âyet, Enbiya, 26. âyet) Bu sebeple sadece “demek” lafzı onu tasdik etmek, ona iman etmek anlamına gelmez. Yani müşrikler İslam’ın Tevhid inancının ortaya koyduğu Allah’ı kabul etmiyorlardı. Kur’ân bu açıdan sürekli varlığı kuşatan, bilen, ona hükmeden, onu yaratan, dualara karşılık veren tek bir İlah anlayışını ispatlamaya çalışır. Eğer müşrikler Allah’ı bilselerdi onlara ispat etmek anlamsız olurdu.
Kur’ân’da şirk inancının en önemli unsurlarından biri de ahiret inancına inanmamalarıdır. Kur’ân’ın ifadesiyle “Onlar, Allah’ın ölen birini diriltmeyeceğine dair en büyük yeminleri” (Nahl, 38. âyet) ediyorlardı. Yine onlar Casiye suresi 24. âyette buyurulduğu gibi: “Bu dünya hayatımızdan başka bir hayat yoktur. Ölürüz, yaşarız. Bizi öldüren ise zamandan başkası değildir”, demiyorlar mıydı?
Müşriklerin bir diğer özelliği de vahyi ve Peygamberi reddetmeleridir. Müşrikler, Allah Resulüne “Ey kendisine vahiy gelen adam! Sen kesinlikle cinlere kapılmış birisin!”, diyorlardı. “Bu Kur’ân eskilerin masallarından başka bir şey değildir”, (En’am 25. âyet) diyerek Vahye iftira atıyorlardı. Kur’ân’da müşrikler yalnızca puta tapan, aracılar kabul eden insanlar değildi, aksine Rab ve İlah kavramlarındaki bozukluk nedeniyle Peygamberliği, ahireti ve vahyi de inkâr ediyorlardı.
Bu açıdan Ehl-i Sünnet inancında şirk, amelî bir eylemi değil itikadî bir inancı ifade eder. İman nasıl Allah’ın varlığı ve birliğini ve onun getirdiklerini tasdik ise şirk de ya Allah’ı zatında denk veya yardımcı bir varlıkla veya Allah’ın isim ve fiillerini bir başka varlıkla eş ve denk kabul etmek, ahireti ve nübüvveti inkâr etmektir. Bu yüzden Ebu Hanife hazretleri ve İmam-ı Mâtürîdî Kitabı olanları müşrik kabul etmez.
Hâricî Necdet de (ö.73/692), “İşlediği günah, kebîre de olsa, sağîre de olsa onda ısrar eden müşrik, büyük günah işleyip onda ısrar etmeyen ise Müslümandır” der.
Şirk Kavramının Tahrif Edilmesi
Kur’ân’ın şirk kavramına yüklediği ve geleneksel ulemanın anladığı içerikten çıkarılarak anlam ciddi şekilde tahrip edilmiştir. Bunda da İbn Teymiyye’nin fikirlerini daha ileriye taşıyan Muhammed bin Abdulvehhab, Necid uleması ve onun çizgisindeki Vehhabi-Selefilerin büyük payı vardır. Bunların iddialarının odağında şu düşünceler yer almaktadır:
1. Müşrikler Allah’ı biliyorlardı ama Allah’a başka varlıkları ortak koşuyorlar.
HAYIR Allah kelimesini lafzen kullanıyorlardı, Allah’ın kızları olduğunu söyleyenler nasıl olur da İslam’ın savunduğu, iman edilmesini istediği Allah’ı bilmiş kabul edilir? Onlar Tevhidin Rabbini tanımıyorlardı. Onların bu sözlerinin Allah’a iman anlamında geldiğini iddia etmek, Allah’ın söylemediği bir şeyi Allah’a nispet etme tehlikesini de barındırmaktadır.
2. Şirk Allah’ı kabul edip ona başka aracılar koşmak ve bu aracılara ibadet etmektir. Müslümanlar da, Şeyhleri, dervişleri aracı koşuyor onların şefaatini istiyorlar. O hâlde onlar da müşrik eyleminde bulunuyor. Müşrik eyleminde bulunan da müşriktir.
HAYIR, müşrikler putlarını İlahın dengi misli kabul ediyorlardı. Putlara İlahlık atfediyorlar ve öyle inanıyorlardı. Tek bir ilahı kabul etmiyorlardı. Rab edinmeden bir şeye ibadet edilmez. Bir kimseye ta’zimde bulunmak, sevgi beslemek, dua etmek, onun adına adak adamak o kişiyi İlah kabul edip de ona ibadet etmek değildir. İbadet kabul edilmesi için onu Rab edinmesi gerekir. Bu yüzden Müşriklerin eylemi şirk kabul edilmiştir. Siz herhangi bir Müslümanın Şeyhi, dervişi Allah’ın dengi, misli gördüğünü -hâşâ- onu Rab edindiği gördünüz mü?.. Bunları şirk görmek Vehhabi-Selefilerin iddiasıdır.
 3. Allah Resulü riyayı şirk olarak isimlendirmemiş mi? Demek ki eylemler şirk olabiliyor.
HAYIR bu iddia da doğru değil. Allah Resulünün riyayı küçük şirk olarak isimlendirmesi itikadi şirk anlamında değildir. Şirk nasıl imanı gideriyorsa riya da amellerin sevabını giderdiğinden, küçük şirk olarak isimlendirilmiştir. Bunu zaten rivayetler ve ulema açıklamaktadır. Ayrıca riya kalbin amelidir. Bir kimsenin eylemini riya amacıyla yaptığını kim bilebilir. İnsanların kalbinden geçeni bilme yetkiniz mi var? Buradan hareketle riya sahiplerinin Kur’ân’daki müşrikler olduğunu iddia etmek cehalet değilse ahmaklıktır!
4. Müşrikler Allah’ın dışında hükümlere tabi oldular, Allah’ın hükmünü reddettiler. Müslümanlar da Allah’ın hükmünü iptal edip, beşerî kanunlara, demokrasiye inanıyorlar o hâlde onlar da müşriktirler.
HAYIR, Kur’ân’da ‘tağut’ şeytan anlamında kullanılır ve şeytana tabi olmak anlamına gelir. Bir kimse Allah’ın haramlarını helal saymadıkça bu haramları işlemekle sadece günahkâr olur ama ne müşrik ne kâfir kabul edilir. Ayrıca İslam’da kanun yapma hakkı zaten fakihlere yani beşere bırakılmıştır. Ayrıca Örfi Sultani de şer’î hukukun bir parçası olarak kabul görmüştür. Eğer sizin dediğiniz olsaydı, tüm kadılar, Osmanlı Fakihleri, Şeyhülislamları, Kanunnameleri kabul edip çıkaran Sultanlar müşrik olurdu. Bu sebeple İbni Teymiyye’nin de övgüyle andığı Memlûk sultanlarının da müşrik olması gerekirdi ki bu da İbni Teymiyye’nin müşrikleri övdüğünü söylemeyi gerektirir. Oysa İbni Teymiyye’nin böyle bir tavra sahip olamayacağı çok iyi bilinmektedir. Gerçi bu Vehhabi-Selefiler için bunlar zaten müşriktir…
Tüm bunlarda ihmal edilen en önemli unsur, Kur’ân’da müşrikin Allah’ın uluhiyetinin bir gereği olan ahireti, vahyi ve nübüvveti inkâr ettiğinin hiç dikkate alınmamasıdır. Risalet, ahiret ve vahiy Tevhid inancının aslındandır. Tevhidi üçe bölüp birbirinden ayırmak, şirki Kur’ân’ın sunduğu ve Ehl-i Sünnet ulemanın anladığının dışına çıkarmak ve onu İstiklal, Tebiz, Takrib, Taklid ve Hafi diye ayırmak İbni Teymiyye’nin, ondan da Ahmed er-Rûmî el-Akhisârî’nin (ö. 1632) alıp, Osmanlı döneminde soktuğu bir bidattir.
Maalesef İzmirli İsmail Hakkı’nın da Akhisari’den aldığı bu tasnif bugün neredeyse her İlahiyat çalışmasında tekrar edilir. Kestiği yenmeyen, kadınlarıyla evlenilmesi yasak olan, anlaşma yapılamayan, kanı, malı, canı koruma altında olmayan müşrik lafzı nasıl olur da Müslümanın günah ve hataları nedeniyle ona verilebilir! DEAŞ, Boko Haram, eş-Şebab Müşrik diyerek Müslüman katletmeyi meşru sayıyor farkında mısınız? Bunun sizin yaptığınızdan ne farkı var? Modernist Mealcisi, Vehhabi-Selefisi müşrik kelimesini rahatça kullanıyor. Oysa Ebu Hȃkim es-Semerkandî yazdığı Sevȃdu’l-A’zam metnin dördüncü meselesinde şöyle diyordu:
“Ehl-i Kıbleden birinin küfrüne, şirkine nifakına (münafıklığına) şahitlik etmeyiz.”
Bu Ehl-i Sünnet’in temel esasıdır. Ya da Boko Haram liderinin dediği gibi “Nijerya halkı demokrasiyi ve şirk inançlarını reddetmedikçe Müslüman değildir” mi diyeceğiz?!.
O yüzden buradan Diyanet ve İlahiyatlara da bir çağrı yapıyorum:
Kur’ân’daki naslara aykırı, Ehl-i Sünnet ulemanın bildirmediği şirk tanımları, şirk çeşitleri ve anlatılarını kullanmayın. Böyle yaparak Müslüman öldürmenin teolojik gerekçesine su taşıyorsunuz. Vehhabi-Selefilerin iddialarını, Ehl-i Sünnet’in Anadolu’daki damarlarına zerk ederek zehirlenmesine müsaade etmeyin!
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/kose-yazilari/hilmi-demir/musluman-oldurmenin-teolojik-gerekcesi-617046 sayfasından alınmıştır.
Yazar
Hilmi DEMİR

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen