Ömer ÖNHON (E. Şam Büyükelçisi)
Beşar Esad 2011’de başlayan Suriye krizinin başından bu yana en zor günlerini yaşıyor. Ağırlıklı olarak Heyet Tahrir el-Şam’ın (HTŞ) yer aldığı cephede Esad karşıtları Halep ve Hama’yı ele geçirdiler, Humus’a doğru ilerliyorlar.
Kuzey’deki cephede Suriye Milli Ordusu (SMO) Tel Rıfat’ı aldı ve şimdi, SMO’nun YPG’yi oradan da sürmek için Münbiç etrafında yığınak yapmaya başladığı söyleniyor.
Muhalifler, silah-teçhizat ve moral-motivasyon bakımından güçlüler.
Bu arada içeriden gelen bilgiler, Güney’de Suweyda’da da halkın sokağa indiği ve resmi binaları ele geçirdikleri yönünde.
Türkiye’yi ilgilendiriyor
Hem YPG’nin bölgeden sürülmeye başlaması, hem Türkiye’deki sığınmacıların önemli bir bölümünün geldiği yerler olan Halep ve kırsalının Esad rejiminden geri alınması, Suriye krizi bağlamında en önemli öncelikleri YPG/güvenlik ve sığınmacıların geri dönüşü olan Türkiye açısından önemli avantaj oluşturdu.
Türkiye başından beri bu harekâtta dahli olmadığını beyan ediyor ama hem içeride, hem uluslararası arenada yaygın kanaat böyle bir harekât için gerekli hazırlığın ve harekâtın kendisinin Türkiye’nin öyle veya böyle dahli olmadan yapılamayacağı yolunda.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan son olarak yaptığı bir açıklamada Türkiye’nin Suriyeli muhaliflerle DEAŞ ve YPG terörüne karşı birlikte savaştığını ancak bu harekâtın muhaliflerin kendi tercihi ve inisiyatifi doğrultusunda geliştiğini ifadeyle, Türkiye’nin muhaliflerle bağını teyit etti ancak harekâta dahli olmadığını söyledi.
Her hâlükârda, Suriye krizi Türkiye’yi ziyadesiyle ilgilendiriyor ve dolayısıyla, gelişmeleri seyrederek atlatmaya çalışmasını beklemek gerçekçi değil.
Rejim neden bu kadar çabuk geri çekildi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, bu harekâtı Esad’ın politikalarına bağladılar.
Esad Arap Birliği’ne ve Arap dünyasına dönünce tüm meseleler çözülmüş gibi davrandı.
Ekonomik ve altyapı sorunlarının yanısıra, ayda 10-15 dolarla geçinme çabaları, çok yaygın yolsuzluk, her türlü yasadışı iş sistemi çürüttü.
Rejim güçlerinin bu kadar çabuk geri çekilmesi muhaliflerin bu kez her anlamda çok daha iyi organize olmalarının yanısıra, iç savaşta Esad’a destek verenlerin önemli bir bölümündeki bıkkınlığa bağlıdır.
Savaş zenginleri dışında Esad’ın destekçilerinin çoğu kötü şartlarda yaşıyor ve Esad’ın doğal destekçisi olarak tanımlanan Alevi/Nusayri azınlık çok can kaybına uğradı.
Bu kitle bugün yine de savaşacaksa, muhalifler arasındaki cihatçı grupların kendilerine yapabileceklerinin endişesiyle savaşacaktır, Esad’a bağlılığından değil.
Astana Platformu arasında görüş ayrılığı
Astana Platformu paydaşları Rusya, İran ve Türkiye arasındaki görüş ayrılıkları saklanamıyor.
İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçı Ankara’da Hakan Fidan ile görüşmesinden sonraki ortak basın toplantısında, Esad karşıtlarının harekâtını ABD ve İsrail tarafından yönlendirilen tekfirilerin saldırısı olarak nitelendirdi ve dolaylı olarak, Türkiye’yi İsrail ve ABD ile birlikte hareket etmekle ve onların amaçlarına katkıda bulunmakla suçladı.
Herşeye rağmen, üç ülkenin 7-8 Aralık’taki Doha Forumu marjında Dışişleri Bakanları düzeyinde Astana Platformu formatında toplanmaları bekleniyor.
Aynı tarihlerde, Suriye’nin çağrısı üzerine Arap Ligi Dışişleri Bakanları da Kahire’de, İran, Suriye ve Irak’ın Bağdat’ta toplanacağına dair bilgiler de var.
Şam kritik önemde
Sahada ise muhalifler, Hama’yı aldıktan sonra, Şam’dan sahile giden ana yolun kesişme noktasında ve kuzey-güney ekseninde M-5 yolunun ortasında olan, ayrıca, petrol rafinerisinin de yer alması dolayısıyla, stratejik önem taşıyan Humus’a yaklaştılar.
Humus, Sünniler çoğunluk olmakla birlikte, ciddi bir Alevi/Nusayri nüfusun da yaşaması dolayısıyla, Sünni-Nusayri mezhep çatışmasına en açık yerlerin başındadır. İç savaşın ilk döneminde burada çok kanlı olaylar yaşandı.
Humus’un önemine mukabil Esad güçlerinin şehirden ayrılmaya başladıkları ve savunma hattını Şam’da kuracakları söyleniyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul’da cuma namazı çıkışı yaptığı açıklamada, “İdlib, Hama, Humus ve hedef tabii Şam. Temennimiz muhaliflerin bu yürüyüşünün kazasız belasız bir şekilde devam etmesidir” dedi.
Muhaliflerin Şam’ın üzerine hemen yürümelerini engellemek için Rusya müdahalede bulunabilir zira Şam bu şekilde muhaliflerin eline geçerse Rusya’nın da Suriye üzerindeki etkisini korumak bağlamında pazarlık kozu kalmayacaktır.
Rejim kendi arasında çatışmaya başlarsa, rejim ordusu dağılırsa ve Şam’daki muhalifler şehrin içinde popüler bir kalkışma başlatabilirlerse muhaliflerin zaman kaybetmeden Şam’ın üzerine yürümeleri sözkonusu olabilir.
Sürdürülebilir siyasi çözüm
Bundan sonrası için en çıkar yol, sürdürülebilir bir siyasi çözüm için çalışmaktır ve bunun için uygun zemini, zamanında Rusya ve hatta Esad dahi herkesin kabul ettiği BMGK’nin 2254 sayılı kararı oluşturmaktadır.
En kötü senaryo ise, iç savaşın tekrar ülke geneline yayılması, rejimin yine kimyasal silah kullanması, yeni sığınmacı akınları yaşanması ve ülkenin bölünmesidir.
Bu harekât, 2018’den bu yana BM terör örgütleri listesinde yer alan, keza, Türkiye, ABD, AB ve daha birçok ülkenin ve kuruluşun da bu kategoride nitelendirdiği HTŞ’yi öne çıkardı.
Son aylarda, HTŞ’nin El Kaide aidiyetini tamamen silip ılımlı İslamcı bir örgüte dönüştüğü tezi çok işlenir oldu.
ABD’nin ve başka batılı ülkelerin bir süredir HTŞ’yle temasları bulunduğuna dair söylentiler var. Bu söylentilerin kaynakları muteber.
Amerikan medya kuruluşu CNN, ABD devletinin başına 10 milyon dolar ödül koyduğu HTŞ lideri Golani’yle dün röportaj yaptı.
Golani bu söyleşide yine kulağa hoş gelen, ılımlı mesajlar vererek, Suriye’de kurumlara ve halkın seçtiği bir konseye dayalı bir yönetim kurmayı planladıklarını ifade etti.
Taliban tarzı anlaşma ve düzenleme olabilir mi?
Bu tablo, Suriye’de Afganistan’a benzer yeni bir Taliban tarzı anlaşma ve düzenleme olabileceğini düşündürüyor.
HTŞ belli ki Suriye’nin gelecekteki yönetiminde kendine yer bulma hatta yönetimde başı çekme arayışında.
Örgüt, Türkiye iç siyasetinde bazen gördüğümüz şekilde veya ABD’nin zamanında YPG’ye önerdiği uygulamanın benzeri, hülle yapmak suretiyle, kendini lağvedip veya ayrı bir isim altında yapılanabilir.
Rusya ve İran’ın yanı sıra başta BAE olmak üzere, Körfez ülkeleri bakımından, İran’ın Suriye’deki etkisinin azalması iyi olsa da, HTŞ ve benzer ideolojideki örgütlerin söz sahibi olabilecek olmaları hoşlarına giden bir gelişme değildir.
İsrail de, İran’ın Suriye’deki etkisinin kırılmasından ve muhaliflerin kendisini hedef almamasından memnundur ama bu grupların bugünkü tutumları, yarın ne olabileceğinin garantisi değildir.
Aynı kaygının Türkiye açısından da varit olması gerektiğini düşünüyorum.
Bundan sonra ne beklemeli?
2015’de Rusya Esad’ı ipten almıştı ama Esad tarafının bu kez de durumu kurtarması ve muhalifleri geri itmesi sıfır olmasa da oldukça uzak bir ihtimaldir.
Olur da sıfıra yakın ihtimal gerçekleşirse, Türkiye açısından birçok olumsuz sonucu olacak, en başta da, şu anda topraklarında bulunan kadar yeni bir Suriyeli sığınmacı akınıyla karşı karşıya kalacaktır.
İyi senaryo bu harekâtın Esad’ın müzakere masasına oturması için bir fırsat oluşturmasıdır ve herşeye rağmen, bu harekâtın Suriye’de müzakere masasının kurulmasının yolunu açmış olabileceğini düşünüyorum.
Her halükarda, Suriye’de ne olacağına dair en belirleyici unsurlardan biri, görmediğimiz ama olduğundan kuşku duyulmaması gereken perde arkası görüşmeler ve pazarlıklar olacaktır.
Olaylar ne şekilde gelişirse gelişsin, Türkiye sınırlarının güneyinde, sayıları 200 bin civarında hatta daha fazla olduğu tahmin edilen birden fazla ordulaşmış yapı (YPG, HTŞ, SMO) oluştu. Bunlara DEAŞ’ı da eklemek doğru olur.
Türkiye’nin terör örgütü PKK’nın uzantısı, batılıların da IŞİD’le mücadelede ortak ve müttefik olarak değerlendirdikleri, ABD tarafından eğitilip donatılan YPG, kendi gündemini izlemeyi sürdürüyor.
“Bir Kürt yapısı” kurulur mu?
YPG’nin, Türkiye’nin atabileceği adımlardan endişeli olduğu ve özellikle Trump’ın yönetimindeki bir ABD’ye ne kadar güvenebileceğini bilemediği anlaşılmakta.
YPG ile Esad arasında, aslında krizin en başından beri görmeye alışık olduğumuz bir alışveriş olduğu da açık. Esad güçleri terk etmek zorunda kaldıkları yerleri YPG’ye bırakıyor.
En üst düzey Türk yetkililer, YPG ve diğer örgütlerden kaynaklanabilecek her türlü tehdide karşı hazırlıklı olunduğunu söylese de, şu anda kazanım olarak görülen gelişmelerin orta ve uzun vadede bölgede “bir Kürt yapısı” kurulmasına gidecek bir süreci tetikleyeceğinden, hatta hızlandıracağından endişe duyanlar da var.
Bu kesimlerin Türkiye’deki açılım süreciyle de irtibatlandırdıkları bu yöndeki kaygıların, mevcut karmaşada ve siyasi ortamda, tamamen yersiz olduğu söylenemez.
————————————–
Kaynak:
https://yetkinreport.com/2024/12/06/esad-icin-geri-sayim-basladi-taliban-modeli-mi-siyasi-cozum-mu/