Toplumumuzda aşırı korumacılık, iyi anne- baba ile özdeşleşmiş gibidir. “Aman koşayım deme düşersin.” “Yürürken dikkat et ayağın bir yere takılmasın.” “Üstüne kalın bir şeyler giy üşütürsün.” Gibi ikazlar küçük çocuğu olan her evde duymaya alıştığımız ikazlardan olsa gerekir. Çocuk düşmeden önce korkmayı öğrenir de düşünce nasıl kalkılacağını bir türlü öğrenemez. Üşüme ve üşütmenin ne olduğunu öğrenmeden kalın giyinmenin üşüme ve üşütmeyle ilgili olduğunu öğrenir.
Günlük yaşantımız için en önemli ihtiyaçlarımızdan yeme içmede, kahvaltıda her şey vardır da, kendi kendine kahvaltı yapmasına ve yemek yemesine bir türlü izin verilmez. Anne bir elinde tabak, öteki elinde kaşıkla ha bire yiyecek tıkar çocuğun ağzına. Kendi kendine yiyecek olsa, “Aman ha üzerine dökersin” ikazlarıyla geri çeker elini yiyeceklerden. Boynunu büker “kedinin ciğere baktığı gibi” bakar durur yiyeceklere. Annenin zorla yemek yedirme hakkı varda, çocuğun kendi kendine yemek yeme hakkı yoktur. Anne çocuğu zevkine göre aldığı giyecekleri giydirirde, giyeceklerle oyun oynama hakkı verilmez. Anneden habersiz oyuna dalsa, “Aman ha üzerini kirletirsin” ikazıyla vazgeçer oyundan. Sokakta akranları koşup oynarken, başını pencere camına dayayıp onları seyre dalar. Seyrederken de “Aman pencereden düşersin, çekil oradan” ikazı dağıtır huzurunu.
Çocuk yeme, içime ve oyunlardaki ikazlara alıştığını sanırken bazen de “Bak Ayşe teyzenin kızı ne de uslu oturuyor.” Veya “Görüyor musun Ahmet amcanın oğluna, ne kadar sessiz duruyor, annesini hiç üzmüyor” cinsinden ikazlar yaralar yüreğini. Elinden gelse boğazını sıkıp öldürmek geçer Ayşe teyzenin kızını veya Ahmet amcanın oğlunu. Anne ve baba farkına varmadan çocuğu düşman sahibi yapar. Büyüyünce de bir türlü sevemez onları. Sürekli düşman gözüyle bakar onlara.
Yapılan araştırmalarda çocuğun kendi ihtiyacını günlük olarak karşılayacak durumda olduğunu göstermiştir. Yemek seçimiyle ilgili bünye ihtiyaçları tahlil edilip görülmüştür ki seçtiği yemeklerin bünyelerine o günkü ihtiyaçlarına göre tabii yollardan belirledikleri tespit edilmiştir. Çocuğa yemek yedirebilmek amacıyla annenin, çocuğun ağzına kaşık kaşık tepiştirmesi hem çocuğa hem de anneye birer ceza olsa gerekir. Çocuğun peşinde tabak ve kaşıkla saatlerce dolaşan, yemek yemesi için masallar anlatan, bir kaşık yedirebilmek için olmadık dil döküp, maskaralıklar yapan, televizyon karşısında seyre dalmışken çocuğun ağzına yemek tepiştiren anneler hayatın en güzel zevklerinden biri olan yemekle çocukların yabancılaşmalarını sağlamakta, çocuklara kötü yemek yeme alışkanlıkları kazandırmaktadırlar.
“Anne baba, çocuğu hazırcılığa yönlendirmek yerine, balık tutmayı öğretmeli ve onu hayata hazırlamalıdır. Mesela, üç yaşından itibaren çocuk dişlerini fırçalayabilir, tuvalet temizliğini yapabilir, yemeğini yiyebilir, ayakkabısını, çorabını giyebilir… Ama anneler buna izin vermezler ve çocuğun yapabileceği işleri kendileri yaparak onun yeteneklerinin gelişmesine izin vermezler. Çocuk okula başladığında ise annenin yapacağı işleri öğretmenin yapmasını bekler. Ama okul ortamında çocuğun bu beklentilerini karşılamak mümkün değildir. Çocuk, küçük sorunlarını dahi çözemez, her konuda anneye ihtiyaç duyar. Çünkü anne onun kendini geliştirmesine izin vermemiştir. Bir süre sonra çocuk “ben hiçbir iş başaramam, benim yerime annem başarır” duygusuna kapılır. Bu durum zaman içinde çocuğun bütün hayatını etkiler.” (1)
Bir üniversitenin yemekhanelerinde bir akademisyenin gözlemlediği bir olay içinde bulunduğumuz durumun vahametini göstermesi bakımından önemlidir. “Portakal soyamadığı için yemeyen üniversite öğrencileri var, açıkçası bu beni çok üzüyor. Bir üniversite öğrencisi portakal soyamaz mı?” Bunun kökenine bakınca, “Al yavrucuğum” diyen, portakalın kabuklarını soyup, hatta ağzına koyan anneleri görüyoruz. Anneler neredeyse çocukların dişlerini fırçalayacak. Böyle bir anne yapısı patolojiktir. Bu anneler çocuğun yaşam becerilerini ellerinden alır. Bu çocuklar ders çalışıyor, güzel başarılar alıyor, amma üniversiteye geldiğinde annesinden ayrıldığı ilk dönem darma duman oluyor, travma yaşıyor. Otobüse binemeyen, biletini alamayan üniversite öğrencileri var. Üniversiteye giriş puanlarına bakıyorsun çok yüksek, ama içtiği suyun şişesini sınıfta bırakıp gidiyor. Çünkü annesi onun arkasını hep toplamış. Annesi onun hayatının arkasını toplamış. “Çöpü bile ortaya atan 20 yaşında bir insan olamaz” diyorsunuz. Sonra anneyi görünce “olabilir” diyorsunuz. “Anneler gençlerin zafer duygusunu yaşama, yaşama duygusunu kazanma haklarını ellerinden almasınlar.” Ve ekliyor “O gün anladım ki bizim ülkemizde bir şeyler ters gidiyor, bir şeyleri hep yanlış yapıyoruz.”(2)
Anne ve babalar çocuklarımıza iyilik edeyim derken kötülük yaptığımızın farkına ne zaman varacağız. Eğer farkına varamaz isek çocuklarımız daha çok kaybeder hayıflanır dururuz. Lütfen anne ve babalar çocuklarımızın geleceğini karatmayalım.
Musa SERİN
(1) – Fatma TUNCER, Millî Gazete 21 Ekim 2012
(2) – Yrd. Doç. Dr. Memduh Sami TANER, Akdeniz Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi, 13 Ekim 2012 İnternet gazeteleri