Şimdi hafızam zevkle hatırlıyor. Çocuktum. Huzur ve sükûnet dolu ferâh fâhur bağlı bahçeli o evde yarı ışık, yarı gölge içinde sevgiyle kuşatılmış bir iklimi vardı, O aydınlık evde kitapların tadını erken yaşlarda edinmiştim. Bana eski Osmanlıca yazılmış her sayfası okuna okuna çok eskimiş bir kitaptan Hikeye-i Geyik Hikaye-i Gökercin Hazreti Ali’nin cenklerini Osmanlıcasından okuyordu. Hz Ali’nin Kesikbaş hikayesini okuyunca korkup ürperti duyardım. Babaannem bu hikayeleri anlattıkça nazik kibar nur yüzü hep huzur saçıyordu. Sanki geçmiş zamanlardan çıkıp gelmiş duygusu veren böylesine eskimiş yıpranmış bir kitaptan masal dünyasına giriyordum. Bu okuna okuna yıpranmış kitabın etrafında dolaşan büyülü bir tesir buluyordum. O vakitler benliğimi saran o esrarı ve güzellikleri dimağımda apayrı bir lezzet gibi hatırlıyorum.
O’nun çevresindeki insanlar mütevazı iyilik dolu insanlardı. Onun evine aklı selim sahibi zevki selim sahibi insanlar gelip giderdi. O evin hepsi birbirine bağlı en güzel lezzetler ve düşünceler ve duygularla hissettim. O’nun etrafında saygılı, gösterişsiz, cömert güvenilir insanlar vardı. Herkes tarafından sevilir her zaman yardıma koşulurdu. Yaz aylarında yanına gittiğimde o sıcak havalarda uyuduğumuz odaların aralıklı pencerelerine yaslanmış ay ışığının büyülü mehtabını seyrederdim. Köyün gecesinde pencereleri göl mehtabına açık bir odada yatardım. O ılık yaz geceleri ay ışığının aydınlığında yatakların ayak ucuna kadar uzanan gölgeleri hayalet gibi ürperti verirdi bana. Evin üst kata çıkan ahşap merdivenin sesleri evin arkasından akan suların serin uğultularına karışırdı.
O her sabah seherinde kalkıp evin göl mehtabına bakan pencerelerini açar deniz rüzgarı ile birlikte “Evin için melekler girsin balam” derdi. Her daim boynundan tek düğmeli basma elbisesinin çenesinin üstüne kadar bağlanan beyaz tülbentiyle hep aynı sadeliği koruyan ışıltılı çehresiyle namazını kılar seccadesinde sessizce dua eder şükür ederdi. O nun duaları hâlen bir avize gibi zihnime ve ruhuma yerleştiği için hâla ezbere biliyorum. O’nun duaları şefkatle naziklikle sarsılmaz bir tesirle kişiliğimin derinlerine nüfuz ederdi. Bazen de o nun yan odada pencerenin kenarındaki minderde alçak sesle Kur’an okuyuşunu duyardım. O her zaman gündelik konuşmasında da epeyce alçak sesle konuşurdu. Evin sabah güneşinin ışığının vurduğu beyaz badanalı duvarındaki gömme dolabın turkuaz renkli ahşap kapaklarının ardında armut kakları, dut kuruları, erik kurusu meyve kokularına gömülürdüm.