Bir Ülke Nasıl Çökertilir? Suriye Örneği

Tam boy görmek için tıklayın.

Prof.Dr. Sait YILMAZ

ABD’nin Suriye’de Mart 2011’de başlattığı iç savaşın geçmişi 1940 ve 1950’lere dayanıyor. CIA, 1940’ların sonunda Suriye hükümetine topraklarında bir ABD şirketine petrol boru hattı inşa etmesini istemiş, reddedilince de Batı düşmanı ve Komünist olmakla suçlamaya başlamıştı.

CIA ajanları önce Şam’da bazı askeri liderler ile buluşarak darbe yapmayı denediler. CIA’nın Suriye’deki ilk askeri darbe girişimi Mart 1949’da oldu. Aslında Suriyeliler, Fransız sömürgecilerden kurtulunca Mart 1949’da tam da Amerikan modeline uygun bir laik demokrasi kurmuşlardı. Ancak, ülkede demokratik seçimlerle başkanı seçilen Şükrü El-Kuvvetli Amerikalıların Trans-Arap boru hattını onaylama konusunda tereddüt etmişti. Amerikan projesine göre, boru hattı S.Arabistan’daki petrolü Suriye üzerinden Lübnan limanlarına taşıyacaktı. CIA, bir darbe ile Şükrü El-Kuvvetli’nin yerine Hüsni El Zaim isimli bir diktatör oturttu. Bu şahıs önce Amerikan projesini onayladı ve ardından dört buçuk aylık parlamentoyu dağıttı. Takip eden birkaç darbeden sonra Suriye halkı tekrar demokrasi istedi ve 1955’de tekrar El-Kuvvetli’yi ve onun Ulusal Partisi’ni seçti. Ancak, yıllar içinde Amerikan sevgisinin yerini Sovyet eğilimleri almıştı.

Türkiye, bağımsızlığına yeni kavuşmuş Suriye, Türkiye için bir risk teşkil etmez iken ABD’nin talimatı ile 900 km.lik sınıra bir milyon mayın döşedi. Üstelik Suriye’nin ilk Cumhurbaşkanı Şükrü El-Kuvvetli Türk kökenli idi. El Kuvvetli’ye göre; Adnan Menderes, İsrail’in elinde bulunan petrol bekçiliğini kendisi yüklenmek istiyordu. CIA direktörü Dulles hemen Şam’a iki darbe sihirbazı gönderdi. Musadık’ın devrildiği, İran’daki Operasyon Ajax darbesinden sonra sıra Suriye’ye gelmişti. 1957’de CIA ve MI6 birlikte 3 üst düzey Suriyeli lidere suikast planladılar. Suriye istihbarat başkanı, genelkurmay istihbarat başkanı ve Komünist Partisi başkanı suikast ile öldürüldü. Amaç, sadece Suriye’deki rejimi devirmek değil, o sıralarda CIA kontrolünde olan Irak ve Ürdün tarafından işgalini de sağlamaktı. Bu dönemde bugünküne benzer şekilde siyasi olarak Özgür Suriye Komitesi ve buna bağlı askeri direnişçi gruplar oluşturuldu. Ordu dağılacak ve ülke karışacaktı. Suriye’de, CIA tarafından Temmuz 1957’de düzenlenen darbe girişimi başarısız oldu.

Amerikalılar Suriye’den kovulmuştu ama seçimle iş başına gelmiş Baas rejimine yönelik CIA oyunları devam etti. 1961’de ABD ve bölge ülkelerinin desteklediği darbe ile Suriye, Birleşik Arap Cumhuriyeti’nden ayrıldı ama iki yıl sonra yapılan ikinci darbe ile bu kez Baasçılar iktidarı ele geçirdi. 1976-1982 döneminde Suriye’de ayaklanan Müslüman Kardeşler’in arkasında CIA vardı ve CIA tüm operasyonu Amman’dan yönetiyordu. Bu dönemde Suriye’de Müslüman Kardeşler militanları Baas yanlısı gördükleri birçok aydın, gazeteci, asker, üniversite hocası ve memuru sokakta öldürdü. ABD, El-Kuvvetli’nin devrilmesi için Müslüman Kardeşler’in militanları ve Suriyeli subaylara 3 milyon dolar rüşvet dağıttı. Hafız Esat’a karşı iki kez başarısız suikast girişiminde bulundular. Ardından Halep ve Hama’da ayaklanma başlatarak, iktidarı ele geçirmek istediler. 2 Şubat 1982’de Esat’ın Hama’da Müslüman Kardeşler’e karşı başlattığı ve 10 gün süren harekât bugün İslamcıların Hama Katliamı dedikleri olaydır. Müslüman Kardeşler ve 1987’de İsrail tarafından Filistin davasını bölmek için kurulan askeri kanadı Hamas, ABD ve İsrail için uluslararası operasyon kutusu olmaya devam ediyor.

Aralık 2010’da Tunus’ta ilk Arap hareketini başlatan ABD-İngiliz-İsrail gizli servisleri Suriye ile ilgili eylem planını beş yıl önce yürürlüğe koymuştu. ABD, daha 2006 yılında Şam’daki büyükelçiliği kanalı ile muhalif gruplara dağıtılmak üzere 5 milyon dolar göndermişti. Hariri cinayeti suçlanması sonrası Suriye ordusunu Lübnan’dan çekmesi ve 2011 öncesinde Şam’ın başta Türkiye olmak üzere Batılılara yanaşma ve kapılarını açması Esat’ın ölüm öpücüğü oldu. Mart 2011’de Suriye’de başlatılan iç savaşta, 2014’de muhaliflerin Halep’te yenilmesi, IŞİD’in ortaya çıkışı ve 2015 yılında Rusya’nın Suriye’ye gelişi ile iç savaşta yeni bir dönem başlamıştı. Fırat’ın doğusunda Türkiye, ABD ile YPG/PKK bölgesi için çok sert geçen bir döneme girmişken, Fırat’ın batısında ise Esat’ı devirmek için ABD ile işbirliğine devam etti. 27 Kasım 2024’de İdlib’ten başlayan HTŞ harekâtının yıldırım hızı ile ilerlemesinin arkasında Batılı istihbarat operasyonlarının yolu açması ve İsrail’in son dönemde Esat’ı ve İranlı güçleri oldukça zayıflatması önemli rol oynadı. Bu makalede, Suriye’nin başına gelenleri anlattıktan sonra, ülkelerin nasıl çökertildiği ile ilgili dersler çıkaracağız.

2011 Öncesi Suriye İçin Planlar

1990’ların ortasında Ortadoğu ve Orta Asya genişletilmiş savaşları Pentagon tarafından yeniden hazırlandı. İlk planda Suriye’ye BM öncülüğünde insani yardım çerçevesinde müdahale edilecekti. Rejim değişiklikleri için pek çok ülke ile ilgili askeri planlamalar yapıldı. Suriye’de rejimi değiştirmek ile ilgili ABD-İsrail işbirliğinin başlangıcı 30 yıl öncesinde 1996’da Netenyahu’nun İsrail başbakanı olduğu döneme kadar geri gidiyor. 1996 yılında Amerikan ve İsrailli yeni muhafazakârların oluşturduğu “Temiz Parçalama (Clean Break)” stratejisi daha sonra Irak (2003), Etiyopya (2006), Sudan (2011), Libya ve Suriye’de hayata geçirildi.  Bu ABD ve İsrail’in müşterek stratejisi idi. 2003 yılında çıkarılan “Suriye Sorumluluğu ve Lübnan Egemenlik Restorasyonu Kanunu” ile Suriye, terörü destekleyen “serseri” devletler arasına dâhil edildi. 2006 yılında Lübnan’a İsrail’in saldırısı Doğu Akdeniz petrol rezervleri kontrol için askeri planın bir parçası idi ama başarısız olmuştu. Bunu 2008’de Gazze’de başlayan diğer saldırı izledi.

2007 yılında yapılan röportajda eski NATO Komutanı Orgeneral Wesley Clarck, ABD’nin Irak’tan sonra beş ülkede rejim değişikliği planından bahsetmişti; Suriye, Lübnan, Libya, Somali ve Sudan. Bunu İran’ın takip edeceğini biliyoruz. Bahsettiği Büyük Ortadoğu Projesi idi ve 22 bölge ülkesinde rejim değişikliği öngörüyordu.

2007 yılında Irak ve Afganistan’dan çekilmenin gündeme gelmesi ile birlikte yeni bir döneme girildi. Büyük Ortadoğu’nun dönüşümü için 1990’lardan beri hazırlanan kurgu için artık zamanın geldiği düşünüldü ve düğmeye basıldı. Dönüşüm stratejisine geçiş 18 Ocak 2006 tarihinde ikinci Bush döneminin başlangıcında Dışişleri Bakanı Rice’ın Georgetown Üniversitesi’nde yaptığı konuşma ile başladı. Rice, bu konuşmada; “Amerikan vizyonunun tüm dünyaya liderlik etmesinden, dünyadaki her ülke ve kültürde tiranlıklara son vermek için demokratik hareketleri ve kurumları desteklemekten” bahsediyordu. Böylece ABD, güvenlik çıkarlarını, kalkındırma gayretlerini ve demokratik ideallerini bu kurgu içinde realize edecekti. 2008’de ise sosyal medyada yaşanan yenilikler bu kurguya yeni bir yüz verdi. Ortadoğu’daki dönüşüm “pragmatik idealizm” denilen yeni yöntemde ABD çıkarları demokrasi, özgürlük ve insan hakları gibi Amerikan değerlerinin geliştirilmesi ile sağlanacaktı. Demokrasi geliştirme yolu ile rejim değişikliği otoriter olarak tanımlanan ülkelerdeki sivil toplum ve insan hakları gruplarının harekete geçirilmesi demekti. Bu iş için müttefikler, bölgesel ve uluslararası kuruluşlardan ABD liderliğinde istifade edilecekti.

2010 yılında Amerikalı siyaset yapıcılar Arapça konuşan ülkeleri tek tek gezerek işbirliği önerdiler. Batıya hayır diyen tek ülke Suriye oldu. Suriye savaşı aslında İran’a yönelik daha büyük bir savaşın parçasıydı. Büyük savaşın amacı Anglo-Amerikan petrol devi şirketler için Ortadoğu ve Orta Asya’daki enerji rezervleri ve boru hatlarını yeniden düzenlemekti. Tahran’a giden yol Şam’dan geçiyordu ve rejim değişikliği için ilk durak olarak Suriye hükümeti seçildi. Suriye’de insani savaş Koruma Sorumluluğu (R2P) çerçevesi altında başlatılırken bunun etkileri Lübnan’da da görülecekti. Libya için kullanılan BM GK Karar Tasarısı 1973’ün (insani askeri müdahale) Suriye’de de kullanılması öngörüldü. Bu kapsamda 3 Ağustos 2011’de BM GK Açıklaması ile durum Suriye’ye uyarlandı. 2011 yılında Suriye’de iç savaşın düğmesine basıldığında CIA uzun zamandır, örtülü faaliyetlerle iç savaşın muhalif taraflarını oluşturuyordu (Operation Timber Sycamore). Suriye, ekonomik yaptırımlarla da çökertilecek, savaş tazminatı olarak petrolüne el konacaktı. Katar, S.Arabistan-Ürdün-Suriye üzerinden Avrupa’ya ulaşacak 1.500 km.lik doğal gaz boru hattı için 10 milyar dolar ayırmıştı. Ancak, Avrupa’nın asıl gaz tedarikçisi olmak isteyen Ruslar bu projeye karşı idi. Zaten Suriye’de iç savaşı planlayanlar Suriye’nin projeyi kabul etmeyeceğini biliyorlardı.

Suriye’de Mart 2011’de Dera’da başlayan ve İslamcı ve Kürtler gibi bazı azınlık gruplarının arkasında olduğu ayaklanma planlarının yürürlüğe konmasında ABD’nin sessiz ve gölgede kalmayı seven diplomatlarından Robert S. Ford, kilit rol oynadı. Akıcı Arapça konuşan Ford, Dışişleri Bakanlığının Arapçı grubunun üyesiydi. Irak’a müdahale planlamasından dışlanmakla beraber daha sonra Bağdat’ta analizci ve yönetici olmuştu. Daha önce Fas, Bahreyn, Türkiye, Mısır ve Kamerun’da çalışan Ford’un diplomat olan eşi de Suudi Arabistan’da idi. Robert S. Ford, büyükelçi olarak Şam’a Ocak 2011 sonunda yani Mısır’daki protestoların zirve yaptığı dönemde gelmişti. Lübnan Başbakanı Refik Hariri’nin 2005’de bir suikast sonucu öldürülmesinden sonra Washington büyükelçisini geri çekmiş ve bir kanıt olmadığı halde Suriye’yi suçlamıştı. Suriye’nin güneyindeki Dera’da ayaklanmaların patlaması dikkatlice Tunus ve Mısır olaylarını takip edecek şekilde planlanmıştı. Salvador’da John D. Negroponte uygulanan ölüm mangaları stratejisi Suriye’de büyükelçi Robert S. Ford tarafından uygulanmaya başladı. 2004-2005 yıllarında John D. Negroponte, Bağdat’ta büyükelçi iken Robert S. Ford onun ekibinde idi ve ölüm mangaları Irak’ta da uygulanmıştı.

Ford’un büyükelçi olarak göreve başlamasından hemen sonra Mart ortasında Suriye’de protesto hareketleri başladı. Robert Ford, Haziran 2011’de Hama’ya yaptığı ziyaret esnasında göstericiler tarafından zeytin dalları ile karşılanırken, hükümet yanlıları Şam’daki ABD büyükelçiliğinin camlarını kırıyordu.  Çatışmaların tırmanması için Lazkiye liman şehrine bağlı Ramleh bölgesinden İslamcı ölüm mangaları sızdırıldı. Keskin nişancı tüfekleri taşıyan bu mangaların görevi yerel halkı kışkırtmak, ortamı terörize etmekti. Batılı medya bu İslamcı grupları kendini Suriye ordusundan koruyan aktivist ya da Filistinli muhalifler olarak tanıttı. Çünkü bu gruplar Filistin ve Suriye arasında bir siyasi çatışmayı kışkırtmak için Ramleh’deki Filistinlilere saldırıyorlardı. Tam da bu sırada Türk Dışişleri Bakanı Davutoğlu “Esat derhal ve şartsız bir şekilde ateşi kesmezse askeri müdahaleyi düşüneceklerini” söylemeye başladı. ABD, İsrail ve Türkiye; Suriye’ye insani askeri müdahaleyi planlıyorlardı ve Türkiye bu planın merkezinde idi. Nisan 2011’de Suriyeli Müslüman Kardeşler Örgütü üyelerinin ülkeye kabulü ve siyasete girmesinin sağlanması teklifini Esat reddedince; Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) tugayları kurulmaya başlandı. İsyancılara hedef olarak Halep’i gösterilmişti ve Esat’ın altı ay içinde düşeceğini hesaplanmıştı.

Esasında Suriye’deki rejim, Esat ailesi tarafından yönetilen bir Alevi rejimi değildi. Baba Hafız Esat zamanında ülke güvenliği Alevi subaylarla Sünni iş adamlarının bulunduğu bir askeri-tüccar kompleksinin elinde idi. Baba Esat, bu iki kesimin çıkarları arasında her zaman bir denge gözetiyordu. Şam’daki ayaklanmalar ABD büyükelçisi Robert Ford tarafından tetiklenene kadar, Beşar Esat, teknoloji ile arası iyi olan, liberal ve demokrat yani Batılı biri idi. Suriye rejimi oldukça laikti ve yüzde 80’i Sünni olan ülkede, Esat ailesine sadık güçlü bir ordu ve istihbarat örgütü kurulmuştu. Beşar Esat ülkesini liberal değerlere göre geliştirmeye çalışıyordu ve Ortadoğu’daki en ılımlı rejime sahipti.

Suriye ile ilgili ilk işaret, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Albülhalim Haddam’ın Aralık 2005’te Paris’e kaçması ve muhalefet bayrağını açması oldu. Suriye’deki ayaklanma Tunus ve Mısır’daki hareketlere göre zamanlanmış ve koordine edilmişti. Wikileaks belgelerinde ABD’nin 2006-2011 döneminde yani ayaklanma başlamadan beş yıl önceden beri Suriye’deki muhalif grupları finanse ettiği ve silahlandırdığı yer almakta idi. 2011 yılında Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’de ayaklanmalar başladığında CIA, Suriye’de çoktan yerini almıştı. ABD Dışişleri Bakanlığı ve NED, 2006 yılından beri Suriye’deki muhalif grupları fonları ile destekliyordu. Ortada gene Batı tarafından eğitilmiş ve donatılmış İslamcılar vardı. Bunların bir kısmı Libya’dan gelip, Suriye’ye geçti.

Suriye’de İç Savaş (2011-2024)

ABD büyükelçisi Robert Ford’un Hama’da işareti vermesi ile Libya’dan gelip Türkiye üzerinden Suriye’ye geçen cihatçılar Esat’ın askerlerine ateş edince, tüm Batı medyası “rejim sivillere saldırıyor” propagandasına başladı. Arap Baharı protestoları devam ederken CIA ve MI6, Selefi cihatçıları Esat’la savaş için eğitmiş ve donatmıştı. Müslüman Kardeşler kökenli militanlar, bu sefer 2011’de Hama’da ayaklanma ile iktidarı ele geçirme savaşında ABD ve bölge ülkelerinin vasıtası oldular. İç savaş başlatılınca aynı kriz yönetimi uygulandı; İngiliz, Fransız ve ABD özel kuvvetler Şam ve Halep’te örtülü operasyonlara başladılar. Operasyonlar İskenderun Körfezindeki NATO gemilerinden yönetildi. Afganistan, Bosna, Çeçenistan, Libya ve diğer ülkelerden cihatçılar sahaya taşındı. CIA ve diğer istihbarat örgütleri Esat’ı bir an önce devirmek, çatı muhalif örgüt olan Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) yeni cihatçı bulmak için seferber olmuşlardı. İlk beş yıl içinde yaklaşık 80 ülkeden sayısı 100 bini bulan terörist Suriye’ye geçti. Lübnan’daki Hizbullah ve İran ile bağlantılı güçler iç savaşa Esat yanında dâhil oldu.

Suriye, S. Arabistan-Katar ve Türkiye’nin önerdiğinin aksine Haziran 2011’de İran ve Irak ile İran’ın Güney Pers sahasından Suriye ve Akdeniz’e ulaşacak bir boru hattı anlaşması imzaladı. Bu ABD ve Avrupa şirketlerinin kontrolünde olacak diğer hattın alternatifi olacaktı. Boru hattı peşindeki S.Arabistan ve Katar, kendine ait Sünni eksen hayalleri olan Türkiye, İran’ın kollarını kesme derdindeki İsrail ve ABD’de aynı savaşın ortak cephesine yer aldılar. Suriye, ilk iki yıl Hizbullah, sonrasında Rusya’nın müdahalesi ile ayakta kaldı. ABD için Türkiye ile ilişkilerde dönüm noktası Libya’daki El Kaide’yi taşımakla meşgul ABD büyükelçisi Chris Stevens’ın 11 Eylül 2012’de Bingazi’de öldürülmesi oldu. ABD, nasıl bir bataklığa saplandığını gördü. Başbakan Erdoğan’ın tam da ABD’den askerî harekât için destek istediği bir dönemde her tarafı El Kaide kokan Reyhanlı patlamasının gelmesi kendi yarattığı piyonlar konusunda şüphelerini artırdı. Reyhanlı Patlaması ile Suriye’deki gelişmeler arasındaki ilişki hala gizemini korumaktadır. Mayıs 2013 başında RF Dışişleri Bakanı Lavrov, ABD’li karşıtı John Kerry ile silahsız ve siyasi bir çözüm konusunda anlaştı. Cenevre’de Haziran 2013’de yapılacak ikinci tur görüşmelerde konu çözüme bağlanacaktı. Ancak, iki büyük güç aralarında anlaşırken savaşın tüm yükünü çeken Türkiye’ye ne düşündüğünü soran bile olmadı.

Nitekim Reyhanlı saldırısından iki hafta önce ABD’nin eski Şam Büyükelçisi Robert Ford, Halep’te El Kaide-Nursa cephesinin de bulunduğu isyancı grup liderleri ile bir araya gelerek Rusya ile yaptıkları anlaşma gereği Suriye konusunun silahlı değil siyasi yöntemle çözülmesi için talepte bulundu. ABD Büyükelçisi döndükten bir hafta sonra Reyhanlı’da bombalar patladı. Bu da savaşın devamından yana olan Türkiye’ye dikkatlerin daha çok çevrilmesine neden oldu. Nitekim Türkiye’deki hapishanelerden alelacele tahliye edilen Hizbullah ve diğer İslamcı terör örgütleri hala Suriye’de savaşmaktadır. Savaş devam edince, CIA, Suriye’deki cihatçılara silah taşımak için uluslararası bir ağ kurdu. Türkiye ve Ürdün’deki eğitim kamplarında savaşçılara eğitim verilmeye başlandı. Ancak, Halep’te muhalif güçlerin başarısızlığı sonrası içlerinden ortaya IŞİD çıktı. Eğit-Donat ile Türkiye’de yetiştirilen cihatçılar Ankara’nın tugaylarına gidince sahada militansız kalan ABD, kuzeydeki Kürt silahlı güçlerle anlaştı. İncirlik sorun olunca, ABD, CENTCOM’a ait Katar’daki El Ubeyd hava üssü de operasyonların yönetildiği ana üslerden biri oldu. 2015 yılında Rusya’nın müdahalesi ile Esat’a destek sağlandı ve sahada ABD’nin IŞİD ile mücadele görüntüsünün sahte olduğu ortaya çıktı.

Kısaca, Suriye’de 17-18 Mart 2011’de Dera’da tetiklenen iç savaş çeşitli dönüm noktalarından geçti. 2017 yılına kadar, Suriye’deki çatışmaların ana dönüm noktalarını aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz;

– Esat rejim güçleri ile 90 ülkeden savaşçıların yer aldığı muhalif grupların (El Kaide uzantısı El Nusra cephesi) savaşı (2012).

– Lübnan Hizbullah’ı ve İran ile bağlantılı güçlerin çatışmaya dâhil olması; 2013 yılında ortaya çıkan IŞİD’ın 2014‟de Musul’u ele geçirmesi ve savaş alanında en önemli hedef olması.

– ABD, Ekim 2014‟de ortaya çıkan PYD’yi Suriye’nin işgalinde kullanmaya başlaması ve PKK uzantısı YPG’yi meşru güç kabul etmesi,

– Rusya’nın Ekim 2015’de iç savaşa müdahil olması ve Suriye haritasının Esat lehine değiştirmeyi başlaması; Halep bölgesinde büyük ölçüde kontrolü sağladıktan sonra Batıya doğru ilerlemesi.

– Türkiye’nin 2016 yılında Suriye’nin kuzeyindeki ara bölgeye girmesi ve Rusya inisiyatifinde Astana Süreci’nin başlaması ve Suriye’nin doğusundaki çatışmalar için Rusya ve Türkiye’nin garantörü olduğu ateşkes ilan edilmesi.

Kasım 2014’de Özgür Suriye Ordusu’nun Halep civarında yenilmesi, IŞİD’in şehirden çıkarılması ABD ve Sünni müttefiklerinin Suriye askeri planının iflası oldu. ABD yardımları ve eğit-donat ile yetiştirilen cihatçılar ÖSO yanında El Kaide uzantısı El Nusra’ya sonra da ikisinden doğacak olan IŞİD’a gitmişti. 2014 yılında muhaliflerin Halep önündeki başarısızlığı sadece cihatçıların ayrışmasını değil, savaş cephesinin ayrışmasına yol açtı. Eğit-Donat ile bölgeye takviye edilen savaşçılar ve çeşitli grupların eline geçen silahlardan IŞİD, El Kaide uzantısı El Nusra (daha sonra HTŞ) ve Türkiye’nin organize ettiği Suriye Milli Ordusu (SMO) gibi silahlı gruplar ortaya çıktı. Türkiye’nin Müslüman Kardeşler ile ilgili niyetinin anlaşılması ile S.Arabistan ve BAE, Ankara ile yollarını ayırdı. ABD, Ekim 2014’den itibaren PYD’yi Suriye’nin işgalinde kullanmaya başladı ve onun silahlı unsuru olan PKK uzantısı YPG’yi sözde IŞİD ile mücadele için meşru güç kabul etti.

2014 ve 2015 yılında Suriye’de ana tehlike IŞİD olarak görüldü. Musul’u bile ele geçirecek kadar genişleyen IŞİD ile mücadele ABD’nin Suriye’de kalma ve YPG/PKK’yı destekleme ve ona yeni saha açma gerekçesi oldu. Genişleyen Kürt Koridoru karşısında Türkiye sınır ötesine askeri operasyonlar yapmaya başladı ve Suriye’nin kuzeydoğusunda kontrol bölgeleri kurdu. Bu bölgeleri SMO ile kontrol ederken, İdlip’te ise El Nusra, kendi bölgesini kurmuştu.

ABD-Türkiye ilişkileri Suriye’nin kuzeyinde oluşturduğu YPG/PKK bölgesi nedeni ile kötüye gitti. İsrail kendi gündemi için Suriye’de bağımsız operasyonlarını hep devam ettirdi. Rusya’nın Ekim 2015’de iç savaşa müdahil olması ile Suriye’nin Sünni muhalif gruplar ve IŞİD tarafından büyük ölçüde işgal edilmiş haritası Esat lehine değişmeye başladı. Rusya ve İran ile Türkiye’nin oluşturduğu Astana Süreci ile Türkiye’nin Suriye’de YPG/PKK’ya yönelik askeri operasyonlarına yeşil ışık yakılırken beklenti, Türkiye’nin bir süre sonra bölgeden çıkacağı ve İdlip’te terör yuvasını tahliye konusunda verdiği sözü tutacağıydı. Ancak, Türkiye, Fırat’ın doğusunda ABD’den şikâyet ederken, batısında ise Esat’ı devirmek hayalini gerçekleştirmek için ABD ile işbirliği yapıyor, CIA tugayları İdlib’i destekliyordu. Esat, Rusya’nın yardımı ile Halep bölgesinde büyük ölçüde kontrolü sağladıktan sonra Batıya doğru ilerlemeye başladı. Suriye’nin kuzey doğusundaki YPG/PKK işgalindeki bölge hızla batıya doğru ilerleyince 2016 yılında Türkiye, Fırat Kalkanı harekâtı ile Fırat batısındaki bölgede set çekebilmek için IŞİD ile savaştı. Bu aşamada Rusya ve İran’ın arkasında Esat’ın rejim güçleri bir yandan başta İdlib ve Şam bölgesi olmak üzere Suriye’nin Batısında Suudi Arabistan ve Katar’ın arkasında olduğu İslamcı güçlerden bölgeyi temizlemeye çalışırken, diğer yandan Doğu’ya doğru ilerledi ve Münbiç ile birleşti. Doğu’da Rakka ve IŞİD’a yönelik operasyonların sonucu beklenirken, Rusya ise yeni Suriye Anayasası ve barış süreci ile ilgili inisiyatif almış durumdaydı.

Rusya ile yakınlaşma ve Astana Süreci’ne katılım, Türkiye’nin Fırat Kalkanı, İdlib Harekâtı ve son olarak Zeytin Dalı Harekatı’nın önünü açtı. Astana Süreci’nde Suriye’nin doğusundaki çatışmalar için Rusya ve Türkiye’nin garantörü olduğu ateşkes bölgeleri ilan edildi. Astana mutabakatlarıyla İdlib vilayetinin çeperlerinde kurdurulan Türk askeri üslerinin amacı çatışmasızlığı garanti etmek, iki ana yolun (M5-M4) açılmasını sağlamak ve terör örgütlerini ortadan kaldırmaktı. Taahhütler yerine getirilmediği gibi Türk üsleri Suriye ordusuna karşı HTŞ ve müttefiklerine kalkan işlevi gördü. M-5 yolu ise 2020’de Suriye’nin askeri hamlesiyle açılmıştı. Halep, Aralık 2016’da Rus hava kuvvetlerinin yardımı ile Esat’a bağlı güçlerce geri alınmıştı. Suriye ve Rusya’nın hedefinde uzun süredir İdlib’in temizlenmesi vardı. Şubat 2020’de Türkiye’nin İdlib’in etrafındaki yolları kontrol altına almak için başlattığı taarruz, Rus hava saldırısı ile durduruldu ve 34 askerimiz şehit oldu. İdlip, Türkiye ve Rusya arasında ciddi bir sorun olmaya devam etti ancak Ankara, ideolojisi gereği Esat’ı devirme fikrinden vazgeçmedi. Bu konuda Esat’ı devirerek Rusya ve İran’ı bölgeden çıkarmak isteyen ABD’nin özel temsilcisi James Jeffrey, Türkiye’ye ayar vermekte kilit isim oldu.

27 Kasım-08 Aralık Arasında Suriye’de Neler Oldu?

27 Kasım 2024 Çarşamba günü İdlib’teki Abu Muhammed El Colani liderliğindeki Hayat Tahrir El-Şam (HTŞ) ve Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusu (SMO), Esat rejimine karşı birer harekât başlattılar. İsrail’in 7 Ekim saldırı ardından önce Hamas’a ve ardından da Lübnan Hizbullahı’na yönelik başlattığı saldırılar ve ardından İran’ın bölgedeki unsurlarının İsrail tarafından vurulması, Rusya’nın Ukrayna’da yaşanan sürece kitlenmesi ile beraber Suriye’de Esat yalnız kalmıştı. Bu durumu fırsat olarak gören HTŞ önderliğindeki muhalif gruplar 27 Kasım’da harekete geçerek önce Halep şehrini ele geçirdi. Ardından rotalarını Suriye İç Savaşının sembol bölgelerinden olan Hama ve Humus kentlerine çeviren HTŞ önderliğindeki cihatçı muhalifler Suriye Ordusu’ndan ciddi bir karşılık da görmediler. İsrail hava saldırıları Suriye’nin kalan silahları ile birlikte savaş potansiyelini de yok etmişti. Suriye Yönetimi açısından mantıklı açıklaması yapılamayacak bir dağılma oldu.

HTŞ’nin 27 Kasım’da kuzeyden başlattığı saldırı garip bir şekilde yıldırım savaşı gibi gelişti. Batılı ülkeler önce uydu teknolojisi ile Suriye hava savunmasını deşifre ettiler. Kıbrıs’tan kalkan uçaklar 48 saat içinde Suriye hava savunma füzeleri ve uçaklarını imha ettiler. Suriye tankları ve kara birlikleri ise sürekli vurulacaktı. Suriye’nin elindeki 60 adet MİG-29 vardı. Diğer uçakların ise ömrü dolmuştu.  Suriye ordusu, halk milisleri ve İran yanlısı birlikler başlangıçta karşı koyarken, Suriyeli ve İranlı iki general suikastla öldürüldü. Rusya birkaç tekil olayın dışında Suriye ordusuna hava desteği vermedi. Çok az sayıdaki Rusya askeri savaşmadan geri çekildi. Suriye ordusu birkaç cılız direniş dışında tepki vermedi. Cihatçılar aylık 2000 dolar alırken, Suriye ordusunda bir askerin maaşı aylık 20 dolar civarında idi. Umutlar tükenmişti. Suriye cephesinin güney kısmı İran’ın da çekilmesi ile çapulculara kaldığından Şam, kolay düştü.

İdlib’ten motosiklet, kamyonet ve minibüslerle yola çıkarılan HTŞ çeteleri, 1 Aralık’ta HTŞ, Suriye’nin en büyük şehri Halep’i ele geçirdi ve bir hafta sonra Esat rejimi çöktü. Bu çöküşte şüphesiz Gazze ve Lübnan’da yaşanan çatışmaların Suriye’ye yansımaları, İsrail saldırıları nedeni ile Esat’ın savunması ve İranlı güçlerin oldukça zayıflaması etkili oldu. HTŞ, saldırıya eğitim kampları ve tatbikatlarla profesyonelce hazırlandılar. Kanatlı roketler, uzun menzilli SİHA’lar ve FPV suikast SİHA’ları kullandılar. Gece görüş gözlükleri ve susturucularla donatılmış silahlarla operasyon yaptılar. Öncesinde hedeflere uyuyan hücreler yerleştirilmiş. Sahada koordinasyon seviyesi hayli yüksekti.

ABD ve İsrail’in YPG/PKK başta diğer vekilleriyle birlikte gelişen durumu kendi çıkarları doğrultusunda geliştirmekte, kuzeydeki Türkiye ise pasif durumdadır. ABD’nin desteklediği kuzeyde YPG/PKK, sözde Suriye rejimi ve İranlı güçlerin boşalttığı bölgelere IŞİD gelmesin diye buraları ele geçirmeye çalıştı. Suriye güçleri Doğu’daki Deyrizor bölgesinden çekilmişti. Güneyde ise eski muhalif unsurlar ve Dürzi silahlı militanlar bir cephe oluşturdu. HTŞ’nin Şam’a girdiği 8 Aralık 2024’te (dün) İsrail, 1967’den beri işgal altında tuttuğu ve 1981’de ilhak ettiği Golan Tepelerinin Suriye denetiminde kalan diğer bölgelerini de işgal etti. Amerika, Deyrizor’da Suriye ordusunu bombalarken; İsrail Şam’ı ve HTŞ’nin yoluna dikilen Suriye birliklerini bombaladı. İngiliz ve Fransız özel kuvvetleri sabotaj düzenledi. HTŞ’nin yolu açıldı. Teknik olarak ordu denemeyecek ve ilk yoğun bombardımanda çaresizce dağılmaya mahkûm başıbozuk HTŞ çeteleri hiç çatışmadan düz asfaltta motosiklet, kamyonet ve minibüslerini sürerek Şam’a girdiler. Sonuçta, 4 günde Halep’i Şam’a bağlayan M-5 yolu, askeri üsler, okullar, kışlalar ve stratejik ne varsa hepsi cihatçıların eline geçti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “bir umudum var” sözünün arkasında aslında HTŞ ile Halep’i zorlayarak, Esat’ı masada istediklerini kabul etmeye zorlamak vardı. HTŞ’nin kabiliyetleri de sınırlı olmasına rağmen, Suriye sadece Hama ve Humus’ta zayıf bir direniş dışından çok fazla karşı koymadı. Ancak, ABD ve İsrail’in bu harekâtın önünü açan çalışmaları çoktan yapmıştı. 27 Kasım’da başlayan harekât sonrası Ankara’dan yapılan ilk açıklamada, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin çatışmalara müdahil olmadığı, sahadaki gelişmelerin yakından takip edildiği yönünde oldu. Türkiye’nin odağında bu ilk günlerde, Suriye Milli Ordusu (SMO) grubunun, Halkın Savunma Birlikleri’nin (YPG) kontrol ettiği Tel Rıfat bölgesine başlattığı saldırı vardı. Ankara’nın HTŞ harekâtına paralel olarak SMO ile Tel Rıfat’a yaptığı harekât ise YPG/PKK’yı sınırlarından uzak tutmak amacı taşıyordu. HTŞ’nin taarruzu güneye hızlı ilerlerken Türkiye’nin durumun kontrolünü kaçırdığı açıktı. Bu şaşkınlık 7-8 Aralık 2024 tarihlerinde Astana Süreci kapsamında Doha’da yapılan görüşmelere yansıdı. Türkiye, hala isyancıları ve rejimi barıştırma çağrısı yapıyordu. Amaç durumun kontrolden çıkmaması ve güç peşindeki yeni aktörlerin önünü açmamak için harekâtı dondurmaktı.

Suriye’de kuzeyden güneye geliştirmek istediğiniz kara harekâtının başarılı olması için en uygun ve en etkin taarruz istikameti Halep – Hama – Humus istikametidir. Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) komutasındaki kuvvetlerin adeta bir düzenli ordu askeri mantığıyla ve en doğru taarruz istikametinden süratle geliştirdikleri görüldü. Deyrizor’dan YPG çıkarıldı ve Arapların kontrolüne geçti. Arap aşiretler, petrol bölgelerinin bulunduğu Rakka’yı ve daha önce YPG/PKK kontrolündeki Irak-Suriye sınır kapısını da kontrol altına aldılar yani HTŞ’nin eline geçti. Suriye’yi çökerten ana faktörler şunlar oldu,

– Türkiye’nin Suriye’nin kuzeybatısında oluşturduğu kontrol bölgeleri; buradan ABD ile birlikte desteklenen HTŞ ile Suriye rejimi doğrudan tehdit edildi.

– ABD’nin Suriye üzerindeki Uçuşa Yasak Bölge uygulaması; böylece hem Rusya hem de Türkiye’nin Suriye’ye havadan ve karadan müdahil olmasını engelledi.

– İsrail’in keyfi hava ve kara saldırıları; özellikle Gazze ve Lübnan’da devam eden savaş esnasında İran’ın Suriye’deki üslerine büyük kayıplar verdirildi.

– Yaratılan IŞİD, HTŞ ve YPG/PKK gibi terör örgütleri; ülkenin içinin oyulması, manevra alanı açılması ve işgal bölgeleri oluşturulmasında kullanıldılar.

Esat, Moskova’da savaşın son günlerinde yaşadıkları ile ilgili açıklamada; 8 Aralık Pazar gününe kadar Şam’da olduğunu, ancak saldırıların yakınlaşması ile Lazkiye’deki Rus Hmeimin Hava Üssü’ne geçtiğini ifade ediyor. Savunma hatlarının düşmesi ve Rus üssüne drone saldırılarının başlaması aynı gün akşam Moskova’ya tahliye edildiğini açıklıyor. Esat, son ana kadar devleti ve kurumları savunmaya çalıştığını, Suriye’nin bir gün tekrar özgür ve bağımsız olacağı umudunu taşıdığını söylüyor.

Bir Ülke Nasıl Çökertilir?

Suriye’deki HTŞ saldırısı koca bir konvansiyonel ordunun nasıl böyle birdenbire çöktüğü sorusunu gündeme getirdi. Aslında benzer örnekler var;

– 1997 yılında Zaire, ülkenin doğusunda çıkan isyanlar bölündü ve başkan Mobutu, Fas’a kaçtı.

– 2013 yılında Güney Afrika Cumhuriyeti’nde Seleka Koalisyonu isyancıları başkent Bangui’yi çok az direnişle ele geçirdiler ve başkan François Bozize Kamerun’a kaçtı.

– 2014 yılında IŞİD, Suriye’den Irak’ın içinde Musul’a kadar olan bir bölgeyi süratle işgal edebildi.

– Aynı yıl Yemen’de Hutiler, başkent Sana’yı ele geçirince devlet başkanı A.Mansur Hadi, S.Arabistan’a kaçmak zorunda kaldı.

– Afganistan’a 20 yılda 83 milyar dolar harcayan eğitimli, silah ve teknolojik olarak üstün olan ABD ordusu, 2021 yılında Taliban’a ülkeyi teslim etti.

Bu çöküşlerin arkasındaki üç ana neden;

(1) Ülkeyi yöneten liderin oluşturduğu ordunun zamanla yozlaşması ve savaş motivasyonunu kaybetmesi, bunun karşılığında halkın isyancıların tarafını seçmesi.

Örneğin Suriye’de tek bir askerin aylık maaşı 20 dolara inince, askerler kontrol noktalarından geçen arabalardan rüşvet almaya başlamış, özellikle uyuşturucu kaçakçılığı yaygın hale gelmişti. Ordunun yakıtı çalınıyor, subaylar para karşılığı askerleri izne gönderiyordu. Benzer durumlar Afganistan’da Karzai’nin yönetiminde de yaygındı, büyük yolsuzluk ve rüşvet olayları yönetimi çürütmüştü. Esat’ın son günlerinde askerlerin maaşına %50 zam yapması da ikna edici olmadı.

(2) Ülkeyi destekleyen dış gücün ortadan kaybolması;

Zaire’de ABD, Orta Afrika Cumhuriyeti’nde Fransa, Yemen’de ABD, Irak ve Afganistan’da ABD, Suriye’de Rusya ve İran desteği kesince çöküş kaçınılmaz oldu.

(3) Ülkeleri çökertmek için dış güçler tarafından uygulanan yaptırımlar ve tırmanma stratejisi;

ABD ve Batılıların pek çok ülke ile mücadelesi askeri olmayan yöntemlerden biri olan “yapıtımlar” ile yürüyor. Esat rejimi, 1979 yılında Carter Yönetimi esnasında terörü destekleyen ülkeler listesine alınmıştı. 2003 yılındaki Suriye Sorumluluk Kanunu ile sektörel yaptırımlar başlatıldı. Ardından Ortadoğu’da harita değişikliklerine hazırlanan Bush yönetimi ulaştırma, bankacılık ve haberleşme sektörlerinde artırılmış ihracat kontrolleri öngören yaptırımlar başlattı. Suriye Ticaret Bankası, kara para aklamakla suçlandı ve Exim işlemlerinden (şirketlerin dış ticaret için kaydedilmesi) çıkarıldı. 13441 ve 13460 no.lu başkanlık icra emirleri ile ilk yaptırımlar yürürlüğe konduğunda ülkeden sermaye ve dış doğrudan yatırım kaçışı başladı.

2011 yılında Suriye’de iç savaş başlatıldığında ise yaptırımlara merkez bankası ve enerji sektörü de dâhil edildi. Savaş durumu (force majeure) ilan edilerek, yabancı şirketlerin ortak üretim anlaşmaları durduruldu. Suriye’nin petrol gelirlerine Esat’ın şahsi geliri imiş gibi el konuldu. Rejim, kara para aklama ve yolsuzluklarla suçlanarak; “Uluslararası Acil Ekonomik Güçler Kanunu (IEEPA)” ve “Ulusal Acil Durum Kanunu” ile ihracat kontrolleri ağına sokuldu. 2017 yılında ABD Kongresi’nde kabul edilen “Sezar Suriye Sivil Koruma Kanunu” ile sivilleri korumak için Esat’ın ticari teşebbüsleri suç kapsamına alındı.

Diğer yandan terörizm suçlamasına dayanan yaptırımlar 2012’den beri uygulanıyor. BM GK’nın 2253 no.lu karar tasarısı ve ABD’nin 13224 no.lu başkanlık İcra Emri ile HTŞ lideri Ahmed el-Şaraa da dâhil pek çok kişiye yaptırımlar getirildi.

ABD bakanlıkları hangi yaptırımla nereye ne kadar el koyduğunu açıklamıyor, aslında asıl yolsuzluk ve gaddarlığı fakir halkın servetine el koyarak kendileri yapıyorlar. Size sadece kanlı Esat ve IŞİD masalı dinlemek kalıyor. Örneğin, YPG/PKK bölgesinden çalınan petrolün nereye satıldığı ve gelirinin ne olduğunu bilmiyoruz. Herhangi bir uluslararası hukuk birimi de soru sormuyor, denetlemiyor. Şimdi akıllarında olan enerji sektöründeki bazı yaptırımları kaldırarak sözde bunları Suriye’nin acil ihtiyaçlarında kullanılmasına izin verecekler. Suriye’den çaldıkları petrolü Amerikan şirketlerine aktararak meşru hale getirecekler. Esasen yaptırımlar bir bütün halinde devam edecek ve HTŞ istediklerini yaptıkça azar azar açılacak, bazen de yenisi gelecek. Bütün dünyadan Suriye’nin yeniden inşası için para istemeye de devam edecekler.

Şimdi Suriye için yaptırımların reforme edilmesi gündeme geldi. ABD Hazine Bakanlığı’nın yayınladığı Genel Lisans 24 (GL 24) belgesi bu yönde ilk adım oldu. GL 24 ise HTŞ’ye kamu hizmetleri için bankacılığı açarken, askeri amaçlı işlemleri yasaklamaya devam ediyor.

Suriye’de Esat rejimi düşünce ABD başkanı Joe Biden, durumu şöyle özetledi; “Yıllardır Suriye’nin ana destekçileri İran, Hizbullah ve Rusya idi ve ben görevi aldığımdan bugüne üçü de oldukça zayıfladı. Ortadoğu’da güç dengesini; ortaklarımız, yaptırımlar, diplomasi ve gerekli olduğunda hedefli askeri gücün kombinasyonu ile değiştirdik ve şimdi hem Suriye hem de tüm bölge için yeni fırsatlar görüyoruz.”

Ortadoğu’daki tırmanmanın başarısı şuna bağlanıyor; tırmanma hâkimiyeti sadece düşmanın kabiliyetini yok etmez, saldırıya devam etme isteğini de engeller. Bu stratejinin detaylarına başka bir makalede değineceğiz. Çünkü ABD, Ortadoğu’da başarılı buldukları tırmanma modelini şimdi Ukrayna’ya taşımak istiyor.

Trump yönetimi için de Suriye içindeki askeri varlık ve operasyonlar (Operation Inherent Resolve) yanında yaptırımlar ana güç manivelası olacaklar.

Amerikalılara göre, Esat sonrası Suriye terörizm sığınağı olmaya aday ve bu nedenle kendilerine en güvenilir yerel güç gene Kürtlerdir. Yapılan değerlendirmelere göre önümüzdeki dönemde çatışmaların merkezinde üç taraf olacak; HTŞ, Kürtlerden daha fazla toprak almak isteyen Türkiye’nin desteklediği SMO ve ABD’nin desteklediği ve IŞİD’a karşı elinde tutmak istediği SDG-YPG/PKK. HTŞ, diğer iki gruba göre daha fazla toprak kontrol ediyor ama petrol bölgeleri büyük ölçüde YPG/PKK bölgesinde. Sivil savaşın devam edeceği, üç tarafın bir araya gelmesinin zor olduğu düşünülüyor. NATO üyesi olmasına rağmen Türkiye ve El Kaide kökenli HTŞ güvenilmez bulunuyor. ABD, uzun zamandır YPG/PKK bölgesinde asker bulunduruyor ve askeri destek sağlıyor. Türkiye’nin YPG/PKK bölgesine harekât yapma olasılığına karşı siyasi baskı, yaptırımlar ve askeri teknoloji gibi vasıtalar kullanılması öngörülüyor. Esat sonrası dönemin yarattığı boşlukta İsrail’in de katalizör olacağı düşünülüyor.

Makalenin devamı ve geniş versiyonu için;

https://www.academia.edu/127126220/Bir_Ülke_Nasıl_Çökertilir_Suriye_Örneği_

——————————————–

Kaynak:

https://21yyte.org/tr/merkezler/bolgesel-arastirma-merkezleri/orta-dogu-ve-afrika-arastirmalari-merkezi/bir-ulke-nasil-cokertilir-suriye-ornegi

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen