Doç. Dr. Şafak Nakajima
6 Şubat sabahı, depreme uykularında yakalanan binlerce insan bir daha gözlerini açamadı. Enkaz altından gelen sesler sustuğunda geriye yalnızca büyük bir sessizlik ve “kader” kelimesi kaldı. Oysa bu felaketin adı kader değildi. Bunu böyle söylemek, sorumluluğu hafifletmenin, ihmalleri örtmenin en kolay yoluydu. Ama gerçekler öyle kolay silinmiyor.
Deprem, doğanın kanunudur ama binaların çökmesi insan eliyle yazılmış bir hikâyedir. O binaların kimler tarafından yapıldığı, denetlenip denetlenmediği, hangi malzemenin kullanıldığı birer tercihtir. Alınmayan önlemler, yapılmayan denetimler, görmezden gelinen uyarılar da öyle. Kaderi suçlamak, aslında bu tercihleri yapanları aklamaktan başka bir şey değildir.
Yıllardır uzmanlar uyardı, bilim insanları konuştukça susturuldu. “Bu binalar yıkılır, bu zemin kaldırmaz, bu fay kırılır” diyenlere kulak tıkandı. Sonra beklenen oldu. Ve 6 Şubat tarihinde, alınmayan tedbirlerin altında binlerce insan can verdi. “Kader” denildi, “Allah’ın takdiri” denildi. “Asrın felaketi” tanımının arkasına saklanıldı.
Peki, neden çok daha ağır depremler yaşayan akılcı toplumlar bu “kaderi” yaşamıyor? Çünkü bu toplumları yönetenler, halkın vergileriyle maaş alıp sefa sürmek yerine, üstlendikleri sorumluluğun hakkını veriyor, “kader”in arkasına saklanmıyorlar. Çünkü akılcı ve bilinçli toplumlar kaderin değil, ihmallerin sorumluluğu olduğunun bilincindeler ve sorumsuzlukların hesabını soruyorlar.
Gece yarısı sıcacık evlerinde uyuyan insanların kaderi, ertesi sabah adlarının bir ölüm listesinde yazılması olmamalıydı. Evlatlarının, ana-babalarının bir vinç kovasında taşınması olmamalıydı. Günlerce enkaz başında bekleyen insanların “Sesimi duyan var mı?” diye çırpınması, kader değil, ihmallerin sonucuydu.
Depremler engellenemez ama yıkım önlenebilir. Bir ülkenin kaderi, bilimin ışığında önlem almak ya da rant uğruna gözlerini kapamak arasındaki seçimle belirlenir. Ve o seçimi yapanlar, bir felaketin ardından “kader” diyerek sorumluluktan kaçamaz.
6 Şubat’ta kaybettiklerimizin ardından sadece yas tutmak yetmez. Onları kaybettiren sistemin değişmesini istemek, hesap sormak ve “Bir daha asla!” demek zorundayız. Çünkü kader değil, ihmal öldürür. Eğer bir şeyler değişmezse, bu ihmal hepimizi bulur.
Böyle bir “kader” istemiyoruz!