İbrahim Metin Dündar Taşer’i Anlatıyor

Odgurmuş: İbrahim Metin ağabey bizim Devlet gazetesinden dolayı tanıdığımız değerli bir büyüğümüzdü. Kendisi hareketin yayın organı olan Devlet Gazetesinde büyük emekler sarfetmiş olması hasebiyle bizim için de bir değer ifade ediyordu.

Bu yazımızda İbrahim Metin ağabey ile yine hayali bir söyleşi olarak Dündar Taşer’i konuşacağız. İbrahim ağabey Dündar Taşer ile çok yakın olmuş bir isim. Şimdi soralım bakalım:

Taşer hakkında neler söyleyeceksiniz?

İbrahim Metin: Dündar Taşer, sadece bizim değil, Türk Milletinin, Türklük Dünyası’nın ve İnsanlık Alemi’nin en büyük kaybıdır. Devlet adamı, düşünce adamı, fikir adamı yokluğu çektiğimiz zamanımızda O’nu yolu, ideali ve düşünceleri rehberimiz olsun. O’nun keskin zekâsı ile çizdiği yol hepimizin yoludur.

Odgurmuş: Taşer’i nasıl tanıdınız? O’nu yakından tanıyordunuz.

Metin: İsmi ile ilk defa 27 Mayıs 1960’ta Milli Birlik Komitesi’nin açıklanması ile tanıştık. Daha sonraları 27 Mayıs’ı ve memleketi bir partiye peşkeş çekmek isteyenlere karşı mücadele bayrağı açan, Türk Milliyetçiliğini siyasi aksiyon haline dönüştürmüş olan büyük lider Alparslan Türkeş’in yanında gördük. MBK kurulduğunda Türkeş Bey’in kendisini tanımadığını, bize ifade etmişti. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, 27 Mayıs Hareketi’nin fayda ve mahsurları tartışılabilir. Bence en büyük faydalarından birisi: Dündar Taşer gibi bir değeri, Türk siyaset, fikir ve düşüncesine kazandırmasıdır.

Odgurmuş: Taşer 27 Mayıs hareketine katılmış ama bildiğimiz kadarıyla bir süre sonra MBK üyelerinin bir kısmı ile Taşer’de bir yurt dışı görevi ile tasfiye edilmişlerdi.

Metin: “Memleketi, belli bir partiye teslim etmemek ve yapılması gereken zaruri reformları yaptıktan sonra seçime gitmek” iradesi 13 Kasım 1961 darbesi ile engellendi. Türkeş ve Taşer ile birlikte 14 arkadaşı, yurt dışına, “Müşavir” adı verilerek sürgün edildiler.

Yurda dönüşlerinden kısa bir süre sonra Taşer’i o zamanki adı ile Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nde, bu günkü adı ile Milliyetçi Hareket Partisi’nde görüyoruz.

1965 seçimleri beklenen neticeyi vermeyince, pek çok kimse moral bozukluğuna kapılmış bir kısmı da politika hayatından çekilmişti. Zor, yorucu, yıpratıcı bir maraton başlıyordu. 1969 seçimlerine kadar en yakın arkadaşları çeşitli politik istikametlerde etkilenip bir bir partiden ayrılırken, Taşer, inancına olan bağlılığı, mücadele arkadaşlarına karşı duyduğu vefa sebebiyle, her geçen gün biraz daha ön safta görünüyor ve liderin sağ kolu durumuna geliyordu. Bu dönemden itibaren O’nu Türk politika hayatının tanınmış ve güçlü siması olarak görüyoruz.

Çeşitli siyasi kanaatlere sahip guruplar içinde yaptığı konuşmalar, 4 yıllık yazı hayatı ve MHP’nin yetkilisi olarak verdiği beyanatlarda memleket meselelerine koyduğu teşhis ve yol göstericiliğiyle; etkili, saygı duyulan, görüşlerine çok önem verilen bir şahsiyet durumuna geldi. Bilhassa olayların hangi istikamette gelişeceği, memleketin nasıl bir durumla karşı karşıya kalacağı noktasında yaptığı yorumlar, çoğu zaman tarihiyle ve bütün ana hatlarıyla gerçek oluverdi.

Taşer vefatıyla, MHP’de olduğu kadar, Türk politika hayatında da büyük bir boşluk bırakmıştır. Bu boşluğun derinliği muhakkak ki, zamanla daha iyi anlaşılacaktır.

Taşer ailesinden aldığı sağlam terbiye ve derin kültürü içinde bütün hayatı boyunca bağlandığı kıymet hükümlerinden hiç taviz vermedi, hiç sapmadı. Olaylara, iman haline getirdiği ülküsünün değerleri penceresinden bakar ve daima tutarlı, sağlam izahlar getirirdi. Türk politika ve fikir hayatında yıları çok olan, hiçbir inancın ve davanın takipçisi bulunmayan köksüz kimseler O’nu tutuculuk ve gericilikle suçlamışlardı. Aslında bunlar ne istediklerini bilmeyen, kendilerini tanımayan, çeşitli propagandaların ve oyunların aleti durumuna gelen kimselerdi. Ne gariptir ki, böyle kimselerin, Taşer gibi, köklü bir kültür ve inancın kavgası yapan şahsı, inançlarını modaya göre değiştirmiyor diye, itham etmesi bazı politika muhitlerinde yer bulabiliyordu.

Politika hayatında Taşer, fazileti, inancı, vefakarlığı, fedakarlığı, cesareti, sevgiyi, tevazuu ve ülkücülüğü temsil etmiştir. Bir hasmı çıkıp da, yukarıda sıralanan vasıfların Taşer’de bulunmadığını iddia ederse, ciddi karşılanmaz.

Taşer insan olarak da mükemmel bir kimse idi. Hiçbir olayı menfi yorumlamak istemez, hiç kimse hakkında kötü konuşulmasını hoş karşılamazdı. Davranışlarıyla çok açık fikirli ve rahat bir insan olduğundan, O’nu tanımak, anlamak çok kolaydı. Bir şuur adamıydı. Benzerlikleri aykırılıkları, güzeli-çirkini, doğruyu-yanlışı tesbit eder; bilerek, severek, inanarak hüküm verirdi. Bundan dolayı da tutarlı, kararlı, vefalı ve gönlü geniş bir insandı.

Şuurlu gururu ve azameti, tevazuu kadardı. Ailesine, dostlarına, ülküdaşlarına, milletine ve davasına son derece düşkündü. Tarihin derinliklerinden kopup gelen köklü bir kültüre sahipti. Bu derin kültürü, bir bilgi yığınından ibaret olmayıp, berrak ve canlı bir şuur halindeydi. O’nun için gazeteler “Bir Dağ Göçtü” dediler. Muhakkak ki, gerçeğin ifadesi bu.

Kısaca Taşer, bir mihrak, bir nirengi, bir kutup yıldızı idi.  Türk milliyetçileri ve Türk milleti seçkin bir evladını kaybetti.

Haftalık Devlet Gazetesi’ni çıkarmaya başladığımız, Nisan 1969’dan itibaren en önemli yazarlarımızdan biri oldu; okuyucumuz, Taşer’in yazılarını okuyabilmek için, adeta haftayı iple çekti. O’ndaki sarsılmaz “Çok yüksek tarih şuuru, büyük devlet ve millet idraki” Devlet’e ve Türk Milleti’ne hizmet şuuru, Devlet Gazetesi’ndeki yazılarında da kendini gösterdi. Ölümüne kadar hiç aksatmadan yazıları ile kitleyi aydınlattı. Maalesef, bizim Ankara’da bulunmadığımız 13 Haziran 1972 günü gazeteye gelip, kapalı yazıhaneden geri dönerken; bitişiğimizdeki bakkala gelen bir ekmek kamyonetinin çarpması sonucu, kendisine, en çok ihtiyaç hissedilen bir dönemde, genç yaşta aramızdan ayrıldı. Yeri, bugüne kadar doldurulamadı.

İzninizle bendeniz, O’nu kendim anlatmak yerine, daha çok kendi kaynağından tanımanız, yolunu tercih edeceğim. O’nun keskin zekasını, memleket meselelerine nasıl isabetli teşhis koyduğunu, 30 yıl öncesinden, bugünü, ne kadar isabetli gördüğünü hep birlikte anlayalım:

Devlet’teki ilk yazısının başlığı “Biz Kimiz” bakınız Taşer bizi nasıl tarif ediyor.

“Biz, dünyanın en büyük imparatorluklarını kurmuş ve hakimiyetini eski dünyanın bilinen her köşesinde yürütmüş bir milletiz.” “Bizans ucundaki beylik, bütün Türk aleminin Ülküsünü temsil ediyor. Türklük alemini, fetret devrinde bile asla vazgeçmediği, İstanbul’un fethinin ve dünya hakimiyetinin mümessili sayılıyordu… Küçük beylik az zamanda Türk aleminin otağı haline geldi. Her güz batıya, kuzeye doğru bu koşu asırlarca devam etti. Bu koşu talan, istismar koşusu değil, müsamaha adalet ve huzur tesisi içindi”. “Karlofça bu uzun koşuda tökezlenen bir nokta oldu. 1699’dan sonraki bütün çabalar, bütün düşünceleri o noktayı geçmek, o engeli aşmak için aranan çareler, ileri sürülen fikirlerin kavgasıdır. Ne tedbirler düşünülmedi: Sünnet adına; çakşır haram, kavuk haram, kaftan haram, bunlardan soyunursak her iş yoluna girer dediler.

Avrupacılar türedi; pantolon giyer, pelerin taşır, fes vurursak mesele çözülür, dediler. Ne Kadızadeliler İslam’ı anlamıştı ne de Avrupa’cılar batıyı… Yirmi beş milyon kilometrekare vatanı birleşik tutmak için taklitten başka tedbir düşünen olmadı.

İsyanlar, ihtilaller, sokak kavgaları oldu. Birbirimizi kırdık, sultanları kestik, nihayet kendi ordumuzu top ateşine tuttuk.

Mısır gitti, Cezayir gitti, bu yitirme devri yüzelli yılda bizi Sakarya sahiline getirdi.”

“Bugün hainlerin kandırdığı gençlerin bir kısmı, hangi sebeplerle sosyalizmi istiyorsa dün onlar kadar samimi kimseler liberalizmi istemişlerdi. Bugün demokrasinin yeter olduğunu sananlar gibi; dün, tanzimatı yeter sayanlar vardı. Velhasıl 300 senedir, kandaki mikrobun, deride açtığı yarayı tedavi ile uğraşıyoruz.

Biz bir cihan devletinin kalıntısı üstünde, cihan hakimlerinin evlatları olarak oturuyoruz”. “Ne geri kalmış milletlerin birisi ne de Kurtuluş Savaşı yapan, kavimlerin birincisiyiz. İstiklalini son elli yıl içinde bizden almış 19 ülkenin efendisi idik.”

“Azizi vakd idik, o da zelil kıldı bizi.”

Bu zilletin sebebini, çıplak gözlerle aramalı ve açık yürekle ortaya koymalıyız. Yüzelli yıldır her türlü uygulanan şekil kavgalarını terk zamanı gelmiştir. Milli şuur Milliyetçi Hareket’i doğurmuştur. Bu hareket Şeyh Edebalı gibi gönül pirleri, Çandarlı Hoca Paşa gibi ilim ülkücülerini beklemektedir. Bu bekleyiş demiri eritene kadar sürecektir. Ergenekon’dan demir eritilince çıkılmıştır. Binlerce yıl önceki efsaneler tutulacak yolu göstermiştir. Demiri eritinceye kadar sabır.

Şekil kavgaları ile, “Go Home” çığlıkları ile, grevlerle, öldürülecek vaktimiz yoktur. Sokaktan mektebe, kahveden fabrikaya koşmalıyız. Sanayimizi kurmalı, büyük milletin imkanlarını, büyük geleceği kurmak için seferber etmeliyiz.”

29 yıl evvelki halimizle şimdiki halimiz arasında ne fark görüyorsunuz? Sanki bazı güçler bizi hep şekil meseleleri ile meşgul ediyor, “Büyük milletin imkanlarını, büyük geleceği kurmak için seferber etmemizi engelliyor. Milletçe uyanalım ve bu tuzaklara düşmeyelim.

Odgurmuş: Sayın Metin hocam; çok güzel ve ilginç bilgiler veriyorsunuz. Taşer’in bazı konular var ki o konulara ayrıca önem veriyor ve üzerinde duruyordu. Bu konuların başında da Batılılaşma konusu geliyordu. Bu konuda bilgi verebilir misiniz?

Metin: Batılılaşma konusu: “Münasebetlerimiz, muaşeretimiz, şiirimiz, hikayemiz, musikimiz, askerlik usulümüz, devlet idaremiz vazife ve mesuliyet anlayışımız, ahlak telakkilerimiz, hep bize özgü idi.

Hatta mensup olduğumuz dini anlayışımız milli idi. Ne Arap’a ne Acem’e benzemezdi. Diğer milletlerin bir şekiller ve tatbikatlar manzumesi olarak mütalaa ettikleri İslamiyet’i; Türkler bir vecd ve huşu olarak kabul etmişti. Velhasıl her unsuru milli olan, birbirini tanımlayan bir kültür ve medeniyetin sahibiydik.

Bir devlet anlayışımız vardı. Başka hiçbir milletinkine benzemeyen, hiçbir milletten aktarılmamış bir kurumdu. Herkesin üstünde, herkesin riayet ettiği ve padişah dahil bütün milletin can borcu olan; bir devlet. Onun uğrunda ölmek, şereflerin en büyüğü idi. Bu şeref 78 yaşındaki hasta Kanuni’yi “Zigetvar” seferine yolluyordu. Bu uğurda ölene;

“Minnet Hüda” ya iki cihanda kılup Sait

Nam-ı Şerifin etti hem gazi hem şehid”

Diye gıpta ediyordu.

Türk fetihlerini ekonomik faktörlerle izaha çalışanlar, Türk olmayanlar ve Türk’ü bilemeyenlerdir. Materyalist yahut Hristiyani tefsirlerle “Zigetvar” seferi ical ettirecek hiçbir maddi sebep düşünülemez.

Odgurmuş: Dündar Taşer’in devlet hassasiyeti ve bu konudaki verdiği misaller elbet çok önemli. Türk Gençliği konusunda da onun değişik ve önemli görüşleri vardı.

Metin: Gençlik konusu:

Bugünkü moda tabiriyle, “68 Kuşağı” denilenlerin meydana getirdikleri, “Türkiye’yi Sovyetlere peşkeş çekme hareketlerine Türkeş ve Taşer, Türk Ülküsü ile yetiştirilen gençlerle karşı çıkmış; hem de: “Bugünkü perişan, himayesiz, her çeşit muhterisin tahrike çalıştığı gençlik yerine, en iyi şartlar altında yetişen, cemiyete emniyet veren bir nesil meydana gelecektir.” Diyerek yeni bir nesil yetişmede öncü olmuşlardır.

“Gençlik, millet geleceğinin teminatıdır. Türk milleti kalkınma mücadelesini, semizleyip, geviş getirmek emeliyle yapmakta değildir. Bizim için kuvvetli, haysiyetli bir devlet olmak, müreffeh bir cemiyet olmaktan önce ve yücedir.

Eğer gençliğe gerekli ihtimam gösterilmezse, kalkınma savaşı kazanılsa bile milletin akıbeti tehlikeli olabilir.

Türk tarihi, binlerce senelik geçmişi içinde, zaferi kadar buhranlar atlatmış ve bütün bunlardan sıyrılarak yeniden cihan devletleri kurabilmiş ise, bunun tek dayanağı, cemiyet nizamındaki kararlı hayatiyet dolu cevherdir. “Büyüğünü ve küçüğünü bilmek” düsturu. Türk’ü asırların derinliğinden bugüne getiren temel unsurdur.

Türkiye’nin istikbali; bu milliyetinden çıkmış, hasletlerini yitirmiş, taklit etmek için Doğu’dan Batı’dan garabet maddeleri arayan zavallılara bırakılamaz.

Milliyetçi Hareket, hippi miskinliği ve komünist yıkıcılığı dışında terbiye edilmiş bir gençliğin milletçe özenildiğini görerek, Türk Milleti’nin geleceğini emniyete alacak vasıftaki gençlerin yetiştirilmesine gayret etmektedir ve milletin evlatları da tereddi etmiş güruhtan ibaret değildir.

Ülkü Ocakları’nda toplanmış olan vatansever, feragatli gençler vardır. Yaz tatillerinde kamplara giderler fikren ve bedenen eğitim görür, tabiatın zorluklarına karşı tek ve toplu mücadele için yüceltecek iman, fikir ve hareketlerin manasını öğrenirler. Kendileri ile fikren tartışamayacak olanlar, fiilen kavgayı gözlerine alamıyacak kadar güçlerini görürler.

Munis ve terbiyelidirler, nazik ve yumuşaktırlar, bu vasıflarını görüp de böbürlenmeye kalkanları pişman ederler.

Büyüklerine karşı mutlak saygılıdırlar, saygıları zillet değildir. Kanaatları sağlam imanları bütün, fikirleri berraktır. Serttirler, ama odun gibi değil; elmas gibi pırılpırıl.

Mazinin azametini gelecekte vazetmeye kararlı, dertlerini bilen, devasını bulmakta hiçbir engel tanımayan bu gençler milletin sevgisine layıktırlar. Türkiye’nin her yerinde varlığını duyuran bu gençlere biz “Bozkurtlar” demiştik. Halk “Komandolar” dedi iş sözde değil özdedir.

Komandolar ipeğe sarılmış çeliktir.

“Gençlik millet geleceğinin teminatıdır.”

“Gençlik gerekli ihtimam gösterilmezse, kalkınma savaşı kazanılsa bile, akıbeti tehlikeli olabilir.”

Türk tarihi binlerce senelik geçmişinde, zaferleri kadar buhranlar atlatmış ve bunlardan sıyrılarak, yeniden cihan devletleri kurabilmiş ise, bunu cemiyet nizamındaki sert kararlı hayatiyet dolu, cevher olan gençlikle sağlayabilmiştir.

Türk Milletinin geleceğini emniyete alacak vasıftaki gençlerin yetiştirilmesi şarttır. Milletinden kopmuş, özünü yitirmiş doğudan, batıdan garabetler arayan zavallılara, Türkiye’nin istikbalini bırakmamak gerekir.

30 yıldır Türkiye’yi yönetenler ve bugün, bütün kadroları dolduranlar! Ne verdiniz de ne istiyorsunuz? Zaten isteseniz de veremezdiniz, sizin ne ülkünüz ne amacınız ne emeliniz vardı ki? Kârlı çıkmaktan gayri! Milliyetçi gençlerin birçoğunu tanırım; ifratları ile, tefritleri ile, hataları ile, sevapları ile Türkiye’yi bütün meseleleriyle yüklenmeye gönüllü ve güçlüdürler.

Odgurmuş: Taşer’in her cümlesi adeta birer vecize. Pek tabii ki derin tarih kültürü ve tarihin derinliklerinden süzülüp gelen bu sözler elbet veciz manalar da içerecektir.

Taşer’in başka konularda de önemli gördüğümüz görüşleri vardı. Konuya devam edebilir miyiz?

Metin: “Türkiye’de eğitim, Tanzimat’tan beri halledilememiş konuların en önemlisidir. Eğitim konusu halledilmeden de hiçbir meselenin halli mümkün değildir. Her işi yapan insandır. Bütün teknik ilerlemeye rağmen, bir tek insanın değeri azalmamıştır. Zira ileri tekniği bulunan da uygulayan da insandır ve bu insan eğitimcinin eseridir.”

“Milli örf ve adetlerimiz, hocaya müstesna bir makam ayırmıştır, hatta Osmanlı devri “İlmiye Sınıfı’nı idam cezaları tatbik edilemez bir yücelikte kabul etmiştir. O halde Milliyetçi Hareket, hocaları geleneklerdeki hakiki yerine oturtmalıdır.”

“Bütün Türk çocukları eşit imkân ve fırsatlara mazhar olacak, ilkokuldan sonra çocuklar kabiliyetlerine ve ebeveyninin rızasına göre ayrılacak, kısa hayata atılacaklar ile ilmi istikamette yürüyecekler ayrı eğitime tabi tutulacak, eğitim ilk, orta ve yüksek tahsilde parasız olacaktır.”

“Kültür Kentleri kurulacak ve burada yüksek tahsile devam edenlerin yatacağı yeri, yiyecek yemeği, okuyacak kitabı, parasız temin edilerek; Türk Milleti’ne, hizmetlerini arz için, en titiz şekilde yetiştirilecektir.”

“Türk öğrencisi, yüksek tahsil için evinden çıkarken, yalnız valizini alacak ve bu Kültür Kentleri’ nde en iyi şekilde, ailesine yük olmadan yaşayacak, okuyacak ve milletine hizmet için hazırlanacaktır.”

“Gençler, örf ve ananemizi, binlerce yılın süzülmüş hükümlerini ifade eden deyim ve hikmetlerimizi halktan öğrenecek, kendisi de alet kullanmayı, teknik usulleri halkımıza öğretecektir. Milletle aydın arasında meydana gelmiş olan kopukluk, son bulacaktır.

150 yıldır süregelen ve bazen halka tahakküm, bazen halka dalkavukluk şeklinde ortada görünen “Kompleks” li aydın sınıfı yerine, milletle beraber, milletten olarak, millete hizmet eden, hakiki aydınlar yetişecektir.”

Odgurmuş: Biz biliyoruz ki sayın Taşer’in her görüşü önemli. Derin bir tarih kültürünün ürünü olan bu görüşleri elbette çok çok önemsiyoruz. Taşer’in görüşlerine devam edelim. Türk Milletinin geleceği konusunda neler düşünüyordu, gelecekten karamsar mıydı?

Metin: “Türkiye, yol ağzındadır. Dünya muvazenesine uygun olarak milli rotasına oturabilirse, milli kültürü ihya ile onun üstün ölçülerine istinaden, muassır teknik ve ilimle, ağır sanayiini kurarsa, eski büyük kudretine kavuşabilir. Bütün çalışmalarımız bunu temin içindir.”

“Siyaset sahnesinde çok büyük kozlarımız vardır. Bunu iyi değerlendirmek lazımdır. Bu değerlendirmeyi, hakkıyla yekvücut olmuş münevverlere sahip milletler yapabilir. Aydını ayrı, halkı gayrı toplulukların kârı değildir.  Bu… Bana göre, Türk’ün “Cezri” Sakarya’da bitmiştir. Yeni bir “Med” devrine girme çabasındayız. Bu med olacak ve Türk Milleti eski azametine kavuşacaktır, bunun sancıları ve ızdırapları içindeyiz.”

“140 yıldır, mecrasından çıkmış su misali, çamurlara bulanan Türk Milleti ve Türk Medeniyeti, tarihi yatağına girecek ve elbette engin denizlere ulaşacaktır.”

Millet Anlayışı:

“Millet, yapma bir varlık değildir. Ne kahramanlar ne alimler ne sanatkârlar bir millet imal edemezler. Millet, binlerce sene içinde, kanın, imanın, duyguların birleşmesi ile yoğrulmuş; müşterek kıymet hükümleri halinde billurlaşmış müşterek davranışlar halinde görünmekte olan, haz ve elemi beraber, birbirinden haberi yokken de birbiri gibi olan bir varlıktır. Atilla’nın misafirlerine altın kaplar içinde ikram ederken, tahta çanaktan tek türlü yemeğini yemesi ne ise, Yavuz Sultan Selim’in yemek usulü de aynıdır. Atilla’nın Bizans hükümdarına gönderdiği mektubun edası, hitap tarzı ne ise, Kanuni’nin Francois’a gönderdiği mektubundaki de öyledir. İşte millet ve ayniyet ve devamlılıktır.”

“Millet, uzun tarihi hadiseler ve ictimai yaşayışı içinde; imanın, kanın ve duyguların birleşmesi ile yoğrulmuş bir varlıktır ve suni bir mevcudiyet değildir. Bizim bin senelik tarihi seyrimiz içinde, milletimize malolmuş hâkim telakkiyi yahut milli imanımızı açıkça görmek mümkündür.”

“Bir millet hiçbir zaman bir inanış ve akideyi kendine uyduramadıktan, adeta kendileştirmedikten sonra kabul etmez ve buna istinaden, büyük siyasi ve medeni hamle yapamaz.”

“Milli telakki, millette yaşayan ve onun her şeyine tesir eden, ona mal olmuş hâkim inanış ve ölçü manzumesi demektir.”

“Büyük milletler, ufku ve idealleri geniş milletlerdir. Bizim milletimiz halen bu büyük vasıfları taşımaktadır. Onun belini büken, kendi münevverinin ondan uzaklaşmış ve ona zıt düşmüş olmasıdır. Bu uzaklaşışa son vermeğe, milletimizdeki büyük telakkiye dönmeye mecburuz. Bunun başka bir yolu yoktur.”

“Bu mevzuda çok hassas olmamız, parti kavgalarını, boş hürriyet palavralarını, sosyalizm münakaşalarını bırakarak, milli beraberliğe, milli inanca ve imana sarılıp ciddi bir sanayi hamlesine girişmemiz lazımdır. Burda yok hususi teşebbüs, yok devlet teşebbüsü gibi lafları da bırakmak lazımdır. Bütün milli güçleri, hususi şahıslara olsun, devlet elinde bulunsun, milli sermayeyi seferber etmemiz teşvik ederek kurmak mecburiyetindeyiz. Bunu yapabilmek için milletimizin inancına, milli telakkisine, ondaki büyük devlet idrakine yaslanmamız lazımdır.”

“Türkiye’deki dert çok derindir ve köklüdür. Milleti ile tam bir duygu ve düşünce zıddiyeti içine girmiş aydın kitlenin mevcudiyeti, istikbalimizi tehdit etmektedir. Bir an evvel çare bulmak mecburiyetindeyiz. Muhakkak milli şuura, inanca ve imana yer veren ve ona istinat eden bir maarif, acilen lüzumlu.”

“Medya: Bizim terbiye haber ve yayın organlarının milli telakkiyi kuvvetlendirici, milli fikri telkin edici tarzda, faaliyet göstermesi lazım. Bunun başka yolu yoktur. Ayakta kalabilmemiz, iktisadi ve siyasi hamle yapabilmemiz için de yegâne yol budur.”

“Ordu: Ordular her şeye karşı olabilir de milliyetçiliğe olamazlar, imamın namaza, papazın kiliseye, bankerin paraya karşı olmadığı gibi… Her şeye rağmen karşı olursanız kendi bileceğiniz iştir; amma o mesleği ifa etmeniz de nefsinize tutarlı olmanız için şarttır.”

“Halk ve Müesseseler İkiliği: Bir yandan devleti yönetmek için varlıkları zaruri olan, bütün tayinli kurumlar; diğer tarafta, milletin seçimi ile gelen siyasi iktidar.

Menşei, menfaati, dünya görüşü, kıymet hükümleri, her şeyi birbirine zıt iki varlığın; devlet yönetiminde yan yana bulunması zarureti, devlet idaresini imkânsız kılan tek amil…

Osmanlı Devlet’i kuruluşundan Tanzimat’a kadarki devre içinde gerek Sipahi Teşkilatı ve gerekse Ayan ve Hanedanlar vasıtasiyle idare edilmişti. Bu kurumların menfaatleri, teb’anın menfaati ile uyuşma halinde idi. Bu sebeplerle, millet ve kurumlar arasında bir zıtlaşma görülmezdi.

Tanzimat’tan sonra kurulan müesseseler, Türk Milletinin tarihi köklerine bağlı olmadan, Batı’ya benzemek için teşkil edilmiş olduğundan; milletin menfaatlerine, itikatlerine, inançlarına aykırı bir gelişme takip etti. Bu kurumların mensupları, milletin üstünde, O’na hizmet için değil, O’nu ıslah için vazifeli kimseler olarak davrandılar. Böylece, sabit maaşlı, merkeze bağlı, milletten kopuk bir zümre ortaya çıktı.

Bu çalışma, Cumhuriyet’e kadar artarak geldi. Cumhuriyet’ten sonra, Halk-Müessese aykırılığı daha bariz bir şekil aldı. Laiklik fikrinin yanlış tefsiri, milletle maaşlılar arasında bağları büsbütün kopardı.”

“Bugün, Halk-Müessese ikiliği had hale gelmiş durumdadır.”

“Bu aczin devamı, millet iradesinin iptaline yol açacaktır.”

Dündar Taşer, bu tesbit ve düşüncelerini 19 Mayıs 1969’da yani 12 Mart 1971 Muhtırası verilmeden 1 yıl 10 ay önce yazmıştır. Aradan 29 yıl geçti. Acaba bugün had safhaya gelen nedir?

***

Kaynak: İbrahim Metin, “Kırk Yıl Sonra ‘Mesele’yi Okumak”, (www.eskimeyendostlar.net)  yayınları, İbrahim Metin makalesi, S:49-62

Yazar
Kenan EROĞLU

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen