Ölümsüz Diktatör (Tanrı’ya Giden Dijital Yol)

Tam boy görmek için tıklayın.

Prof.Dr. Sait YILMAZ

 

“Tarihte üç büyük olay vardır: Bunlardan ilki evrenin oluşması, ikincisi yaşamın başlaması, üçüncüsü de yapay zekanın ortaya çıkmasıdır.” 

Edward Fredkin (MIT Bilgisayar Bilimleri)

Dünya tarihi oldukça hızlandı. Dünyanın kendi kendini yok edeceği, en azından insan (Homo sapiens) olmanın ya da insanlığın biteceği bir sona doğru hızla gidiyoruz. Karadeliğin kaçamayacağınız girdabındasınız; bu, bir kendi kendini öldürme partisi… İki bin yıldır anlatılan semavi dinlerin sizin gibi konuşan Tanrısı yerine fiziğin tanrısına gidiyoruz. Önümüzdeki 30 yılda din, aile, toplum, devlet vs. hepsi bu hızlı süreçte kaybolacak. Yeni bir aydınlanma ve kaos dönemine giriyoruz. Bu süreci hızlandıran katalizörler gene insanın güç arayışı, çıkarcılığı ve nefret duygusu. Bir yanda Trump gibi ahlaken düşük, güç sevdalısı, “Ben her şeyi biliyorum.” diyen otoriter liderler; diğer yandan kötü niyetlere hizmet eden teknolojik yarış ve özellikle yapay zekâ konusunda acımasız rekabet. Yapay zekâ, insan hatalarını elimine etmenin yanında, insan kapasitesinin üzerine çıkacak kabiliyetler potansiyelini de temsil ediyor. Daha önemlisi bunlar artık bir bilim kurgu ya da fantezi değil, gerçek; ilk modeller süratle daha gelişmişlerine evriliyor.

Tarih boyunca savaşların arkasında hep bir değerli madde olmuştur. Önceleri bu baharattı, sonra petrol ve doğal gaz oldu. 21. yüzyılın “akıl çağı” olduğunu hep söylüyoruz ama bunu daha çok bilgi teknolojilerindeki gelişmelerle ilişkilendiriyorduk ve yeni stratejik savaş maddesinin “bilgi” olduğunu düşünüyorduk. Yeni savaş, yapay zeka teknolojisi ile yarışı önce insanlığın, sonra gezegenin aklını ele geçirme üzerine. Yeni gerçek küresel çekişmenin yani ABD-Çin rekabetinin görünen yüzünde yapay zekaya, yani dünya aklına hükmetme mücadelesi, görünmeyen yüzünde ise büyük şirketlerin ya da küresel sermayenin teknolojik diktatörlük planları var. Trump’ın oyun kitabı da oyun arkadaşları da “az bulunur madenler” için başka devletlere el koymaya niyetlenirken, görev tanımlarında bu diktatörlüğün 200 yıldır devam eden tek dünya devleti projesine hizmet var. Bu, bir teknoloji savaşı ve bildiğimiz geleneksel jeopolitiğe benzemeyen bir alanda gerçekleşiyor.

Önce bulunduğumuz durumu tespit edelim. 2025 yılında yani yüzyılın ilk çeyreğinde yaşanan küresel trendleri şu şekilde sıralayabiliriz:

1) Devlet egemenliğini hiçe sayan işgal ve müdahaleler (2008, 2014 ve 2022’deki Rusya’nın Gürcistan ve Ukrayna Müdahaleleri; Arap Hareketleri döneminde Libya ve Suriye’de iç savaş çıkarılması vb.).

2) Ekonomik, siyasi ve teknolojik yaptırım ve ambargoların ülkelere karşı sopa olarak kullanılması (Rusya, İran, Kuzey Kore ve hatta Türkiye bunun en büyük mağdurlarıdır.)

3) Otoriterliğin yükselişi. (2023 yılı Demokrasi İndeksi’ne göre, dünya nüfusunun sadece % 8’i tam demokrasi içinde, yaklaşık %40’ı otoriter yönetim altında yaşıyor.

4) Demokrasiyi korumanın acil ihtiyaç haline gelmesi: Avrupa’da aşırı sağ yükselirken, teknolojinin, özellikle yapay zeka kullanımının, dezenformasyon ve derin sahtelikleri hızla yayması ve ayrıca komplo teorileri, toplumları daha kötü ve hassas hâle getiriyor.

5) Uluslararası düzenin temel aktörü olan devletlerin gittikçe başarısız hale gelmesi; artan başarısız devlet coğrafyalarında kontrol edilemeyen (karanlık) bölgelerin artması, tek dünya devleti yolunda ulus devletlerin gittikçe parçalanması.

İnsana yani sizlere gelecek olursak asıl mesele biziz, yani insanın ve insanlığın götürülmeye çalışıldığı süreç. İki ana teknoloji tehdit oluşturuyor: Yapay zeka ve biyoteknoloji.

– İnsanoğlu hâlâ kendi düşüncelerini, kendi isteklerini ve umutlarını kendisi belirleme ve saklayabilme özelliğine sahip. Ancak yapay zekâ bunu değiştirecektir; özgür düşünen son nesilleriz. İnsanların gerçekte ne istediği veya ne ile mutlu olacağına ilişkin yapay zekâ programları geliştiriliyor. Başlangıçta babacan gözüken bu projeler, kısa zamanda totaliter (mutlak itaate dayalı) bir rejime hizmet edebilir. Her cehennem, cennet vaadi ile başlar. Yapay zekâ otoriterliği de farklı olmayacak. Yani yönetimin gösterdiği yoldan gitmek zorundasınız, kendi seçtiğinizden değil. Bu, şu anda Çin’in yapay zeka stratejisinin temelindeki beklenti ve bu beklentinin gerçekleştirilmesi uğruna, toprakları işgal altındaki Uygurlar kobay olarak kullanılıyor.

– Biyoteknoloji, alanındaki çalışmalar ile insan performansının üstüne çıkmayı hedefliyor. İnsan-makine ara yüzleri, yapay organlar, üzerinize takabileceğiniz işlemciler, beynimizdeki çip gibi yapay zekâlı diğer cihazlar ile 2040’larda yeni bir yaşama geçmeyi planlıyoruz. Ama bu da erken bir safha çünkü gen teknolojisinde sağlanacak gelişmeler ile yapay organlara da gerek kalmayacak, organlar kendiliğinden yeniden çıkacak. Beynine çip takılan insan 2.0, makine parçaları olan insan 3.0’ın hayata geçmesi bu yüzyılın ortalarında tamamlanacak.

Yapay zekâ ile insan hayatı değişecek çünkü her birimizin davranışları ile ilgili devasa veri toplanıyor. Makine öğrenmesi algoritmaları ise bu veriyi kullanarak sadece ne yaptığımızı değil, kim olduğumuzu da analiz ediyor. Bugün Facebook üzerinden hangi filmleri sevdiğimiz gibi bazı basit veriler kullanılırken, daha sonra kimlerin intihara yakın olduğu belirlenecek. Daha ileri aşamada bizim en uygun eş düşüncemiz, kişiliğimiz, zekâmız, kötü alışkanlıklarımız ve ne ile mutlu olduğumuz deşifre edilecek. Özel bilgilerinize nüfuz etmek için yeni yaşam biçimleri dayatılıyor; dijital para, dijital bankacılık, dijital sağlık pasaportu gibi masum görünüşlü uygulamalar sizin hakkınızda çok fazla veri topluyor. Harcamalarınız, ne aldığınız, nereye gittiğiniz gibi veriler yanında yüz tanıma sistemleri ile izleniyorsunuz, ses tanıma ile gizli de olsa görüşmeleriniz dinleniyor, sağlık bilgileriniz inceleniyor. Bu veriler aslında şirketlere en azından daha fazla kâr için ipucu demek ama asıl işlevi küresel bir gözetleme ve kontrol sistemi kurmak.

İnsanlığın kendine dair görüşü, önyargıları kadim çağlardan beri üç büyük değişim geçirdi. Bu önyargıları besleyen dinler üç büyük darbe aldı:

(1) Kopernik’ten önce kendimizi evrenin merkezi sanıyorduk. Tüm gök cisimleri dünyamızın etrafında dönüyordu. Ama büyük astronom, o kibri parçaladı ve gezegenimizin Güneş’in etrafında dönen nice gezegenden biri olduğunu, Güneş sistemimizin ötesinde başka sistemler ve sayısız gezegenler olduğunu kabul etmeye zorladı.

(2) Charles Darwin’den önce insanoğlu kendinin hayvanlar âleminden ayrı, başlı başına ayrı bir tür olduğuna inanıyordu. Ama büyük biyolog, fiziksel organizmamızın tüm diğer yaşam biçimlerinin de tabi olduğu kuralların işlediği bir evrim sürecinin parçası olduğunu görmemizi sağladı.

(3) Sigmund Freud’tan önce insanlar sözlerinin ve davranışlarının ancak bilinçli iradesinin ürünleri olduğuna inanıyordu. Ama büyük psikolog, zihnimizin karanlık bir gizlilik içinde çalışan ve hatta hayatlarımıza hükmedebilen başka parçaları olduğunu da ortaya koydu.

Şimdi ise yapay zekâ devrimi ile insan olmanın ötesine geçeceğiz. Filozoflar hep şu soruları sormuşlardı: Evreni bilebilir miyiz? Ya da evren bizi bilecek mi? Bu sırrı yaklaşık 2150’de tamamen keşfedeceğiz ve hâlâ özgür kalabilirsek, insan olarak kalıp kalmamaya da kendimiz karar vereceğiz. Çünkü Ölümsüz Diktatörlük bizi insan olmanın ötesine götürecek. Bu makalede önce yaşanmakta olan teknolojik savaşa, ABD-Çin rekabetine, değindikten sonra dünyayı yönetmeye aday yapay zekânın Ölümsüz Diktatörlüğünü ve dijital yoldan Tanrı ile nasıl “bir” olabileceğimizi sorgulayacağız.

Yeni Teknolojik Soğuk Savaş: Jeopolitik Silah Olarak Yapay Zekâ

Yapay zekâ, otomasyon, robotik, kuantum ve uzay teknolojisi gibi teknolojik yenilikler, uluslararası ortamda devletlere istisnai avantajlar sağlıyor ve küresel güç rekabetine katalizör oluyor. Bu kapsamda Çin’in, ABD’ye rakip olarak son on yıllarda uyguladığı politikalar ve yaptığı yatırımlar dikkat çekiyor. Çin; yenilikçi teknolojilerin sağladığı siyasi, ekonomik, askeri ve ticari fırsatları kullanarak teknolojide dünya lideri olmayı hedefliyor. Çin stratejisi; bütün Çin devlet mekanizması birlikte hareket ederek, devlete ait girişimleri desteklemek, araştırma ve geliştirme faaliyetlerini önceliklendirmek, ileri teknoloji, sanayileşme ve yenilik programlarını güçlendirmek üzerine kurulu. 2009 yılında başlatılan 973 Programı ile kuantum teknolojisi, uzay ve uydu teknolojileri, siber kabiliyetler, yapay zekâ, bulut bilim, otomasyon sistemleri ve robotikler desteklenmeye başlandı.

Teknolojik gelişmelerin en fazla olacağı muhtemel beş alan şunlardır:

(1) Biyoloji, biyoteknoloji ve tıp.

(2) Robotlar, yapay zekâ, yeni akıllı silahlar ve insan kabiliyetlerinin geliştirilmesi.

(3) Bilgi ve iletişim teknolojisi, gözetleme ve bilişsel bilim.

(4) Nanoteknoloji ve gelişmiş malzemeler.

(5) Enerji teknolojisi.

Yapay zekâ, kuantum uygulamaları, biyoteknoloji, nanoteknoloji ve robotlar gibi yeni teknolojilerin geleceğin savaşların yapısını değiştirmesi bekleniyor. Bence savaşın doğası değil, karakteri değişecektir çünkü savaşın doğası hep önce görmek, hızlı hareket etmek ve yok etmek üzerine kurulu olacaktır. Konvansiyonel kuvvetler büyük ölçüde ortadan kalkacak ve savaşlar artık belirli bir kara parçası yerine daha çok uzaya ve siber uzaya taşınacak.

Yapay zekâ ile alakalı yeni ve yıkıcı teknolojiler şu dört alanda karşılıklı ilişki içinde olacaklar:

– Otonomi,

– Biyoteknoloji,

– Uzay,

– Kuantum teknolojisi.

Biyoteknoloji alanındaki ile insan performansının üstüne çıkmayı hedefliyoruz. İnsan-makine ara yüzleri, yapay organlar, üzerinize takabileceğiniz işlemciler, beynimizdeki çip gibi yapay zekâlı diğer cihazlar ile 2040’larda yeni bir yaşama geçmeyi planlıyoruz. Ama bu da erken bir safha çünkü gen teknolojisinde sağlanacak gelişmeler ile yapay organlara da gerek kalmayacak, organlar kendiliğinden yeniden çıkacak.

Amerika’nın dijital üstünlüğü hassas bir temele dayanmaktadır: Veri merkezlerini, güç kaynağı hâline getirme kabiliyeti. Meta, Google ve Microsoft gibi teknoloji devleri veri merkezi operasyonlarını genişletmek için temiz, güvenilir veri temini için yarışıyorlar. Bu veri merkezleri Amerikan dijital hâkimiyetinin omurgası ve küresel etkisini geliştirme aracı. Bu amaçla daha çok nükleer enerji satın almaya çalışıyorlar.

Mevcut sistem çoklu reaktörlerin hızlı kullanımını sağlamak için dizayn edilmemiş durumda. Çin ve Rusya ile yarışta nükleer güç bir enerji kaynağı olmaktan stratejik vasıtaya dönüşüyor. Amerika’nın nükleer tesisleri yeniden inşa ediliyor. Özellikle güneydoğu (Tennessee, Georgia, Texas ve Tenesse) olmak üzere stratejik bölgeler, veri merkezlerine yakın olduklarından nükleer gelişme için düğüm bölgeleri olarak düşünülüyor.

ABD teknoloji şirketleri yapay zekâ sektörüne 2016 yılında 20 ila 30 milyar dolar arasında yatırım yaptılar. Bu rakamın 2025 yılında 126 milyara kadar çıkacağı tahmin ediliyor. ABD ile küresel mücadele içinde olan Çin’de de yetkililer 2030 yılına kadar yapay zekâ sektörlerine yönelik yatırımlarının 150 milyar ABD doları olacağını açıkladı. AB, yapay zekâ yatırımlarını 2017 yılında 500 milyon avrodan 2021 yılı sonuna kadar 1 milyar avroya, 2030’a kadar ise yapay zekâ alanında yapılan senelik yatırım miktarını 20 milyar avroya çıkarmayı hedefliyor.

Diğer devletler de kendi ekonomik büyüklükleri ve teknolojik imkânları nispetinde bu konuda adımlar atıyorlar. Örneğin, Güney Kore ve Singapur’un yapay zekâ sektörüne yönelik yatırımları hem askeri hem de ticari hedefler içeriyor. Askeri personel kapasitesini artırmak açısından sorunları bulunan aynı zamanda yüksek refah seviyesine sahip Kanada, Yeni Zelanda, Avustralya ve bazı Avrupa ülkeleri de yapay zekâ teknolojilerini bu açıklarını kapatmak amacıyla yeni bir fırsat olarak görüyorlar. Bu nedenle, yapay zekâ sektörüne askeri kapasiteleri artırmak amacıyla önemli bütçeler ayırıyorlar.

Çin gibi büyük rakipleri olmasına rağmen ABD yapay zekâ konusunda lider ülke konumundadır. Amerika’nın algoritmik savaş alanındaki gelişmeleri Çinli liderleri de etkilemiş ve geleneksel insan gücüne dayanan stratejilerinde değişiklikler meydana getirmiştir.

Çin’in diğer bir amacı, yenilikçi teknolojiye yatırımlarla bu kabiliyetleri ve diğer çift kullanımlı teknolojileri askeri alana entegre etmekti. Çin Ordusu’nun 2015 yılında başlayan reform çalışmaları uzay, siber savaş ve elektronik savaş alanında stratejik kabiliyetler edinmeyi hedefledi. Böylece bir yandan ordusunu modernize eden Çin, uzay ve geleceğin savaşlarında rekabet edecek yeni bir askeri doktrine geçti. Bu kapsamda, devlet şirketleri, özel teknoloji şirketleri, üniversiteler ve araştırma merkezleri Çin ordusu ile işbirliği yapıyor.

2015 yılında açıklanan “Çin Malı 2025 ve Artı Artı Internet” planı; yapay zekâ, kuantum teknolojisi ve büyük veriye yatırımlar yapmayı öngörüyordu. Teknolojik gelişme, Çin’e büyük ölçekli ekonomik fırsatlar sağladı. Çin şimdi Alibaba, Tencent, Baidu, Huawei ve Xiaomi gibi şirketleri ile küresel rekabetin içinde.

Çin, yapay zekâ ve yeni ortaya çıkan teknolojilerde dünya lideri olmak için 2030’a kadar 1.4 trilyon $ harcamayı planlıyor. Diğer yandan, Çinli şirketler ABD’dekinden daha iyi yapay zekâ ürünlerini piyasaya sürmeye başladılar. Örneğin 2024 yılında Ali Baba’nın “Qwen” yapay zekâ modeli 40 milyon kez yüklendi.

İngiltere başbakanı Keir Starmer’in Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu (DEF) toplantısında “İngiltere’nin ana damarına yapay zekâ yerleştireceğiz.” açıklaması her ne kadar daha çok iş, para, yatırım, kamu hizmetlerinin dönüşümü söylemi altında gelse de bu aslında DEF’in tek dünya devleti hedefine giden yolda Büyük Sıfırlama’nın (yapay zekâ küresel izleme ve kontrol, DNA manipülasyonu, beyin kontrolü, geçiş insanı) bir parçası.

ABD-Çin Rekabeti

Trump, korumacı ekonomik politikalarla kendi ülkesinde istihdam yaratmak, başka ülkeler için yükümlülüklerini azaltmak peşinde iken diğer yandan da müttefiklerinin kendi başına hareket etmesini istemiyor; dünyanın, Çin’in değil Amerika’nın kurallarına göre dönmesini dayatıyor. Bu taleplerini yaparken de Kanada, Grönland ve Panama’dan BM’nin devlet egemenliği anlayışına uymayan garip birleşme tekliflerinde bulunuyor, Transatlantik ilişkileri ve NATO’yu zayıflatıyor, tüm dünyadaki müttefiklerine karşı süregelen yükümlülüklerini yerine getirmekten uzak duruyor.

Yeni ABD başkanı Donald Trump, kendi vizyonunu “Altın Çağ” olarak tanımlanıyor. Yeni bir Monroe doktrini; Amerika kıtasının kendince önemli bölgelerini şantaj ve zorla ele geçirerek, özellikle deniz egemenlik alanlarını genişletmek, böylece deniz altında az bulunur mineraller ve enerji rezervlerine el koymak, diğer yandan deniz ve okyanuslardaki stratejik geçiş bölgeleri üzerindeki hâkimiyetini genişletmek istiyor.

ABD’nin yapay zekâ çalışmalarında askeri uygulamalar, siber güvenlik ve istihbarat analizi gibi kullanım alanları öne çıkmaktadır. Bunun nedeni, güçlü teknolojik sektörü ve geniş savunma yetenekleridir. Çin ise yapay zekâ araştırma ve geliştirmede hızlı ilerlemesi ile akıllı şehir gözetleme sistemlerine ve askeri yapay zekâ uygulamalarına büyük yatırımlar yapmıştır. Avrupa Birliği ülkeleri de, güvenlik kapsamlı yapay zekâ uygulamalarında önemli ilerlemeler kaydetmiştir.

Trump ilk döneminde, Çin’in Huawei şirketinin 5G ile küresel pazarı kontrol etmesini önlemişti. Çinliler Biden döneminde yapay zekâya yatırım yaptılar ve şimdi tüm dünyanın Huawei’nin 5G ve yapay teknolojisine bağımlı olması için çalışıyorlar.

Amerikan yapay zekâ stratejisi şirketlerinin ve yatırımcılarının büyük veri merkezleri inşa etmesine, çok pahalı çipler kullanmasına dayanıyor ama gene de yeterli başarı olmayabilir. DeepSeek’e ABD’nin tepkisi önce Meta’nın 65 milyar $ ek yatırım açıklaması ardından Trump’ın 500 milyar $ değerindeki Stargate projesi oldu. Meta’nın başındaki Mark Zuckerberg şu açıklamayı yaptı: “Küresel yapay zekâ standardını belirlemeyi Çin’e bırakamayız.”

ABD’nin yaptırımları ise Çin’in teknoloji ve çip savaşındaki dev adımlarını engelleyemiyor. Çin’in teknoloji şampiyonu Huawei, çip üretiminde ABD’nin Nvidia’sının ana rakibi.

DeepSeek, bir Çinli yapay zeka şirketi ve yakın zaman önce R1 adı verilen bir yapay zeka modelini hizmete sundu. Bu model OpenAI, Antropic ve Meta gibi şirketlerin modellerin çok daha ucuz ve çipleri daha uygun. DeepSeek, ABD’nin teknoloji şirketleri olan Muhteşem Yedili’nin yapay zekâ tekeline büyük bir darbe vurmuş durumda. DeepSeek’in R1’i “açık kaynak” yani şifreleme ve eğitim yöntemleri kopyalanmaya ve geliştirilmeye herkes için açık. OpenAI veya Google’un Gemini’sinde ise kara kutular var. 2017 yılında iPhone X piyasaya sürüldüğünde fiyatı 999 $ idi ve Apple satış patlaması yaşamıştı. Şimdi DeepSeek ise sadece 30 $.

Trump yönetiminin iyimser açıklamalarına rağmen gerçek düşüncesi böyle değil. Devlet destekli sanayi ekosistemi olan Çin’in, yapay zekâ alanındaki yarışı ile ABD’nin teknolojik üstünlüğüne doğrudan tehdit oluşturduğu düşünülüyor. Çin’in stratejisi hâlihazırda küresel pazarları yeniden şekillendiriyor. Çin, kurduğu sıkı finans ağı, yetenekli insanlar, düzenlemeler, sanayi kapasitesi ve ekonomik ölçeği ile ABD’ye karşı yarışmıyor, üstünlük kuruyor. Buna en çarpıcı örnek son on yılda elektrikli araçlarda görülüyor; dünya elektrikli araçlarının %76’sını ve batarya tedarik zincirinin %80’ini kontrol ediyor. Trump yönetimi de öncekiler gibi Çin ile rekabet etmek zorunda. Nitekim Çin’e gümrük tarifeleri uyguluyor, teknoloji konusunda Avrupa’ya ABD standartlarını kullanma baskısı yapıyor.

Amerikan firmaları, küresel yapay zekâ fonunun yarısından fazlasını çekiyor, yapay zekâ araştırmaları ve uygulamalarında en keskin ucu temsil ediyorlar. Küresel hâkimiyet için ABD, kendi yapay zekâ düzenlemelerini altın standart olarak dayatmak istiyor. Çin’deki gelişmeler alarm verse de henüz yapay zekâ konusunda hâkimiyet ABD’nin elinde.

Çin, halen yeni teknolojilerle ülke içinde gözetleme ve izleme sistemleri ile otoriter yapısını sağlamlaştırma peşinde. Bu proje, uluslararası sosyal kontrolün prototipi. Çin bir yandan yapay zekâ uygulamalarını “akıllılaştırma” diye topluma anlatıyor, diğer yandan yapay zekâlı askeri otonom sistemler ile yeni bir savaş kültürü yaratmaya çalışıyor. İlk askeri hedef Tayvan’ın işgali; uzun vadeli hedef ise dünyayı Çin otokrasisi için güvenli hale getirmek.

ABD öncelikle Grönland ve Kanada’dan Meksika Körfezi ve Panama’ya okyanustaki egemenlik alanını genişletmek istiyor. Bunun arkasında okyanus tabanındaki enerji çıkarları var. Diğer yandan Elon Musk’ın gözünü diktiği kobalt, nikel ve lityum gibi mineraller var.

Çin uzun zamandır ABD ile sessiz bir savaş içinde. Bu savaşı füzeler ve uçaklarla yapmıyor; bu savaşta  mineralleri ve rafinerileri kullanıyor. Trump, ilk başkanlık döneminde Çin için şöyle demişti: “Az bulunur mineraller için Amerika, yabancı rakiplerine bağımlı olamaz.” Nitekim Trump’ın yeni ekibindeki Dışişleri Bakanı Marco Rubio ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz da “Çin’in devlet kontrolündeki az bulunur mineral tedarik zinciri kontrolü ABD’nin endüstri üssüne stratejik saldırıdır.” açıklamasına bulundular.

1987 yılında Çin devlet başkanı Deng Şiaoping: “Ortadoğu’nun petrolü, Çin’in dünyada az bulunurları var.” demişti. Petrol sorununu azaltmak için Çin, elektrik odaklı sanayi politikasına geçti. Amerikan entelektüel bilgilerinin on yıllardır devletçe çalınması, temiz teknoloji üretimi, artan elektrikli araç üretimi ve elektrikli araç kullanımını artırmak için uygulanan zorlayıcı politikalar Çin’in endüstriyel başarısını özetliyor. Az bulunur madenlere yatırım yapan Çin, madencilik işlerinde artan sayıda çocuk ve zorla işçi çalıştırıyor. Çin, 2023 yılında madencilik ve metal odaklı işlere harcamalarını 2022’ye göre %158 harcadı.

Trump, Broligarşi ve Küresel Güçler

Trump kabinesinde ya da yanında olan Elon Musk, Jeff Bezos, Mark Zuckerberg ve Google CEO’su Sundar Pichai, Amerikan plütokrasisinin iş başında olduğunun kanıtı. Amerikan emperyalizmi, Trump’ın gazinocu kültüründen gelen mafyavari tutumu ile birlikte maskesini çıkardı. Trump, “maskesiz emperyalist” olarak tanımlanıyor.

Açgözlü, hukuk tanımaz, acımasız ve hep kazanmak peşindeki Trump’ın emperyalist iş listesinin başında Kanada, Grönland ve Meksika Körfezi ile birlikte bir Kuzey Amerika Birliği kurmak. Sadece yeni egemenlik alanlarındaki az bulunur madenlere ulaşmayı değil, Rusya’ya da Bering Boğazı ve Arktik bölgeden daha çok ulaşmak istiyor. Meksika ise Amerikan kıtasının geri kalanı ile bir tampon bölge olacak. Daha fazla kazanmak maskesi ile Rusya ve Çin ile  pazarlık yaparak yakınlaşmaya oynuyor. Transatlantiğin belkemiği olan NATO’yu ve Avrupa Birliğini umursamıyor. Bu, Avrupa’yı yöneten perde güç karanlık asaletin istemediği bir şey.

ABD başkan yardımcısı JD Vance, Silikon Vadisine aşina ve Elon Musk ve Peter Thiel gibi teknoloji devleri ile güçlü ilişkileri var. Trump, Dışişleri Bakanlığı ekonomi işlerinin başında yapay zeka ve kripto Çarı olarak adlandırılan, teknoloji stratejisti Jacob Helberg’i atadı. Bu gelişmeler Trump’ın ulusal ekonomik güvenlik stratejisinin bir teknolojik güç oyun kitabı ile hayata geçeceğinin göstergesi.

Trump’ın gücünün arkasında hem küresel hem de ülke içinde büyük şirket çıkarları olan 13 milyarder oligark var. Bunların içinde en tehlikelisi piramidin en üstünde olan ve son aldığı yetkilerle Trump’tan bile güçlü hale gelen Elon Musk var. Bundan sonra sadece ABD’yi değil dünyayı da Amerikalı oligarkların çıkarlarına ve büyük planlarına göre hareket eden bankalar, şirketler ve istihbarat örgütleri yönetecek. Musk, uzayda bulundurduğu EMF mikrodalga casus uydulardan yeni cyborg insana geçişe kadar pek çok çılgın düşünceye sahip. Trump ise Musk’a hayran çünkü o dünyanın en zengin adamı.

Trump, 12 Şubat 2025 tarihinde verdiği bir icra emri ile Musk’ın başında olduğu Hükümet Etkinliği Bakanlığı’na çok geniş yetkiler verdi. Bu bakanlık, yani Musk, artık istediği gibi tüm devlet ödemelerini, hassas veri tabanlarını, özel tıbbi kayıtlarına nüfuz edebilecek, federal kurumların bilgisayarlarına giriş yapabilecek. Bu durum ABD içinde devleti tamamen kontrol altına almak için bir “darbe” olarak niteleniyor. Artık ABD’nin kirli işlerinin başında sadece Trump değil aynı  Musk olacak. Musk’ın ilk hedefi ise ülke içindeki Trump karşıtı bürokrasi. Trump’ın ekibi ülkenin resmi kurumları, bilgi sistemleri ve bürokratik karar verme süreçlerini kontrol altına alarak otoriter bir rejime alt yapı oluşturuyor. Bundan sonra kararlar kapılar ardında alınacak, Kongre ve Senato denetiminden uzak tutulacak. Özetle yeni darbe ABD’de yetkilerin ve harcamaların denetimden uzaklaşması ile büyük bir yozlaşmanın habercisi.

Bundan sonrasında ABD’nin kararları ve kaynaklarının ön yargılı olarak kişisel çıkarları için kullanılacağından endişe ediliyor. Özetle, ABD’de kurumsal değil kişisel bir rejim kuruluyor. Silikon Vadisi’nin milyarderleri ile işbirliği içindeki Musk, bundan sonra başta yapay zekâ olmak üzere teknoloji şirketlerinin çıkarlarına göre çözümler üretecek ve hatta bir gün Trump’ı diz üstü çökertebilecek.

ABD’nin tüm verilerine ve IP adreslerine beş ya da altı mühendisi (bir tanesi ABD vatandaşı bile değil) ile ulaşacak Musk, sadece Trump’tan değil, dünyadaki herhangi bir devlet liderinden, en büyük Çokuluslu Şirketlerin CEO’larından, DEF ve DSÖ’den bile güçlü hale geliyor. Musk, ABD’deki tüm verileri görebilir, farklı kurumların veri setlerini birleştirip, bunları kendine göre kullanabilir. Bu bilgileri kullanarak kendi çıkarı için birileri ile rekabet edebilir ya da birilerini  düşman görebilir.

Peki, Trump ve Musk’a, karşı bir tutum yok mu? Bunu söylemek şu anda çok  erken;  bu durum esasında  “bekle-gör” safhasındadır. Bununla ilgili olarak ilk tepki federal bir hâkimden geldi ve Musk’ın Hazine Bakanlığı sistemlerine girişi durduruldu.

Silikon Vadisi tarafında ise temel sorun yapay zekâlı dijital teknoloji araştırma ve geliştirmenin çok masraflı olması ve yeni işlevler için yeni bir şifre sistemi arayışı. Bizzat Musk, yapay zeka araştırma kuruluşu OpenAI’dan Sam Altman’ı kadrosuna katmak için 97.4 milyar dolar harcadı ve yapay zekanın Amerikan halkına satılması için de 14 milyar dolarlık bir reklam kampanyası yaptı. Artık Musk’ın yapay zekâsı tüm hükümet verilerine ulaşabilir, bunun için Kongre’den izin almasına gerek yok… Ve istediği bürokratı işten atabilir…

Bu yeni yönetim biçimine Broligarşi, yani aşırı zengin, teknoloji ve teknoloji odaklı şirketlere liderlik eden bir iş adamının rejimi adı veriliyor. Broligarşi sadece yapay zeka değildir, aynı zamanda  vücudunuzu da dijital hale getirmek peşindedir. Bunun bir parçası beyne yerleştirilen dijital çip, diğer yanı da vücuda protez gibi monte edilen parçalar. Elon Musk’ın Nörolink’i bu süreçleri öngörüyor. “Calley and Casey Means” gibi sahip olduğu dijital sağlık şirketleri metal izleme gibi modeller üzerinde çalışıyor.

ABD’de başkanlığa Donald Trump’ın dört yıl aradan sonra ikinci kez seçilmesi ile birlikte, onun bu küresel kurgu ve planın neresinde olduğu sorgulanmaya başlandı.

Trump’ın ilk başkanlık döneminde başlayan ABD’deki “derin devlet” (Pentagon, İstihbarat -özellikle FBI ve CIA, Adalet Bakanlığı-) ile “daha derin devlet” (CFR ve Yahudi Sermayesi) arasındaki çekişme yeni bir döneme girdi. Trump, yakın zamanda derin devlet içinde hızlı atamalar ile temizliğe başladı. Seçilenlerde liyakat değil, sadakat ve denileni yapacak, sesini çıkarmayacak kişi olma özelliği aranıyor. Her otoriter ülkede olduğu gibi Musk da; sadık askerler, kariyer peşinde kişiler, para kazanma ve ağ kurma peşinde fırsatçılar ile bir çıkar şebekesi oluştururken, yasal dokunulmazlıktan faydalanmak istiyor.

Bütün bunlar Biden yönetiminde devam eden CFR ve derin devletin ABD’nin küresel hegemonya oyunundan ve kullandığı araçlardan vazgeçmek demek. Nitekim Trump, aynı zamanda “derin devlet”in en önemli dış müdahale oyun aracı olan ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı’nı (USAID) dağıttı. Musk, “USAID’in bir suç örgütü olarak ölme zamanının geldiğini” söyledi. Ama ona göre USAID, radikal sol Marksistlerden oluşan ve Amerika’dan nefret eden kişilerce yönetiliyordu.

Trump’ın arkasında Siyonist Evanjelikler, Yahudi milyarderler ve Rothschild ailesi var. Trump, Evanjeliklerin 3 Ocak 2020’de yaptığı “Trump İçin Evanjelik Koalisyonu” şöyle demişti: “Tanrı’nın bizim tarafımızda olduğuna gerçekten inanıyorum.” Trump’ın İsrail’e yaranma merakı ve onu kuran Rothschild ailesine yakınlığı devam ediyor. Trump’ın tüm çevresi onu iktidara taşıyan Yahudi Plütokratlar ve Evanjeliklerle çevrili. İsrail politikaları için en büyük mali sponsoru olan Miriam Adelson da başkanın en yakınında. Yeni Trump yönetiminde en az 13 adet  dolar milyarderi (Plütokrat) resmi görev aldı. Trump’ın Siyonist oligark milyarderleri arasında Elon Musk, Jeff Bezos, Mark Zuckerberg ve Google’un CEO’su Sundar Pichai var. Özetle ABD, Siyonist milyarderlerin maniple ettiği Trump tarafından yönetilecek.

Trump’ın karşısında olan diğer küresel güç eliti ise hegemonyacı tek dünya düzenini savunan CFR, Küreselciler, Biden döneminden kalan derin devlet (askerler, istihbarat ve adalet bakanlığı), aşıcılar ve savunma-sanayi kompleksi. Asıl mücadele içeride savaşların arkasında olan savunma-sanayi kompleksi ile son on yıllarda gittikçe iflasa sürüklenen diğer imalat sanayi arasında yaşanıyor. Ancak, kovboyluğa soyunmuş Trump’ın kurumları elimine eden politika biçimi sürdürülebilir değil.

Ölümsüz Diktatör

Bugünün dünyası yeni teknolojilerle büyük bir dönüşüm içinde. Artan şekilde algoritmik karar verme, yapay zekâ, veri yayma, veri dizginleme ve insanların ne düşündüğü ve nasıl hareket ettiğinin karmaşık formlarda izlendiği bir tarih kavşağındayız. Teknolojik gelişmeler bizim tercihlerimize ve davranışlarımıza şekil vermek için kullanılıyor. Teknoloji aynı zamanda iktidar sahiplerine nüfus üzerinde manipülasyon ve kontrol vasıtaları sağlıyor. Dev şirketlerin size sağladığı “teknolojik çözümler” aslında kontrol mekanizmasının demir kafesi.

DEF ve onun izindeki ulusal hükümetler sürekli “gıda dönüşümü”, “enerji dönüşümü”, “dijital dönüşüm” ya da “sayısız dönüşüm”den bahsediyorlar. Bunların hepsi yeni dünya düzenine giden yolda maskenin birer parçaları.

Demokrasinin sadece adı kalmış; hükümetlerin içi kredi verenler, bozguncular, kontrollü muhalefet ve küresel şirketlerin uzantıları tarafından oyulmuş. İnsan-makine, insan genetiği ile ilgili çalışmalar artık insanın ne olduğunu sorgulayan, insan ötesi bir amaç için kontrol edilebilir bir model peşinde. Bakın Elon Musk ne diyor:

“Bir şirket veya küçük bir insan grubu tanrı gibi bir dijital izleme sistemi geliştirirse, dünyayı kontrol eder. Şeytani bir diktatör olsalar da en azından sonunda öleceklerdir. Ama yapay zekâ ölmez. Yarattığınız ölümsüz diktatörden asla kaçamazsınız.”

Ön planda ABD-Çin küresel çekişmesi görüntüsü olsa da arka planda tekno-diktatörlüğe giden yolda küresel sermayenin tek dünya hükümeti projesi var ve bu proje insanlığı hem dönüştürecek, hem de sonunu getirecek teknolojilerle hayata geçecek. Cehenneme giden dijital yol, dijital para, dijital kimlik ve dijital sağlık pasaportu ile kontrol altına alınmış insanın istenmeyen durumu nedeni ile nüfus azaltılmasına tabi tutulmasını ifade ediyor.

Temel olarak iki tür özgürlük var: İlkinde siz tiranlığa giden bir güç arayışı (negatif özgürlük) içindesiniz; ikincisinde ise devlet veya başka insanların hayatınıza karışmaması (olumlu özgürlük) söz konusu. Negatif özgürlükte, başkalarını kendi istediğiniz gibi yaşamaya zorlama peşindesiniz. Olumlu özgürlükte kendi kendinizi yönetmek, kendi istediğiniz gibi yaşamak idealiniz. Stalin ve Mao, negatif özgürlük anlayışı ile ülkelerinde en az 30 milyon kişinin ölümüne neden oldular. Şimdi ise yapay zekâ şirketleri, yeni bir Komünizm (Dünya Ekonomik Forumu’nun geliştirdiği Hissedar Kapitalizm) için gerekli iç baskı vasıtalarını sağlama peşinde. Yapay zekâ, her ülkede milyonlarca insanın işini elinden almakla kalmayacak; hepimiz yapay zekâ kontrol mekanizmasının gözetimi altında istenen davranışları sergilemeye mecbur edileceğiz.

Bireyler olarak   tek çıkış yolu, başkalarının hakkımızda bilmesi gerekenlerden fazlasına izin vermemek; kendi mahremiyet kalkanlarımızı yükseltmektir. Bununla beraber, sizin özel bilgilerinize nüfuz etmek için yeni yaşam biçimleri dayatılıyor; dijital para, dijital bankacılık, dijital sağlık pasaportu gibi masum görünüşlü uygulamalar sizin hakkınızda çok fazla veri topluyor. Harcamalarınız, ne aldığınız, nereye gittiğiniz gibi veriler yanında yüz tanıma sistemleri ile izleniyor, ses tanıma ile gizli de olsa görüşmeleriniz dinleniyor, sağlık bilgileriniz inceleniyor. Bu veriler aslında şirketlere en azından daha fazla kâr için ipucu demek ama asıl işlevi küresel bir gözetleme ve kontrol sistemi kurmak.

İnsanlığın Geleceğinde Biyoteknoloji ve Transhümanizm

Makalenin devamı ve geniş versiyonu için;

https://www.academia.edu/127882124/Ölümsüz_Diktatör_Tanrıya_Giden_Dijital_Yol

Fotoğraf için kaynak:

https://iowacapitaldispatch.com/2024/04/05/the-2024-election-promises-dystopia-in-the-age-of-ai/

Yazar
Sait YILMAZ

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen