GEDİZ HAVZASI VE UYGARLIĞA KATKILARI
GEDIZ BASIN AND ITS CONTRIBUTIONS TO CIVILIZATION
Mustafa ERGÜN[i]
ÖZET
Paleocoğrafya, iklim ve çevresel koşullara göre çok iyi anlaşılmalıdır. Günlük gelgitlere bağlı olarak deniz seviyesi değişmesi yanında deniz seviyesi uzun zaman süreçlerinde de değişmektedir. Bu deniz seviyeleri değişimleri normal olarak buzul çağları veya küresel olaylar tarafından meydana getirilmişlerdir. Deniz seviyesindeki değişimler çeşitli nedenlerle oluşmaktadır. Bu nedenler, onların deniz seviyesi üzerindeki etkilerinin yerel veya küresel boyutlarda olmasına bağlı olarak, iki kategoride sınıflanmaktadır: Buzul çağlarında deniz seviyesi 120/130 m daha aşağıdadır. Buzul çağının sona ermesiyle deniz seviyesi yükselir. Doğu Akdeniz’de hiçbir bölge, Batı Anadolu’nun sunduğu devamlılığı olan verimli arazilere sahiptir. Aynı zamanda Ege Bölgesi’nde çok içerlere girebilen deniz ulaşımı, uygun limanlara verimli delta ovaları ve sonsuz ormanlar (günümüzde bunları yalnızca izleri kalmıştır) vardır. Gediz Irmağı Kütahya ilinin Murat Dağı ve Şaphane Dağı’ndan çıkar ve Uşak, Manisa ve İzmir illerinden geçer. Gediz Irmağı Holosen başlarına kadar önce Manisa Gölü’nü doldurmuş ve Menemen Boğazı açıldıktan sonra (Orta Holosen) hızla Menemen Ovası’ndaki deltayı doldurmaya başlamıştır. Gediz Irmağı ve oluşturduğu delta üzerinde önemli yerleşimleri öncüleri Gediz Irmağı boyunca Manisa Gölü civarında olmuştur. Uygarlık Konya-Denizli üzerinden batıya doğru kaydıkça ilk yerleşimler Manisa Gölü civarında yeşermeye başlamıştır. Strabon Gediz Ovası’nın dünyadaki tüm ovaların en iyisi olduğunu söyler ve bu da bu bölgenin zenginliği idi, Kuzeyindeki Kula volkaniklerinden taşınan volkanik topraklar çok verimliydi. Bu bölgeye İYONYA adı verilmiştir. Batı Anadolu’nun sürekli bir yerleşim alanı ve uygarlık beşiği olduğu olgusu İncil’de belirtilen 12 kilisenin yedi tanesi (İzmir, Bergama, Sart, Alaşehir, Efes, Akhisar ve Laedokya) Gediz havzası ile ilişkilidir. Bu olgu da bu bölgede uygarlığın sürekli var olduğunu göstermektedir. Ancak, Avrupa-merkezli algısının hala var olması bu bölgenin anlaşılmasının gecikmesine neden olduğu anlaşılmaktadır. Bunun neticesinde oluşan bilgi deformasyonu ve eksiklikleri yavaş yavaş kapanmaktadır. Ancak Akdeniz’in erken kültürleri konusundaki bilgi haritamız, halen büyük bir boşluk içerir, o da Batı Anadolu’nun Geç Bronz Çağı’dır. Kültürel miras tüm insanlığa aittir, herkes için bir servet ve herkes için zenginliktir. Kültürel mirasta geçmişin hafızası muhafaza eder ve kültürel miras üzerinde geleceği inşa ederiz.
ANAHTAR SÖZCÜKLER: Gediz Havzası; Grabenler; Strabon; Yedi Kilise
ABSTRACT
Paleogeography must be very well understood in relation to climatic and environmental conditions. In addition to changing sea level depending on daily tides, sea level also changes over long periods of time. These sea level changes are normally brought about by ice ages or global events. Changes in sea level occur for various reasons. These causes are classified into two categories, depending on whether their impact on sea level is local or global: During ice ages, sea level is 120/130 m lower. With the end of the ice age, the sea level rises. No region in the Eastern Mediterranean has the fertile lands that Western Anatolia has to offer. At the same time, there is sea transportation that can penetrate very inland in the Aegean Region, fertile delta plains with suitable ports, and endless forests (only traces of which remain today). The Gediz River originates from Murat Mountain and Şaphane Mountain in Kütahya province and passes through the provinces of Uşak, Manisa and İzmir. The Gediz River first filled Lake Manisa until the beginning of the Holocene, and after the Menemen Strait was opened (Middle Holocene), it rapidly started to fill the delta in the Menemen Plain. The pioneers of important settlements on the Gediz River and the delta it formed were around Lake Manisa along the Gediz River. As the civilization shifted westward through Konya-Denizli, the first settlements began to flourish around the Manisa Lake. Strabo says that the Gediz Plain is the best of all the plains in the world, and this was the wealth of this region, the volcanic soils transported from the Kula volcanics to the north were very fertile. This region was called the Ionia. The fact that Western Anatolia is a permanent settlement area and cradle of civilization is related to the Gediz basin in seven of the 12 churches mentioned in the Bible (Izmir, Bergama, Sart, Alaşehir, Ephesus, Akhisar and Laedokya). However, it is understood that the Eurocentric perception still exists, which causes the delay in understanding this region. As a result, information deformation and deficiencies are gradually closing. This phenomenon shows that civilization has always existed in this region. However, it is understood that the Eurocentric perception still exists, which causes the delay in understanding this region. As a result, information deformation and deficiencies are gradually closing. However, our map of knowledge of the early cultures of the Mediterranean still contains a large gap, and that is the Late Bronze Age of western Anatolia. Cultural heritage belongs to all humanity, it is a wealth for all and wealth for everyone. We preserve the memory of the past from cultural heritage and build the future on cultural heritage.
KEYWORDS: Gediz Basin; Grabens; Strabon; Seven Churches
GİRİŞ
Uygarlık 12 bin yıl önce Buzul Çağının sona ermesiyle 35-40°K enlemleri arasında göl ve tatlı su kenarlarında başlamıştır. Bu koşullara uygun kuşaklar Harran-Aran-Turan bölgeleri ve İç Anadolu ve Ege bölgesidir. Bir bölgede uygarlığının gelişmesi için şu olguların beraberce bulunmasına bağlıdır: (i) Uygun iklim (35º-40° K enlemleri arası); (ii) Zengin su kaynakları; (iii) Maden yataklarınca zengin olması; (iv) Çakmaktaşı; (v) Buğday üretimi.
Son Buzul Maksimumu (LGM) zamanında, Avrasya’nın büyük bölümü 40-45° K enlemlerinden sonrası büyük buzul katmanları ile kaplanmıştı. Bunun yanında 30-35° K enleminin güneyinde ise genel olarak hiçbir bitki örtüsü olmayan sert çöl koşulları vardı (Şekil 1). 12 bin yıl öncesi buzul çağının sonu; 5-6 bin yıl öncesi günümüze yakın uygun değer deniz seviyesine ulaşım ve deltaların oluşmasına neden olmuştur. Daha önce devamlı değişen kıyılarda insanoğlu yerleşmemiştir. Buna göre de deltalar oluşmuş, tarım ve denizcilik gerçek anlamda gelişmeye başlamıştır. Bununla beraber, Mısır, Mezopotamya, İndüs, Ganj ve Sarı Irmak deltaları hızla oluşmuş ve uygarlıkların tetikleyicisi olmuşlardır. Daha önce daha kuzeyde yer alan uygarlık kuşakları (Tundra/buzul ve çöl sınırı) deltaların gelişimi ile birlikte daha güneye kaymıştır. Bu süreçte D-B uzanımlı Ege bölgesinde de önemli ırmakları olan Büyük Menderes, Küçük Menderes, Gediz, Bakırçay ve diğer küçüklerinde deltalar oluşmuştur.
Şekil 1. Dünya Uygarlıkları ve Metal Kuşakları 35-40° Enlemleri).
Anadolu coğrafyasının genellikle Asya ile Avrupa arasında bulunan bir köprü olarak tanımlanmasına rağmen, bu onun eşsizliğini yeterince vurgulamaya yetmez. Afrika o kadar yakındır ki, burada üç kıtanın yollarının dört denizin kıyısına – Hazar Denizi, Karadeniz, Ege Denizi ve Doğu Akdeniz – bağlandığını iddia etmek mümkündür (Şekil 2). Dünyanın başka hiç bir bölgesinde bu derecede ayrıcalıklı jeostratejik bir durumla, insanların yerleşimi için son derece elverişli iklim koşullarının bir arada bulunduğu bir yer yoktur (Zangger ve Mutlu, 2016). Zengin doğal kaynaklar, yerleşik hayatın burada başlamasına, tarımda ileri düzeye geçilmesine, hayvan besiciliğinin artmasına, metal işlemeciliğinin gelişmesine ve sonraki dönemlerde para basımının ilk olarak Anadolu’da başlamış olmasına direkt etkisi olmalıdır. 20. yüzyılda bilgi çalışma sistemlerinin ortaya çıkmasından önce, bir bölgedeki doğal kaynaklar toplumların başarılarında çok önemli bir rol oynardı. Doğal kaynaklar içerisine maden yatakları, doğal kayalar, yıllık yağışlar, akarsu akışları, orman kaynakları ve tarımsal kullanım alanları girmektedir. Anadolu, jeolojik geçmişi ve coğrafi konumu sayesinde yukarıdaki kategorilerin hepsi açısından zengindir.
Paleocoğrafya, iklim ve çevresel koşullara göre çok iyi anlaşılmalıdır. Deniz seviyesi tüm zamanlar boyunca sürekli değişmektedir. Günlük gelgitlere bağlı olarak deniz seviyesi değişmesi yanında deniz seviyesi uzun zaman süreçlerinde de değişmektedir. Bu deniz seviyeleri değişimleri normal olarak buzul çağları veya küresel olaylar tarafından meydana getirilmişlerdir. Deniz seviyesindeki değişimler çeşitli nedenlerle oluşmaktadır. Bu nedenler, onların deniz seviyesi üzerindeki etkilerinin yerel veya küresel boyutlarda olmasına bağlı olarak, iki kategoride sınıflanmaktadır: Östatik ve İzostatik değişim. Östatik hareketler (buzul ve buzul arası devirlerin değişmesiyle deniz seviyesindeki alçalım ve yükselimler) kara alanlarının daralmasına ve genişlemesine neden olurlar adalar ile ana kara arasındaki bağlantıları değiştirirler. Deniz seviye değişimleri değişim daima küresel boyuttadır. Buzul çağlarında deniz seviyesi 120/130 m daha aşağıdadır. Buzul çağının sona ermesiyle deniz seviyesi yükselir.
Şekil 2. Ege Bölgesinin içinde yer aldığı Doğu Akdeniz, Ortadoğu ve Yakındoğu’nun genel konumu.
Anadolu, doğal bitki bakımından yeryüzünün en zengin kesimlerinden biridir. Son araştırmalara göre bugün Anadolu’da 8.000’den fazla doğal bitki türü yetişmektedir. Bunlardan 2000 tür sadece Anadolu’ya özgüdür ve Anadolu dışında hiçbir yerde bulunmamaktadır (endemik tür). Tüm Britanya adalarında 2000’den az bitki türü bulunduğuna göre Anadolu bitki örtüsünün ne denli zengin olduğu açıkça görülebilir. Bugün Anadolu’nun kuzey kesimini örten bitkiler eski Boreal (kuzeyli) bitki örtüsünün, Ege ve Akdeniz kıyılarını örten bitkilerde Tetis bitki örtüsünün birer devamıdır. Orta Doğu ve Güneydoğu Anadolu bitkileri ise Tetis bitki örtüsü ve yer yer de Boreal (kuzeyli) bitki örtüsü değişime uğramasıyla ortaya çıkmıştır. Bu bitki örtüleri başlangıçtan bu yana değişik etkenlerle büyük değişimlere uğrayarak bugüne gelmişlerdir. İklimin bitki örtüleri üzerindeki etkileri bugün Anadolu’da belirgin olarak görülmektedir. Örneğin, Orta Avrupa iklimine benzer bir iklimin etkisindeki Karadeniz Bölgesi yaprak döken ağaç türlerin baskın olduğu bir bitki örtüsüyle kaplı iken, Akdeniz iklimindeki Ege ve Akdeniz Bölgeleri her dem yeşil sert yapraklı çalıların baskın olduğu maki denen bir bitki örtüsüne sahiptir. Az çok karasal bir iklimin etkisinde olan Orta Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri ise daha çok tek yıllık otsular, yastık oluşturan çok yıllık otsularla soğan ve yumrulu bitkilerden oluşan bir bitki örtüsü gösterirler.
Deprem kuşaklarına yakın yerlerde olan çoğunlukla tektonik kırık kuşakları ile ilişkili olan tatlı su kaynakları her zaman insan yerleşimleri için temel belirleyicidir. Binlerce yıldır insanoğlunu besleyen doğal kaynaklar tedricen tüketilmiştir. Ağaçlar yalnızca kereste ve odun ateşi için kesilmemiş, fakat eski devirlerde insanlar düşman şehirlerini ele geçirmek için bilerek ormanları yakmıştır. İlkel baltalarla bile, insanlar geniş ormanlık alanları ortadan kaldırmıştır. 2700 yıl önceden başlayan ormansızlaşma olgusu ciddi bir aşınmaya neden olmuştur. Kesme, tarla açma ve yangına rağmen Anadolu hala çok büyük güzel doğal orman alanlarına sahiptir.
Son Buzul Maksimumu (20 bin yıl önce) süresinde, yaşam alanı en uygun bölge Trakya, Türkiye ve kuzey İran kuşağı (yani 35-40° K enlemleri arası) olarak belirlenmektedir. Sonuç olarak, Holosen zamanında son buzul çağının sona ermesiyle, deniz seviyesi yükselmeye başlamış ve Ege bölgesi yavaş yavaş günümüz coğrafyasına ulaşmıştır. Doğu Ege Adaları Batı Anadolu’dan ayrılmış ve Kiklad adaları birbirlerinden tamamen ayrılmışlardır. Dolayısıyla, Rodos ve Girit adaları doğrudan GB Anadolu (Lidya, Karya ve Likya) ile bağlantılıdır. Biyo-coğrafik bölgelerin geniş alanları kapsadığı göz önüne alındığında, başka bölgeler üzerinde çiziminin önemini daha iyi algılamalıyız.
Şekil 3. Son Buzul Çağı’nda deniz seviyeleri günümüzden 125 m daha derindeyken iç denizler zinciri (dünyanın en uzun ırmağı): Aral Denizi (Türkçe “Adalar Denizi”, Uzboy Boğazı, Hazar Denizi, Maniç Boğazı, Karadeniz, İstanbul Boğazı, Marmara Denizi, Çanakkale Boğazı ve Ege Denizi (Özdoğan, 2018’dan derlenmiştir).
Marmara Denizi (aynı zamanda Çanakkale ve İstanbul Boğazları), Anadolu, Ege Denizi, Balkanlar ve Karadeniz gibi her biri kendi içinde farklı çevresel ve kültürel ortamına sahip kültürel oluşum bölgelerinin buluşma noktasında önemli önemli bir konumdadır. Buna bağlı olarak geçmişte bu bölgeler arasında gerçekleşmiş olan göç, istila, mal ve teknoloji transferi gibi her tür etkileşim ister istemez bu bölge üzerinden geçmek durumundadır. Bu hassas bölgenin Buzul Çağındaki paleocoğrafik durumu Şekil (3)’da gösterilmiştir (Özdoğan, 2018).
Doğu Akdeniz’de hiçbir bölge, Batı Anadolu’nun sunduğu devamlılığı olan verimli arazilere sahiptir. Aynı zamanda Doğu Akdeniz’de çok içerlere girebilen deniz ulaşımı, uygun limanlara verimli delta ovaları ve sonsuz ormanlar (günümüzde bunları yalnızca izleri kalmıştır) vardır. Büyük Menderes, Küçük Menderes, Gediz, Bakırçay ve Karamenderes Irmakları Batı Anadolu’nun önemli ırmaklarıdır ve Ege Denizi kıyıları üzerinde morfolojik olarak bir öneme sahiptirler. Bundan 5-6 bin yıl önceki çok sıcak iklim sonrasında denize döküldükleri yerlerde önemli deltalar oluşturmuşlardır. Bununla beraber bu deltalar üzerinde Milet, Efes, İzmir, Bergama ve Troya gibi önemli yerleşim yerleri oluşmuştur. Yer altı kaynakları bakımından da, Doğu Akdeniz’in hiç bir bölgesi, Batı Anadolu gibi zengin yataklara sahip değildir. Troya’nın doğusundaki bölge ön tarih dönemde dahi işlenen kurşun/çinko cevherleriyle bakır ve altın yataklarına sahiptir. Altını ile meşhur olup, dünya tarihinin en zengin insanı olduğu söylenen Kroizos’un krallığının merkezi olan Sardes şehri de Batı Anadolu’da bulunmaktadır. Sümer uygarlığı kadar önemli olmasa da Batı Anadolu deltaları üzerinde oluşan uygarlık önemlidir. Yunan ve Batı uygarlığının temelleri buradan atılmıştır.
BATI ANADOLU’NUN OLUŞUMU
Ege Bölgesini içine alan, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’nun büyük bölümü (Girit yayı, Kıbrıs yayı, Doğu Anadolu fay kuşağı, Bitlis kenet kuşağı ve Zağros dağları) Afrika ve Arap levhalarının kuzey sınırını oluşturmaktadır. Levha tektoniği bağlamında olaya baktığımızda bu bölge 200 milyon yıldan beri Pangea’nın parçalanmasıyla kapanan Tetis okyanusunun güney kanadı olarak kalmıştır. Tetis okyanusunun kuzey kanadında ise Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan, Rusya ve şu anlarda devreye girmekte olan Karadeniz bulunmaktadır. Bu iki kuşak arasında Alp-Himalaya orojenik kuşağı yer almaktadır. Tüm bu kuşak yiten Tetis okyanusunun kalıntıları olup aşırı tektonik etkilere maruz kalmıştır.
Şekil 4. Doğu Akdeniz’de temel yapıların şematik gösterimi. Taranmış alanlar benzer hareketi ve yayılmış bozuşmuş kuşakları göstermektedir (açıklamalara bakınız). Koyu oklar genelleştirilmiş hareketleri göstermektedir (Relinger v.diğ. 2006’den derlenmiştir).
Ortadoğu ve Orta Asya’nın aktif tektoniği genel olarak güneyde Afrika, Arap ve Hint levhalarınıı kuzeye ilerlemesi ve Avrasya levhasının sıkışması sonucu gelişmiştir. Hızlı olarak kuzeye doğru İlerleyen Arap levhası Kafkasları sıkıştırır. Kıbrıs ve Girit yayları da Batı Anadolu’yu sıkıştırmaktadır (Şekil 4). Kuzey Anadolu Fayı (KAF)’nen batı bölümündeki sapma yine Karadeniz litosferinden kaçmak için ve Marmara Denizi’ndeki açılmaya karşılamak amacıyla güneye kaymaktadır Güneydoğu Ege levhasındaki hızlı hareket yalnızca Anadolu levhasının itmesiyle olamayacağı ve buna Afrika levhasının Girit yayı altına dalmasının devam etmesi nedeniyle oluşan boşluğa doğru Batı Anadolu ve Ege bölgesi güneybatıya doğru ilerlemektedir (Reilenger et al, 2006).
Kula bölgesinde bazaltik çıkışlar 1.5 milyon yıl önce başlayıp yakın zamana kadar ara vermeden sürmüştür. Esas olarak üç evre mevcuttur:
- Plato lavları (1.5 milyon yıl önce);
- Birinci evre volkanik çıkışları (150 bin yıl önce);
- İkinci evre volkanikleri (10 bin yıl önce).
Kula Volkanik Bölgesi (Şekil 5), Gediz Irmağı akış alanında yeraltı (Volkanizma) ve doğal güçler (Su ve rüzgar) tarafından oluşturulmuş birçok jeolojik sit alanları ile önemli bir jeopark olarak UNESCO tarafından kabul edilmiştir.
Şekil 5. Bölgenin 10 m ayrımlılığındaki tepe gölgelemesi üzerine bindirilmiş Kuvaterner volkanizmasının üç basamağının malzemelerini gösteren Kula Volkanik Alanın jeoloji haritası (Şen v.diğ., 2019’den).
Ege’nin günümüzdeki egemen yapı unsurları olan D-B gidişli grabenler, Geç Miyosen sonrası olasılıkla Pliyosen sonu – Pleistosen’de gelişmeye başlamıştır. Ege Denizi ortalarında oluşan gerilmeli yapısal yükselim doğuya doğru Ege karası içine sokulmaya başlamıştır. Ayrıca, gerilmenin giderek geliştiği Kuvaterner’de hızla yükselen Menderes Masifinin aşındırılmasının sağladığı kırıntılı gereç, göreceli olarak alçalan Ege sahili sığ ortamlarını kaplamış, son dönemlerde denizi yerel olarak doldurarak antik kentlerin kara içinde kalmasına yol açmıştır. Grabenler, çoğunlukla her iki tarafları da faylı olmakla birlikte, asimetrik bir gelişim göstermiştir.
Batı Anadolu açılma rejimini sıkışma sistemi takip etmiştir. Bu rejim orta Miyosen ’den beri devam etmektedir ve bunun sonucu olarak ta yaklaşık D-B uzanımlı grabenlerce temsil edilen günümüz yapısal özellikler oluşmuştur. Grabenler Batı Anadolu’nun en belirgin özellikleridir. Onlar suların akış biçimini ve dolayısıyla tortullaşmanın biçimini denetler. K-G genişleme GPS ölçümlerinden yaklaşık 30-40 mm/yıl olarak hesap edilmiştir. En gelişmiş grabenler (örneğin Büyük Menderes ve Gediz grabenleri) genişliği yaklaşık 10 km’dir. Graben tortul dolgusu yaklaşık 2 ila 3.8 km kalınlığa sahiptir. Bu bölgenin genişleme faktörü 1.3-1.5 arasındadır. K-G genişleme rejimi zamanında, Menderes masifi ve çevresi belirgin olarak genişlemiştir. Başlangıcından beri toplam genişleme %50’den fazladır. Bu tür genişleme bölgesel makaslama kuşakları ile karşılanmıştır.
BATI ANADOLU’NUN COĞRAFYASI
Özellikle İç Ege Bölümü’nde belirgin olmak üzere parçalı bir yapı gösteren Ege Bölgesi, pek yüksek değildir (Şekil 6). Bununla birlikte yer yer 2.000 m’yi geçen dağ kütleleri görülür. Bunlar, İç Batı Anadolu’nun 1.000 m’yi geçebilen düzlüklerinden daha alçak olan Ege Bölümü’ndeki ovalar üzerinde çok daha heybetli bir görünüm kazanır (Şekil 5). Ege Bölümü’nde yüzey şekillerinin ana çizgilerini doğu-batı doğrultulu oluk biçimli çukurluklar oluşturur. Bu çukurluklar, aralarında kalan D-B doğrultulu yüksek kütlelere dağ sıraları görünümü kazandırır. Çukurların batı uçları yakın bir dönemde deniz basmasıyla koy ya da körfez biçimini almış, ama daha sonra kısmen ya da tamamen alüvyonlarla dolmuştur. Gediz Havzası, Batı Anadolu’da 38° 41-39°13′ kuzey enlemleri ile 26°41-29°41 doğu boylamları arasında yer almaktadır. Batı Anadolu’da 17.500 km².’lik alanı kaplayan Gediz Havzası; doğuda İç Batı Anadolu’daki Murat Dağı’ndan ve orta alanlarda beraberinde birçok yan koldan alarak batıda Eski Foça’nın güneyinde Ege Denizi’nde son bulur. Batı Anadolu’da, Küçük Menderes ve Bakırçay Havzalarının arasında bulunmaktadır.
Şekil 6. Anadolu’nun Ege Denizi kıyı bölgesinin rölyef haritası ve kıyı önünün batimetresi (Kayan, 2019). (GE: Gelibolu; Ç: Çanakkale; Bİ: Biga; KR: Karamenderes Irmağı; E: Edremit; B; Bakırçay; G: Gediz; İ: İzmir; K: Küçük Menderes; BM; Büyük Menderes; ME: Menteşe)
Geç Miyosen‘den beri Anadolu levhasını etkileyen tektonik hareketler esas olarak Batı Anadolu Bölgesi’nin yüzey şekillerini denetlemektedir. Açılma fayları bölgesel anlamda Orta Anadolu’ya doğru yükselen yapısıyla paralel vadiler arasındaki yükselimlerin dağılımını organize eden D-B uzanımlı horst ve grabenleri denetlemektedir. Ek olarak, Paleozoik’ten günümüze kadar zengin bir litolojik çeşitlilik birçok jeomorfolojik yer biçimlerini üretmiştir. Örneğin, Kazdağı, Kozak ve Menderes masifleri gibi yükselmiş yerlerde çoklu metamorfik ve granoitoidler açığa çıkmaktadır. Paleozoik temel üzerindeki daha genç jeolojik seriler: (i) Mezozoik ve Senozoik yaşlı birçok denizel evreler; (ii) Jurasik ve Eosen orojenleri süresince volkanik ve granitik intrüzyonları ile ilişkili daha fazla metamorfizma fazları ve (iii) Oligosen ’de volkanik ve granitik intrüzyonları üreten magmatik aktivite ve alt Miyosen süresince volkanik püskürmeler yer almaktadır.
Bu oluşumlar üzerinde yapılan jeomorfolojik çalışmalar dağ zincirlerinin birçok oluşum/yok edilişin olgularını ortaya koymaktadır. Bozuşmuş eski masiflerde, orta Miyosen ‘den beri kesilme fazlarıyla ayrılmış düzlemsel yüzeyler üzerinde ekimlik dönemlerin kayıtlarını vermektedir. Alt Pliyosen’e tarihlenen Miyosen çökellerinin aşındığı dönem ve kırmızı matris ile karışık yamaç aşağı biriktirildiği ara boşluk kaydedilmiştir. Pliyosen süresince, bölgeyi ayıran paralel grabenleri meydana getiren genişleme fayları yükselimi başlatmıştır. Horstlar arası çoğunlukla Paleozoik’ten Oligosen’e kayaç serilerinin kalıntılarından meydana gelmektedir ve grabenlerde önemli ırmaklarla donatılmıştır. Bu geniş vadilerde, alüvyon, yamaç molozları, göl ve bataklık çökelleri tüm Kuvaterner süresince birikmiştir. Zamanla ırmakların geriye doğru aşındırmasıyla, deniz seviyesi değişimlerince tetiklenen ve göreceli yükselim deniz kıyısına yakın kapalı çukurlukları veya Orta Anadolu’ya doğuya doğru (örneğin Büyük Menderes) yutmuştur. Pliyostesen süresince, Kula bölgesi (Gediz Vadisi)’nde volkanizma meydana gelmiştir.
Şekil 7. Ege Bölgesindeki ırmakların coğrafik konumu.
Ege Bölgesi sularının büyük bir bölümü Ege Denizi’ne dökülür. Bakırçay, Gediz ve Küçük Menderes ile daha küçük bazı akarsuların havzaları bütünüyle Ege Bölgesi’ndedir (Şekil76). Büyük Menderes Havzası’nın küçük bir bölümü Akdeniz Bölgesi’ne taşar. Yukarı ve orta çığırları da bölgede olan Kirmastı Suyu, Simav Çayı, bölgenin bir bölüm sularını Susurluk Çayıy ile Marmara Denizi’ne götürür. Bölgenin kuzeydoğusunun sularını buradan çıkan Sakarya ve onun kolu olan Porsuk Çayı Karadeniz’e taşır. Bölgenin doğu kesiminin suları ise Afyonkarahisar’dan geçip bölge dışında Eber ve Akşehir göllerine ulaşan Akarçay’ın kapalı havzasıyla İç Anadolu Bölgesi’ne gider.
Murat Dağı, Kütahya ve Uşak illerinin en yüksek dağıdır. Uşak ve Kütahya illerinin doğal sınırını oluşturur. Murat Dağı güneyindeki Banaz Çayı ile Büyük Menderes Irmağına; kuzeybatısındaki Muray Çayı ile Gediz Irmağı’na olmak üzere Ege Denizi’ne su gönderir. Kuzeydoğusundaki Kokar Çayı ile Sakarya Irmağı’na olmak üzere Karadeniz’e su gönderir. Doğusundaki kaynaktan ise Akar Çayı ile Eber Gölü’ne su gönderir. Dağın merkezi Banaz ilçesinin kuzeyini kaplar. 2.312 metrelik zievesiyle Ege Bölgesi’nin Honaz Dağı’ndan sonra en yüksek dağıdır.
Ege Bölgesi akarsularının akışlarında bölgeye düşen yağışın mevsimlere dağılışına bağlı olarak yazın genel bir azalma görülür. Ağustos, akarsuların en az su taşıdığı aydır. Sonbaharda ilk yağmurların etkisiyle başlayan kabarma, Şubat ayında en yüksek düzeyine ulaşır. Ege Bölgesi göl bakımından zengin değildir. En önemli göller: Büyük Menderes ağzı yakınlarında eski bir körfez ağzının tıkanmasıyla oluşmuş Bafa Gölü ile Gediz Vadisi kenarındaki Marmara Gölü’dür. Bunların dışında, akarsu ağızlarındaki deltalarda delta göllerine rastlanır. Ayrıca Gediz üzerindeki Demirköprü ve Büyük Menderes üzerindeki Adıgüzel barajı ile Büyük Menderes’in kollarından Akçay üzerindeki Kemer barajı bölgedeki önemli yapay göllerdendir.
Akarsuların, Ege Denizi’ne taşıdığı çökel malzemenin miktarı ≈ 4×106/yıl olduğu, bu değerin yaklaşık 0.1 m/yıl çökel kalınlığına karşılık geldiği ve bu çökelmeye karşılık gelen rejyonel erozyonun aynı orada olduğu tahmin edilmektedir. Bölgede yükselmenin, yer yer 800 m’nin çok üzerine çıktığı bilinmektedir. Bu miktar, östatik (eustatic) deniz yüzeyi değişimlerinin (≈ 100 m) çok üzerindedir. Bu miktardaki erozyon, bölgenin düşey yükseliminde isostatik dengelerini etkileyerek rol oynamaktadır. Kırılgan üst kabuk, bu miktardaki erozyonu yükselerek karşılamaktadır. Taşınan gerecin biriktirdiği sahil kesimi ise isostatik olarak çökmektedir. Batıya doğru yüzeyden taşınan malzemenin neden olduğu yük, alt kabukta doğuya doğru kütle akmasıyla karşılanmaktadır (Şekil 8).
Irmak yarmasının geriye yönelmesinin kapsamı ve işleyişi tektonik olaylarca üretilen Neojen yapısal duyarsızlık ile etkileşen Pliyostesen deniz seviyesi ve iklim değişimleri tarafından neden olunmuştur. Olayların her grubu aşınma/çökelme fazları, çökel yük türleri ve ırmak kesitinin dikleşmesi arasında yer değişimlerine neden olmaktadır. Topoğrafya üzerinde bu zorlayan etmenlerin biriken etkileri geç Miyosen ’deki bölgesel yükselim ve ’Anadolu Yarımadası çekirdeğinin yükselmesi sırasında oluşan iç göllerin ele geçirilmesine yol açmıştır. Bu örnek, Ege peyzajı ve nehirlerinin jeomorfolojik dinamikleri orta- veya geç Pliyostesen’den beri hızlandığını onaylamaktadır.
Son değişimler göz önüne alındığında, Ege vadilerinin ırmak alt bölümlerine yapılan paleocoğrafik çalışmalar (örneğin, Kayan 2001; Kayan ve Vardar 2007), tek arkeolojik yerlerde, daha deltalar (Kayan v.diğ. 2014) ve aynı zamanda tüm akaçlama havzası boyunca (Kazancı v.diğ. 2011) belirgin farklılıklar olduğunu ortaya koymuşlardır. Bu vadilerdeki jeomorfolojik dinamiklerdeki hızlı değişimleri açıklamak için bir yandan set aşınması, üstünün açılması ve yamaç aşınması ve diğer yandan alluviyasyon, kollüviyasyon ve delta ilerlemesi olgularını ortaya çıkarmıştır.
Şekil 8. Batı Anadolu Irmakları ve Deltaları (Madra, Bakırçay, Gediz, Küçük Menderes, Büyük Menderes).
GEDİZ IRMAĞI HAVZASI
Gediz Irmağı, Kütahya ilinin Murat Dağı ve Şaphane Dağı’ndan çıkar ve Uşak, Manisa ve İzmir illerinden geçer (Şekil 9). Batı Anadolu’da 17.500 km2’lik bir alanın sularını toplayan, 300 km kadar uzunluktaki Gediz ırmağı, İzmir körfezi içine uzanan 400 km2 kadar genişlikte, büyük bir delta meydana getirmiştir. Pleistosen sonlarında, son buzul çağındaki deniz seviyesi alçalmasına bağlı olarak deltanın bugünkünden aşağıda, Foça batısına doğru geliştiği söylenebilir. Buna göre, Holosen ‘de yükselen deniz İzmir körfezine sokularak eski Gediz deltasının alçak bölümlerini kaplamıştır (Kayan ve Öner, 2015).
Şekil 9. Gediz Havzasının genel coğrafik konumu.
Hakyemez v.diğ. (2013) Batı Anadolu’nun evrimini Orta Miyosen ‘den itibaren açılmış olan fay denetimli Neojen havzalarının genel uzanımı KD-GB olduğunu belirtmiştir. Daha sonra, Gediz Grabeninin bugünkü KB-GD uzanımlı biçimini Batı Anadolu’nun K-G doğrultulu genişlemesiyle birlikte Kuvaterner başından itibaren gelişmesiyle oluşmuştur. Gediz Grabeni, asıl olarak Kuvaterner tektonizması ile şekillenmiştir (Şekil 10). Bir başka deyişle, Gediz Nehri’nin jeolojik evrimi, Gediz Grabeni’nin Kuvaterner’deki tektonizma denetimli dolgulanmasını temsil eder. En geç Pleistosen-erken Holosen ‘de Ege Denizi-Akdeniz’in deniz düzeyi bugünküne göre yaklaşık 90-130 m daha alçaktı ve Menemen’in doğusunda batıya akan ve Manisa gölünün batısında doğuya akan birer akarsu bulunuyordu. Düşük deniz düzeyi ve tektonik etkinlik bu akarsulardan özellikle batıda olanının geriye aşındırmasını hızlandırmış ve kaynak tarafının Manisa gölüne yaklaşmasını sağlamıştır.
Hakyemez v.diğ. (1999) Gediz Irmağının (Ana tanrıça MA’nın ırmağı) gelişimini Kuvaterner sonunda günümüze incelemişlerdir (Şekil 10). Kuvaterner sonu Holosen başında Manisa-Saruhanlı-Turgutlu arası Manisa Gölü idi. Gediz Olasılıkla Holosen başlarında Manisa gölü Menemen tarafındaki akarsu tarafından kapılmış ve birbiriyle bağlantılı Manisa ve Kemalpaşa göllerinin suları Ege Denizi’ne boşalmıştır (Şekil 11 B, C ve D). Menemen boğazının açılmasının ardından, orta-geç Holosen ‘de, deniz düzeyinin de yükselmesi ile Gediz Nehri günümüzdeki akaçlamasını kazanmıştır. Menemen deltasında ise, olasılıkla 5000 yıl önce yatağına 5 metre kadar gömülen Gediz Irmağının henüz bugünkü genişliğine kavuşmamış delta düzlüğü alanı, Geç Tunç döneminden başlayarak bugüne değin çeşitli uygarlıklara yaşam alanı oluşturmuştur.
Şekil 10. Gediz Grabenin jeolojisi ve genel görünümü (Hakyemez v.diğ., 2013)
Şekil 11. Holosende en genç çökel dolgularının fasiyes dağılımı gösteren paleocoğrafik haritalar. Gediz deltasındaki rakamlar Gediz Deltası üzerindeki dağıtım kanalların değişimini gösterir. (A) İlk aşama (çok geç Kuvaterner-erken Holosen, (B) İkinci aşama, (erken Holosen), (C) Üçüncü aşama (Orta Holosen), ve (D) Günümüz (Hakyemez v.diğ. 1999).
Kayan ve Öner (2015) alüvyon çökellerinde yaptıkları çalışmayla şu sonuçlara varmışlardır. Holosen ‘de yükselen deniz, tüm körfezi kaplamamış, ancak Seyrek’in yakın doğusuna kadar sokulabilmiştir. Orta Holosen’de (7-5 bin yıl önceleri) deniz seviyesi yükselmesinin durmasından sonra Gediz Irmağı’nın getirdiği alüvyonların kıyıyı daha hızlı doldurarak bugünkü delta düzlüğünü oluşturduğu belirlenmiştir (Şekil 12).
Ancak, Pleistosen sonlarında, son buzul çağındaki deniz seviyesi alçalmasına bağlı olarak deltanın bugünkünden aşağıda, Foça batısına doğru geliştiği söylenebilir. Buna göre, Holosen ‘de yükselen deniz İzmir körfezine sokularak eski Gediz deltasının alçak bölümlerini kaplamıştır. Erken Holosen sonlarında (7000 yıl kadar önce), deniz seviyesindeki yükselme azalmıştır (Kayan ve Öner, 2015). Böylece denizin ilerlemesi ile Gediz’in delta oluşturma hızı arasındaki denge değişmiş, bundan sonra delta oluşumu daha etkili duruma geçmiştir. Delta gelişiminin Geç Holosen ’deki son aşaması (Son 3500 yıl) insan etkinlikleriyle paralel sürmüştür.
Şekil 12. Gediz deltası ve çevresinin jeolojik birimleri, delta ovasında sondaj noktalarının ve kesit çizgisinin yerleri (Kayan ve Öner, 2015) ve kesiti.
Şekil 13. İzmir Körfezi ve Bornova Ovası (Kapsız, 2014).
İzmir Körfezi’nin morfolojik anlamda doğuya uzantısı niteliğinde olan Bornova ovası yakın çevresindeki Gediz, Küçük Menderes ve Büyük Menderes taşkın ovalarından farklı olarak küçük akarsular ve dağ derelerinin alüvyon ve alüvyon yelpazeleri ile şekillenmiştir. Ovada yapılan alüvyon delgi sondajlarda Holosen transgresyonu sırasında denizin hiçbir zaman iç kesimlere kadar ilerlemediği, mevcut verilere göre bugünkü kıyıdan ancak 1,5 km kadar içeriye sokulduğu anlaşılmıştır (Kapsız, 2014). Bu bölge ilk İzmir yerleşimi Bayraklı Höyüğü bölgesidir (Şekil 13).
GEDİZ HAVZASI UYGARLIĞININ GELİŞİMİ
Lorenzo Burge “Pre-Glacial Man and The Aryan Race” (1887) adlı eserinde Aryanların atalarının MÖ 15 bin dolayında Orta Asya’da ortaya çıktığını ve burada büyük bir uygarlık yarattıklarını iddia etmiştir (Şekil 14). Buzul Çağının sona ermeye başlamasıyla da aryanlar Orta Asya’dan yeryüzüne uygarlığı yaymışlardır. Orta Asya’da yaşayan insanlar “HOMO SAPIENS ALTAENSIS” (ALTAY AKILLI İNSANI) olarak adlandırılmıştır. Yerkürenin bereketli altın kuşağı içinde bulunan, insan ve diğer canlı türleri için en uygun paleocoğrafik koşullara sahip Turan-Ceyhun Bölgesi, gelişmiş insan topluluklarının yaşamış olduğu bir arazi parçası olarak kalmıştır (Gerey, 2003).
Şekil 14. Ceyhun-Turan’dan uygarlığın dağılış yolları.
Bu süreçte Çift-hörgüçlü Bakteryan (Türk) devesini evcilleştiren bu bölge insanı taşıma işlerini kolaylaştırmışlardır. Ayrıca da, Dünyada atı ilk defa evcilleştiren insanlar olarak büyük bir taşıma ve ulaştırma imkânına kavuşmuşlardır.
Ari ırk kuramının kurucularından Fransız aristokratı Kont Arthur de Gobineau’ya (1816–1882) göre Arilerin anavatanının Soğdanya (Özbekistan) ve Orta Asya’nın tüm uygarlığın beşiği olduğunun söylemiştir (Şekil 15). Dünya’da Aryanların dağılımı (Sanskritçe ve Sümercenin kök dilleri Türkçedir):
- Hindistan’da KAST Sistemi;
- Sümerlerde KARABAŞLI HALK;
- Anadolu’da KARAMANLAR;
- Batı Anadolu (LUVİLER; Işık Halkı);
- AVRUPA’DA ALMANLAR (Ben Yüce).
Kara sözcüğü Türkçe ’de “ASİL” demektir.
Şekil 15. Uygarlığın Hazar-Turan bölgesinden yayılımı
Anau uygarlığı alanlarının geliştiği alanlar birçok dağ akarsuları (Ceyhun ve Seyhun) düzlüklere eriştiği yerlerdedir. Pumpelly (Amerikalı arkeolog; 1910’lar) Türkmenistan’da araştırma yaparken “VAHA, TATLI SU GÖLÜ; OASIS, FRESH WATER LAKE), kuramını ortaya koymuştur. Bu görüşü izleyen Childe (1969)’da insanoğlunun ilk yaşam alanlarının bu tatlı su kenarları olduğunu ileri sürmüştür. Güneydoğu Türkiye’de kurulan URFA şehrini dini kitaplarda Nuh Peygamberin kurmuş olduğu belirtilmiştir. Urfa şehri bir sulak alan olan Balıklı Göl çevresinde kurulmuştur. Bu göldeki balıklar kutsanmıştır ve çevresinde kutsal mağaralar bulunmaktadır. Uygarlık, buğdayın seyri ile beraber MÖ 7-8 bin sıralarında Konya düzlüğüne (o devirde göldü) Orta Anadolu’ya ilerlemiştir. Çatalhöyük ören alanı MÖ 7 bin yılını göstermektedir. MÖ 6 binde uygarlık göller yöresini aşarak Burdur-Denizli civarında Hacılara ulaşmıştır. Batıda Ege kıyılarına daha sonraki yıllarında erişmiştir (Şekil 16). Görüldüğü gibi ilk yerleşimler 35-40°K enlemleri arasıdır.
Şekil 16. Anadolu’daki Neolitik yerleşim yerleri ve Orta Anadolu göllerini takip ederek Harran Ovası (Göbekli tepe, Urfa)’dan batıya göçü (Göbekli tepe MÖ10 bin; Çatalhöyük MÖ 7 bin; Troya MÖ 4 bin).
Gordon Childe şöyle demiştir:
“EX ORIENT LUX”
(IŞIK DOĞUDAN GELİR)
Yalnız batının değil dünya uygarlığı aşama aşama değişen iklim kuşaklarını izleyerek yayılmıştır.
Büyük Menderes, Küçük Menderes, Gediz, Bakırçay ve Karamenderes Irmakları Batı Anadolu’nun önemli ırmaklarıdır ve onlar Ege Denizi kıyıları üzerinde morfolojik olarak bir öneme sahiptirler. Bundan 5-6 bin yıl önceki ısınma yönündeki iklim değişikliği ile denize döküldükleri yerlerde deltalar oluşmaya başlamış ve üzerinde Milet, Efes, İzmir, Bergama ve Troya gibi önemli yerleşim yerleri kurulmuştur. Şekil (17)’de Anadolu’nun Neolitik yerleşimlerinin nasıl batıya doğru ilerlediği gösterilmektedir. İç Anadolu’dan sonra batıya doğru ilerleyişi Denizli’den (Hacılar MÖ 6 binler) daha batıya doğru grabenler boyunca olduğu ve Limantepe ve Troya’ya MÖ 4 binlerde ulaştığı görülmektedir. Büyük Menderes Irmağı derin bir vadi olarak denize ulaşmaktaydı. Onun için Hacılar’dan ilerleyen insanoğlu Denizli üzerinden kuzeydeki göllere sahip Gediz havzasına (Sarıgöl; Manisa; Akhisar gölleri) doğru yönelmişlerdir. Buradan da batıya doğru İzmir ve kuzeye doğru da Bergama ve Troya’ya varmışlardır.
Şekil 17. Uygarlığın grabenler boyunca batıya ilerleyişi. Ve İnci’de bahsi geçen ilk yedi kilise Batı Anadolu’dadır (Sart, Bergama, İzmir, Alaşehir, Efes, Akhisar ve Laedokya).
Gediz Irmağı Holosen başlarına kadar önce Manisa Gölü’nü doldurmuş ve Menemen Boğazı açıldıktan sonra (Orta Holosen) hızla Menemen Ovası’ndaki deltayı doldurmaya başlamıştır. Gediz Irmağı ve oluşturduğu delta üzerinde önemli yerleşimleri öncüleri Gediz Irmağı boyunca Manisa Gölü civarında olmuştur. Uygarlık Konya-Denizli üzerinden batıya doğru kaydıkça ilk yerleşimler bu Manisa Gölü civarında yeşermeye başlamıştır. Strabon Gediz Havzasının dünyanın en verimli topraklarına sahip yer olarak bildirmiştir. Doğrudan denize ulaşmayan Gediz’in adı Ana Tanrıça (MA)’ya adanmıştır.
Bu bölgelerde topluluk halinde yaşamın geliştiği gerçeğidir. Gerçek ne olursa olsun, Neolitik devrim (Holosen; son 12 bin yıl), insanların avcı-toplayıcı yaşam tarzlarından vazgeçip yerleştikleri, kentlere dönüşecek köyler ve kasabalar oluşturdukları İnsanlık tarihinde derin bir dönemdi. Batı Anadolu’nun sürekli bir yerleşim alanı ve uygarlık beşiği olduğu olgusu İncil’de belirtilen ilk yedi kilise (İzmir, Bergama, Sart, Alaşehir, Efes, Akhisar ve Laedokya) Batı Anadolu’da (esas olarak Gediz Havzası bölgesinde) bulunmaktadır. Bu olgu da bu bölgede uygarlığın sürekli var olduğunu göstermiştir (Şekil 15). “Kilise” sözcüğü tek başına bina demek değildir. Aynen Camii’de ve Cem Evi’nde olduğu gibi. Demek ki bu bölge insanı biraraya gelerek topluluk oluşturma erkine sahip olmuşlardır.
Kültürel miras tüm insanlığa aittir, herkes için bir servet ve herkes için zenginliktir. Kültürel mirastan geçmişin hafızası muhafaza eder ve kültürel miras üzerinde geleceği inşa ederiz. Toplumların en büyük sorunlarından biri de kendine ait oldukları kültürü, geleneği, inançları ve etnik kökenlerini aşırı derecede yüceltme, buna karşın kendilerinden olmayan gruplara inanç sistemlerine devamlı kusur aramaya ve onları küçültmeye çalışmak olmuştur. Bundan dolayı; baskılara, savaşlara ve katliamlara varan acılı sonuçlar doğurmuştur. Rus coğrafyacı Murat Adji der ki:
Tarih tuvalinde yer ve zamanın izi her zaman mevcuttur. Onu fark etmek de mümkündür, fark etmemek de, ama o vardır. Bu dünyada hiçbir şey iz bırakmadan geçmez; çünkü gerçek ebedidir ve onu hiçbir kuvvet silemez.
GEDİZ HAVZASI YER ADLARI VE GEÇMİŞİYLE BAĞLANTISI
Strabon Gediz Ovasının dünyadaki tüm ovaların en iyisi olduğunu söyler ve bu da bu bölgenin zenginliği idi, Kuzeyindeki Kula volkaniklerinden taşınan volkanik topraklar çok verimliydi. Bu bölgeye İYONYA adı verilmiştir. Bu da Luvi dilinde: IA-WANA (yani TOPRAK Ülkesi) demektir.
Bazı yer adları ve kökeni:
GEDİZ: SWA-MA-ARDA (Kutsal Ana Tanrıça Irmağı): Foçalılar bu Irmağa SMARDOS demişler ve baştaki (SWA) Yunanca (EA) ile değiştirilmiştir. Yunanca ERMOS olmuş ve Romalılarda HERMOS demişlerdir. Bu bölgenin en önemli akarsuyu olması nedeniyle de adı Ana Tanrıça (MA)’dan gelmektedir.
Bu bölgede Manisa, Sart, Alaşehir, Adala, Menye ve Kula yerleşimleri bulunmaktadır (Şekil 9). Bu şehirlerin adları Luvi dilinden gelmektedir (Umar, 1993):
MANİSA: MA-WANA-ASSA (Ana Tanrıça-Ülkesi-Şehri): Magnesia.
MENYE: MA-WANA (Ana tanrıça-Ülkesi): Önce MAINOES sonra MAOINIA. (Troya savaşlarında Troya’lıların yanında savaşanlara Maiones’ler denmiştir çünkü Lidya daha bu devirde yoktu). Sart şehrini Maiones’liler kurduğu iddia edilmektedir.
Şekil 18 Antik devirde (MÖ 3 ve 2. Yüzyılda) Hermos (Gediz) Vadisi’nde şehirleşme (Tanrıver, 2006).
KULA: KU-LA (Kutsalın Yavrusu) (Belki de yanı başındaki Kula Volkan’ından)
GÖLDE: KOLYDA (KU-LA-DA) (Kutsalın yavrusuna ait)
SART: SWA-ARDA (Kutsal-Irmak) (Bu da Gediz Irmağı): Sardis.
ADALA: ADA (Ata) LA (Yavrusu).
SANDAL: SANDA-LA; Ateş ve yıldırım Tanrısının Yavrusu yerleşkesi olması gerekir.
AKHİSAR: THYATEIRA: (A)tuwa-Te-ira “Atys’sin Yüce Kamı” (burada Atys Ata)
ALAŞEHİR: PHILEDELPHIA: Arkadaşlık Şehri: Bergama Krallığı zamanından kurulmuştur.
FOÇA: PA-UWA-KA (Sulak Yer) sonra PHOKAİA olmuştur. Fok balığının adı da buradan gelmektedir.
Alaşehir (Philedelphia) dışında yedi yer adları Anadolu dili olan Luviceden gelmektedir (Şekil 18). Luvice tüm batı ve güney Türkiye’deki yer adlarını vermişlerdir. İzmir Körfezi’nde ise önce Bayraklı Tepe’sinde kurulan İzmir’in kuruluşu MÖ 3 binlere gitmektedir. Bunun yanı sıra İzmir Körfezi civarında yerleşimlerin (Ege Gübre kazı yeri ve Limantepe) daha ileri tarihlere gittiği anlaşılmaktadır. İzmir adı da Luvice’den gelmektedir. Ayrıca Gediz Deltası’nın kuzeyinde bulunan Foça’da eski antik bir liman şehridir.
İZMİR: S(wa)-M(a)-UR-(wa)NA (Yüce Ma Şehri Ülkesi: SMURNA: SYMRYNA, SMİRNİ olmuş ve Türkçe’ye de İZMİR olarak geçmiştir.
URLA: UR (Şehir) LA (Yavrusu).
Eski İzmir, M.Ö.4 binlerde Bayraklı’da kurulmuştur. Kazılardan anlaşıldığına göre burada ilk yerleşmenin Tunç Çağı’nda olduğu Demir Çağı’nda da yerleşmenin bulunduğu ortaya çıkmıştır. M.Ö. 650-545 yılları bütün İyonya gibi İzmir’in de en parlak devridir. Büyük İskender şehri Kadifekale (Pagos) eteklerine taşımıştır. Strabon’un bildirdiğine göre M.Ö. I. yüzyılda bu yeni şehir İyonya’nın en güzel kentlerinden birisi olmuştur.
UR/OR sözcüğü Türkçe’de hendek anlamıyla başlamış daha sonra topluluk ile kale ve şehir anlamları kazanmıştır. Bu sözcük Harran’da URFA, Sümer’de UR ve URUK ile birçok Sümer kral adlarında vardır. Batı dillerine geçerek URBAN (Kentli) sözcüğü olmuştur. Ayrıca OR sözcüğü de Türkçe’de örgütlenme ile ilgili ORDU, ORTA, ORTAK, ORUN, ORMAN vs. ve ayrıca batı dillerine de ORGAN, ORGANIZATION, ORDER, ORIGIN vs. gibi sözcüklerin kökenidir.
Atina’nın Platon (MÖ 429-347) öncesi adı: UR-Atina’dır. Tarihte bu Eski Atina olarak adlandırılır. UR sözcüğü ise Türkçe ve Sümerce de kent demektir: Ur; Uruk; Urfa; Urmu; Urumçi; Urgenç ve de SMURNA (İzmir) ve URLA. İzmir ve Urla’nın kuruluş tarihleri MÖ 4 binlere gitmesine rağmen Atina’nın kuruluşu MÖ binli yıllarıma gitmektedir. Bu sözcüğü Etrüskler (Herodot’a göre Lidya’dan göç etmişlerdir) İtalya’ya götürmüşlerdir. Latince de Ab urbe condita
(anno urbis conditae) anlamı “Kentin” (Roma) kuruluşundan bu yana olan demek olan bir deyiştir ki burada şehrin kuruluşu MÖ 753’tür. UR kökünün hendekten kaleye ve kente uzanan macerası, uygarlaşma sürecinin dildeki izlerini gösteriyor. Yalnız Türkçede değil, diğer dillerde de kent sözcüğü ile uygarlık sözcüğünün aynı kökten (UR) gelmesi anlamlıdır.
Avrupa dillerinin kökenleri işte bu Luvi dilli içinden kaynayarak çıkmıştır. Tabii ki biz Karadeniz’in kuzeyinden Hazar kökenli halkları da unutmamalıyız (Macarlar, Bulgarlar ve Baltık halklarını unutmamak gerek). Romalılar ve günümüz uygarlığının üzerinde etkileri yadsınamaz olan Etrüskler ‘in İtalya yarımadasında büyük bir uygarlık yaratmış olduklarını unutmamak gerekir. Etrüskler, Akalar tarafından MÖ 1.200’lerde yıkılmasından sonra Batı Anadolu’daki Lidya’dan göçmüşlerdir. Homeros Etrüsklerin Lidya (Luvilerin doğal devamı)’dan geldiklerini belirtmiştir.
Bu yörede kurulan ve kayıtlara geçen ilk devlet Lidya’dır. Lidya MÖ 1200’lerde Hititler’in dağılması üzerine kurulmuştur. Homeros (750-700 MÖ) ve Herodot (MÖ 400’ler) bu halkları birçok mitolojik hikâyelerle birlike, Mainoes’ler olarak tanımlamışlardır. Buradaki Maiones kelimesi bugünkü Menye (Gökçeören)’dir. Bunun anlamı da Luvi dilinde MAWANA (Ana Tanrıçanın Ülkesi) demektir. Lidya adı kurucusu Lydus’tan gelmektedir. Başkenti Salihli yakınındaki Sart şehridir (Anadolu Satraplığı Başkenti). Sart daha sonraki Persler, Hellenler ve Roma devrinde de bu bölgeye başkentlik etmiştir. Lidya en parlak devrine Krezüs zamanında erişmiştir fakat Pers kralı Kiros tarafında MÖ 546 yılında ortadan kaldırılmıştır. Büyük İskender Pers ordularını yenmesi sonucunda MÖ 334 yılında sonra Hellenik Dönem bu bölgede başlamıştır. İskender’den sonra da Suriye’de kurulmuş olan Selevkoslara geçmiştir. Daha sonra MÖ 188’de Roma egemenliğine Anadolu Eyaleti olarak geçmiştir. Lidyalılar Alyattes (MÖ 617-560) zamanında stater olarak bilinen ilk metal parayı basmışlardır ve sonra da Krezüs zamanında (MÖ 560-546) ise gümüş ve altın para basmışlardır. Onlar doğuda Mezopotamya ve Persler ve batıda Yunanlılar arasında köprü oluşturmuşlardır. Bu arada doğuda Suşa (İran)’dan başlayıp Sart şehrinde sona eren yol “Kral Yolu; King Road” önemlidir.
Batı Anadolu da Eskişehir ve Antalya illerinin batısında kalan bölgedeki MÖ. 2. bin yıl yerleşimlerinin dağılımı gösterilmiştir (Şekil 19). 25 Saptanan bu 340 yerleşimin düzensiz olarak konumlandığı dikkat çekmektedir. Aslında yerleşim modelinin apaçık bir şekilde doğrudan doğruya doğal kaynaklara göre şekillendiği görülebilmektedir. Akarsu yakınları, verimli vadiler, doğal limanlar, maden yatakları ve ticaret yolları insanları kendine çekmekte, onları zenginliklerinden faydalanmaya teşvik etmektedir. İç kesimlerde kalan bazı bölgelerde yerleşimlerin görülememesinin nedeni buraların ormanlık olmasıyla bağlantılı olmalıdır. Verimli ormanların uzun süre el değmeden kaldığı, sadece avcılık ya da kereste elde etmek amacıyla kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Şekil 19. Batı Anadolu’da MÖ binlerde ticaret yolları ve aluviyal düzlüklerin yerleşim yerlerini belirlemesi ve maden yatakları (Zangger, 2016).
Avrasya’nın güney kanadı boyunca yeni kıtasal parçaların eklenmesiyle dağ sıraları oluşmakta ve aynı zamanda Tetis parçacıklarının alta dalmasıyla, karalar üzerinde volkanizma ve ada yayları ile beraber kıta kenarı basenleri meydana gelmektedir. Yer altı kaynakları bakımından da, Doğu Akdeniz’in hiç bir bölgesi, Batı Anadolu gibi zengin yataklara sahip değildir. Troya’nın doğusundaki bölge o tarih döneminde dahi işlenen kurşun/çinko cevherleriyle bakır ve altın yataklarına sahiptir. Altını ile meşhur olup, dünya tarihinin en zengin insanı olduğu söylenen Kroizos (KARUN)’un krallığının merkezi olan Sart şehri de Batı Anadolu’da bulunmaktadır. Lidyalılar Alyattes (MÖ 617-560) zamanında stater olarak bilinen ilk metal parayı ve sonra da Krezüs zamanında (MÖ 560-546) ise gümüş ve altın para darp etmişlerdir.
Şekil 20. Spil Dağı Milli Parkı ve Yakın Çevresinin Jeoloji-Litoloji Haritası.
Spil Dağı bölgesi İzmir-Ankara Ofiyolitik Kuşağı üzerindedir. Bu bölge Üst Kretase Bornova Flişi olarak bilinmektedir (Şekil 20). Spilit minerali Okyanus Sırtlarında oluşan bir kayaç türüdür. Yön buldurucu Mıknatıs (Pusula) ilk olarak bu kayaçtan elde edilmiştir. Yerbilimlerinde manyetik değeri en yüksek kayacın adı da ‘Spilit’tir (Spil Dağı’ndan)). Dolerit veya mikrogabro olarak da adlandırılan diyabaz, volkanik bazalt veya plütonik gabroya eşdeğer mafik, holokristalin, subvolkanik bir kayaçtır. Spilit, Okyanus ortası sırtlarında diyabazlar içerisinde oluşmaktadır. Fizikte kullandığımız ‘manyetik’ sözcüğü Manisa (magnesıa) sözcüğünden gelmedir. Çünkü bu bölgede yön belirleyici demir cevheri (Mıknatıs) bulunmaktaydı (Tales; MÖ 600’ler).
Kral Tantalos’un (MÖ 8’nci YY) iki çocuğu vardır: Pelops ve Niobe. Kral Tentalos verdiği bir söz üzerine oğlu Pelops’u kurban ederek tanrılara sunmak ister fakat tanrılar Tantalos’u cezalandır ve Pelops’u tekrar diriltirler. Mora yarımadasına kaçan Pelops buraya Anadolu’dan getirdiği zenginlikler sayesinde buranın kralı olur. Adını da bu bölgeye PELEPONNES olarak verir.
Spil Dağı’nın eteklerinde Ağlayan KAYA ya da diğer adıyla Niobe Kayası olarak bilinmektedir. Doğal aşınma sonucu başı önüne eğik, ağlayan bir kadın görünümü kazanmıştır. Yitirdiği çocuklarının ardından gözyaşı döken kahırlı anaların simgesi haline gelmiştir (Şekil 21).
Niobe’nin yedi oğluyla yedi kızı vardı ve yalnızca iki çocuğu (Appollon ve Artemis) olan Leto’dan daha doğurgan olmakla övünüyordu. Bu gururu nedeniyle onu cezalandırmaya karar veren Leto, Apollon’a Niobe’nin bütün oğullarını, Artemis’e de bütün kızlarını öldürttüğü söylenir. Tentalos, Niobe ve Pelops hikâyelerinin hepsi Anadolu’nun Ana Erkil inancı ve Grek Ata Erkil inancı arasındaki mücadeledir.
Şekil 21. Spil Dağı’nda Niobe’nin Ağlayan Kayası.
Zangger ve Mutlu (2016) Anadolu’nun Geç Bronz Çağı’nın tam olarak anlaşılabilmesi için sadece Hitit Uygarlığının araştırılmasının yeterli olmadığı son yıllarda giderek daha belirgin hale geldiğini belirtmiştir. Hititler öncelikle Anadolu’nun ortasında ve yaklaşık 400 yıl gibi süre var olmuşlar fakat Bronz Çağı ise 2 bin yıl sürmüştür. Tarih yalnızca hakim güçlerin anlayışlarına göre düşünülmemelidir. Hititlerden önce ya da onlar ile aynı dönemde yaşamış, yazı kültürüne hâkim olmalarına rağmen, arkeologlar tarafından yeterince araştırılmamış başka kültürler de Anadolu’da var olmuştur. Luvilerin ikamet ettikleri alan, Miken Uygarlığı’nın (Yunanistan) merkezi bölgesinden üç kat ve Hititlerinkinden de yaklaşık beş kat daha büyüktü. Geç Bronz Çağı’nda var oldukları tespit edilen Batı Anadolu’daki yaklaşık 340 yerleşim merkezi Miken, Minos ve Hitit yerleşimlerinin toplamından fazladır.
Batı Anadolu Tanrıları:
APOLLON: APA-ULLA-WANA (Su Koruluğu Ülkesi Tanrısı)
ARTEMİS: ARDA-MA (Irmak Tanrıçası)
AFRODİT: APRA-UWA-DİDA (Gür Su Tapınağı Tanrıçası)
KİBELE: KU-ABA-LA (Kutsal Kadının Yavrusu)
Bu Tanrı adları Yunanistan’a geçmiş ve buradanda İtalya’ya geçmiştir. Alman jeoarkeolog Eberhard Zangger (2016) bu çok eski Anadolu halkından “Luwians and the War of Troiyas” adlı kitabında söz etmektedir. Gerçekte ise İsviçreli dilbilimci Emil Forrer erken 1920’lerde bu halkın Hititler’den daha önemli olduğunu söylemiştir. Tarih yazıcıların büyük hatası halklardan ziyade devletleri ve krallıklara göre tarihi yorumlamaları sonucundan bu durum oluşmuştur. Sibel, Afrodit, Apollon ve Artemis gibi tanrı ve ana tanrıça adlarının Luvi dilinden olduğunu ileri sürmüştür. Zaten Grek tanrılarının düzenlemesini Anadolulu Hesiodes (MÖ 800) yapmıştır. Kendisi Ailonia-Bergama’lıdır. Ana erkil olan Anadolu halkı dini Grekler tarafından baba erkil hale getirilmiştir (Kabaağaçlı, 1954). Aynı durum güneyden gele sami ırkı tarafından ana erkil olan Sümer inanışı yerine baba erkil bir dine bırakmıştır. Buradan da tek tanrılı dinler evrişmiştir.
UYGARLIKTA BATI-AVRUPA MERKEZCİLİK
Uzun yıllar boyunca Anadolu Yarımadasını, Neolitik yaşam biçiminin çekirdek bölgesinin dışında tutulmuş, Anadolu’ya Neolitik yaşam biçiminin Güneybatı Asya’nın yarı-kurak bölgelerinde gelişimini tamamladıktan sonra aktarıldığı ve bu oluşum sürecinde Anadolu’nun yalnızca bu yeni yaşam biçimini Batı’ya, Avrupa’ya aktaran bir köprü rolü oynadığı öngörülmekteydi. Bu nedenle Neolitik Çağ arkeolojisi Anadolu’nun güneyine, Kuzey Mezopotamya, Suriye ve Filistin’e kadar uzanan Doğu Akdeniz kuşağına odaklanmış, bu coğrafya içinde son elli yılda 400 kadar Neolitik Çağ’a ait kazı yapılmıştı. Aynı şekilde Avrupa Neolitiğinin kökenlerini irdelemek amacıyla Balkan Yarımadası da Neolitik Çağ araştırmacılarının ilgi odağı olmuş ve bu süreci yansıtan yüzlerce kazı yapılmıştır. Çevremizdeki ülkelerde arkeolojik çalışmaların yoğunlaştığı bu süreç, maalesef Türkiye’de arkeolojik kazıların, yeni araştırmaların durma noktasına geldiği dönemdir.
Türkiye’nin Neolitik Çağ’ına yönelik yapılmakta olan az sayıdaki kazı bile bilim dünyasında devrim sayılacak bir etki yaratmıştır. İlk önceleri, Hacılar, Çatalhöyük, Can Hasan ve Çayönü kazılarıyla sınırlı olan bilgi dağarcığımız, Âşıklı, Nevali Çöri, Cafer Höyük ve Hallan Çemi kazılarıyla beklenmedik bir sıçrama yapmış, son yıllar içinde başlayan birçok yeni kazı ortaya çıkan bu yeni tabloyu daha anlaşılır bir hale getirmeye önemli katkılar sağlamıştır. Bu yeni çalışmaların içinde en çarpıcı sonuçlar vereni, kuşkusuz ki Göbekli Tepe’dir. Esasen Göbekli Tepe Tepe ile ortaya çıkan yeni kültürel oluşumun ipuçları, yukarıda sıraladığımız diğer kazılarda vardı; bunlar bildiklerimize o denli aykırı ve yenilikler içermekteydi ki, kabullenmekte güçlük çekiyorduk. Göbekli Tepe bunları yadsınamaz bir görsellik ve görkem içinde sunmuştur. Neolitik Çağ’da bu bölgenin çok önemli olduğu ortaya konmuştur.
Luviler Batı Avrupa’nın gelişiminde kilit rol oynamıştır. Grek felsefesi, şiiri ve bilimi Luvilerin kültür mirası üzerinde yükselmiştir. Batı Avrupalılar bin yıl boyunca kökenlerini seçkin bir Luvi şehri olan Troya’nın kraliyet ailesine dayandırmaya çalışmıştır. Aralarında Roma, Paris ve Londra’nın da olduğu yüzlerce Avrupa şehri inşa edilirken Troya’nın örnek alındığı iddia edilmiştir. Troya’yla ilgili her şey konusunda duyulan bu coşku ve heyecan, Osmanlıların Konstantinopolis’i fethetmesiyle (1453), hatta Viyana’yı kuşatmasıyla (1683) tamamıyla ortadan kayboldu. O tarihlerden itibaren Orta Avrupa’nın entelektüel seçkinleri Troya’lıların soyundan geldiklerine inanmaktan vazgeçip kendilerine yeni tarihsel modeller aramaya başladılar. Antik Grek ve Roma kültürlerinin seçilmesinin nedeni, muhtemelen bu kültürlerin Doğu Akdeniz çevresindeki büyük bölgelere hâkim olmuş olmalarıydı. Grekçe bilmeyenler aniden Barbar sayılmaya başlandı. İkinci Dünya Savaşı’nın sonundan sonra, ırksal önyargılara dayanan böyle değerlendirmeler tasvip edilmemeye başlandı.
Helen kültürünün Anadolu’dan kaynaklandığını ileri süren Halikarnas Balıkçısı, “Hey Koca Yurt”, “Anadolu Tanrıları”, “Anadolu Efsaneleri”, “Merhaba Anadolu” gibi yapıtlarında antik çağ Türkiye efsanelerini inceleyerek bu yargıya varmıştı. Genel kanı, karşılaştırmalı mitoloji incelemelerinde Halikarnas Balıkçısı’nın ilklerden biri, birçok açıdan da birinci olduğu yolundadır. Anadolu uygarlıklarını araştırmaya trajik gençliğinden başlayarak tüm ömrünü adayan Halikarnas Balıkçısı için bilimsel düşüncenin ve felsefenin anayurdu, Anadolu’dur. Hatta ona göre, Anadolu’da serpilen bilim ve bilimsel düşünce Yunanistan’a geçtikten sonra “bozulmuştur”. Mitolojik unsurların, içinden çıktıkları toplumun ihtiyaçlarından doğduğunu bilen Cevat Şakir, mitlerin (efsanelerin ve masalların), ki Atlantis ile Troya “efsaneleri” de bunlardandır, içinden çıktığı toplumun, ekonomik, siyasal, kültürel damgalarını taşıdığını ve bir biçimde onları yansıttığını yazıyordu. Azra Erhat, Sabahattin Eyuboğlu, Vedat Günyol, İsmet Zeki Eyüboğlu ve hatta Melih Cevdet Anday gibi yakın yazar dostlarıyla geliştirdiği “Mavi Anadoluculuk” düşüncesi, Anadolu’nun bugünüyle eski çağları arasında kopmayan bir kültür bağı olduğuna dikkat çekiyordu. Dünyadaki birçok mitin ve Yunan mitolojisinin kaynağı Anadolu’daydı. Burada da mihenk taşı olarak Klasik Ege Uygarlığı öne çıkıyordu.
Herodot’a göre Etrüskler Anadolu’dan (Lidya) İtalya’ya göç etmişlerdir, bunun yanı sıra pek çok tarihçi de Etrüskler ile özellikle TROYA başta olmak üzere Anadolu uygarlıklarının gelenekleri arasında bağ kurmaktadır. Avrupa’lılar 2000 yıldan fazla bir süre Troya soyluluğunu el üstünde tuttu, ona adeta taptı. Roma döneminde aristokrat aileler soy kütüklerini Troya’ya bağlamaya pek meraklıydılar. Örneğin Sezar ailesini Troya’ya (İlion) bağlıyordu. Romalılar ikinci başkentlerini İstanbul (Nova Roma) yerine Biga Yarımadası üzerinde Troya’ya yakın yeni bir yer aradılar. Fakat jeopolitik konumu nedeniyle bugünkü İstanbul’da karar kılınmıştır. Birinci Dünya savaşındaki İngilizlerin önderliğinde Çanakkale Boğazına gelen güçlerin amiral gemisinin adı “AGAMEMNON”dur. Bu ise Akaların Troya’yı kuşattıklarındaki komutanın adıdır. Ve Boğaz savaşlarında yara alan bu gemiyi onarıp üzerinde Osmanlı’ya Montrö anlaşmasını imzalatmışlardır. Şöyle bir söylenti vardır: Atatürk Sakarya Savaşı’ndan sonra ”HEKTÖR”ün intikamını aldım demiştir.
Oysa tüm bilim dallarında olduğu gibi, antik tarih kaynaklarının da tarafsız ve önyargısız olarak araştırıp, incelenmesi gerekmektedir. Çünkü gün ışığına çıkarılan bilimsel bilgi ve bulgular mevcut antik tarihin Türkler aleyhine saptırıldığını ortaya koymaktadır. Batılıların, yüzyıllardır Türkler aleyhine geliştirmiş oldukları düşünce ve tutumları, onların antik tarih ve yazılımında da fazlasıyla yansımıştır. Halikarnas Balıkçısı yazılmış, yayınlanmış hiçbir eserini artık bitmiş bir kenara bırakılması gereken bir şey saymazdı. Bu yüzden olacak, “Hey Koca Yurt”a özel bir sevgisi vardı. Bütün birikimlerini onda toplamaya çalışıyor gibiydi, fakat ömrü buna olanak vermedi. Bu büyük insan ileri sürdüğü tezleri bölgenin coğrafyasını ve oluşumunu ele alarak irdelemeye çalışmıştır. Bu bilgiler ışığında tarihçilerimiz, arkeologlarımız ve dil bilimcilerimiz batı bize aşıladığı AVRUPA MERKEZLİ düşünce algılarından sıyrılmalıdır. Değişmeyen tarih olgusu coğrafyanın yazdığı tarihtir. İnsanoğlunun yarattığı uygarlık esas olarak doğu-batı ekseninde ilerlemiştir.
Herodot tarihi tanımlarken şunu demiştir: Ben duyduğumu yazdım. Tarih anlatımı hep galipler tarafından yazılmıştır. Bu bağlamda İbn-i Haldun der ki: “Tarihçi bir bilgiyi ele alırken o bilgiyi bütün bilimler açısından inceleyerek doğruluğunu sağlamalıdır”. Felsefe ile başlayıp, tarihin içinde mantık, matematik, fizik, coğrafya, şiir gibi bilimlerin de olmasının zorunlu olduğunu söyler:
“GEÇMİŞ GELECEĞE, SUYUN SUYA BENZEMESİNDEN DAHA FAZLA BENZER…”
Büyük Atatürk’ün büyük bir öngörü ile Türkler’in Anadolu’ya binlerce yıl önce geldiği tezi ve Sümerler’in ve Hitit’leri Türk olma olasılığının araştırılmasını istemişti. Bundan önce Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumunu kurulmasını sağlamıştır. Bunları düşünerek 1936 yılında Ankara Üniversitesi’nde DİL VE TARİH COĞRAFYA FAKÜLTESİ’Nİ kurulmuştur. Çünkü dil ve tarih olguların coğrafik bir anlayışla ele alınmasını istemiştir. Yaşadığımız Anadolu bizim kaderimizdir. Bu kader bizim için çok değerli bir hazinedir.
TEŞEKKÜR
Fikir ve düşüncelerinden yararlandığım aşağıdaki bilim ve düşün insanlarına teşekkürü borç bilirim:
Murat Adji
Vere Gordon Childe
Muazzez İlmiye Çığ
Selahi Diker
Erol İzdar
Cevat Şakir Kabaağaçlı (Halikarnas Balıkçısı)
İlhan Kayan
Kazım Mirşan
Haluk Tercan
Eberhard Zangger
KAYNAKLAR
Childe, G., 1926. The Aryans: A Study of Indo-European Origins, Routledge, Trench, Truber.
Hakyemez, H.Y., Erkal, T. Ve Göktaş, F., 1999. Late Quaternary evolution of the Gediz and Büyük Menderes grabens, Western Anatolia, Quaternary Science Reviews 18 (1999) 549—554.
Hakyemez, H.Y., Göktaş, F. ve Erkal, E., 2013. Gediz Grabenin Kuvaterner Jeolojisi ve Evrimi. Türkiye Jeoloji Bülteni, Cilt 56, Sayı 2; 1-26.
Kabaağaçlı, C.Ş.,1972, Hey Koca Yurt, Bilgi Yayınevi, Ankara.
Kapsız, A., 2014. Palinolojik Verilerin Paleocoğrafya Rekonstrüksiyonlarında Kullanılması: Bornova Örneği, Ege Coğrafya Dergisi, 23(2), 37-52.
Kayan, İ. 2019. Anadolu’nun Ege Kıyılarında Holosen Deniz Seviyesi Değişimleri ve Jeoarkeolojik Etkileri. TINA (Denizcilik Arkeolojisi Dergisi, Sayı: 12, 3-27.
Kayan, İ. ve Öner, E. 2015. Sedimantolojik ve Paleontolojik Verilerle Gediz Delta Ovasında (İzmir) Alüvyal Jeomorfoloji Araştırmaları, Ege Coğrafya Dergisi, 24/2, 1-27
Kazancı, N. Gürbüz, A. Ve Boyraz, S.,2014, Büyük Menderes Nehri’nin Jeolojisi ve Evrimi, Türkiye Jeoloji Bülteni Cilt 54, Sayı 1-2, 25-56.
Özdoğan, M., 2018. Marmara Denizi ve Neolitik yaşam biçiminin Anadolu’dan Avrupa’ya aktarımı.TINA ( Denizcilik Arkeoloji Dergisi), No 9-10, s9-39.
Reilenger, R. et al. 2006. GPS constraints on continental deformation in the Africa-ArabiaEurasia continental collision zone and implications for the dynamics of plate interactions, Journ. Geophys. Res., 11, B05411, 1-26.
Semenderoğlu, F, Semenderoğlu, A. ve Aytaç, A.S., 2020, Yamanlar ve Manisa (Spil) Dağlarındaki Prunus cocomilia var. puberula ile Prunus cocomilia var. cocomilia Taksonlarının Ekoloji ve Morfolojilerinin İncelenmesi, Iğdır Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi, 10(3): 1576-1589.
Şen, E., Erturaç, M.K. and E. Gümüş, 2019, Quaternary Monogenetic Volcanoes Scattered on a Horst: The Bountiful Landscape of Kula. C. Kuzucuoğlu et al. (eds.), Landscapes and Landforms of Turkey, Springer.
Tanrıver, C. 2006. Antik devirde Hermos (Gediz) Vadisi’nde şehirleşme, Yanık Ülke Kula Sempozyumu (1-3 Eylül 2006) Bildiriler Kitabı, s177-195).
Zangger E., 2016. The Luwian Civilization: the Missing Link in the Aegean Bronze Age; Ege Yayınları, İzmir. 292p.
Zangger E. ve Mutlu, S., 2016. Luviler: Bir Anadolu Uygarlığı ile İlgili Çalışmalar, idil, 24/5, basım 16, 1037-1077.