“Bir milletin yaşama gücü, onun kültüründe çok sağlam dayanakların bulunması ile mümkündür.”
Erol GÜNGÖR
A-Kültür; miras mı? emanet mi?
Kültür; bir milletin inanç, fikir, sanat, gelenek/görenek özellikleriyle maddi ve manevi değerlerinin bütünü anlamındadır. Miras ise; irsiyet yoluyla bir nesilden diğerlerine geçen özellikler, atalardan yeni kuşaklara aktarılan maddi/manevi emanetlerdir. Kültürel miras; geçmişten geleceğe aktarılan, insan topluluklarını millet olma ruh ve şuuruyla birleştirip bütünleştiren değerler ve eserler sistematiğidir. Millî kimlik, tarihsel gelişim içinde millî kültür unsurlarının şekillendirdiği kimlik tipidir. Millî kültür ise, diğer toplumlardan farklılığı ortaya koyan karakterin meydana getirdiği kültürdür. Gökalp’ e göre, milli kültür esasında hâkim kültür olmaktadır. Kafesoğlu, kültürün milli olduğunu belirtir. Zaman ve çevre şartlarına bağlı olarak bazı unsurları değişebilir, fakat esas özelliklerin ortaya koyan temel karakteri yüzyıllar boyunca varlığını sürdürür. Milli karakterin ürettiği bir kimlik unsuru, yaygın kimlik olabilir. Bir kimlik unsuru ne kadar yaygın olursa olsun, milli karakter veya kültür tarafından kendisine has bir şekilde millileştirmedikçe, milli kimlik unsuru olarak kabul edilemez.
Milli kültür kavramında hareket eden bir başka yaklaşım da Erol Güngör tarafından ortaya konulmaktadır. Buna göre devamlı değişen bir kültüre bağlı olan ‘ milli kültür şeması’ çizmek mümkün değildir. Milli kültür, tarihin herhangi bir anında toplumun büyük çoğunluğunun benimsemiş olduğu kültür unsurlarının oluşturduğu bütündür. Bu durumda yaygın kültür, aynı zamanda milli kültür, yaygın kimlik de milli kimlik olmaktadır.
Milli kültür, milli karakter kavramıyla sağlanmaktadır. Buna göre milli karakterin sergilendiği veya bu karakterin ürettiği kimlik tipi milli kimliktir. İnsanların birbirinden farklı olmaları gibi grup özellikleri ve kültür özellikleri de değişikler gösterebilir. Kültürel farklılığın sebeplerinden birisi de toplumların değişik şeylere ihtiyaç göstermeleridir. Bir topluluk, hayat tarzı itibariyle belli bir şeye ihtiyaç duyduğunda, buna uygun tutum ve davranışı, kültür unsurunu üretmektedir. Böylece kültür, varlık sebebi olarak, ait olduğu topluma münhasır olmaktadır. Bir toplumun milli karakteristikleri, üyelerinde en sık görülen, zaman ve mekân itibariyle en yaygın özelliklerdir. Kültürel miras; birlik ve beraberliği, dayanışma ve yardımlaşmayı güçlendirip sağlamlaştırırken milli özellikleri mazi, hâl ve istikbal süreçleri içerisinde yansıtır. Millet hayatında atalardan miras olarak alının kültürel değerler, gelecek nesillere emanet edilir. Böylece miras ve emanet kavramları birbirini takip eden bir döngü halinde devam edip gider. Kültürel miras; somut kültürel varlıklar, soyut (somut olmayan) kültürel varlıklar ve doğal miras şeklinde gruplandırılır. UNESCO’nun 1998 raporunda; “Miras tanımı; bugün doğal ve kültürel, somut ve somut olmayan, yeni yaratılmış ve (önceki kuşaklardan) devralınmış unsurların tamamı olarak anlaşılmalıdır. Bu unsurlar yoluyla, sosyal gruplar kimliklerini tanır ve bunları zenginleştirerek gelecek kuşaklara aktarmaya kendilerini adarlar.’’ ifadesi bulunmaktadır. Kültür; bilgi, iman, sanat, ahlâk, gelenek ve görenekleriyle kişilerin toplumdan kazandıkları hayat anlayışlarıdır. Hayat, evren, insanlar arasındaki ilişkiler bu anlayışa göre anlamlandırılır. Bu anlayış ve anlamlandırma bütün bir milletin yaşama tarzı haline gelir.
B-Kültür-uygarlık ayırımı
Sosyolog Robert Maclver, kültür ve uygarlık kavramlarını birbirinden ayırır: “Kültür, yaşayış ve düşünüş tarzı; sanat, edebiyat ve dinle ilgili değerler; âdet, gelenek ve göreneklerdir. Uygarlık ise, insanın yarar sağlamak amacıyla ve belirli bir hedefe ulaşmak üzere kullandığı her türlü araç ve gereçlerdir.”
Ziya Gökalp de kültürle uygarlığı birbirinden ayrılan yönlerini belirtir. Ona göre; “Kültür bir milletin kendine özgü dil, ahlâk, hukuk, din, estetik, ekonomi, fikir ve fen hayatlarının ahenkli bütünüdür. Uygarlık ise bireysel iradelerle ve metotlu çalışmalarla meydana getirilen bilim, bilgi ve tekniklerin tümüdür. Bilgi, teknik ve metotları milletler birbirinden alabilir. Bu nedenle bunlar milletlerarasıdır, kültür ise millidir.”
Ziya Gökalp’in düşüncesine göre; duygular, değer yargıları ve idealler kültürü; bilim ve teknoloji ise uygarlığı oluşmaktadır. Ona göre kültür milli, uygarlık milletlerarasıdır. Ancak Ziya Gökalp, kültür ve uygarlığı birbirine kapalı, birbirini etkilemeyen ayrı sistemler olarak görmez. Tersine kültürle uygarlığın etkileşim içinde olduğu kanısındadır. Bu görünüşü İstanbul’ da çıkardığı “Halka Doğru” adlı dergide şöyle dile getirir: “Milli kültür, yalnız halkta vardır. Yüksek bir eğitim ve öğretim görmüş olan aydınlarda uygarlıkta vardır.”
Ziya Gökalp’in kültür, vurgulayarak kullandığı “hars” kelimesiyle ifade edilmiştir. Gökalp, bu düşüncesini şu cümlelerle açıklar: “Bir medeniyet müteaddit milletlerin müşterek malıdır. Çünkü her medeniyeti, sahipleri olan müteaddit milletler, müşterek bir hayat yaşayarak vücuda getirmişlerdir. Bu sebeple her medeniyet, mutlaka, beynelmileldir. Fakat her medeniyetin, her millette aldığı hususî şekilleri vardır ki, bunlara (hars-kültür) adı verilir.”
Töre kavramı da kültürle yakından ilgilidir. Bir toplulukta yerleşmiş olan âdetlerin görenek ve geleneklerin, ortaklaşa davranış biçimlerinin ve kuralların hepsi töre sözü etrafında değerlendirilir. Töre; devletle insanlar ve onların birbirleriyle ilişkilerini düzenleyen sözlü kurallar ve ahlaki değerler sistemidir. Türk adı; türemek kelimesinden ortaya çıkmış olup türe, töre kavramlarıyla da alakalıdır. Türk; sağlam, güçlü, kuvvetli, töreli, kanun ve nizam sahibi anlamlarına gelmektedir.
B- Somut olmayan kültürel öğeler
Kalkınma, yıllardan beri ekonomik temelli olarak anlaşılmış ve böyle algılanmıştır. Demokrasi, insan hakları, eşitlik, yoksullukla mücadele, sağlıklı toplum gibi düşüncelerin toplumların düşüncelerinde yer etmeye başlaması, kalkınmanın yönünü sosyal alanlara yöneltmiştir. Toplu kalkınma bilinci, devletlerin sosyal adaletin sağlanması konusundaki politikalarını gözden geçirmelerine de vesile olmuştur. Bunun yanında milletlerin kültürel değerleri üretim ve tüketim alışkanlıklarını belirmede etkin bir görev üstlenmektedir. Kazanç, harcama ve tasarruf gibi ekonomik faaliyetler kültürel değerler üzerinden yürütülmektedir. Dolayısıyla kültür, kalkınma modellerinin içinde sayılmaktadır. UNESCO, somut olmayan kültürel mirası bu nedenle insanlığın sürdürülebilir kalkınmasının temeli olarak nitelendirmiştir.
UNESCO tarafından 2003 yılında kabul edilen sözleşmeye göre “Somut Olmayan Kültürel Miras”; toplulukların, grupların ve kimi durumlarda bireylerin, kültürel miraslarının bir parçası olarak tanımladıkları uygulamalar, temsiller, anlatımlar, bilgiler, beceriler ve bunlara ilişkin araçlar, gereçler ve mekânlar anlamına gelmektedir. Ülkemiz söz konusu sözleşmeyi 2006 yılında onaylamış, 2023 yılı itibarıyla da listesinde 30 unsura yer vermiştir. Bunlardan üçünü “Acil Koruma Gerektiren Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi”ne almıştır.
Ülkemiz için “UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras” listesi şu konu ve meslekler üzerinde düzenlenmiştir: “Meddahlık Geleneği, Mevlevi Sema Törenleri, Âşıklık Geleneği, Karagöz, Geleneksel Sohbet Toplantıları, Alevi-Bektaşi Ritüeli Semah, Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali, Geleneksel Tören Keşkeği, Mesir Macunu Festivali, Türk Kahvesi ve Geleneği, Ebru: Türk Kâğıt Süsleme Sanatı, İnce Ekmek Yapımı ve Paylaşımı Geleneği: Lavaş, Katırma, Jupka, Yufka, Geleneksel Çini Sanatı, Bahar Bayramı Hıdırellez, Dede Korkut – Korkut Ata Mirası: Kültürü, Efsaneleri ve Müziği, Geleneksel Türk Okçuluğu, Minyatür Sanatı, Geleneksel Zekâ ve Strateji Oyunu: Mangala/Göçürme, Hüsn-i Hat, Türkiye’de İslam Sanatında Geleneksel Güzel Yazı, Çay Kültürü: Kimlik, Misafirperverlik ve Toplumsal Etkileşim Sembolü, İpek Böcekçiliği ve Dokuma için İpeğin Geleneksel Üretimi, Nasreddin Hoca Fıkra Anlatma Geleneği, Tezhip, İftar ve Sosyo-Kültürel Gelenekleri, Balaban/Mey Zanaatkârlığı ve İcra Sanatı , Sedef Kakma İşçiliği, Geleneksel Gayda/Tulum Yapımcılığı ve İcrası,Nevruz.”
Bunlara ek olarak; Islık Dili, Geleneksel Ahlat Taş İşçiliği ve Zeytin Yetiştiriciliği ile İlgili Geleneksel Bilgi, Yöntem ve Uygulamalar da ‘’Acil Koruma Gerektiren Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’’ne girmiştir.
C-Kültürel değerlerin gücü
Avusturyalı bilim insanı Oswald Menghin’in yeryüzünde ilk siyasi kadroları Türklerin meydana getirdiğini ifade eder. Savaş yeteneğini güçlendiren demircilik sanatının gelişmiş olduğunu, bozkır otlaklarından bütün toplulukların barış içinde yararlanmaları için bir hukuk sistemi geliştirdiklerini belirtir. At, demir ve tekerlek sayesinde sağladıkları süratle geniş topraklara sahip olduklarını ve böylece siyasi ve askeri bir kadro kurduklarını anlatır. Menghin, Türklerin ‘’ ilk kanun koyucu millet ‘’olduğunu söyler.
Türkler erdemli millettir. Onların yöneticileri acun beyidir. Dünyadaki gelişmeleri onlar takip eder, yönlendirme ve yönetme onların işidir. Türk devleti; ‘din ü devlet mülk ü millet’ esasına dayanır. “Din ü Devlet, Mülk ü Millet Muhafazası için Rızaenlillah Nöbetteyim Komutanım” sözü Türk askerinin yeminlerinden biridir. Türk devleti; Devlet-i Aliyye, Devlet-i Hümayun’dur. Devletin kutlu yüceliği bütün dünyayı kucaklayıp sevgi çemberinin içine alır. Bu yüzden Türk devleti, cihan devletidir, cihanşümul devlettir. Türk devleti, devlet-i ebed-müddettir. İlayı Kelimetullah için nizam-ı âlemi kurmak için mücadele eder. Anadoluculuktan Oğuzculuğa, oradan da Turan’a ulaşmak ve sonunda ‘’Türk Cihan Hâkimiyetini’’ sağlamak, Adalar Denizinden Altayların daha ötesine kadar bütün Türk gençliğine verilmiş milli bir görevdir. Kızıl Elma ise yaklaştıkça uzaklaşan bir kavuşma arzusudur ki, kara sevdası sürüp gider. Türklüğün sırrı milli kültüründen kaynaklanan yüksek ülkülere sahibi ve takipçisi olmakta yatar.
Türk milleti; Uluğ Türkistan’da milli kültürle yoğrulmuş, insanlık ülküleriyle donanmış belli bir yetkinliğe ulaştıktan sonra da ‘’Kutsal Göç’’ ile görevlendirilmiş ve böylece dünyaya yayılmıştır. Dünyanın kaos buhranı yaşadığı çağlarda sevgi, dostluk, kardeşlik ilkelerini bayraklaştırarak barışın elçisi olmuşlardır. Türk’ün kültürel yapısında bulunan kosmos fikriyle dünyaya yeni bir düzen vermişlerdir. Kosmos; düzenlemek, çeki düzen vermek, güzelleştirmek, bezemek, süslemek, donatmak, dünyanın uyumlu birliğini sağlamaktır.
“Türk milleti 5000 yıllık tarihi süreç içerisinde Asya, Avrupa ve Afrika kontrol ettiği 55 milyon kilometrekarelik alanda barış, hoşgörü ve adaletin öncüsü, olmuştur. Bu coğrafyalardaki bütün kadim medeniyetlerle kültürel ve siyasal ilişkilerde bulunmuş tarihin kıdemli bir milletidir.”
Bu muazzam fütuhat sadece askeri zaferlerle açıklanamaz. Gönüllere girmek, gönülleri fethetmek Türk hâkimiyet anlayışının en belirgin özelliğidir. Türkçe’de, “er erdemi-insanlık değeri’’ ifadesi sıkça rastlanılan bir kavramdır. Erdem bir ahlâk terimi olarak kullanılmıştır. Erdem, nefsin iyi huyları ve bunların ahlâkî kalitesine göre dışa yansıyan adaletli davranışlar olarak açıklanmaktadır. TDK sözlüğünde erdem; ahlâkın övdüğü iyi olma, alçak gönüllülük, yiğitlik, doğruluk vb. niteliklerin genel adı, fazilet, insanın ruhsal olgunluğu şeklinde ifade edilmiştir. Er erdemi, insanın yukarıda belirttiğimiz olumlu davranışları gösterebilmenin adıdır. İnsanlık değeri olarak karşılık bulan er erdemi, ahlâkî değerlere bağlı kalarak bütün insanlığı kucaklayabilmektir. Buradaki er kelimesi, cinsiyet anlamında olmayıp yiğitlik, doğruluk gibi insanlara gösterilebilecek kavramların karşılığıdır.
Divân-ı Lügati’t-Türk’te Kaşgarlı Mahmut, “Yüce Tanrı, devlet güneşini Türk burçlarında doğdurdu. Dönenceleri onların ülkeleri çevresinde döndürdü. Bundan dolayı onları Türk diye adlandırdı. Onları çağın hakanları yapıp dünyanın egemenlik dizginlerini ellerine verdi. Onları herkese üstün kıldı, tüm insanlıkla görevlendirdi, doğruluğa yöneltti. Onlara katılanları ve onlar adına çabalayanları güçlendirdi.” diyerek milli ülkü ülkünün hareket noktasını ortaya koymuştur.
Türk maşeri şuurunda bütün bu erdemli düşünceler yer almaktadır. Siyasi buhranlar, iç çekişmeler, dış müdahaleler, Türk devlet geleneğinden saplamalar gelip geçer. Türk milletinin basireti zaman içerisinde her şeyi yerli yerine oturtur.
D- Somut olmayan kültürel miras çalışmalarında Eskişehir örneği
“Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması” hususunda Osmangazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Adem Koç’un editörlüğünde hazırlanan; “Eskişehir’in Somut Olmayan Kültürel Mirası” adlı kitap, yoğun emek ürünü yayınlanmıştır. Eskişehir’in pek çok sözlü edebiyat verimi, somut olmayan kültürel değerleri kayıt altına alınmıştır.
“Beş aylık bir sürede Eskişehir’e bağlı 14 ilçe ve 185 köy adım adım taranarak ciddi, disiplinli ve sistemli bir çalışmayla vücuda getirilen bu eser, derli toplu ilk bilimsel örnek olması bakımından önem arz etmektedir.
Sözlü Gelenekler ve Anlatımlar, Gösteri Sanatları, Toplumsal Uygulamalar, Ritüeller ve Şölenler, Doğa ve Evrenle İlgili Bilgi ve Uygulamalar, El Sanatları adı altında beş grupta toplanan kültürel değerler, onlarca alt maddeden oluşmaktadır. Büyük boy 255 sayfa olan kitap, yüzlerce orijinal görsel objeyi de içermektedir.
Bu eserin hazırlanmasında onlarca akademisyen, teknik eleman ve derlemeci görev almıştır. Kitabın ön sözünde UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Başkanı Prof. Dr. M. Öcal Oğuz şunları yazmaktadır: “Elinizdeki katalog, Eskişehir merkez ve ilçelerinde Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Turizm Fakültesi ve Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim elemanları, doktora, yüksek lisans ve lisans düzeyinde konuyla ilgili derleme teknikleri açısından özel kurslardan geçirilmiş araştırmacı ve derlemecilerle gerçekleştirilen uzun süreli alan çalışmalarından elde edilen bilgi, belge ve folklorik ürünlerle karşılaştırmalı analizine dayanmaktadır.”
Eskişehir’in kültürel mirası, pek çok alanlarda örneklemelerle geleceğe aktarılmıştır.
E-Sonuç
Ülkemiz, özellikle 1980’den başlayarak günümüze kadar popülist kültürün yoğun etkisi altına alınmıştır. Uygulanmakta olan neo-liberal ekonomik politikaların “hesapsız ve çılgınca” bir tüketim algısı sonucunda “ayağın yorgana göre uzatılması” geleneği alt üst olmuş, dengeler bozulmuş, değerler sapmalara uğramaya başlamıştır. Sosyolojik ve kültürel değişimlerin yaşanacağı bir eşiğe gelinmiştir. Türk milletinin en sağlam kalesi aile bütünlüğünü bozmak gayretleri apaçık gün yüzüne çıkmıştır. Zevkçi, hazcı ve eğlenceci sanal dünyanın bu yöndeki tehditleri artmıştır.
“Tükettiğin kadar insansın.” dayatması kuşakları israf üzerinden kategorize ederek bireysel yığınlar hâline sokmaktadır. Amaçsız, hedefsiz, ülküsüz yığınlar… “Kapitalist ekonominin gelişmesini sağlayacak yollardan biri, kitlelerin tüketim iştahını kabartmak, tüketim maddelerini boyuna üretmek, boyuna tükettirmektir… Geri kalmış toplumların Batılılaşmaları, onların etkisi altında iki yakasını bir araya getiremeyen tüketimci nüfusun kişileri, bu tüketim ekonomisinin en kolay avladığı kitleler olmuştur. Batı hayranlığı, batı markalı eşya tutkusu zihinleri işgal etmektedir. Bu tablo, Türk milletinin geleceğini düşünen insanların kaygısını artırmaktadır. Aslında bu sorun, egemen küresel güçlerin dışındaki bütün toplumları ilgilendirmektedir. İnsanların öz kültürünü sevmemeleri, değerleri küçümsemeleri bu zihniyetin bir sonucudur.
Recâizâde Mahmud Ekrem, Araba Sevdası romanında Tanzimat döneminde oluşan alafranga hayranlığını Bihruz Bey üzerinden eleştirir. Bir paşanın oğlu olan Bihruz Bey, yirmi-yirmi beş yaşlarında, babasının ölümü ile büyük bir servete konar. Devrin modası gereği bir Fransızca hocası tutar, bir araba satın alır ve sorumsuz bir mirasyedi hayatı sürmeye başlar. Yegâne zevki, şık giyinerek gösterişli arabasıyla mesire yerlerinde görünmektir. Ancak gün gelir tükenmez zannettiği serveti biter, çok sevdiği arabasını satmak zorunda kalır. Sersefil bir hayat başlamıştır artık.
Öz kültürünü, töre ve inancını bilmeyen/tanımayan/anlamayan nesiller gitgide kendine ve toplumuna yabancılaşmakta, yozlaşmakta ve mankurtlaşmaktadır. Etken olmasını gereken kitle, edilgen bir durumda popülist kültürün çöplüğünde eşinip durmaktadır. Akılcı önlemler, radikal tedbirlerle bir öze dönüş hareketi başlatmanın zamanı geçmek üzeredir. Yüksek kültürü ve köklü tarihiyle bu zorlukları aşabilecek yeteneğe sahip olan Türk milleti, elbette başarıya ulaşacaktır.
Şanlı bir maziden muhteşem bir istikbale yürüyen Türk milleti, yolu üzerine kurulan bütün tuzakları bertaraf ederek “Türk Asrı”nı “Türkiye Yüzyılı”nı yeniden inşa edecektir.