Dünya Dillerinin Çeşitlenmesine Kısa Bir Bakış

Tam boy görmek için tıklayın.

Yeryüzündeki bütün dillerin tek bir dilden türediği savını ısrarla savunun dilbilimcilerin başını 2021 yılında vefat etmiş bulunan Merritt Ruhlen çekmektedir. Ruhlen yeryüzündeki bütün dilleri 12 ana dil ailesine tasnif eder. Diğer dil aileleri bu 12 temel dil ailesinin türevleridir. Yeryüzündeki bütün dilleri doğuran çekirdek dile Proto-World (ana dünya dili) denmektedir. Ruhlen’in genetik dil ağacını kabaca özetlersek: Afrika’da ilk dil ortaya çıkmıştır. Bu ilk dil iki dala ayrılıyor. Afrika’da kalanların dili ve Afrika dışına taşanların dili. Afrika’da kalanların dilinden ilk ayrılan dal Güneydoğu Asya ve Okyanusya dilleridir. Şecerenin bu iki dalından sonra (yani, Afrika’da kalanların ve Güneydoğu Asya ile Okyanusya dilleri dalından sonra) üçüncü dal olarak diğer bütün dünya dilleri söz konusudur. Bir diğer ifadeyle, Afrika’da kalanların ve Güneydoğu Asya ile Okyanusya’ya gidenlerin dilleri dışındaki bütün diller üçüncü daldan türemiştir. Yine kabaca özetlersek:

Afrika’da kalanlar: Pigme ve Hoysan olarak iki dala ayrılıyor.

Afrika’da kalanların dilinden ilk ayrılan dal: Ostrik, Hint-Pasifik, Avustralya dilleri.

Üçüncü dal: Nostratik/Avrasyatik ve Amerind dilleri.

Kuzey Afrika’dan Kuzey Avrasya’ya oradan da Amerika’ya uzanan “Nostratik/Avrasyatik ve Amerind dilleri” dalına (üç grup hâlinde) şu diller girmektedir:

Birinci grup:

Afro-Asyatik

Hint-Avrupa

Dravid

 

İkinci grup:

Ural

Altay

Çukçi-Kamçatka

Eskimo-Aleut

 

Üçüncü grup:

Amerind ve Na-Dene

Bu şecere aslında biyolojik mânâda genetik şeceredir ama genetik dağılım ile dillerin dağılımı örtüşmektedir. Ruhlen bu hususta şöyle diyor: “1987’de Laurent Excoffier ve arkadaşları alt Sahra Afrika’da yaptıkları insan genetiği çalışmasında, genetik farklılaşma ile ana dil ailesi grupları kümeleşmesinin açıkça paralel olduğunu buldular.” Yukarıda özetlediğimiz şecereyi anlaşılır kılmak maksadıyla pratik örnekler verelim:

Afro-Asyatik diller grubuna Berberice, Eski Mısırca (firavunlar çağında konuşulan dil), Süryanice, Arapça, Yahudice gibi diller giriyor. Hint-Avrupa grubuna Hindistan’da, İran’da, Afganistan’da, Tacikistan’da, Avrupa’da ve Avrupalıların keşifler çağında göç ettikleri ülkelerde konuşulan diller giriyor. Dravid dilleri ise bugünkü Hindistan’ın güneyinde konuşulan dillerdir. İlginç olan şudur ki Dravid dilleri Turan dilleri gibi eklemeli dillerdir. Bu nedenle Dravid dillerini Altay dillerine daha yakın bulan dilbilimciler vardır. Dravid dilleri birinci grupta gösterilirken Altay dilleri ikinci grupta yer almaktadır. Buradan şu çıkarımda bulunabiliriz ki eklemeli dil henüz Afrika’da iken oluşmaya başlamıştır ve dillerin ayrışması sürecinde eklemeli diller farklı gruplara yönelmişlerdir.

“Nostratik/Avrasyatik ve Amerind dilleri” birbirlerine diğer iki daldan (yani, “Pigme-Hoysan” dalından ve “Ostrik, Hint-Pasifik, Avustralya dilleri” dalından daha yakın akrabadırlar. Yine kolay anlaşılması maksadıyla pratik örnekler verirsek: İngilizce ile Farsça birbirine daha yakın akrabadır. Bu iki dil Arapçaya daha uzaktan akrabadır. Fakat bu iki dil Altay dillerine çok daha uzaktan akrabadır. Eskimo dili ile Türkçe birbirine daha yakın akrabadır. Okurlarımızı bunaltmak istemediğimizden ötürü çok fazla ayrıntıya girmiyoruz çünkü epeyce karmaşık ve çetrefilli bir konudur. Pratik bir örnek daha: Kuzey Amerika’da konuşulan yerli diller Türkçeye daha yakın akraba iken, Orta ve Güney Amerika’da konuşulan yerli diller Türkçeye daha uzak akrabadır. Ruhlen, Amerika’da konuşulan bütün dillerin Asya kökenli olduğunu söylüyor. Amerika’daki yerli dillerden hangilerinin Türkçeye daha yakın, hangilerinin Uzakdoğu dillerine daha yakın olduğu konusuna da girmeyeceğiz. Bir diğer pratik örnek: Korece ile Japonca Türkçeye daha uzak akraba iken, Fince ile Macarca Türkçeye daha yakın akrabadır. Fakat bunlar tartışmalı bahislerdir. Türkçeyi Koreceye daha yakın, Finceye daha uzak sayan dilbilimciler de bulunuyor. Ana Türkçeden biraz uzaklaşmış bulunan Çuvaşça ise Altay dilleriyle Fin-Ugor dillerinin arasında (sınır bölgesinde) durmaktadır. Yani, Çuvaşça hem Altay dillerine hem Fin-Ugor dillerine benzemektedir. Bunun böyle olmasının sebebi ise, Ana Türkçeden erken ayrılan Çuvaşçanın Fin-Ugor dillerinin konuşulduğu bölgeye giderek o dillerden etkilenmesidir. Komşuluk ilişkileri nedeniyle iki farklı dil birkaç bin yılda birbirine benzeşebiliyor. Moğolca eskiden Türkçeye uzak akrabaydı fakat Moğollar ve Türkler birkaç bin yıl boyunca aynı coğrafyada iç içe yaşayınca Moğolca değişime uğrayıp Türkçeye benzer hâle gelmiştir. Şayet ki Moğollar yerine meselâ Japonlar biz Türklerle aynı coğrafyada iç içe yaşamış olsalardı bu sefer de Japonca Türkçeye (veya tam tersi) Türkçe Japoncaya benzer hâle gelecekti. İlginç bir örnek: Kafkasya’nın kuzeyinde konuşulan dillerin Çin-Tibet dillerine daha yakın akraba oldukları düşünülmektedir. Bir diğer pratik örnek: Lâtince ile Türkçe uzak akrabadır fakat Çin-Tibet dilleriyle kıyaslarsak Lâtince ile Türkçe daha yakın akrabadır. Yani, Çince ile Türkçenin akrabalığı Lâtince ile Türkçenin akrabalığı derecesinde yakın değildir. Gelgelelim, meselâ Avustralya dilleriyle kıyaslarsak Çince ile Türkçe daha yakın akraba sayılır. Bir başka örnek: Afrika’da konuşulan Pigme dili Türkçeye çok fazla uzak akraba iken Kanada yerlilerince konuşulan diller Türkçeye daha yakın akrabadır. Bunun gibi, Tibetçeye kıyasla Berberice bize daha yakındır.

Dilbiliminde şöyle bir kural var: “Şayet A dilinin B diliyle akraba olduğu biliniyorsa ve B dilinin C diliyle akraba olduğu biliniyorsa, A dili C diliyle akraba olmalıdır.”

İşte bu yöntemle hangi dillerin daha yakın akraba, hangi dillerin daha uzak akraba oldukları saptanabilmekte veya tahmin edilebilmektedir. Meselâ, Ahmet Bican Ercilasun, Hint kıtasının güneyinde konuşulan Dravid dillerinin Sümerce ile akraba olduğunu söylüyor. Dravid dilleri Türkçeye uzak akrabadır. Şu hâlde Sümerce de Türkçeye uzak akraba olsa gerektir. Gelgelelim, Dravid dillerinin Türkçeye yakınlığı Çin-Tibet dillerinden daha fazladır. Şu hâlde Sümerce Türkçeye Çinceden daha yakındır. Elbette bütün bu bilgilerin birer dilbilim teorisi olduklarını hatırdan çıkarmamak gerekiyor. İleride başka teoriler ortaya atılarak Ruhlen’in teorileri çürütülebilir. Nitekim Ruhlen’e katılmayan pek çok dilbilimci vardır. Ruhlen’e katılan pek çok dilbilimci de bulunuyor. Nitekim Ruhlen bu teorilerini kendinden önceki birtakım dilbilimcilerden yola çıkarak geliştirmiştir. Bizim bu yazımız bilimsel bir makale değil, okurlarımızı meraklandırmak amaçlı popüler ve özet bir yazıdır. Ve buraya kadar yazdıklarımızın tamamına yakını Merritt Ruhlen’in bir makalesinin özetidir.[1]

*** 

Arkeolog Colin Renfrew’a göre Ana Altay dili Ana Nostratik dilden 9000 yıl kadar önce ayrılmıştır: “Çok erken bir tarımsal üretim merkezi olan Türkmenistan’da Ana Altay dili konuşulmuş olabilir.” Ahmet Bican Ercilasun, Arkeolog Colin Renfrew’nun Ana Nostratik dil dağılımını şu çizelgede gösteriyor (çizelgeyi özetliyorum ve kolay anlaşılsın diye bazı pratik eklemelerde bulunuyorum):

1-Orta Anadolu’da Ana Hint-Avrupa.

2-Doğu Akdeniz’de muhtemelen Jericho (Eriha – Batı Şeria’da bir yerleşim yeri) gibi erken Neolitik’le ilgili şehirlerin bulunduğu yerde Ana Hami-Sami (Proto-Afro-Asyatik). Yani, yukarıda sözünü ettiğimiz Berberice, Eski Mısırca (firavunlar çağında konuşulan dil), Sudan ve Habeş dilleri, Süryanice, Arapça, Yahudice gibi diller.

3-Güney-Batı İran’da Ana Elam-Dravid.

4-Güney Kafkasya’da Ana Kartvel.

5-Türkmenistan’da Ana Altay (Proto-Altaic).

6-Ural Dağları ile aşağı Obi arasında Ana Ural-Yukagir.[2]

***

Okurlarımıza kolaylık sağlamak amacıyla birkaç bilgilendirmede bulunalım.

Kartvel: Güney Kafkas dilleri. Gürcüce ve Lazca gibi diller.

Ostrik: Afrika’da kalanların dilinden ilk ayrılan dalın Ostrik, Hint-Pasifik, Avustralya dilleri olduğunu belirtmiştik.

Amerind: Kızılderili dilleri olarak da bilinir. Dilbilimci Greenberg Amerika yerli dillerini üç büyük aileye ayırıyor: Eskimo-Aleut dilleri, Na-Dene dilleri ve Amerind dilleri.

Merritt Ruhlen, Amerika’da konuşulan bütün dillerin Asya kökenli olduğunu söylüyor; fakat söz konusu üç büyük ailenin Asya’dan Amerika’ya göçleri farklı tarihlerde gerçekleştiği için bu diller birbirlerinden farklıdırlar. Güney Amerika’dan Kuzey Amerika’ya geçildikçe Asya dillerine yakınlık artar. Kuzeydeki birtakım dilleri Turan dillerine ve Türkçeye benzetmemizin sebebi budur; çünkü Kuzey Amerika Sibirya’ya daha yakındır.

***

Mehdi Rezaei bir makalesinde şöyle yazıyor: “İlk insan vücut organlarını herhâlde işlev, önem ve büyüklük sırasıyla adlandırmıştır; yani ilk başta baş deyip daha sonra saç, burun vb. organları adlandırmaya çalışmıştır. Başka tabirle ilk önce topuk daha sonra ayak demesi mantıksızdır. Dolayısıyla ilkel bir insanın kendi organlarını adlandırmakta üç organ ön plana çıkmaktadır, bunlar büyük bir olasılıkla ayak, el ve baş (kafa) olmalıdır.”[3] Buradan yola çıkarak ilkel insanın doğada ilk önce gördüğü büyük hayvanlara ad verdiğini, küçük hayvanları daha sonra adlandırdığını varsayabiliriz. Yani, atalarımız önce ayı, mamut ve at gibi büyük hayvanlara ad verirken; tavşan, kedi ve solucan gibi küçük hayvanlara sonra ad vermiş olmalıdır. Tabii burada kesin bir yargıya varamayız çünkü atalarımızın dikkatlerini çeken ilk hayvanların ille de büyük hayvanlar olması gerekmiyor. İşlev ve önem sırası gözetileceği için belki de ilk avladıkları büyük veya küçük hayvanlara ad vermişlerdir. Meselâ, geyikler, kuşlar ve diğerleri. Herhâlde irilikten ziyade işlev önemlidir. Avlayıp yedikleri hayvanlardan önce, korktukları tehlikeli hayvanlara daha önce ad vermiş de olabilirler. Kendimizi vahşi doğanın içinde hayal edersek hangi hayvanların dikkatimizi daha erken çekeceğini sınayabiliriz. Elbette coğrafyanın payını da vermeliyiz. Karla kaplı bir ortamda yaşayan Eskimoların dikkatini ilk çekecek hayvanlar bellidir. Çöllerde yaşayan bedevilerin dikkatini ilk çekecek hayvanları da tasavvur edebiliriz (meselâ, deve ve akrep gibi). Türkler ve diğer bozkırlı halklar geyiğe ve kurda daha fazla eğilmişken, denizci halklar balıklara ve Amerika yerlilere ise meselâ lamaya daha fazla dikkat kesilmiş olabilirler. Uçarların (kuşların) durumu biraz farklıdır zira dünyanın neresinde olursanız olun başınızı göğe çevirdiğinizde kuşları göreceksiniz. Mutlak surette canlı varlıklar atalarımızın dikkatini cansız varlıklardan daha fazla çekmiştir. Bunu da kolayca sınayabiliriz. Bebekler ve küçük çocuklar evde veya sokakta cansız varlıklardan fazla olarak canlı varlıklara ilgi gösteriyorlar. Sokağa çıktıklarında binalara ya da ağaçlara değil, kedilere yanaşıyorlar. Park etmiş otomobillere değil, hareket hâlindeki otomobillere şaşkınca bakıyorlar. Çünkü bebekler hareket hâlindeki motorlu araçları canlı varlık sanıyorlar. Fakat elbette bir bebeğin yakınına bir kediyle bir arslan koyacak olursanız, cüssesi büyük olduğu için bebeğin dikkatini ilk olarak arslan çekecektir. Bununla birlikte arslan ürkütücü, kediyse sevimli göründüğünden ötürü bebeğimiz arslanın değil de kedinin yanına koşacaktır. Burada şu soru da aklımıza düşebilir: Atalarımız ilk önce hangi bitkilere ad vermiştir? Herhâlde tahıllardan önce ağaçlardaki meyvelere dikkat kesilmişlerdir. Adlandırmada sıraya koyarsak; meyveler-sebzeler-çiçekler-tahıllar şeklinde tahayyül edebiliriz. Meselâ, kuzukulağından önce yabani elmaya ad verilmiş olmalıdır; buğday başağından önce çiçeklere ad verilmiş olmalıdır.

***

Son olarak yine dilbilimci Steven Roger Fischer’ın bir tablosundan alıntıda bulunalım. Bu tablo dil ailelerinin ortaya çıkışını (yani, dillerin çeşitlenmesini) canlandıran muhayyel bir tablodur fakat konunun anlaşılması için faydalıdır. Bu tabloyu da pratik şekilde vereceğiz.

POTOR olarak adlandırılan hayalî bir insan grubu vardır. Çekirdek dili konuşan gruptur. POTOR grubu ilk vatandan ayrılarak ve nehirleri aşarak göç eder. Göç etmeyip de ilk vatanda kalanların adı hâlâ POTOR’dur. Nehirleri aşarak göç eden grubun dili zamanla değişir. Konuştukları değişen dildeki bütün “p” seslerini “f” olarak telâffuz etmeye başlarlar. Ardı sıra kelime sonundaki “r” seslerini düşürürler çünkü “r” sesini çıkarmak zordur. Böylelikle ilk vatandaki POTOR adı FOTO olarak değişir. FOTO grubu bu sefer dağları aşarak yine göç eder. Göçlerle dağıldıkları farklı yerlerde dilleri de farklılaşacaktır. Böylelikle FOTO sözcüğü HOTO – HOD – ‘OTA gibi farklı söyleyişlere bürünecektir. Fakat bir bölgede POTOR şeklindeki aslına yakın olarak PATUR söyleyişi devam edecektir. Sonra bunların hepsi tekrar farklı yerlere göç edeceklerdir ve her gittikleri yerde dilleri yeniden değişecektir. Böylelikle HOTH – HUD – HAD – ‘OS – PFETH – FOTU – OTSO – HOTSA – OHE – OSE – AHA – ATU gibi söyleyişler türeyecektir. Netice itibarıyla; iç değişimler ve göçlerin bir sonucu olarak nüfusun da çoğalmasıyla çeşitli dil kollarını kapsayan büyük bir POTORİK ailesi doğacaktır.[4] İşte dillerin çeşitlenmesi ve muhtelif dil ailelerinin ortaya çıkması aşağı yukarı böyle olmaktadır.

POTOR’un FOTO’ya dönüşmesi prensibinden yola çıkarak kendimiz de kendi dilimizde birtakım tecrübelere girişebiliriz. Meselâ; standart Türkçede “haydi be yahu” diyorsak Trakya ağzında “aydi be ya” denecektir; baştaki “h” sesi düşecektir. Karadeniz ağızlarında “gitmek” yerine “citmek” olacaktır. Pek çok ağızda “Recep” yerine “İrecep” söyleyişi hâkimdir. Oğuzcadaki “yarın” sözcüğü ertesi gün anlamındadır; bu sözcük Kazakçada “jarın” şeklindedir ve “seneye, gelecek yıl” anlamına gelmektedir; hem söylenişi hem de anlamı değişiktir. Türkiye Türkçesindeki “Oğuz” kavim adı Kazan Tatarcasında aynı anlamda fakat “Ugız” biçimindedir. Bir dil, meselâ Türkiye Türkçesi bile kendi yurdunda pek çok ağızlara serpiliyorsa, Türkçemiz Türk yurtlarında muhtelif lehçelere ayrılıyorsa, Ana Türkçeden uzaklaşan Çuvaşça neredeyse tanınmayacak derecede değişiyorsa, ilk dilden türeyen dünya dillerinin nasıl birbirlerine yabancılaşarak apayrı diller hâline dönüşeceğini kavramak o kadar da zor değildir.

Dipnotlar

[1] Merritt Ruhlen, “Genetik Sınıflandırmaya Genel Bir Bakış”, (Çeviren: Ekrem Arıkoğlu), Dil Araştırmaları, Sayı: 5 – Güz 2009 – sayfa 87-115. Meraklı okurlarımıza aynı dilbilimcinin şu kitabını da önerebiliriz: Merritt Ruhlen, “Dilin Kökeni (Ana Dilin Evriminin İzinde)”, (Çeviren: İsmail Ulutaş), Hece Yayınları, Ankara 2006.

[2] Ahmet Bican Ercilasun, “Köklere Doğru – Türk Dilinin Dokuz Bin Yıllık Macerası”, sayfa 44, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2024.

[3] Mehdi Rezaei, “Avrasyatik Dil Teorisi Bağlamında Türkçe ve Farsça’nın Konumu”, Türkbilig, Yıl: 2013 – Sayı: 25 – sayfa 27-38.

[4] Steven Roger Fischer, “Dilin Tarihi”, sayfa 57, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2013.

Yazar
Metin SAVAŞ

Metin Savaş, 1965 yılında Balıkesir’de, kalabalık ve nispeten varlıklı, klasik bir taşra ailesinin içinde doğdu. Lise eğitimini Vefa Lisesindeyken yarıda bırakarak çalışma hayatına atılmak zorunda kaldı. Babasının iş dünyas�... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen