Ortadoğu’da Kıyamet Savaşı (Gece Yarısına 20 Saniye Kala)

Tam boy görmek için tıklayın.

Prof.Dr. Sait YILMAZ

“Tarih, Ortadoğu’da başladı ve orada sona erecektir”

Bernard Lewis

Arap yarımadası, M.Ö. 20 bin yıl civarında yaşanan son buzul çağı nihayetinde yağmurların azalması ve nehirlerin kuruması ile köklü değişikliklere maruz kaldı. Böylece insanlar ve hayvanların kimisi doğuda Mezopotamya vadisine, özellikle Fırat civarına gitti. Batıda ise bugünkü Filistin, Lübnan ve Suriye’ye yerleşti. Ortadoğu’nun bugünkü kuraklığı ve yüksek sıcaklığı 6 bin yıl önce başlamıştır. Arap Yarımadası’na gruplar halinde yapılan göçler M.Ö. 3’üncü bin yıla kadar geri götürülmektedir.

Eski Ortadoğu tarihi bir medeniyetler kuşağıdır. M.S. 6. yüzyıla gelene kadar Asur, Pers ve Roma İmparatorlukları bölgeye damgasını vurmuştu. Arabistan şimdiki Arapların ataları olan Sami kabilelerinin eskiden beri yerleşik olduğu yer idi. Araplar, İslamiyet öncesi devlet olmamış kabilelerdi. Mısır uygarlığı Arap değildi. Mısırlılar, İslamiyet’le Araplaştı. Ortaçağ’dan 20. yüzyıla kadar Ortadoğu tarihine; İslami halifelikler; Haçlı seferleri, Türk ve Moğol akınları ile Osmanlı İmparatorluğu şekil verdi.

Bugünkü Arap Dünyası’nın büyük bölümü dört yüzyıl kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun parçası oldu. 16. yüzyılın ilk yarısında dünyada üç büyük Türk imparatorluğu vardı; Osmanlı, Pers diyarındaki Safevi ve Hindistan’daki Babür İmparatorluğu. Bu üç imparatorluk; Fas, Avusturya ve Etiyopya’dan Orta Asya, Himalayalar ve Bengal Körfezi’ne kadar olan devasa bir coğrafyayı kontrol ediyordu. Safeviler Şii, diğerleri Sünni İslam’ı kabul etmişti.

Osmanlı hükümdarı Yavuz Selim ile Safevi hükümdarı Şah İsmail arasında 1514’de Çaldıran’da yapılan savaştan sonra Suriye ve Mısır’ı da ele geçiren Osmanlı en büyük Müslüman devlet olmuştu. Orta Asya’da ise diğer bir Türk hanedanlığı olan Özbek Şebayni Hanlığı vardı. Kırım, Kazan ve Astrahan Hanlıkları da Karadeniz’den Orta Asya’ya yayılmış durumda idi. 1530’larda Osmanlı hâkimiyetindeki bölgelerde 14 milyon kişi yaşarken, İngilizler 2.5 milyon, İspanyollar 5 milyon kişiye hüküm sürüyordu.

Birinci Dünya Savaşı esnasında yapılan Sykes-Picot Anlaşması (16 Mayıs 1916), Arap Dünyasını İngilizler ve Fransızlar arasında emperyal planlara göre bölmeyi öngörüyordu. Osmanlıya döneminde huzur içinde yaşayan ama Batılıların kışkırtması ile isyan eden Araplar, İngiltere ve Fransa’nın manda ve sömürge düzeninin sona ermesi için beklediler. Fransız sömürge düzeni 1946’da Lübnan ve Suriye’de, 1956’da Fas ve Tunus’ta, 1962’de Cezayir’de sona erdi.

İngilizler ise farklı bir yol izledi; İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sadık Arap hükümdarlarla anlaşmalar imzalayarak eski sömürgeci etkiyi devam ettirmeye çalıştılar ve ABD’ye devrettiler. Ortadoğu’da Batılı sömürge mirasının sürmesinde şu faktörler etkili oldu;

(1) Batılılar sömürge düzeninden kalma Arap aileleri ile geleneksel sistemi ve yönetim biçimini devam ettirdiler. Bunun karşılığında; sadık Arap rejimlerine iktidar garantisi, finansal, askeri ve teknolojik destek sağladılar.

(2) Mevcut düzeni devam ettirmek için siyasi otorite ve toprak sınırları tanındı ve kurumsallaştırıldı. Ancak, Fransız ve İngilizler tarafından kurulan ve devam ettirilen bu devletler içinde ve arasında ne siyasi ne ekonomik işlevsellik vardı. Sadece sömürgeci, emperyal istekleri karşılamak için kurulmuşlardı.

(3) 1917’deki Balfour Deklarasyonu’ndan 1948 yılında İsrail’in kuruluşuna kadar süren Filistin’deki İngiliz Mandası, Yahudilerle Arap toplumlarını entegre etmekten çok aralarındaki ayrışma ve çatışmaları artırmaya neden oldu.

(4) Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da sömürgeciliğe ve dış güçlere karşı bağımsızlık amacı ile başlayan muhalefet daha sonra hükümetlerinden reform bekleyen bir sosyal harekete dönüştü. Bu sosyal hareket artan petrol gelirleri ile desteklenen bir modernizasyon sürecinin parçası oldu ve aralarındaki çekişmeler Sosyalist, İslamcı, milliyetçi gruplar doğurdu.

Bütün bu gelişmeler, Arap ülkeleri ile Batı arasındaki çekişmelerin köklerini oluşturmaktadır. Hala Arap Dünyası dış güçlerin ordularının edindikleri askeri üsler ile örtülü olarak işgal edilmiş ya da kuşatılmış durumdadır.

Ortadoğu’nun Arap olmayan üç ülkesi Türkiye, İran ve İsrail’dir. Soğuk Savaş döneminde İsrail ve Türkiye, Batının Ortadoğu’daki güvenilir iki köprübaşı idi. 1979 yılında din odaklı bir rejime geçen İran, Batı kampından ayrıldı ve 1990’lı yıllardan itibaren kurmaya başladığı Şii ekseni ile Ortadoğu’yu kendi projeksiyonuna göre değiştirmeye yöneldi.

1990 yılındaki Körfez Savaşı gibi 2003 yılında Irak’ın işgali ve 2010 yılında başlayan Arap Hareketleri, Arap Dünyası’nın problemleri ve yetersizliğinin dış güçler tarafından nasıl manipüle edildiğinin göstergesi olmaya devam etti. Arap rejimlerinin zayıflığı ve domino etkisi ile art arda devrilebileceği anlaşıldı. Batılılar, Ortadoğu’da sadık olan otoriter rejimlerle işbirliği yaparken, İsrail’in güvenliğini hep ön planda tuttu.

Türkiye’de ise 2002 yılında iktidar olan Siyasal İslam, Yeni Osmanlıcı dış politika ile Ortadoğu ve Afrika’da yeni bir oyuna başlarken, 2009 yılından itibaren İsrail’i açıkça hedef almaya başladı. Özellikle 7 Ekim 2023 Hamas saldırıları sonrası Gazze Savaşı ile artan gerginlik, bugün Suriye’de iki ülkenin konvansiyonel bir savaşa girme riski ortaya çıkardı.

ABD’den aldığı destek ile Ortadoğu’daki güç boşluğunu fırsata çevirmeye çalışan Tel Aviv, Büyük İsrail kurma hayali ile topraklarını Suriye de dâhil her istikamette genişletmeye çalışıyor. ABD ile ortak bir strateji izleyen İsrail, Ortadoğu’da istikrarsızlığı sürekli kılmak için Arap olmayan etnik (Kürt) gruplardan Batıya müzahir devletçikler kurma peşinde.

Ankara, Esat’ı yok edeceğim derken, Suriye sahasının kontrolünü büyük ölçüde ABD ve İsrail’e bıraktı. Uzun zamandır devam eden örtülü ambargolar nedeni ile de köşeye sıkışan Türkiye, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de yalnız ülke konumunda. Son koz Trump yönetimi ile iyi geçinmek ama önünde Kürt projesinden Suriye, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’e, İsrail ile ilişkilerden İran senaryosuna destek vermeye, uzun bir iş listesi konmuş durumda.

Bernard Lewis’in; “Tarih, Ortadoğu’da başladı ve orada sona erecektir” ifadesi Ortadoğu’nun geçmişi ve geleceği ile ilgili çarpıcı bir saptamadır. Tarihin, Sümerler tarafından yazının bulunması ile M.Ö. 3 binde Ortadoğu’da başladığı kabul edilir. Öte yandan kutsal kitaplar, insanlığın sonu için Ortadoğu’da yapılacak nihai bir savaştan (Armageddon) bahseder.

Dünya büyük bir dönüşüm içinde. Büyük resimde ABD ve Çin arasında artan gerilim bir dünya savaşına dönüşmese de yeni bir dünya düzenine gidiyoruz. Ortadoğu haritasında ise büyük yırtılmalar ve nihayetinde büyük bir hesaplaşma bekleniyor. Kıyamet Savaşı’na bugüne kadar hiç olmadığı kadar yakınız. Kıyamet Savaşı’nın tüm insanlığı yok edecek bombası gece yarısına 20 saniye kala patlayacak.

Ortadoğu için öncelikli bölgesel savaş senaryosu için bugüne kadar hep İran’ı hedefe koyduk çünkü çanlar uzun zamandır onlar için çalıyordu. Ancak, Azerbaycan’da buluşan Türkiye ve İsrail yetkilileri her ne kadar bir çatışmasızlık niyeti içinde olduğunu açıklasalar da bunu sürdürmek kolay değil yani kaçınılmaz çatışma bir bölgesel savaşı ateşleyebilir. Bu makalede, Arap Dünyası, İsrail ve Türkler arasındaki tarihsel çelişkilere değindikten sonra konuyu bugüne, bizleri nelerin beklediğine getireceğiz.

Arap, İsrail, İran ve Türkiye Dörtgeni

İsrail kurulana kadar Arap milliyetçiliğinin temeli Türk düşmanlığıydı. İsrail’in kurulması ile birlikte İsrail düşmanlığı öne çıktı. 1979’daki Arap devriminden sonra Arap dünyasının üç Arap-olmayan düşmanı vardı; Türkiye, İran ve İsrail. Bu üç ülke aynı zamanda Ortadoğu’ya liderlik etmek konusunda S.Arabistan ve Mısır tarafından rakip olarak görüldü. Mısır, 1978’de İsrail ile yaptığı Camp David Anlaşması’ndan sonra sahneden çekildi. İran’ın özellikle 1980’lerden sonra Şii Hilali ile Ortadoğu’da kendi dini liderlik projeksiyonunu uygulamaya çalışması Araplar için öncelikli ana endişe konusu oldu. Diğer bir tehdit konusu da iç güvenlikleri için Mısır’da doğan Müslüman Kardeşler olmaya devam ediyor.

1990’larda “Arap Birliği”, “Arap Kimliği” ve “Arapçılık” gibi zaten hayali olan kavramların öldüğü bunların yerini her ülkenin kendi yolu olan “Realizm”in aldığı anlaşıldı. Milliyetçi bir elitin arkasında olduğu Arapçılık, Ortadoğu’ya sadece felaket getirdi. Arap dediğimiz artık ırksal farklılıklarına rağmen sadece Arapça konuşanlar. Nitekim Fas, Cezayir, Libya ve Kuzey Afrika’nın herhangi bir yerinde Arap ülkeleri; Berberiler, siyah Afrikalılar, İspanyol ve Avrupalılar ile iç içe yaşıyorlar. Hicaz, Necd ve Yemen’dekiler ile aynı şekilde giyinmiyorlar.

Arap milliyetçiliği, İslam Birliği gibi ütopyalar çoktan öldü. Arap Dünyası’nın artık İsrail’e karşı birleşme gibi bir düşüncesi yok. İslam Dünyası içinde üç Arap olmayan jeopolitik blok, Ortadoğu hâkimiyeti için çekişme içinde; Türkiye, İran ve İsrail. Arap milliyetçiliğinin zirve yaptığı günlerde Mısır, Arap halkları ve Arap milliyetçi hareketlerini birleştirerek bölge politikalarını yönetmek istemişti ama bu hayal biteli çok oldu. Mısır, 1978’de İsrail ile Camp David Anlaşması’nı imzaladığında Arap Dünyası liderliğinden de vazgeçmiş oldu. 1991’de ise Sovyetler Birliği’nin çökmesi ile bölgede denge unsuru ortadan kalktı ve Ortadoğu tamamen Amerikan hegemonyasının etkisi altına girdi. Körfez ve Irak Savaşları ile nihayet Arap Hareketleri, Ortadoğu’da istikrarsızlığı körükledi.

İsrail’in İran’ın direniş ekseninin belkemiği olan Hamas ve Hizbullah’ı devre dışı bırakmasına ve Selefi HTŞ’nin zaferine en çok Körfez ülkeleri sevindiler. Esat’ın gitmesinden sonra Suriye’den Libya ve Somali’ye uzanan projeksiyonu ile Müslüman Kardeşler ve onun askeri kanadı Hamas odaklı Sünni projeksiyonu ile Türkiye, şimdi tüm Ortadoğu için gittikçe artan bir endişe kaynağı oldu.

Türk-Amerikan-İngiliz ortak yapımı cihatçı hamle, ABD ve İsrail’e Suriye’deki hedeflerinin çoğunu sağladı. İran gitti, Hizbullah’ın ikmal hattı kesildi, işgalci İsrail ‘stratejik derinlik’ kazandı. Lübnan’da direniş nedeniyle ulaşamadığına cihatçılar sayesinde Suriye’de ulaştı. Suriye’de rejim değişikliği ABD ve İsrail ile birlikte Türkiye’nin işbirliği ile hazırlandı. Ancak, kartlar yeniden dağıtılacak, eski piyonlar birer birer torbaya girecek. Esat’ın gidişinin kazananı şüphesiz öncelikle ABD ve İsrail oldu. Bundan sonra inisiyatif onlar da olacak, Türkiye ve Körfez ülkelerinin kararları onları izlemek zorunda. Katar’ın Suriye’ye kadar uzatmak istediği ve Esat kabul etmediği için Suriye’nin sonunu getiren boru hattı projesi şimdi yeniden ısıtılıyor.

Alevilerin yerine geçen Selefi HTŞ yönetiminin Alevileri yeni yönetime entegre etmesi, Türkiye ve ABD’nin YPG/PKK bölgesi konusunda bir anlaşmaya varması çok zor. ABD, İsrail ve Türkiye’nin desteğiyle beklemediği hızda Şam’a giren ve Esat yönetimini deviren HTŞ’nin günün sonunda Suriye’yi tek başına yönetemeyeceğini ABD gibi Türkiye de biliyor. Bu da Suriye’de yeni ve ölümcül bir iç savaşın yeni tarafları ile kendi içinde devam edeceği demektir. İç savaş devam edecek çünkü sahada paylaşım bitmeyecek. Ama asıl mesele Ortadoğu için hazırlanan planların yeni aşamaları. Bundan sonrasında Suriye’deki iç savaşın dışarıdan doğrudan müdahaleler yanında ülke sınırları dışına çıkması da bekleniyor.

İsrail’in Golan Tepeleri’ni işgal etmesi gibi, şu an Suriye’de herkes bir şeyleri kotarmaya çalışıyor. İsrail, Şam civarına kadar olan bölgeye yerleşmek, Suriye’nin güneyi boyunca bir güvenlik koridoru oluşturmak peşinde (Harita 4). Esat rejimi, İsrail’in saldırılarına karşı pasif kalmıştı ama yeni durumda HTŞ’nin nasıl bir yol izleyeceği bilinmiyor. İsrail’in Şam bölgesini bombalamasının arkasında Esat rejimi silahlarının HTŞ’nin eline geçmesini önleme düşüncesi vardı.

Yeni bir Ortadoğu şekilleniyor; bir yandan İsrail askeri operasyonları, karşısında bölge ülkelerinin acımasız pragmatizm ve işbirliği trendi. Ön cephede İsrail-İran çatışması olsa da diğerleri kendi çıkarlarını korumak için kendilerini ABD’ye göre hareket etmek zorunluğunda hissediyorlar. Suriye, Lübnan, Irak, Filistin, Yemen, Libya, Tunus ve Sudan içinde ki bölgesel çekişmenin Arap dış müdahalecileri S.Arabistan, BAE ve Katar.  S.Arabistan ve BAE, İslamcı Türkiye, Katar, Hamas ve İran’a karşı. Bugünlerde hala Osmanlıcılıkla suçlanan Türkiye, Suriye’de konumunu güçlendirmeye çalışırken, Katar ise karşı cepheye geçti.

Irak’tan çekilen ABD’den sonra Suriye’den de Rusların çekilmesi ile birlikte Ortadoğu’da dengeler yeniden kuruluyor ve bölgesel güçler öne çıkıyor. Ortadoğu, üç bölgesel gücün çekişmesi ve dış güçlerin arkasında haritalar ile gittikçe Balkanlaşıyor.

Yeni güç dengesinde başını S.Arabistan’ın çektiği Körfez Ülkeleri ikincil rolde. Araplar şimdi İsrail’e karşı ses çıkarmıyor ama İran’a karşı işbirliği yapıyorlar.

İsrail’in etki bölgesi Batı Şeria ve Gazze’den Güney Lübnan ve Golan Tepeleri ile Hermon Dağı’na genişledi. Artık kuzeydeki Türkiye ile çatışma konumuna geldiler.

Gazze (Hamas) ve Suriye’de (Esat) vekil güçlerini kaybeden İran ise Lübnan’da zayıflamış Hizbullah ve Irak’taki Şii müttefikleri ile İsrail’e karşı etki bölgesini korumaya çalışıyor.

Esat’ı devirerek Suriye’de meydanı İsrail ve ABD’ye sunan Türkiye ise Şam’daki rejimi etkisi altında tutmaya çalışıyor. Suriye’nin kuzeyinde kontrol altında tuttuğu bölgeler ve doğuda PYD’nin işgalindeki yerlerin geleceği belirsiz.

Ortadoğu’da Kürtler ve Filistinliler üzerinden oynanan oyun İsrail ve Türkiye arasında çatışma riski besliyor.

Suriye’de İsrail’in arkasında olduğu Dürzü azınlık, İran’ın desteklediği Esat’ın Alevileri ve Türkiye’nin Sünni Arap kontrol bölgeleri ise İsrail, İran ve Türkiye arasında çatışma olasılıkları oluşturabilir. Sünni Arap ülkeleri Osmanlıcı şüphe taşıdıklarından Türkiye’ye güvenmiyorlar. ABD ise yeni oyunu İsrail’in isteklerini önceliğe alarak oynamak istiyor.

Ortadoğu’da kartlar yeniden dağıtılırken dış güçlerin beklentileri şu şekilde;

– ABD, İsrail’in güvenliğine en uygun haritayı oluşturma.

– Türkiye; asıl mesele YPG/PKK gibi kamuoyuna yansıtılsa da Türkiye kendi Sünni projeksiyonu ile İran’ın yerini almak istiyor.

– İsrail; bölünmüş, parçalanmış bir Suriye, dışa bağımlı ve birbirine düşman küçük devletlerin kurulması. Batı Şeria, Gazze, Ürdün, Lübnan, Golan Tepeleri ve Hermon Dağı dışında Sina Çölü de dâhil bir etki ve kontrol bölgesi peşinde.

– İran ise Gazze’de Hamas ve Suriye’de Esat’ı kaybettikten sonra hala Lübnan’da etkisini korumaya ve Irak’taki Şii müttefikleri ile birlikte oyunu yeniden kurmak istiyor.

– Körfez-Arap ülkeleri; S. Arabistan kendi güdümünde bir Suriye isterken, BAE; rekabet halinde olduğu Suudi çizgisine karşı ve İsrail’e yakın.

Suriye’deki Dürzi azınlık ve Esat’ın Alevilerine ne olacağı henüz belirsiz. Dürziler İsrail’e, Aleviler İran’a yakınlar.

Suriye’de çok parçalı bir toplum ve parçalanmış bir ülke var. Üstelik bölge içindeki ve dışındaki ülkelerin farklı planları ve senaryoları var.

Türkiye’de dış politika iç politikanın esiri haline dönüştü. Her şey iç politikaya odaklı. Türkiye halen Washington, Kahire ve Riyad’ın baskısı altında; ABD ve Körfez ülkelerinin yatırımlarına oldukça bağımlı, Dünya Bankası ve IMF gibi küresel kurumlarda da Amerika’nın desteğine ihtiyacı var. İlave olarak, TSK’nın yedek parça ve silah ihtiyacı için de ABD’nin desteği gerekli.

Ortadoğu’da Hesapları Tutmayan Türkiye

Ortadoğu’da istenmeyen rejimler yıkılırken “Müslüman Kardeşler Kuşağı” üzerine büyük hayaller kuran Türk siyasetinin öngörüleri de tutmadı. Suriye bataklığına saplandık ve Arap Baharı maceramız güneyimizde yeni bir Kürt özerk bölgesi doğururken, ülkemize dolan sığınmacılar ekonomiyi mahvetti. Görünüşte Batı ile birlikte İran’ı hedef alan Türkiye, aslında ortak düşman gördükleri İsrail’in işlerini kolaylaştırdılar ve bölgeyi istikrarsızlaştırdılar. Üstelik Batılı ülkelerle de ters düşünce örtülü askeri ve ekonomik ambargolara maruz kalmaya devam ediyoruz.

İçeride ve dışarıda köşeye sıkışmış Ankara’nın tek umudu ABD’nin yeniden başkanı olan Trump’ın desteği ile daha fazla iktidarda kalmak ama önünde verilmesi gereken hayati bazı ödünler var;

– Suriye’de ABD’nin istediği gibi oynamak; İsrail’e göz yummak ve çatışmamak, Kürtlere verilecek özerkliğe ses çıkarmamak.

– Kıbrıs’ta bir oldu-bitti ile yeniden başlatılan görüşmelerde federasyon tezinden ve garantörlük hakkından vazgeçerek Rum liderliğinde tek devlete razı olmak.

– Doğu Akdeniz’de Türkiye dışındaki ülkelerin oluşturduğu deniz sahası sınırlarına, petrol ve doğal gaz çıkarma faaliyetlerine itiraz etmemek.

– Türkiye içinde bölücü terörün siyasi unsurları ile görüşerek, terör örgütüne istediklerini masada vermek; ülkeyi öncelikle federasyona dönüştürmek.

– Gazze’den tasfiye edilecek nüfusu kabul etmek.

– İran senaryosuna katılmak.

Türkiye’nin son dönemde gelişen pek çok olaya sessiz kalması çaresizliğini ve ABD’ye olan bağımlılığını gösteriyor. Aşağıdaki gelişmelere Türk Dışişleri Bakanlığı sesiz kaldı;

– Trump’ın yemin törenine terör örgütü PYD elebaşısının davet edilmesi.

– ABD ve İsrail’in neredeyse el koyduğu Suriye’de terör örgütleri HTŞ ve PYD elebaşları Colani ve Mazlum Kobani Türkiye’den habersiz anlaşma imzalaması.

– Trump Gazze’yi Filistinlilerden temizleyip turizm merkezi yapacağını söylemesi.

– Paris ve Katar’da yapılan uluslararası Suriye toplantılarına Türkiye’nin çağırılmaması.

– Suriye’de Türkiye’nin üs kuracağı bölgelerdeki tesisleri İsrail’in bombalaması.

– Orta Asya ülkeleri Türkmenistan, Özbekistan ve Kazakistan’ın Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni (GKRY) “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tanıyıp, büyükelçi ataması.

– ABD, İsrail, İspanya, İtalya, Hindistan, Katar ve BAE’nin de aralarında olduğu 11 ülke Yunanistan’ın ev sahipliğinde büyük bir askeri tatbikat yapması.Türkiye’ye dayatılan (Yeni Paradigma), PKK’nın Suriye ve Türkiye’de silah bırakması karşılığında Kürtlerin siyasi haklarının tanınması yani Kürt Özerkliğini kabul etmesi. Ankara, bunu çeşitli süreçlerin içine saklayarak, uygulama sürecinde ama herkes PKK Terör Örgütü’nün silah bırakmayacağını biliyor. Türkiye’nin Suriye’de eninde sonunda büyük bir çatışma sarmalına girmesi kaçınılmaz.

Nitekim İsrail’in askeri danışmanlık komitesi, Türkiye’yle savaşın yakın olabileceğini belirterek, yeni stratejiler belirledi. Komitenin hazırladığı raporda, “İsrail’in Türkiye ile savaşa hazırlıklı olması gerektiği” vurgulanırken, Suriye üzerinden Türkiye’nin oluşturduğu tehdidin İran’dan bile tehlikeli hale gelebileceği belirtildi.

İsrail kabine üyesi Eli Cohen, “Türkiye ile bir çatışma arayışında değiliz, ancak Suriye’de askeri üs kurmanın yasak olduğunu açıkça belirttik” dedi. Cohen, Azerbaycan görüşmelerindeki İsrail heyetinin bir anlaşmaya varmayı ve statükoyu korumayı amaçladığını kaydetti. İsrail’deki bazı yetkililer, Türkiye ve İsrail’in Suriye’nin bölünmesi konusunda anlaşmaya vardı. El-Meyadin’in bildirdiğine göre, İsrail medyası ve bazı yetkililer, Türkiye ile Suriye üzerindeki nüfuz paylaşımını 1916’daki Sykes-Picot Anlaşmasına benzetiyor.

İsrail medyasının gündeminde Suriye’nin fiilen parçalanabileceğine ve iki ülkenin çıkarlarını koruyacak yeni bir statüko üzerinde çalıştığına işaret eden bu benzetme ve birtakım diplomatik engeller yer aldı. Bu engellerin başında İsrail’in -özellikle Palmira bölgesinde Türk üslerinin kurulmasının- kırmızı çizgisi olması geliyor. İsrail’e göre; “Türkiye Suriye’nin kuzeyindeki ‘güvenlik kuşağı’ içinde kalmalı ve Şam-Süveyda hattına yaklaşmamalıdır.”

Şimdi sırada İran var. Batı şimdi Ortadoğu’daki tüm güçleri fiilen İran’a karşı aynı cephede toplama peşinde. Gazze’den sonra savaşın ikinci aşamasında İran direniş ekseninin kırılmasına yönelen İsrail ve arkasındaki ABD, üçüncü aşama olan İran ile doğrudan hesaplaşma gününe hazırlanıyor. D gününe çok kalmadı; zamanı gelince İran’ın ABD’ye ait bir saldırganlığı gerekli meşru zemini ya da bahaneyi oluşturacak.

ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik takviyeleri İsrail için değil, bölgesel savaşın sahnesinin hazırlanmasına yönelik. İran’ın kabiliyetleri, özellikle füze yetenekleri test edildi ve bu testlere göre ayarlar yapılıyor. Tahran da kitle imha silahlarını test ediyor olabilir. Bu savaş, Ortadoğu’da haritaları ve bazı rejimleri değiştirecek. Nitekim Ortadoğu’da kırılma hatları kaymaya başladı.

Suriye’de Rejim Değişikliğine Hazır Olun

Esat rejimini deviren El Kaide’den dönüştürülmüş Hayat Tahrir el-Şam’ın lideri ve şimdi Suriye’de geçiş hükümetinin başkanı olan El Şara, her ne kadar Batıya hoş gözükmek için söylemlerinde demokrasi ve kapsayıcılıktan bahsetse de ülkede bir askeri diktatörlük kuruyor. HTŞ dağıtılmış gibi gözükse de kendi yönetimini sağlama alacak tüm önemli yönetim kadrolarına sadık militanlarını ve İdlib’teki aile üyelerini atadı.

El Şara’nın organize ettiği sahte komiteler sözde Ulusal Diyalog Konferansı ile yeni bir Anayasa taslağı hazırlayacak. Yeni Anayasa ile önce Şara’nın mutlak otoritesi hukuk reformu maskesi altında sağlanmaya çalışılıyor. Yeni Anayasa, İslami içtihatı yasamanın ana kaynağı kabul ediyor, başbakanlığı kaldırıyor ve parlamentonun üçte birine doğrudan atama yetkisi veriyor. Başkanın kanun çıkarma ve veto yetkileri artırılırken, onu devirmek için Meclis’te üçte iki oy çoğunluğu gerekiyor.

14 yıllık iç savaşın ardından ülke kurumlarının içi oyulmuş, devlet bütünlüğü dış güçlerin arkasında olduğu vekil güçlerce paylaşılmış ve ekonomi harap olmuş durumda. Şara, ülkede askeri diktatörlük kurmaya heveslense de işi kolay değil. Öncelikle Suriye’nin tamamında kontrol sağlaması kadar rakip diğer gruplara karşı da yeterince güçlü değil. Diğer silahlı gruplar, tek ordu altında birleşmeyi ve silahsızlanmayı kabul etmedi. Esat sonrası ülkede kanunsuzluk ve mezhep çatışmaları artarken, yaptırımların devam etmesi nedeni ile ekonomi çok kötü durumda.

Böyle bir ortamda ülkede istikrarlı bir rejime geçmek mümkün değil. Şara ise iç bölünmeleri artırıyor ve otoriter bir rejim kuruyor. Durum, 1946-1970 arasındaki Suriye’nin haline benziyor yani önümüzde pek çok askeri darbe var. Şara, kendine sadık olduğunu düşündüğü, komuta içinde hareketi zor ve disiplinsiz militanlarına güveniyor. Bu militanlar zaten ülkede toplumla yabancılaşmanın ve zorbalıkların kaynağı.

Ülke içindeki ayrışmalar Şara’nın meşruiyetinin gittikçe azalmasına neden oluyor. Lazkiye’de Esat’ın Alawi toplumunun uğradığı büyük ölçekli katliam Dürzi ve diğer bölgelerde de dikkatle izlendi. Şara’nın bir ayaklanma veya muhalif saldırı karşısında kendisine istihbarat sağlayacak bir teşkilatı da yok. İsrail saldırıları da zarar vermeye devam ediyor. Ordu ve bürokrasi de çalışacak insan yok.

HTŞ’nin toplam gücü 30.000 militan iken, kuzeyde Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusu’nda ve daha doğuda PYD/PKK’nın her birinde yaklaşık 70.000 savaşçı var. Bu iki grup da hala HTŞ’den ayrı, özerk bir yapıda yani kendi liderleri ve bölgeleri var. Güneyde ise ABD’nin desteklediği Suriye Özgür Ordusu ile İsrail’e güvenen Dürziler var. Esat döneminden kalan sahildeki grup ise İran tarafından destekleniyor.

Suriye’nin sınırlarının ötesinde Şara’nın İslamcı liderliği pek çok ülke için alarm veriyor. Sadece Katar ve Türkiye, yeni rejimin yakın müttefikleri olarak gözükse de, ABD ve İsrail karşısında Ankara’nın manevra alanı çok değil. Mısır ve BAE, Şara rejiminin İslami ideolojisine karşı ve istikrarsızlığı artıracaklarını düşünüyor.

İsrail, cihatçı İslami rejimin Filistinli grupları silahlandırabileceğinden endişe duyuyor. Bu yüzden, ülkenin askeri kabiliyetlerinin %80’ini imha etti. Şam’ın güneyinde HTŞ ile bağlantılı güçler istenmiyor. Şara’nın hükümranlığına meydan okumalar başlayınca dış güçlerin renkleri daha da belli olacak. Burada kesin olan Şara’nın gideceği, henüz belli olmayan ise bunun ne zaman olacağı. Özetle, Şara’nın geldiği gibi gideceği günler yakın ama sahnenin tekrar hazırlanması gerekiyor.

İran ve Suriye’nin hedef alınması Avrasya’nın kontrolü için geliştirilen büyük projenin parçasıdır. Yeni kurulacak hükümetler ve yaratılan kaos üzerinden Batılılar yeni savaşlara gerekçe bulacaktır. Sonuç olarak İslam dünyası içine sokulan fitnelerle birbirine düşürülürken, bu kaosta Batılılar ve İsrail kendi çıkarları için gerekli bu ortamı ve fırsatları kullanmaktadırlar. 7 Ekim 2023 Hamas saldırıları sonrası dönemde Ortadoğu’nun dönüşümü ile Büyük İsrail projesi de ivme kazanmış ve sıra İran ve Kürt projesine gelmiştir. İran’a yönelik harekât, Irak ve Suriye’nin üç veya beşe bölünmesi Türkiye’ye rağmen zor olur.

Rusya ve İran kozunu kaybetmiş Türkiye için artık tek seçenek ABD ile barışmak. Türkiye hiçbir zaman Batının İsrail gibi sınırsız destek sunulan bir müttefiki olamaz. Soğuk Savaş dönemi şartları çoktan geride kaldı. ABD’nin müttefiklik anlayışı değişti, çıkarlarımız çok ayrıştı. ABD ve Avrupa Birliği ile stratejik ortak ihtimali kalmayan Türkiye için şimdi yeni aday İngiltere. İslamcılığın tarihsel aklı ve hafızası olan İngiltere için Türkiye ile işbirliği ancak onun oyun sahalarına destek sağlamakla sınırlı olabilir. Örneğin Ukrayna’ya asker göndermek, Karadeniz’de ayrıcalıklar sağlamak gibi ödünlerin karşılığı sınırlıdır.

Türk-İsrail Savaşı Bölgesel Bir Savaşa Dönüşebilir mi?

Savaşlar, insani bir gündem üzerine inşa edilir. Düşmana iftiralar atılır ve şeytanlaştırılır. Tarih boyunca bu hep tekrarlanmıştır. Haçlı seferlerine çıkarken, savaşı meşru kılmak için Vatikan Türkleri barbar, kâfir ve sapkın olarak tanımlamıştı. Şeytanlaştırma her zaman jeopolitik ve ekonomik hedeflere hizmet eder. İslamcı terörle sözde mücadele eden (aslında örtülü olarak destekleyen) ABD’nin amacı petrol zenginliklerine el koymaktı.

İslam, şeytanlaştırılırken “Batı tipi demokrasi” ve “serbest pazar ekonomisi” alternatif olarak sunuldu. Afganistan’dan Ortadoğu ve Afrika’ya oynanan oyunun hedefinde dünya petrol ve doğal gaz rezervlerinin %60’ını kontrol etmek vardı. Böylece Orta Asya ve Büyük Ortadoğu, dünya petrol rezervlerini kontrol etmek için terörle mücadele alanı haline getirildi. ABD sivil savaşları ve rejim değişiklikleri Nijerya, Sudan, Kolombiya, Somali, Yemen ve Angola gibi ülkeleri de hedef aldı.

Şeytanlaştırılanlar “şeytan ekseni”, “serseri devletler”, “başarısız devletler”, “İslamcı teröristler” olarak anıldı. Böylece Batının işgal ve operasyonlarına, kitlesel katliamlarına meşrulaştırma sağlandı. Askeri harekât, örtülü istihbarat operasyonları ve savaş propagandası bir araya getirilerek devlet egemenliği ve kimliği yok edildi, ülke kaynaklarına el konuldu. Büyük ölçekte ise Müslüman nüfus birbirine kırdırılırken, İslam içi bölünmeler yeni katmanlar edindi. Bu ayrışmalar etnik ve dini iç savaşların parçası haline getirildi.

Nihayetinde Ortadoğu daha da bölünürken bölge haritasının önceden yeniden çizildiği bir rotada işler devam ediyor. Gelinen aşamada Büyük İsrail, Büyük Kürdistan projeleri için Türkiye’nin federasyona dönüştürüldüğü, İran’ın bölündüğü yeni aşamada Arap ülkeleri oyun bitince aynı torbaya konulacaklar. Bütün bunlar ulus-devletlerin yok edildiği Yeni Dünya Düzeni hedefine giden yolda bir aşama.

İsrail ve Kudüs’ü hedef alan Türkiye, hem ABD hem de İsrail tarafından yeni bir kriz yönetimi ile hedef haline getirilecektir. Yeni bir İran olmanın bedeli için Batı önce İran senaryosunda Türkiye’yi yanına çekmeye çalışacak ama asla Türkiye’nin askeri gücünün artmasını istemeyecek hatta bu gücü yok etmek için tuzağa düşürmeye çalışacaktır.

Yeni Ortadoğu’da Büyük İsrail ve Büyük Kürdistan ayrışırken, Kudüs hayali gören Ankara ise İran’dan kalan boşlukları doldurarak “İkinci İran” olmaya soyunuyor. Arap Hareketleri sırasında ‘İhvan kuşağı’ korkusu yaşayan Körfez Ülkeleri ve Mısır ise Türkiye’nin niyetinin değişmediğini ve Suriye’yi ele geçirerek yeni bir açılım peşinde olduğunu düşünüyor ve bunu kendi haline bırakılamayacak bir gelişme olarak görüyorlar. Şu an beklemedeler.

Halen Ortadoğu’da yaşanan çatışmalar bölgede İran ve Türkiye gibi güç merkezlerinin ufalanmasını, 1920’de oluşturulan bölge haritasının Batının yeni gerçekliğine göre yeniden dizayn edilmesini ve Büyük İsrail’in kurulması ile birlikte Kürtlere yeni devletçikler oluşturulmasını öngörüyor.

Ankara’nın Suriye’nin ortasındaki T-4 üssüne Hisar tipi hava savunma sistemleri ve insansız hava araçları yerleştirmeyi planladığı söyleniyor. “IŞİD ile mücadele”, 2014 yılından beri Suriye’de Batılıların en çok kullandığı bir yalan olsa da henüz yenisi bulunamadı. Bu sistemlerin varlığı her ne kadar IŞİD ile mücadele çerçevesinde açıklansa da Türkiye’nin Suriye’nin her yerine bu üsten etki etme kabiliyeti edinmesi İsrail’i endişelendiriyor. Bu yüzden, 2 Nisan’da T4 hava üssüne yaptığı hava saldırısı ile Türkiye’ye mesaj verdi.

Türkiye ve İsrail arasında 2025 Nisan ayı başında Azerbaycan’da yapılan görüşmeler iki ülke arasında çatışmayı önleyecek bir mekanizme oluşturmayı amaçlıyordu. Nitekim benzer bir anlaşmayı Eylül 2015’de İsrail ve Rusya arasında sağlanmıştı. 7 Ekim 2023’den beri Gazze’deki çatışmalar nedeni ile Türkiye, İsrail’i soykırım ile suçluyor ve açıkça bu ülkeyi hedef alan açıklamalar yapıyordu. Karşılıklı güvensizlik had safhada ve iki ülke Suriye içinde konum kazanmaya çalışırken, iki ülke arasında böyle bir mekanizmanın çalışması kolay olmayacak.

İsrail, Türkiye’nin kuracağı üsteki hava savunma sistemleri ile Hamas militanlarını hava saldırılarından koruyacağını düşünüyor. Eğer böyle bir saldırıda İsrail uçağı düşürülürse bu bölgesel bir krize hatta bir Türkiye-İsrail savaşına yol açabilir. Türkiye için bu savaş Hamas değil, Kudüs’e kadar uzanacak daha büyük bölgesel heveslerin parçası olacak. İsrail, bir yandan Suriye’yi istediği gibi bombalama özgürlüğünü korumak isterken, Dürzi ve Kürt bölgelerini HTŞ yönetiminden ayırmaya yakın bir böl-yönet politikası izliyor. İsrail’e karşı Hamas’ı Suriye’ye yerleştirmek isteyen Türkiye ise ümmetçi rejim değişikliği hedefliyor.

Kıyamet Savaşı’na Ne Kadar Yakınız?

Ortadoğu’da Kıyamet Savaşı olasılığı Gazze’deki çatışmaların başından beri konuşuluyor. Gazze-Suriye ve İran’a uzanan çatışma hattında alevlerin birden birleşmesi ve tüm bölgeyi içine alan bir savaşa dönüşmesi çok uzak değil. Unutmayalım ki, nükleer saat konvansiyonel savaş saatinden çok daha hızlı çalışır ve İsrail, saat alarm vermeden hareket geçmek istiyor.

Kıyamet Savaşı’nın bombası gece yarısına 20 saniye kala patlayacak. Önceki simülasyonlarda üç dakika olan süre, önce 90 saniyeye indi ve şimdi sadece 20 saniye yani artık uyarı veya karşılık verme imkânı hiç olmayabilir. Bu bomba ya bir denizaltıdan atılan füze ya da havadaki bir bombardıman uçağından aşağı düşecek.

Kıyamet Savaşı ile ilgili gelişmeler, 2015 yılından itibaren hız kazandı. Ortadoğu’daki gelişmeler Argameddon öncesi cehenneme giden yolda otobanı temsil ediyor. Geçtiğimiz yıllarda ABD ve Rusya, nükleer doktrinlerini kıyamet senaryosuna uygun olarak revize ettiler. Kıyamet Savaşı ile ilgili kamuoylarının bilgisizliği, tıpkı Birinci Dünya Savaşı öncesindeki gibi uyur-gezer bir şekilde büyük savaşa girmeye benziyor ama bu sefer insanlığının sonu olacak.

Donald Trump’ın neden yeniden seçildiğinin arkasındaki gerekçe kıyamet senaryosu ile örtüşüyor. Savunma ve Dışişlerine atamaları bu senaryonun kadrosunu teşkil ediyor. İran ile yapılan nafile görüşmelerin gerisinde Kıyametçilerin haçlı seferi hazırlığı var. Savunma Bakanlığı’na atanan Pete Hegseth, bu kadronun önde gelen ismi. Hıristiyan Siyonistler, Savunma ve Dışişleri Bakanlıklarının koridorlarını dolduruyorlar.

Ortadoğu’da iki alternatif var; ateşkes ve barış ya da Kıyamet Savaşı. İlki ABD ve İsrail tarafından istenmiyor çünkü bölge ülkelerinin zayıflığı test edildi ve artık yeni bir Ortadoğu kurulmak isteniyor. Bu ise nihai hedefine varana kadar Arap ülkeleri ile yapılacak hedefe ve nihayetinde sonsuz savaşları bitirecek bir son savaşa ayarlanmış durumda.

Kıyamet Savaşı’na giden yoldaki adımlar şu şekilde sıralanabilir;

(1) Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve tek kutuplu dünya düzenine geçiş.

(2) Büyük Ortadoğu’da İslamcılığın yükselmesi ve 11 Eylül 2001 saldırılarının ABD dış politikasını askerileştirmesi.

(3) ABD’nin Anti-Balistik Füze (ABM) Anlaşmasından çekilmesi.

(4) Rusya’nın 2009’de Gürcistan ve 2014’de Ukrayna’yı işgali.

(5) Çin tehlikesinin belirmesi ve gittikçe ABD hegemonyasına rakip olması.

(6) 2010 yılında başlayan Arap Hareketleri ile Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında bölgeyi yeniden şekillendirme çalışmaları.

(7) 2016 yılında ABD seçimlerine müdahale eden Rusların Trump’ı başkan seçtirmesi. (Amerikan gücü ve kurumlarının paralize olmaya başlaması).

(8) 2022 yılında Rusların yeniden Ukrayna’da işgale devam etmesi ve dünya genelinde silahlanma ve savaş riskinin artması.

(9) Gazze’de Hamas saldırıları sonrası İsrail’in katliam ve operasyonlarının Lübnan ve Suriye’ye yayılması ve İran ve/veya Türkiye ile bir bölgesel savaşı tetikleme olasılığı.

 (10) ABD, Rusya ve Çin’in herhangi bir nükleer anlaşmaya yanaşmaması ve nükleer doktrinlerini saldırgan bir şekilde revize etmeleri.

Kıyamet Savaşı’na hiç bu kadar yakın olmamıştık ve ilginç olan uluslararası kamuoyunun bu konudaki bilgisizliği. Dünyayı bekleyen nükleer senaryoları yakın zaman önce yazmıştım ama kıyametin Çin Denizi’nde olmasını bekliyordum. Gelinen aşama Ortadoğu’da da güçlü bir olasılığı ortaya çıkardı ve bu Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor. Bölgesel bir savaş senaryosunun önemli aşamalarından birisi Türk-İsrail çatışmasının savaşa dönüşmesi, bunun öncesi veya sonrasında Suriye’de rejimin değişmesidir.

İran’ın yerini almak isteyen Türkiye ve İsrail arasındaki gerilim sıfır-toplamlı. En iyi çözüm Türkiye’nin kuzeyde, İsrail’in güneyde özgür kalması ama iki ülkenin bölgesel planları göz önüne alındığında bu anlaşma sürdürmek kolay değil. İsrail’e göre, Türkiye, Suriye’nin kuzeyindeki eğitim kamplarında Hamas’ı eğitecek ve kendisine karşı kullanacak. İki ülke arasında başlayacak füze atışları, kolayca konvansiyonel bir savaşa dönüşebilir. Böyle bir durumda devreye Gazze’ye yerleşmiş ABD ordusu ve Doğu Akdeniz’de takviye edilecek savaş gemileri girecektir.

Kısaca, ABD’nin Ukrayna’da verdiği desteğin bir benzeri İsrail’e verilecektir. Hava uçuş yasak bölgeleri, stratejik ve taktik istihbarat, çok yönlü füze ve drone saldırıları ile ani ve kesin sonuçlu bir saldırı ile Türk Silahlı Kuvvetleri’nin savaşma gücünün bir an önce yok edilmesi hedeflenecektir. İsrail, böyle bir savaş için Rusya’dan bile yararlanacağını düşünmekte ve Rus üslerinin Suriye’de kalması için ABD’de lobi faaliyetleri yapmaktadır.

Bölgesel savaşın ortaya çıkması halinde Türkiye, Suriye’nin kuzeybatısında “Özgür Suriye Ordusu” ve diğer kendine bağlı yerel unsurları kullanırken, ABD ve İsrail tarafında kuzeydoğudaki SDF/YPG/PKK ve güneydeki “Suriye Özgür Ordusu (SÖO)” olacak. Batının desteklediği bu iki vekil güç te Suriye’de topraklarını genişletmeye çalışıyor. Az bilinen Suriye Özgür Ordusu, 2011 yılında ABD tarafından kuruldu ve Al Tanf üssünden destekleniyor.

Kıyamet Savaşı senaryosuna dönecek olursak, Armageddon’un Amik Ovası’nda yani Hatay’a yakın bir yerde olmasının beklenmesi Türkiye’nin içinde olacağı bir savaşı belirliyor. Ancak, Araplardan ne birlik olur ne de Araplar Türkiye’nin yanında yer alacaklardır. Hedefte olan iki ülke Türkiye ve İran’dır. Ancak, Türkiye’nin NATO üyesi olması nedeni ile ülkemize yönelik saldırılar hep örtülü yollardan uygulanmıştır.

Bununla beraber, Türkiye ve İsrail arasında çıkacak bir çatışmada ABD, tarafını belirlemede kararsız kalmayacaktır. Tıpkı Ukrayna ve Gazze’de olduğu gibi dolaylı yoldan her desteği verecektir. Bu olasılık Trump döneminden sonraya da kalsa ABD’nin tavrı değişmeyecektir. Öncelikle askeri kabiliyetlerimiz hedef alınacaktır. Toptan bir yok olma ise ancak nükleer vasıtaların kullanılması ile söz konusu olabilir.

Makalenin devamı ve geniş versiyonu için;

https://www.academia.edu/Ortadoğuda_Kıyamet_Savaşı_Gece_Yarısına_20_Saniye_Kala_

Yazar
Sait YILMAZ

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen