Ulusal Kader Anları

Tam boy görmek için tıklayın.

 

Türk demokrasisi 1876’dan bu yana milletin işlere vaziyet etmesi ve bunun devlet dışı alandaki tezahürleriyle kendini devletin muhafızı olarak tanıtan güç sahiplerinin çekişmesine sahne oldu. Bugün de birileri kendini devletin sahibi ve muhafızı olarak görmek, bu imtiyazın arkasına sığınarak statükoyu korumak ve halk iradesine el koymak istiyor olabilir; ama son olaylar gösterdi ki artık ne halk o halk ne de Türkiye o Türkiye’dir.

Abdulkadir İLGEN

Ulusal kader anları, ulusların uyanış anlarıdır. Bu anlar, ulusun kendinde zaten var olan ve fakat o ana kadar açık-seçik biçimde duymadığı yetke, değer ve özellikleri yaşayan bir değer olarak duydukları anlardır. Ulus, sınıf ve bunların bilincine ermek gibi duygular, ulusal kader anlarının en hararetli anlarında ortaya çıkar.

Bununla birlikte bu duygular standart duygular değildir. O yüzden de ulusların kendini duyma biçimleriyle bunların ortaya çıkma şartları her ulusta farklı farklı tezahür ettiği gibi her ulusun tarihinden dolayı sembolleri de birbirinden farklı olur. Aynı şekilde bu semboller ve içerikleri de aynı ulusta bile sürgit sabit kalmaz ve tarihî seyri içinde farklı farklı kalıplara girer.

Yurttaşlık duygusu ve ulusal bilinç gibi özellikler de doğuştan sahip olduğumuz şeyler cinsinden olmadığı için sonradan ortaya çıkar. Bu nedenle her ne kadar evrensel bir değer olarak ortaya çıksalar dahi, her biri kendi tarihsel ve ulusal bağlamlarına göre şekillenir ve ona göre değer kazanır.

Aynı şey demokrasi, anayasa, temel hak ve hürriyetler için de geçerlidir. Bunlar da ulus ve yurttaş olmanın doğal parçası ve gereği olmakla birlikte, her ulus için bunların ağırlık ve değeri, bu kavramların ortaya çıkma biçimlerine göre anlam ve değer kazanır.

İmanın Bir Vecd Olduğu Zamanlar

İmanın bir vecd ve coşku olduğu zamanlar parantez içindeki özel anları ifade eder ve sürgit devam etmez. Onun da bir sosyolojisi, gereği ve şartları vardır. Genelde toplumlar gündelik bir rutinde, asırlık alışkanlık ve motor davranış döngüsünde yaşarlar.

Bizim değer yaratan sıçramalar dediğimiz “mefkûrevî anlar”, toplumların günlük rutini olan bu tarz geviş getirme anlarından bir ayrışmayı ifade eder. Bunlar toplumsal vecd anlarında ortaya çıkan ve değer, norm yaratan anlardır. Bu anların sosyolojisine vecdin sosyolojisi denir. Gökalp böylesi dönemlerde ortaya çıkan coşkulu duyuşlara “mefkûre”, mefkûreden hasıl olan sosyal realiteye de “içtimaî şe’niyet” adını verir.

Devrim yıllarında, kararlarını kralın onayına arz etmekten başka hiçbir yetkisi olmayan meclisi, bir anda Fransa yapan şey budur. Devrimin coşkulu bir anında herkes fark etmiştir ki Fransa Kral değil, Meclis’tir. Meclis de Millet. İşte, o gün Fransa, Fransa olduğunun farkına varmış ve yine o gün her bir Fransız, Fransa’nın kendisi olduğunu duymuştur.

Benzer bir şey, İstiklal Harbi yıllarında Gazi Meclis ve onun yazgısı olur. O da bir anda milletin kendisi, vicdanı olmuş, kendisini öyle hissetmiştir. Üyeler ve meclis kurucu meclis, arkasındaki millet de kurucu millet, Türk Milleti. Millet Meclisi, milletin meclisi olduğunu böyle hissetmiş, unvanı böyle almıştır. Ve millet bir anda “vâki olan” bir şeyi, “vâki olarak” hissetmiş, bilincine varmıştır. Gökalp bu “duymaya” mefkûre diyor.

Mefkûre, yani, yeni bir iman, yeni bir bilinç ve farkındalık.

Demek ki vâki olanı yaşamak başka, duymak başkadır.

Duymak; bilincine erişmek ve iman etmektir. Buradaki “iman” kavramını dinî inancı da aşan bir genişlikte kullanıyorum. Bu inanç, devrim yılları Fransa’sında olduğu gibi ulus bilincine ulaşmak da olabilir, 68 kuşağı gibi yeni değerlerin peşinde yeni bir heyecan dalgasına katılmak da, fark etmez.

Bizdeki Geçmiş

Türk tarihinde ulus, kendini daima siyasal organizasyon içinde bulmuş, orada idrak etmiştir. Bu biraz da ulusal tarihinin büyük göç yollarında belirlenmesinden dolayı böyledir. Karadeniz’in kuzeyi boyunca, deşt-i Kıpçak’a yolları düşen ve belli bir siyasî organizasyon başarısı gösteremeyen Peçenek ve Kıpçak asıllı soydaşlarımızın çoğu, uygun bir siyasî organizasyon kuramadıkları için Macar, Rus, Leh, Slav ve diğer Balkan ulusları içinde eriyip giderken, belli bir plan ve siyasî organizasyon dâhilinde Anadolu’ya girenler, sadece kimliklerini muhafaza etmekle kalmamış, geldikleri yerdeki halkları da kendi bünyelerine katmışlardır.

Böyle olduğu içindir ki Uzak Asya’dan buraya, binlerce yılda kuş uçumu 8.000 millik bir mesafeyi aşıp gelen Türkoğlu, binlerce yıllık tarihi seyri içinde kimliğini hep siyasî bir organizasyon, yani devlet içinde hissetmiş ve o yüzden de kimliği devlet içinde anlam kazanmıştır. O yüzden devlet demek Türkler için millet, millet demek de devlet demek olmuştur.

Bu tarihsel bağlam ve bu bağlam içinde kendini anlama ve duyma tecrübesi, Türk Milleti için deyim yerindeyse bir tür “biyo-politik” bir koşullanma olarak onun âdeta olağan bir parçası, naturası olmuştur.

Devlet her şey olunca, devletin sembolik temsili olan baştaki kişi de devlet gibi algılanmış ve toplum, o giderse her şeyin gideceği, bozulacağı zehabına kapılmıştır. “Allah devlet millet bozgunluğu vermesin” sözü, bu sürekliliğin bir tezahürüdür. Bilhassa demokrasilerin siyasi bir yönetim biçimi olarak devreye girmediği zamanlarda iktidarın devri esnasında ortaya çıkan kargaşaların hatırası, “katil, fesattan evladır” anlayışını belleğimize kazımış ve nizam fikrini her şeyin önüne koymuştur.

İmdi, bugün iktidarın devlet, muhalefetin de devletin gayrı olarak tanımlanması o günlerin bilinçdışımıza bıraktığı bir mirastır. Oysa idare başka, devlet başkadır. İdare, iktidarı; devlet de iktidar ve muhalefetiyle bütün siyasal partiler ve anayasal kurumların tamamını ifade eder.

Bizde devletin yeterince demokratikleşmesinin önündeki en büyük handikaplardan birisi budur. İktidara gelen herkes, tarihî mirasın araladığı bu kapıyı kullanarak kendi iktidarını devlet gibi göstererek kamuoyunu manipüle etmiştir.

L’État, C’est Moi

Bugün de iktidar, aynı kültürel ve siyasi mirastan devraldığı ortak belleğe dayanarak kendisini “devlet”, kendi dayandığı kitleyi millî irade; kendisi dışında kalanları ise “devlet dışı” ve hatta “devlet karşıtı” parti, grup ve marjinal hareketler olarak gösteriyor.

Oysa idare başka, devlet başkadır.

Bu herkesin bildiği bir şey; ama her nedense bugün, idarenin tasarrufu dışında idareye aykırı her şey gayrimeşru ve devlet karşıtı; idarî araçlar kullanılarak yapılan her şey ve her tasarruf da meşru ve anayasal şeylermiş gibi gösterilmek isteniyor.

Oysa devlet idareden ibaret olmadığı gibi meşruiyet de idarî tasarruflardan ibaret değildir. Anayasa’nın İkinci Bölümü’nde yer alan temel hak ve hürriyetler ve bunların uygulanması tamamıyla anayasayla güvenceye alınmış hak ve hürriyetler iken, idare, yetkisini anayasadan almayan bir tasarrufla bunları engellemeye kalkışırsa nasıl anayasal bir suç işlemiş olursa, buna direnenler de anayasal bir hak için mücadele veren yurttaşlar olur.

Buna rağmen son günlerde muhalefete ait gösterilerde, çoğu üniversite öğrencisi birçok gösterici anayasal suç işledikleri iddiasıyla mahkemeye sevk edilmek üzere tutuklandı. Bu arada güvenlik güçleri herkesin gözü önünde gösteri hakkını kullanmaktan başka bir şey yapmayan göstericiler üzerine tazyikli su başta olmak üzere çeşitli şiddet hareketleri kullanmakta hiçbir sakınca görmedi.

Fakat bu son olaylar gösterdi ki meşruiyetin kaynağı bizatihi halkın kendisi ve onun iradesidir. Halk nasıl İstiklal Harbi yıllarında kendisinin Türkiye, Türkiye’nin kendisi olduğunu duymuşsa; bu son olaylarda da kendisinin devlet, devletin kendisi olduğunu hissetmeye ve gücünü anayasadan almayan hiçbir yetkinin devlet olmadığını şu veya bu şekilde ama bir şekilde anlamaya başladı.

Bu, L’État, c’est moi (devlet benim) deme istidadındaki bir tavır, devlet, milletin kendisi ve onun tarihten bugüne devraldığı anayasal kurum, kural ve teamüllerdir diyen zihniyet değişiminin bir başlangıcı, yurttaşlık ve ulus bilincinde ortaya çıkan ani patlamalardan biridir. Şu anda ülke bu kader anlarından birini yaşıyor.

Bu duyuş henüz çok açık ve berrak bir duyuş olmasa bile yine de halkın kendi iradesine sahip çıkması anlamında bir eğilim başlamıştır. Tereddüt halinde olsa bile tohum çatlamış, kökler toprağı sarmıştır.

Başta ana muhalefet olmak üzere muhalefet bu enerjiyi nasıl yönetir veya yönetemez bu ayrı bir soru; ama bu son olaylar gençler başta olmak üzere ulusun tamamının, bunca yıllık demokrasi deneyiminden sonra, yetkiyi ilanihaye bir kişi veya zümreye devretme niyetinde olmadığını göstermiştir. Bu çok açık ve kesin.

Türk demokrasisi 1876’dan bu yana milletin işlere vaziyet etmesi ve bunun devlet dışı alandaki tezahürleriyle kendini devletin muhafızı olarak tanıtan güç sahiplerinin çekişmesine sahne oldu. Bugün yaşanan son hadiseler, Jön Türkler ve onların devamı olan bütün demokratlar başta olmak üzere, bu hareketin devamından başka bir şey değildir.

Bugün de birileri kendini devletin sahibi ve muhafızı olarak görmek, bu imtiyazın arkasına sığınarak statükoyu korumak ve halk iradesine el koymak istiyor olabilir; ama bu son olaylar gösterdi ki artık ne halk o halk ne de Türkiye o Türkiye’dir.

Abdulkadir İLGEN

Atatürk Üniversitesi İslami İlimler Akademisinden 1988 yılında mezun oldu. 1994 yılında Dumlupınar Üniversitesi İİBF İktisat Bölümü İktisat Tarihi Bilim Dalına araştırma görevlisi olarak atandı. 1998 yılında Marmara Üniversitesi Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Enstitüsünde doktora programını tamamladı. Çeşitli akademik ve idari görevlerde bulunan Prof. Dr. Abdülkadir İlgen, 2017 yılında emekli oldu. Akademik çalışmalarında “iktisadî zihniyet” üzerinde yoğunlaştı. XIX. Yüzyıldan günümüze “devlet dışı modernleşme”, tarihte Asya ekonomileri ve Türkistan iktisat tarihi üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Aynı zamanda Türk Yurdu ve Türkiye Günlüğü gibi dergilerde yazılar yazmakta olan İlgen’in “Türk Modernleşmesi: İktisat, Tarih, Zihniyet”, “1921 Sanayi sayımları” ve “Gelenek ve Modernleşme Arasında Bir Kavram: Milliyetçilik” isimli üç de kitabı yayımlanmıştır.

—————————————

Kaynak:

https://www.perspektif.online/ulusal-kader-anlari/

Yazar
Abdülkadir İLGEN

1964 yılında Bolu-Kıbrısçık’ta doğdu. İlköğrenimini doğum yeri olan Deveören Köyü İlköğretim okulunda yaptı. Daha sonra Ankara Dikmen Ortaokulunda başladığı ortaokul hayatını 1977-1978 yılında Polatlı Lisesi Orta Okulunda... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen