1999 depreminden sonra Marmara denizi fay hatları üzerinde yerli ve yabancı uzmanlar, kuruluşlar o tarihe kadar yapılmayan geniş çaplı bilimsel araştırmalar, incelemeler yaptılar. İstanbul’u ve Marmara’yı yıkıcı etkisi “felaket” düzeyinde bir depremin her an olabileceğini belirttiler. Aradan geçen 25 yılda nelerin yapıldığının yahut yapılmadığının siyasi etkilerden uzak objektif bir muhasebesi yapıldığında laftan öte ciddi bir adımın atılmadığı açıkça görülüyor.
Her şeyden önce İstanbul’un tarihimiz, medeniyet ve kültürümüz, millî ve dini değerlerimiz açısından özelliklerinin ne anlama geldiğini, coğrafi ve estetik değerini idrak edemiyoruz. Dolayısıyla layıkıyla sevmiyor, hak ettiği önemi vermiyoruz. Maalesef siyasetçilerimiz ve halkımızın büyük bölümü rantı, parasal getiriyi daha fazla seviyor. Aydınlarımızın çoğunluğunun millî, manevi ve tarihi hassasiyetlerinin yetersiz olmasından ötürü toplumu ve yönetenleri yönlendiremiyorlar. Sonuçta Paris, Londra Roma gibi kentler tarih ve kültürleriyle barışık halde ışıl ışıl parıldarken, “dünyanın incisi” konumundaki İstanbul’un ne zaman yıkılacağını tahmine çalışıyoruz.
Bilesiniz ki İstanbul yıkılırsa ülkenin ekonomisi, ticareti, sanayisi çöker, bilimsel ve kültürel hayatı söner, Türkiye diz çöker, kendini savunamaz duruma düşer. Bu gerçeği kısık sesle de olsa belirtmeye çalışanları duymuyoruz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Belediye başkanlığı döneminde İstanbul’un nüfusunun çok fazla olduğunu, azaltılması gerektiğini belirttiği günlerde 12 milyon olan nüfus günümüzde 18-20 milyona ulaştı; obezite denilen bu anormal büyüme yığınla sorunları içeriyor. Dünyada beş milyonun üzerinde sığınmacının barındığı açık ara birinci kent durumunda.
25 yıldır yeşil alanlar büyük küçük denilmeden talan edilircesine inşaata açıldı, parklar, dinlenme alanları gökdelenlere teslim edildi. Muhtemel bir deprem sırasında halkın toplanabileceği alanlar gereksiz sayıldı. Çünkü rantın çapı öylesine büyüktü ki, kazanıp zenginleştikçe hırslar daha da arttı. Birinci derecede deprem alanı oldukları belirtilen ilçelerde, ilk anda çökebilecek binaların enkazı altında ulaşım felç olacağından tıbbi yardımların ulaşması bile günler alacaktır. Kanal İstanbul heyecanı, rant imkanları bu alanların acil ihtiyacı olan yol, meydan, trafik parkı gibi sorunlara çare aramayı engelliyor.
6 Şubat depreminde koordinasyon yetkisinin MSB’dan yani askerden alınmasının yanlışlığı yaşanmıştı. AFAD en kritik saatlerde devreye giremedi. Özellikle Hatay ve Adıyaman’da insanlar enkaz altında yardım beklerken soğuktan can verdiler. En organize ve işleyen kurum olan ordunun yerine AFAD’ın siyasi hesaplarla yetkili kılınması yanlıştır.
25 yılı maalesef kaybettik. Artık kendimizi toparlamalı, siyasi hesaplar bir kenara bırakılarak “sırat-ı müstakim” (doğru yol) üzerinden yürünmelidir. Hükûmet (merkezi iktidar) il ve ilçe belediyeleri ve halk arasında güçlü, koordineli, uyumlu bir çalışma başlatılmalıdır. Siyasi sadakat veya yandaşlık değil, liyakat, bilgi ve deneyimin esas alındığı insanlar yetkili kılınmalıdır. Ciddiyet denetim ve doğru uygulamanın olmaması durumunda başarısız kalındığını artık herkes anlamalıdır. 2017’deki Barış Affı yasasının nelere yol açtığı ortada, kentsel dönüşüm projesi yeniden ele alınarak işler hale getirilmelidir.
Kısacası bir deprem felaketinin çapını en aza indirerek uğranılacak kayıpları olabildiğince azaltmak için seferber olmaya mecburuz. Siyasi mühendislik girişimleri siyaseten ne sonuç verir bilemem ama deprem tehlikesini küçümsemek Türkiye’yi kesinlikle çökertir.
26.04.2025
[i] Türk Ocakları Eski Genel Başkanı, ATO Meclisi Eski Başkanı