Eğer Türk milliyetçiliği, birçoğumuzun iman ettiği gibi, Türk milletinin haysiyetini, refahını, huzurunu korumak ve yükseltmek ülküsü ise Türk milliyetçilerinin herhangi bir seçimi kazanmış sayılabilmesi için bugün konuşulan her şeyin gündemimizden çıkmış olması gerektiğine inanıyorum.
*****
Vasıf İnanç DUYGULU
Son yıllarda hemen her seçimde olduğu gibi 14 Mayıs seçimlerinden sonra da Türkiye’nin ana gündem maddelerinden birisi seçimlerin galibinin milliyetçilik olup olmadığıydı. Gerçekten de 14 Mayıs akşamı seçim sonuçlarını takip eden bir vatandaşın MHP, İYİ Parti, Zafer Partisi ve BBP’nin elde ettiği oy oranlarıyla “milliyetçi/ülkücü” cumhurbaşkanı adayı Sinan Oğan’ın cumhurbaşkanlığı seçimlerini ilk defa ikinci tura bırakmasını gözlemlediğinde bu soruyu sorması pek de şaşırtıcı olmasa gerek. Hele de seçimlerden önce paylaşılan anketler doğrultusunda bir sonuç bekleyen vatandaşın MHP ve Sinan Oğan’ın oy oranına bakara “Türkiye’de milliyetçiliğin şahlandığı” yorumunu yapması beklenebilir. Zira 14 Mayıs akşamı sonuçlar netleşmeye başladığında bütün yorumlar seçimin ikinci tura kalmasını gündemine aldığı kadar MHP, İYİP, ZP ve BBP oylarının toplamının %23,05 olduğundan hareketle, büyük bir şaşkınlıkla, milliyetçilerin zafer çığlıklarına odaklandı. Kendisini Türk milliyetçisi olarak adlandırıp da çeşitli sebeplerle oyunu başka siyasi partilere veren seçmenler de düşünüldüğünde en az %25’lik bir oy oranı Türkiye tarihinde ilkti…
Cumhurbaşkanlığı için Erdoğan ve Kılıçdaroğlu’nun tesis etmeye çalıştıkları iki adaylı yarışa en büyük itiraz Türk milliyetçilerden gelmiş ve seçime girilirken bu ikili dışında tek aday olarak yarışan Sinan Oğan’ı kitlesel olarak bağımsız Türk milliyetçileri desteklemişti. Sinan Oğan’ın seçim süreci boyunca neredeyse tamamen milli güvenlik meseleleriyle alakalı kaygıları dile getirmesi ve iddiasını “Türk milliyetçilerini ve Atatürkçüleri görünür ve belirleyici kılmak” olarak ortaya koyması da aldığı %5,17’lik oy oranıyla birlikte değerlendirildiğinde milliyetçilerin seçimi kazandığı iddiasında önemli bir dayanak noktası olarak ortaya çıktı. Ruşen Çakır’ın “Nereden çıktı bu ülkücüler?”[1] başlıklı yazısına da Tuğrul Türkeş’in “milliyetçi lig” çağrısına[2] da sebep olan bu görünen zafer 15 Mayıs 2023 sabahı Türk milliyetçilerinin, en azından bir kısmının, mutlu ve umutlu uyanmasına sebep oldu belki de.
Görüntüdeki zafere rağmen 2023 seçimlerinin Türk milliyetçileri açısından muhasebesini yapmak hiç kuşkusuz oy oranlarının geçmiş seçimlerle kıyaslanarak ele alınmasından daha öteye giden bir çaba gerektirmekte. Seçimlerde elde edilen oy oranlarıyla sayısal ve kendisini Türk milliyetçisi olarak adlandıran aktörlerin konumlarıyla söylemsel bir değerlendirme Türk milliyetçiliğinin bu seçimde ne kazandığının ve ne kaybettiğinin değerlendirilmesi bakımından önem arz etmekte.
Türk milliyetçilerinin oyu artıyor mu?
Kemal Can’ın Yükselen Milliyetçilik[3] başlıklı videosunda yaptığı analizde yer alan 1999 seçimlerinde MHP’ye ek olarak milliyetçi söylemler üreten DSP’nin oyunu ve 2002 seçimlerinde yine MHP’nin aldığı oy oranına ilaveten “milliyetçi tepki oylarını” aldığını iddia ettiği Genç Parti’nin oyunu hesaba katarak 90’lardan beri milliyetçilerin oy oranlarının %20’ler civarında sabit olduğunu iddia etmesi elbette biraz iddialı. Buna mukabil 1995 seçimlerinde baraj altı kalan MHP’nin 1999’dan itibaren genel ve yerel seçimlerde “zaman zaman” %20’lere yaklaşabilen bir parti olduğunu söylemek mümkün. 1993 yılında kurulan Büyük Birlik Partisi’nin, 2017 yılında kurulan İyi Parti’nin ve en son İyi Parti’den ayrılanların kurduğu Zafer Partisi’nin girdikleri seçimlerde aldıkları oy oranları da hesaba katılınca bu %20 barajının artık aşıldığı ve giderek artma potansiyeline sahip olduğu da iddia edilebilir.
7 Haziran 2015 seçimlerini hatırlayan, 2018 seçimlerini takip eden, 2019 yerel seçimlerinde Türkiye genelinde kazanılan belediyelerin ve gündem olan aktörlerin değerlendirmesini yapabilen hemen herkes bu seçimlerin akabinde de Türk milliyetçiliğinin kazandığı yorumlarının yapıldığını hatırlayacaktır. Oysa bu seçim sonuçlarının hepsinden Türk milliyetçilerinin alabileceği tek bir ortak mesaj vardır: Türkiye’de seçmen Türk milliyetçiliğine ve kendisini milliyetçi olarak adlandıran siyasi partilere mesafeli değildir. İktidar partisine veya ana muhalefet partisine tepkili olduğu, ders vermek istediği durumlarda bu partilere oy vermeye meyillidir de. Lakin seçmen milliyetçileri Türkiye’yi yönetmeye mahir görmemektedir. Bu doğaldır da aslında, zira Türk milliyetçilerinin de iddiaları arasında Türkiye’yi yönetmek, Türkiye’yi ve Türk milletini huzurlu yarınlara taşımak yer almamakta; Türk milliyetçileri Türk milletine yalnızca daha kötü günlere gidilmesine, veya işlenen konuya göre, dönülmesine müsaade etmeyeceğini vaat etmektedir. Türk milliyetçileri bugün Türk milleti için toplumu nurlu ufuklara taşıyacak bir lider kadro görevi değil liderlerin elinde yalnızca gidilmemesi gereken yöne dönüldüğünde alarm veren yarı hasarlı bir pusula işlevi görmektedir.
Türk Milliyetçileri İçin Güvenli Alanlar
Bu durumun sebebi Türk milliyetçilerinin uzun bir dönemdir kendileri için güvenli alan sayılabilecek kolay, maliyetsiz ve çaba gerektirmeyen alanlarda söylem üretmesinden başka bir şey değildir. Bu hakikati 2023 seçimlerinin propaganda sürecinin en başından itibaren Türk milliyetçilerinin bizzat kendileri başta olmak üzere bütün siyasi aktörler tarafından konumlandırıldığı noktayı tespit ederek müşahede etmek mümkün.
2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden bu yana MHP’nin var olduğu ittifakta yer aldığı sürece “eski günlere” dönmeyeceği vaat edilen Recep Tayyip Erdoğan’a destek veren milliyetçiler de, “İYİ Parti masada olduğu sürece o masaya HDP oturamaz.” söylemiyle Kılıçdaroğlu’nun adaylığına destek veren milliyetçiler de Türk milliyetçilerinin yöneten değil yönetenler yanlış bir şey yaptığı zaman arkadan çimdik atan aktör olduğu ikrarını istemeden de olsa yapmıyor mu?
2023 seçimlerinde propaganda sürecinin en başından bu yana her Türk milliyetçisi kendisinden oy isteyen adaylardan “Hizbullah’ın desteklediği adaya nasıl oy verirsin?”, “HDP’nin ve dolayısıyla PKK’nın bulunduğu safta nasıl yer alırsın?” sorularına maruz kalmıyor mu?
Bununla birlikte bizzat Türk milliyetçileri, Türk milliyetçisi olduğunu söyleyen adayın ne HDP ile ne HÜDA-Par ile aynı masada olmadığını gururla tekrarlamıyor mu? “Ne Kandil Dağı ne domuz bağı” sloganı dahi aslında milli güvenlik hassasiyetlerine sıkışmış bir milliyetçiliğin ilanı değil mi?
İkinci tur seçimlerine gidilirken “kilit” konumda yer alan Türk milliyetçilerinin ikinci tura kalan adaylardan talep ve beklentilerinin kaçak ve göçmenlerin Türkiye’den gönderilmesi, Anayasa’nın ilk 4 maddesiyle Türklük tanımının yapıldığı 66. maddesinin tartışılmaması ve terörle mücadelenin yapılması gerektiği gibi yapılması dışında herhangi bir konuyu içermemesi Türk milliyetçilerinin ayıbı değil mi? (Hakkı teslim etmek adına Ümit Özdağ ile Kemal Kılıçdaroğlu arasında yapılan mutabakatta yolsuzlukla mücadele maddesinin yer aldığını, Sinan Oğan’ın ise Erdoğan’dan Ortodoks makroekonomi politikalarına dönülmesi şartı koştuğunu iddia ettiğini hatırlayalım)
Bütün bu taleplerin yalnızca kendisini milliyetçi olarak adlandıran siyasi aktörlerin değil bütün Türk milliyetçilerinin ortak ve sınırlı hassasiyetleri olduğu düşüncesiyle olası kabine dağılımlarında Türk milliyetçilerine Milli Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı’nın verilmesi gerektiği tartışmaları bize yönelik bir küçümseme değil mi?
Bütün bunlar düşünüldüğünde muhtemelen entelektüel camiada Türk milliyetçiliğinin önemli muarızlarından olan Tanıl Bora’nın milliyetçilikle ilgili “Velhasıl, milliyetçiliğin baskın olduğuna şüphe yok, hegemonik olduğunu dahi söyleyebiliriz… fakat veto kuvvetinden öte bir takati yoktur. Bir çağdaş istemezükçülük…”[4] tespitine haksızdır demek mümkün mü?
PKK’nın, Hizbullah’ın, FETÖ’nün ve sair terör örgütlerinin ne denli önemli hasımlar olduğunu hatırlatmak mıdır yalnızca Türk milliyetçilerinin Türkiye için önemi? İran’dan Van’a, Ağrı’ya, Iğdır’a koşarak gelen ne idüğü belirsiz kaçakların ortaya çıkarabileceği çeşitli sorunları devlet yönetmeye talip insanlara anlatmaya çalışmak mıdır? Ben bir Türk milliyetçisi olarak bu rollerle sınırlandırılmayı reddediyorum.
Kazanan Milliyetçiliğe Reddiye
Ben, Türk milliyetçiliğinin devleti yönetme ihtimali bulunan aktörlerin kendi pisliklerini temizleyebilmek, topluma kendilerini meşru gösterebilmek için kullandıkları bir cazip partner olması durumunu reddediyorum.
Ben, 30 yıldır terörle mücadele söylemlerine sıkışmış milliyetçiliğin yine bir başka milli güvenlik sorunuyla, kaçak göçmenlerle, sığınmacılarla ve onların üretebilecekleri problemlerle sınırlandırılmasını reddediyorum.
Ben, Türkiye’yi yönetme iddiasından ve ciddiyetinden uzak, Cumhuriyet’in 100. yılında ulus devletin kazanımlarının kaybedilmemesi için teyakkuz halinde olmak durumunu kabul etmiyorum.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun ve Recep Tayyip Erdoğan’ın milliyetçilerin oylarını alabilmek için siyaseten milliyetçilik tanımları yaptığı bir siyasi düzlemde milliyetçilerin seçim yapmak zorunda hissetmesini de reddediyorum. Bugün yalnızca Türk milliyetçilerine ait gibi görünen vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü hassasiyetine ve Türkiye Cumhuriyeti’nin bir Türk yurdu olduğu düşüncesine sahip olmayan herhangi bir siyasi aktörle o ya da bu sebeple ittifak halinde olmayı da reddediyorum. Bu nedenle diyorum ki Türk milliyetçilerinin 2023 seçimlerinden elde ettiği iddia edilebilecek tek kazanım milliyetçiliğin ve milliyetçi siyasetin ne olduğuna ve ne olması gerektiğine dair değerlendirme yapma ihtiyacının artık zaruri hale gelmiş olmasıdır.
Eğer Türk milliyetçiliği, birçoğumuzun iman ettiği gibi, Türk milletinin haysiyetini, refahını, huzurunu korumak ve yükseltmek ülküsü ise Türk milliyetçilerinin herhangi bir seçimi kazanmış sayılabilmesi için bugün konuşulan her şeyin gündemimizden çıkmış olması gerektiğine inanıyorum. Bu sebeple bugün kazanan bir milliyetçilik var ise, ben o milliyetçiliği reddediyorum.
Türk milliyetçilerinin kazandığı herhangi bir seçimin sonucunda iktisat politikalarının Mehmet Şimşek ya da Ali Babacan’a emanet edilmeyeceği, kültür politikalarının bir turizm şirketi sahibine teslim edilmeyeceğinin bilincinde olarak ileride bir gün kazanma ihtimalimizin ortaya çıktığı günlere hazırlanabilmek için eğitim, kültür, dış politika ve iktisat gibi alanlarda hassasiyet gösteren bir milliyetçiliği inşa etmenin hepimizin ortak ödevi olduğuna inanıyorum.
Velhasıl onurlu, tarafsız ve güçlü bir dış politika, sermayenin değil ulusun öncelendiği bir iktisadi anlayışla gerçekleştirilen kalkınma ve iyi eğitimli, kültürlü ve müreffeh bir milletin varlığı sağlanamadığı müddetçe, millete en azından bu konularda güven veren bir kadro tesis edilemediği müddetçe milliyetçiler ne oy alırlarsa alsınlar benim nazarımda kaybetmiş olacaklar. Bu mağlubiyetleri reddediyorum.
Ve bu reddedişin, milliyetçilerin sahip olmakla itham edildiği istemezükçülük tavrına yeni bir merhale olarak değil, bir refleksle inşa edilen istemezükçülüğün istemezcükçülüğü olarak değerlendirilmesini rica ediyorum. İnanıyorum ki bu yeni istemezükçülük tartışmayan, reddeden, gelişime kapalı olan zihniyeti değiştirip çözümler, projeler en önemlisi yeni iddia ve ufuklar geliştirme potansiyelini içinde barındıran yepyeni bir milliyetçiliğin ortaya çıkmasına katkı sağlayacaktır. Biz gayret edelim de tevfik Allah’tan…
Kaynaklar:
[1] https://medyascope.tv/2023/05/27/rusen-cakir-yazdi-nereden-cikti-bu-ulkuculer/
[2] https://twitter.com/TugrulTurkes/status/1658149924196761607
[3] https://www.youtube.com/watch?v=bdjs71JUxsc&ab_channel=medyascope
[4] https://birikimdergisi.com/haftalik/11416/milliyetcilik-yukseliyor
————————————————–
Kaynak:
https://www.mhkm.com.tr/yazilar/secimleri-milliyetcilik-mi-kazandi/